AHMET ÜNAL
sonunbaslangici
SON'UN BAŞLANGICI
Yazar Aydoğan Vatandaş'ın ARMAGEDON TÜRKİYE İSRAİL GİZLİ SAVAŞI adlı kitabı 31. baskısına ulaştı. Bu kitap Türkiye'nin gizli ve fakat gerçek tarihidir. Körfez Savaşından Çekiç Güç'e, Kürt Devleti projesinden Susurluk'a, Eşref Bitlis, Uğur Mumcu cinayetlerine, Muavenet olayından ordu içindeki yapılanmaya değin gizli kalmış bir çok olayı bambaşka bir uslup ve belgelerle açıklayan bu kitap'tan alıntılama yoluyla bir özet sunuyoruz.
TÜRK-İSRAİL YAKINLAŞMASI YADA SONUN BAŞLANGICI
23 Şubat 1996 tarihinde, Türkiye Orta Doğunun sorunlu bölgesindeki en güçlü ama aynı zamanda en suçlu ülkesi olan İsrail ile tarihi bir anlaşmaya imza atıyordu. Anlaşma Orta Doğu ve Türkiye’de geniş çalkanmalara yol açarken, anlaşmanın askeri niteliği ilgililerin merakını daha da artırıyordu (s.21, p.1) .... millet vekilleri Türkiye’nin yeni Orta Doğu politikalarını belirleyen böylesine önemli bir anlaşmadan habersiz olduklarından, rahatsızlıklarını kamuoyundan gizlemiyorlardı. (s.21, p.2) “Taraflar arasında gizli kalması gereken anlaşma Yediot Ahoronot Gazetesi tarafından kamuoyuna duyrulmuş ve bundan sonrada anlaşma üzerinde büyük tartışmalar başlamıştır. (s.22, p.1) Söz konusu anlaşma sadece bir eğitim anlaşması idiyse neden gizli kalması gerekiyordu? Ve neden ilk önce bir İsrail gazetesinde açıklanmıştı. (s.22, p.2)
Beş yıllık bir süre için imzalanan bu Askeri ve Eğitim işbirliği Antlaşması, Savaş uçak ve gemilerinin karşılıklı ziyaretleri, tatbikatların izlenmesi, askeri tarih, askeri müze gibi sosyal ve kültürel alanlarda işbirliği gibi gözükse de, 1990 yılında başlayan görüşmeler göz önüne alındığında Türkiye’nin bilinçli (yada zorunlu) bir tercihinin söz konusu olduğu daha net bir şekilde anlaşılıyordu. (s.22, p.3) “İsrailli yetkililerin, görüşmeler sırasında Türk yetkililere sorduğu sorular ise son derece ilginçti ve nitelik olarak da farklılık arz ediyorlardı. Birinci soru, Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkilerin nasıl olduğuydu. İkinci soru ise, Türk ordusu seçimlerle birlikte ortaya çıkacak yeni tablo karşısında, örneğin muhtemel bir Refah Partisi iktidarı söz konusu olduğunda, nasıl bir tutum izleyecekti? (s.23,p.3) Askerler Refahı Destekledi mi? “Türkiye’nin demokratik bir ülke olduğunu, iktidara gelecek partiyle anayasada belirtilen kavramların değiştirilmesinin mümkün olmayacağını, dolayısıyla endişenin yersiz olduğunu belirtiyordu.” (s.23, p.4) İsrail’e RP konusunda teminat veren Çevik Bir, kısa bir süre sonra Amerika’daki bir konuşması sırasında Sincan’da yürüyen tanklarla ilgili olarak “demokraside” balans ayarı yaptık diyecekti. O halde bu çelişki ne anlama geliyordu? (s.24,p.1) Bir iddiaya göre İsrail’in RP ile ilgili sorusu bu yüzdendi ve bu doğrultuda RP, Türkiye’de çok iyi bir darbe gerekçesi olabilirdi.(s.24,p.3)
PKK Anlaşmanın Merkezinde
İşin ilginç tarafı yapılan görüşmeler boyunca Türk tarafı gerek PKK, gerekse diğer sorunlar dolayısıyla devamlı şikayetçi pozisyonuna düşerken bölgedeki geçmişi 50 yılı bulmayan İsrail ise şikayetleri dinleyen ağabey gibi davranıyordu. (s.26,p.1) Orgeneral Çevik Bir, görüşme sırasında bir ara söz alıyor ve Suriye istihbaratının İsrail gizli servisine angaje olduğunu bildiklerini söylüyordu. Bu tarihi sözün anlamı ne olabilirdi? Acaba Suriye istihbaratı, kontrolüne girecek kadar Mossad’a mı kilitlenmişti ve bu yüzden Suriye olayları Mossad’ın istediği gibi mi görüyordu? (s.26,p.2)
ABD’NİN ORTA DOĞU POLİTİKASI VE İSRAİL
8 Mart 1992 tarihinde The Newyork Times gazetesine sızan ve büyük tartışmalara yol açan “Tek süper devletli dünya raporu” adlı bu raporda Amerikan dış ve savunma politikasının bundan böyle tek amacını şu şekilde belirtiyordu: “Batı Avrupa’daki, Asya’daki yada eski Sovyetler Birliğindeki devletlerden hiç birinin Birleşik Amerikanın karşısına dikilerek, ona kafa tutacak güce erişmesine izin vermemek...” başka bir deyişle ABD egemenliğinde tek süper devletli bir dünya kurmak ve bu dünyanın devamını sağlamak... Raporu hazırlayanlara göre bu amaçla ABD kendisine karşıt olabilecek devletleri uluslar arası alanda daha büyük roller yüklemeye heveslenmekten, kendisinin ve dostlarının çıkarlarını korumak için onları saldırgan politikalar izlemeye, çekirdekli silahlar edinmeye kalkışmaktan caydıracak kadar büyük bir gücü her zaman elinde bulundurmalıydı.” (s.30,p.2)
Ortadoğu Egemenliğin Yolu
Bunu da yolu kuşkusuz Ortadoğu’dan geçiyordu. Çünkü Türkiye’nin de içinde bulunduğu Ortadoğu bölgesi üç kıtanın birleşmesinden kaynaklanan jeostratejik önenin yanı sıra, dünyanın şu anki petrol rezervlerinin %65.7’sini barındırması nedeniyle büyük bir ekonomik öneme sahipti. (s.30,p.3) ..... yöredeki eski etkinliklerini kaybeden İngiltere ve Fransa yerine ABD, İsrail devletinin destekçisi olarak önemli roller üstleniyordu. Bu tehlikeli ikilinin bölgedeki etkinliği artarken bölgeye, kan ve nefret kelimeleri hakim oluyordu. (s.31, p.1 Albay Mehmet KOCAOĞLU şöyle diyordu; Tarihsel süreç incelendiğinde görülecektir ki, dünyada hiçbir bölge Ortadoğu kadar yoğun bir bölge olmamıştır. Sanayileşme sonucu, petrolün son derece önemli bir nitelik kazanması ve bu maddenin de Ortadoğu’da bulunmasından ötürü, sadece bölge içi ülke ve güçlerin değil, bölge dışı emperyalist güçlerin çıkar ve nüfuz mücadelesi alanı haline dönüşmüştür. 1990’da Kuveyt’in Irak tarafından işgali ile başlayan Körfez Krizi ve 1991 Körfez Savaşı, Ortadoğu petrolleri üzerinde sürdürülen nüfuz kurma mücadelesinin tipik ve en çarpıcı özelliğini oluşturmaktadır.(s.31,p.3) ....“Türkiye’ye, PKK’nın da, İsrail karşıtı direniş hareketlerinde aynı merkezden yönlendirildiği, dolayısıyla birlikte mücadele edilmesi gerektiği söyleniyordu. (s.32,p.1)
İsrail PKK’yı Destekliyordu
.... Genel kurmay başkanlığı tarafından farklı tarihlerde hazırlanan raporlar, ABD’nin bölgede apaçık bir kürt devletinin kurulması için yoğun çaba sarf ettiğini gözler önüne seriyordu. (s.33,p.1) PKK’yı dağda değil burada ara. Ankara’da... bu sözün ne anlama geldiğini bir gün anlayacaksın... ....Türkiye ile İsrail arasında yaşanan bu yakınlaşmanın mihenk taşını Suriye oluşturuyordu ve her iki ülkenin de Suriye ile ciddi sorunları bulunuyordu. Dolayısıyla “Düşmanımın düşmanı, Dostumdur” mantığıyla hareket edildiğinden doğal bir ittifak ortaya çıkıyordu. (s.34,p1) Cengiz Çandar ise 23 Nisan 1996 tarihli yazısında şöyle diyordu: “Sizin terörizminiz İsrail açısından hiç önemli değil. İsrailli yetkililer, bizimkilerin anlattıklarının aksine, PKK konusunda tavır almalarının mümkün olmadığını açıkladılar uzun uzun. (s.34,p.3) Bu dokümana göre İsrail, Suriye’nin üçe bölünmesini istiyordu. Fakat İsrail’in bu projesi Türkiye’yi de tehdit ediyordu. Çünkü bu projeye göre Hatay’da üçe bölünmüş Suriye’nin Şii-Alevi bölümünde yer alıyordu. İşin ilginç tarafı Hatay sorunu hep batı kamuoyu tarafından yada CIA kaynaklı bazı kuruluşlar tarafından ısıtılıyordu. (s.35,p.3) Suriye’de meydana gelecek bir kargaşa ortamı ve bölünme, Türkiye üzerinde olumsuz etkiler yapabilecektir. Suriye’nin istikrarının korunmasının Türkiye’nin menfaatlerine uygun olacağı değerlendirilecektir. (s.36,p.1) O halde Türkiye’nin İsrail’e yaklaşmasının Türkiye’nin çıkarına olduğu iddia edilen gerekçeler hiçte gerçekçi görünmüyordu. Diğer taraftan anlaşmanın İsrail’in bölgedeki Kürt hareketlerini –özellikle PKK’yı- desteklediği Türk tarafınca somut olarak bilinmesine rağmen yapılması, olayı daha da anlaşılmaz kılıyordu. (s.36,p.5)
YENİ ORTADOĞU RESMİ MİT'LER VE TÜRKİYE
Şöyle diyordu Carter; “İsrail’i üzeceğime politik hayatıma son vermeyi tercih ederim.” (s.37,p.1) Sonunda Findley’i defettik. Rakibi Durbin’in harcadığı 750 bin doların 685 binini biz Yahudilerden topladık ve onu defettik.(s.38,p.1) Tasarı hakkında konuşurken, Stevenson, İsrail’in aldığı Amerikan yardımının Amerikanın tüm ülkeler için ayırdığı bütçenin %43’nü oluşturduğunu özellikle vurgulamıştı. (s.38,p.4) Stevenson’un İsrail lobisinin ABD politik hayatını nasıl etkilediği konusunda yaptığı yorum ise; “Korkunç bir sindirme harekatı var ve Amerika’daki pek çok azınlıktan biri olan Yahudi azınlığın eylemcileri ve lobicileri, İsrail hükümetinin aldığı her kararı, yanlış yada doğru, destekliyorlar. Bu işi yaparken öylesine hırçın ve kararlı yapıyorlar ki, hem insanları sindiriyorlar hem de azınlık damarlarına karşın tüm Amerikan politik hayatını etkiliyorlar. Başka bir değişle, ABD’deki Yahudi cemaati İsrail’dekinden çok daha güçlü ve tek merkezli. İsrail başbakanının, Ortadoğu sorunları konusunda Amerikan dış politikası üzerindeki etkisi, kendi hükümetinin üzerindeki etkisinden genelde çok daha fazla.” (s.41,p.5) Mısır ırmağından büyük ırmağa, Fırat nehrine kadar bu diyarı senin zürriyetine verdim. (Tekvin,15/18)(s.48,p.4) “Bizler Tevrat’a sahip isek, bizler kendimizi Tevrat’ın halkı olarak görüyorsak, Tevrat’ta vaat edilen tüm topraklara sahip olmak zorundayız.” (s.48,p.6) “Dünya insanları, İsrail ve bir bütün olarak ele alınan diğer milletler olarak ikiye ayrılabilir. İsrail seçkin millettir. Bu temel doğmadır.” (s.48,p.7) “Öte yandan, özellikle 1967’den beri başa gelen yönetimler yüzünden İsrail, bölgenin en saldırgan devleti haline geldi. Bu gerçeği göz ardı edemeyiz. Bu savaş artık İsrail’in var olma mücadelesi değildir, tam tersine Filistin halkının ve İsrail yönetiminin politikasını benimsemeyen diğer tüm rejimlerin varolma haklatına karşı girişilen savaştır. (s.50,p.2)
VE HERZOG TÜRKİYE’YE GELİYOR
ABD-İsrail-Türkiye iş birliği gündeme geliyor bunu savunanlar ve itiraz edenler bulunuyordu. Özal ve Demirel K.Irak’ta fiilen özerk bir Kürt bölgesinin kurulmasına izin veriyordu. “Marksist-Leninist APO, bayrağındaki orak-çekiç’i bir yana iterken açıkça K.Irak’ta ABD öncülüğünde kurulacak böylesi bir denklem içinde “Bende varım” diyordu. (s.53,p.2)
Aradan birkaç ay sonra PKK’ya yakınlığı ile bilinen Halkın Emek Partisinden beş kişilik bir heyet ABD dışişleri bakanlığı tarafından ABD’ye davet ediliyordu. Söz konusu gezide Diyarbakır milletvekili Leyla Zana, Mardin milletvekili Mehmet Sincar, Van milletvekili Remzi Kartal ile HEP genel sekreter yardımcıları Cobbar Leygora ve Murat Bozlak yer alacaktı. ABD böylelikle Abdullah Öcalan’ın çağrısına kulak veriyor, bölgede gitmek istediği yapılanmanın ipuçlarını veriyordu. (s.53,p3) Türkiye hangi şartlarda olursa olsun bölgede bir Kürt devletinin kurulmasına karşı olmalıydı. (s.53,p.4) Dolayısıyla Özal, daha sonra Türkiye’nin başına bela olan Çekiç gücün Türkiye’ye gelmesine sebep olmuştu. (s.55,p.1 , Demirel şöyle diyordu: “Batı’yı bilhassa ABD’yi yanımızdan fazla uzaklaştırmamamız gerekir. Bizim batı ile çok işimiz var. Batıya teslim olmamalıyız, ama işimizi de sürdürmeliyiz. Benim batıya 50 milyar Dolar borcum var. Ya öde diye üzerimize gelirse?” (s.56,p.1) Muhalefetteyken çekiç gücü apaçık eleştirenler nedense iktidarda iken aynı cesareti gösteremiyorlardı. (s.56,p.2) “Eğer Ankara bu süreci durdurmaya çalışırsa ortaya çıkacak sonuç tehlikeli ve masraflı olabilir. Böyle bir denem sadece Türkiye’nin önemli bir parçasını kaybetmesine yol açmayıp, kaçınılmaz olarak Türkiye’nin diğer bölgelerine dağılmış Kürt topluluğunun da istikrarsızlığına sebep olacaktır. Kürt sorunu Türkiye’nin gelecekteki istikrarı, bölgedeki rolü ve Batı ve ABD ilişkileri için büyük önem taşımaktadır. (s.57,p.1) “... Diğer cephelerde de aynı yaklaşım geçerlidir; Lübnan, Suriye, Irak ve Arap yarım adası, Osmanlı döneminde Doğu Akdeniz sahillerinin durumu gibi, dini ve etnik küçük “parçalara” ayrılmalıdır. (s.57,p.4) “... bölgede petrol üreten ülkelerin ABD ile dost olmak zorunda olduğu, ABD’ye karşı tutum ve davranış içine giremeyeceğini açıkça vurgulamış olmaları ortadoğu petrollerinin barış ve güven içinde batı pazarlarını akmasını önleyecek hiçbir girişime ABD’nin müsaade etmeyecek olması, onun değişmez stratejisi haline gelmiştir. Bu stratejiye aykırı davranan her ülkenin başına her türlü çorap örülebilir. K.Iraktaki oluşum, işte bu Amerikan reel politiğin ta kendisidir. (S.58 P.1) Saddam, Kuveyt’i ele geçirerek, dünyanın bir nevi petrol gücü haline gelmeyi tasarlamıştı. (S:58 P.3) Yani Saddam tam da ABD-İsrail ilişkisinin istediğini yapmıştı. “ABD ve müttefikleri, Irak’a savaşın başladığı tarih olan 2 Ağustos 1990’a kadar en gelişmiş silahlar ve silah üretim olanakları sürdürmüşlerdir.” (S.59 P.4) “... Yani Bush yönetimi, Saddam’ın Kuveyt’in işgalini engellemek bir yana, gönderdiği CIA ajanlarıyla, Irak ordusunu teknik ve taktik açılardan eğitmişti.” (S.59 P.5) Şirketlerin satış ve karları düştükçe düşmüş, hisse senetlerinin değeri azalmıştı. Ama şimdi birdenbire her şey yoluna girdi. Gelecek yıl için inanılmaz büyüme fırsatları görüyorum. (S.60 P.3)
İranlılar ile Iraklılar birbirlerini öldürdükleri müddetçe, geceleri rahat uyuyabiliriz. (S.60 P.3)
Armagedon’a gelince? Armagedon, Yahudilerin dünya hakimiyetine ulaşmak için yapacaklarını düşündükleri son kutsal savaşın adıydı. Bu savaş Yahudilerin galibiyetiyle sonuçlanacak ve Yahudiler amaçlarına ulaşmış olacaktı. (S.64 P.4) ... Diğer taraftan Özal, ABD’nin bölgede yeni bir yapılanmaya gittiğini görüyor ve bunu elinden geldiğince Türkiye’nin lehine sonuçlanacak alternatif senaryolara dönüştürmeye çalışıyordu. (S.67 P.3)
ABD 600 kişilik özel timi K.Irak’a gönderiyor. Bunların amacı ne idi? Kimleri eğittiler? Ne tür taktik verdiler. Bölgede bir Kürt devletinin kurulması İsrail açısından kaçınılmaz stratejik bir hedefti. Birincisi kurulması planlanan bu Kürt devleti, İsrail’in vaat edilmiş topraklarına giriyordu. İsrail Kürtler vasıtasıyla bu emellerine ulaşabilirdi. Çünkü Kürtlerin bir devlet geleneği bulunmadığı için bölgede bir garantör devlete ihtiyaçları olacaktı ki o kuşkusuz İsrail’di. (S.70) İkincisi, kurulması planlanan bu Kürt devleti bölgenin en stratejik yer altı ve yerüstü zenginliklerine sahipti. Su (Fırat) ve petrol ... Üçüncüsü, kurulması planlanan bu Kürt devleti, ABD’nin baş düşmanı, İsrail’in güvenliğini tehdit eden ülkelerin bölünmesiyle sonuçlanıyordu: İran, Suriye, Irak ... (S.70) Çekiç güç aracılığı ile PKK’ya askeri malzemeler veriliyordu. PKK’lılar ABD ve İsrailli uzmanlarca yetiştiriliyorlardı. ..Kurulması planlanan Kürt devleti projesine karşı Türkiye’nin İran’la işbirliği içerisinde olduğunu söylüyordu.(Demirel) Suriye ile ilgili olarak da PKK’yı açıkça desteklediğinden ziyade, PKK’nın Suriye’de barındığından bahsediyordu. Oysa Türkiye’nin en önemli müttefiki ABD’nin niyetinin hiç de iyi olmadığını gösteren yığınla belge bulunuyordu. Genel Kurmayın kasalarında ... (S.85) Çekiç güç’ün bölgedeki misyonu Birleşik Kürt Devleti’nin kurulmasını sağlamaktı. (S.92) Yani görünen tablo şuydu: Aralarındaki tüm çelişki ve anlaşmazlıklara rağmen üç ülke, Türkiye, İran ve Suriye Irak’ın toprak bütünlüğüne verdikleri önemi gösteriyorlardı. (S.93) Kurmay Albay’ında söylediği gibi muavenet gemisinin vurulması kaza falan değil Türk Genelkurmayı’nın Çekiç güç ile ilgili hedeflerine karşılık Pentagon’dan bir tehditten başka bir şey değildi. (S:94) Çekiç güç, tıpkı bir şeytan üçgeni gibi, karşısında duranları birer birer içine çekiyordu.(S.94) Aynı kişi tarafından aynı olayla ilgili olarak hazırlanan bu iki rapor taciz olayının üstünün örtülmek istendiği izlenimini uyandırıyordu. (S.94) Eşref Bitlis anlaşıldığı kadarıyla Türkiye’nin Kuzey Irak politikalarının belirlenmesinde olduğu kadar bunların uygulanmasının takibinde de son derece önemli bir rol oynuyordu. (S.99) Türkiye’de bu konuda çok olay olmuştur. Bunlardan bir tanesi Uğur Mumcu olayı ile Eşref Bitlis olayı ise çok önemlidir. İki olayda Türkiye’nin bağımsızlığını hedef almıştır. Uğur Mumcu’nun doğrultusu ile babamın doğrultusu aynı yerde kesişiyordu. O da birtakım karanlık ilişkileri sorguluyordu. İkisi de hedefe çok yaklaşmıştı. İki olay arasında bağlantı olduğunu düşünüyorum. Biri çözümlendiğinde diğerinin de çözümleneceğine inanıyorum. (S.l03) “Ortadoğu’nun karanlık bir kuyu olduğu her gün biraz daha anlaşılıyor. Kanıtlanan son ilişki MOSSAD - BARZANİ ilişkisidir. Mossad İsrail devletinin gizli istihbarat örgütüdür. Bu örgütün Kürt lideri Molla Mustafa Barzani ile ilişkileri olduğu söylense daha önce kim inanırdı. Barzani’nin CIA ile ilişkisi artık belgelendi. CIA –Barzani ilişkileri biliniyorsa da Mossad-Barzani ilişkileri bilinmiyordu. (S.l04) ...MOSSAD’dan kürtlere 50.000 dolar verildiği, ABD kaynaklarına dayanarak açıklanıyor. (S.l05) Kürtler sömürgeciliğe karşı bağımsızlık savaşı yapıyorlarsa ne işi var CIA ve MOSSAD’ın kürtler arasında ? Yoksa CIA ve MOSSAD antiemperyalist savaş veriyorlar da Dünya bu savaşın farkında değil mi? (S.l05)
.... Şevket Kazan tarafından açıklanan ve MİT müsteşarı Sönmez Köksal imzalı bir belgeye göre 2 Şubat 1993 tarihinde, İsrail’in Türkiye’ye bir suikast timi soktuğu belirtiliyordu. (s.106)
.... “Politikada etkin rol oynayan askerler ve politik liderlerin ortam öfkesi, ABD-Türkiye ilişkilerinin temelini oluşturan, karşılıklı savunma anlaşmalarının yenilenmesi konusundaki ABD çabalarını güçleştireceğe benziyor. (s.107) Türkiye tüm baskı ve dayatma, uyarı ve göz dağına rağmen ABD’nin Kürt projesini bölge ülkeleri ile birlikte engellemişti. (s.108) “Susurluk’un ortaya çıkışı bana sorarsanız kaza ile birlikte olmadı. Ondan iki ay önce Aydınlık dergisinde çıkan MİT raporu ile ortaya çıktı. İki ay önce aydınlığa bu raporu kim vermişse, kazadan sonrada Mehmet Özbay’ın Abdullah Çatlı olduğunu basına o duyurmuştur. Bence bu kaza kullanılmıştır.” (s.113) “Susurluk’un arkasında kim var biliyor musunuz? Halkın iradesi olan hükümeti yıkıp yerine bir başkasını getirenler. (s.113) “ABD’nin Kürt meselesini algılayışı ile bu grubun algılayışı örtüşmektedir. Aydınlık dergisinde çıkan haberde bir hafta önce Refahyol hükümetinin çekiç güç düzenlemesinin ABD’yi çok kızdırdığını düşünüyorum. (s.114) “Ordudan atılanlar RP’li falan değil, faşist kliğin adamları!” (s.116) ....Perinçek 1 Şubat 1988’de SP’yi kurdu. Parti, milli demokratik devrim stratejisini benimsemekte ve sosyalist bir devlet biçimini amaçlamaktaydı. Parti aynı zamanda bir zamanlar en büyük düşman olan Abdullah Öcalan’ın da propagandasını yapıyordu. (s.119)
Hiram beye göre Aydınlık’ın Türkiye’deki misyonu şuydu:
1- Türkiye’de hızla gelişen ve batı dünyası için tehlikeli hale gelen Sovyet solunu yeni bir doktril ile birbirine düşürme, parçalamak, etkisiz hale getirmek.
2- Devlet içinde orduda, MİT’de, poliste, özel harpte, tarafsız çizgide olan, düşünce ve faaliyetleri ile organizatör için tehlikeli olabilecek unsurları tasviye etmek. Bu kilit meselelerde etkinliğini artırma.
3- Türkiye’de politik ve ekonomik istikrarsızlığı pompalayan faaliyetleri devam ettirerek, ülkenin güçlenip organizatörün emelleri dışında tamamen bağımsız ve milli bir politika izlenmesini engellemek. (s.120) “Kıvrıkoğlu’nun bir suikast hedefi olması ise darbe sürecine karşı çıkması ve İsrail’le ilişkileri ihtiyatla karşılaması ile izah edilmeye çalışılıyor. İsrail boyutu bir dış tehdidi, darbeci sürece karşı çıkmak ise bir iç tehdidi akla getiriyor. Her iki ihtimalde vehamet itibariyle birbirini aratmaz. (s.125)
25 Temmuz 19997 tarihli Yenişafak gazetesinin bir korgeneralle yapmış olduğu son derece ilginç bir röportaj, bütün taşların yerli yerine oturmasını sağlıyordu. İddialara göre ordu içinde solcu bir cunta bulunuyordu ve bu cunta İsrail’le ilişkilerin bazısını çektiği gibi, basına sızdırmak istediklerini Doğu Perinçek vasıtasıyla gerçekleştiriyorlar ve tasfiye etmek istedikleri isimleri Doğu Perinçek vasıtasıyla saf dışı bırakıyorlardı. (s.125) “Bu cunta şaşırtıcı bir şekilde İsrail’le ilişkilerin de başını çekiyordu. ABD her ne kadar desteklemiyor gibi gözükse de bal gibi bu gurubu destekliyordu. (s.127) “Kamuoyuna açıkladığım belgeler devlet sırrı değil, cunta sırrıdır. (s.129) (Onlar) tuzak kurdular; Allah’ta onların tuzaklarını bozdu. Allah tuzak kuranların hayırlısıdır. (al-i İmran 54)(s.131)
DEĞERLENDİRME NİYETİNE
Öncelikle şunu belirtmem gerekir ki böyle bir kitabın özetini çıkartmak oldukça zor. Öyle ki hangi cümleyi anlatayım deseniz aradaki bağlantılar kopuyor. Mümkün mertebe vurgulanması gereken yerleri bana göre kağıda geçirmeye gayret ettim. Kitap ve yazarına gelince; yazarımız “doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” misali, kitabı yazdıktan ve yayınladıktan sonra mahkemeye veriliyor ve kitap toplatılıyor. Nasıl ki bir takım devletlerin çıkarlarını ters bir iş yapıldığında ortadan kaldırma yoluna gidiliyorsa Uğur Mumcu, Eşref Bitlis, Muavenet gemisinin vurulması gibi –Aydoğan Vatandaş’ta mahkemeye veriliyor. Allah’tan mahkemenin uyması gerektiği kanunlar varda bu kitaba serbestlik kararı çıkıyor. Böylece ülkemiz ve dünyamızda neler oluyor, kim kiminle alakalı neler yapıyor bir nebzede olsa bunlar hakkında yorum yapma fırsatını veriyor kitap bize. Gerçektende dünya siyasetine bakış açımızı değiştirebilecek kapasitede hazırlanmış bir yol gösterici.
Kitap bir takım çevrelerce bilinen ama kamuoyunun bilmediği birçok konuya ışık tutmuştur. Bu günlerde sayfaları fotokopilerde çoğaltıp milletvekillerine dağıtılıyor, Meclis kürsüsünde delil olarak kullanılıyor. Avrupa’da ve gelişmiş ülkelerde yazılması son derece normal olan bu tip kitaplara Türkiye’de ancak son yıllarda rastlamaya başlıyoruz. Buda gerçeklere ulaşma yolunda atılmış önemli bir adımdır. Yapılamaz deneni yapmış ve gerçek bir gazetecilik örneği göstermiş olan sayın Vatandaş’a bize “ışık” olduğu için ne kadar teşekkür etsek azdır. Kitap son derece somut bilgilere dayanıyor, çarpıtmalar yok. Zannımca kitap herkes tarafından okunmalı ve büyük kafalar verilen mesajları almalıdır. Türkiye’mizin buna ihtiyacı var.
Hazırlayan: A. ULUSOY - Yazarı: AYDOĞAN VATANDAŞ / Timaş Yayınları
SON BİR NOT;
Olmaz da eğer olursa yani İsrail, Türkiye ile savaşmak aptallığında bulunursa; Türkiye İsrail dışardan ciddi bir yardım almazsa kısa bir sürede İsrail’i yok edebilecek güce sahip. Ama İsrail’de atom bombası var diyor olabilirsiniz, ancak atom bombası atmak hem yürek ister, hem de atabilecek fırsatı yakalamayı gerektirir. Türkiye’nin de olası bir savaş durumda ortaya çıkarabileceği nükleer güce sahip olduğu yönünde gizli bir çok bilgi mevcut.
Yazar Aydoğan Vatandaş'ın ARMAGEDON TÜRKİYE İSRAİL GİZLİ SAVAŞI adlı kitabı 31. baskısına ulaştı. Bu kitap Türkiye'nin gizli ve fakat gerçek tarihidir. Körfez Savaşından Çekiç Güç'e, Kürt Devleti projesinden Susurluk'a, Eşref Bitlis, Uğur Mumcu cinayetlerine, Muavenet olayından ordu içindeki yapılanmaya değin gizli kalmış bir çok olayı bambaşka bir uslup ve belgelerle açıklayan bu kitap'tan alıntılama yoluyla bir özet sunuyoruz.
TÜRK-İSRAİL YAKINLAŞMASI YADA SONUN BAŞLANGICI
23 Şubat 1996 tarihinde, Türkiye Orta Doğunun sorunlu bölgesindeki en güçlü ama aynı zamanda en suçlu ülkesi olan İsrail ile tarihi bir anlaşmaya imza atıyordu. Anlaşma Orta Doğu ve Türkiye’de geniş çalkanmalara yol açarken, anlaşmanın askeri niteliği ilgililerin merakını daha da artırıyordu (s.21, p.1) .... millet vekilleri Türkiye’nin yeni Orta Doğu politikalarını belirleyen böylesine önemli bir anlaşmadan habersiz olduklarından, rahatsızlıklarını kamuoyundan gizlemiyorlardı. (s.21, p.2) “Taraflar arasında gizli kalması gereken anlaşma Yediot Ahoronot Gazetesi tarafından kamuoyuna duyrulmuş ve bundan sonrada anlaşma üzerinde büyük tartışmalar başlamıştır. (s.22, p.1) Söz konusu anlaşma sadece bir eğitim anlaşması idiyse neden gizli kalması gerekiyordu? Ve neden ilk önce bir İsrail gazetesinde açıklanmıştı. (s.22, p.2)
Beş yıllık bir süre için imzalanan bu Askeri ve Eğitim işbirliği Antlaşması, Savaş uçak ve gemilerinin karşılıklı ziyaretleri, tatbikatların izlenmesi, askeri tarih, askeri müze gibi sosyal ve kültürel alanlarda işbirliği gibi gözükse de, 1990 yılında başlayan görüşmeler göz önüne alındığında Türkiye’nin bilinçli (yada zorunlu) bir tercihinin söz konusu olduğu daha net bir şekilde anlaşılıyordu. (s.22, p.3) “İsrailli yetkililerin, görüşmeler sırasında Türk yetkililere sorduğu sorular ise son derece ilginçti ve nitelik olarak da farklılık arz ediyorlardı. Birinci soru, Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkilerin nasıl olduğuydu. İkinci soru ise, Türk ordusu seçimlerle birlikte ortaya çıkacak yeni tablo karşısında, örneğin muhtemel bir Refah Partisi iktidarı söz konusu olduğunda, nasıl bir tutum izleyecekti? (s.23,p.3) Askerler Refahı Destekledi mi? “Türkiye’nin demokratik bir ülke olduğunu, iktidara gelecek partiyle anayasada belirtilen kavramların değiştirilmesinin mümkün olmayacağını, dolayısıyla endişenin yersiz olduğunu belirtiyordu.” (s.23, p.4) İsrail’e RP konusunda teminat veren Çevik Bir, kısa bir süre sonra Amerika’daki bir konuşması sırasında Sincan’da yürüyen tanklarla ilgili olarak “demokraside” balans ayarı yaptık diyecekti. O halde bu çelişki ne anlama geliyordu? (s.24,p.1) Bir iddiaya göre İsrail’in RP ile ilgili sorusu bu yüzdendi ve bu doğrultuda RP, Türkiye’de çok iyi bir darbe gerekçesi olabilirdi.(s.24,p.3)
PKK Anlaşmanın Merkezinde
İşin ilginç tarafı yapılan görüşmeler boyunca Türk tarafı gerek PKK, gerekse diğer sorunlar dolayısıyla devamlı şikayetçi pozisyonuna düşerken bölgedeki geçmişi 50 yılı bulmayan İsrail ise şikayetleri dinleyen ağabey gibi davranıyordu. (s.26,p.1) Orgeneral Çevik Bir, görüşme sırasında bir ara söz alıyor ve Suriye istihbaratının İsrail gizli servisine angaje olduğunu bildiklerini söylüyordu. Bu tarihi sözün anlamı ne olabilirdi? Acaba Suriye istihbaratı, kontrolüne girecek kadar Mossad’a mı kilitlenmişti ve bu yüzden Suriye olayları Mossad’ın istediği gibi mi görüyordu? (s.26,p.2)
ABD’NİN ORTA DOĞU POLİTİKASI VE İSRAİL
8 Mart 1992 tarihinde The Newyork Times gazetesine sızan ve büyük tartışmalara yol açan “Tek süper devletli dünya raporu” adlı bu raporda Amerikan dış ve savunma politikasının bundan böyle tek amacını şu şekilde belirtiyordu: “Batı Avrupa’daki, Asya’daki yada eski Sovyetler Birliğindeki devletlerden hiç birinin Birleşik Amerikanın karşısına dikilerek, ona kafa tutacak güce erişmesine izin vermemek...” başka bir deyişle ABD egemenliğinde tek süper devletli bir dünya kurmak ve bu dünyanın devamını sağlamak... Raporu hazırlayanlara göre bu amaçla ABD kendisine karşıt olabilecek devletleri uluslar arası alanda daha büyük roller yüklemeye heveslenmekten, kendisinin ve dostlarının çıkarlarını korumak için onları saldırgan politikalar izlemeye, çekirdekli silahlar edinmeye kalkışmaktan caydıracak kadar büyük bir gücü her zaman elinde bulundurmalıydı.” (s.30,p.2)
Ortadoğu Egemenliğin Yolu
Bunu da yolu kuşkusuz Ortadoğu’dan geçiyordu. Çünkü Türkiye’nin de içinde bulunduğu Ortadoğu bölgesi üç kıtanın birleşmesinden kaynaklanan jeostratejik önenin yanı sıra, dünyanın şu anki petrol rezervlerinin %65.7’sini barındırması nedeniyle büyük bir ekonomik öneme sahipti. (s.30,p.3) ..... yöredeki eski etkinliklerini kaybeden İngiltere ve Fransa yerine ABD, İsrail devletinin destekçisi olarak önemli roller üstleniyordu. Bu tehlikeli ikilinin bölgedeki etkinliği artarken bölgeye, kan ve nefret kelimeleri hakim oluyordu. (s.31, p.1 Albay Mehmet KOCAOĞLU şöyle diyordu; Tarihsel süreç incelendiğinde görülecektir ki, dünyada hiçbir bölge Ortadoğu kadar yoğun bir bölge olmamıştır. Sanayileşme sonucu, petrolün son derece önemli bir nitelik kazanması ve bu maddenin de Ortadoğu’da bulunmasından ötürü, sadece bölge içi ülke ve güçlerin değil, bölge dışı emperyalist güçlerin çıkar ve nüfuz mücadelesi alanı haline dönüşmüştür. 1990’da Kuveyt’in Irak tarafından işgali ile başlayan Körfez Krizi ve 1991 Körfez Savaşı, Ortadoğu petrolleri üzerinde sürdürülen nüfuz kurma mücadelesinin tipik ve en çarpıcı özelliğini oluşturmaktadır.(s.31,p.3) ....“Türkiye’ye, PKK’nın da, İsrail karşıtı direniş hareketlerinde aynı merkezden yönlendirildiği, dolayısıyla birlikte mücadele edilmesi gerektiği söyleniyordu. (s.32,p.1)
İsrail PKK’yı Destekliyordu
.... Genel kurmay başkanlığı tarafından farklı tarihlerde hazırlanan raporlar, ABD’nin bölgede apaçık bir kürt devletinin kurulması için yoğun çaba sarf ettiğini gözler önüne seriyordu. (s.33,p.1) PKK’yı dağda değil burada ara. Ankara’da... bu sözün ne anlama geldiğini bir gün anlayacaksın... ....Türkiye ile İsrail arasında yaşanan bu yakınlaşmanın mihenk taşını Suriye oluşturuyordu ve her iki ülkenin de Suriye ile ciddi sorunları bulunuyordu. Dolayısıyla “Düşmanımın düşmanı, Dostumdur” mantığıyla hareket edildiğinden doğal bir ittifak ortaya çıkıyordu. (s.34,p1) Cengiz Çandar ise 23 Nisan 1996 tarihli yazısında şöyle diyordu: “Sizin terörizminiz İsrail açısından hiç önemli değil. İsrailli yetkililer, bizimkilerin anlattıklarının aksine, PKK konusunda tavır almalarının mümkün olmadığını açıkladılar uzun uzun. (s.34,p.3) Bu dokümana göre İsrail, Suriye’nin üçe bölünmesini istiyordu. Fakat İsrail’in bu projesi Türkiye’yi de tehdit ediyordu. Çünkü bu projeye göre Hatay’da üçe bölünmüş Suriye’nin Şii-Alevi bölümünde yer alıyordu. İşin ilginç tarafı Hatay sorunu hep batı kamuoyu tarafından yada CIA kaynaklı bazı kuruluşlar tarafından ısıtılıyordu. (s.35,p.3) Suriye’de meydana gelecek bir kargaşa ortamı ve bölünme, Türkiye üzerinde olumsuz etkiler yapabilecektir. Suriye’nin istikrarının korunmasının Türkiye’nin menfaatlerine uygun olacağı değerlendirilecektir. (s.36,p.1) O halde Türkiye’nin İsrail’e yaklaşmasının Türkiye’nin çıkarına olduğu iddia edilen gerekçeler hiçte gerçekçi görünmüyordu. Diğer taraftan anlaşmanın İsrail’in bölgedeki Kürt hareketlerini –özellikle PKK’yı- desteklediği Türk tarafınca somut olarak bilinmesine rağmen yapılması, olayı daha da anlaşılmaz kılıyordu. (s.36,p.5)
YENİ ORTADOĞU RESMİ MİT'LER VE TÜRKİYE
Şöyle diyordu Carter; “İsrail’i üzeceğime politik hayatıma son vermeyi tercih ederim.” (s.37,p.1) Sonunda Findley’i defettik. Rakibi Durbin’in harcadığı 750 bin doların 685 binini biz Yahudilerden topladık ve onu defettik.(s.38,p.1) Tasarı hakkında konuşurken, Stevenson, İsrail’in aldığı Amerikan yardımının Amerikanın tüm ülkeler için ayırdığı bütçenin %43’nü oluşturduğunu özellikle vurgulamıştı. (s.38,p.4) Stevenson’un İsrail lobisinin ABD politik hayatını nasıl etkilediği konusunda yaptığı yorum ise; “Korkunç bir sindirme harekatı var ve Amerika’daki pek çok azınlıktan biri olan Yahudi azınlığın eylemcileri ve lobicileri, İsrail hükümetinin aldığı her kararı, yanlış yada doğru, destekliyorlar. Bu işi yaparken öylesine hırçın ve kararlı yapıyorlar ki, hem insanları sindiriyorlar hem de azınlık damarlarına karşın tüm Amerikan politik hayatını etkiliyorlar. Başka bir değişle, ABD’deki Yahudi cemaati İsrail’dekinden çok daha güçlü ve tek merkezli. İsrail başbakanının, Ortadoğu sorunları konusunda Amerikan dış politikası üzerindeki etkisi, kendi hükümetinin üzerindeki etkisinden genelde çok daha fazla.” (s.41,p.5) Mısır ırmağından büyük ırmağa, Fırat nehrine kadar bu diyarı senin zürriyetine verdim. (Tekvin,15/18)(s.48,p.4) “Bizler Tevrat’a sahip isek, bizler kendimizi Tevrat’ın halkı olarak görüyorsak, Tevrat’ta vaat edilen tüm topraklara sahip olmak zorundayız.” (s.48,p.6) “Dünya insanları, İsrail ve bir bütün olarak ele alınan diğer milletler olarak ikiye ayrılabilir. İsrail seçkin millettir. Bu temel doğmadır.” (s.48,p.7) “Öte yandan, özellikle 1967’den beri başa gelen yönetimler yüzünden İsrail, bölgenin en saldırgan devleti haline geldi. Bu gerçeği göz ardı edemeyiz. Bu savaş artık İsrail’in var olma mücadelesi değildir, tam tersine Filistin halkının ve İsrail yönetiminin politikasını benimsemeyen diğer tüm rejimlerin varolma haklatına karşı girişilen savaştır. (s.50,p.2)
VE HERZOG TÜRKİYE’YE GELİYOR
ABD-İsrail-Türkiye iş birliği gündeme geliyor bunu savunanlar ve itiraz edenler bulunuyordu. Özal ve Demirel K.Irak’ta fiilen özerk bir Kürt bölgesinin kurulmasına izin veriyordu. “Marksist-Leninist APO, bayrağındaki orak-çekiç’i bir yana iterken açıkça K.Irak’ta ABD öncülüğünde kurulacak böylesi bir denklem içinde “Bende varım” diyordu. (s.53,p.2)
Aradan birkaç ay sonra PKK’ya yakınlığı ile bilinen Halkın Emek Partisinden beş kişilik bir heyet ABD dışişleri bakanlığı tarafından ABD’ye davet ediliyordu. Söz konusu gezide Diyarbakır milletvekili Leyla Zana, Mardin milletvekili Mehmet Sincar, Van milletvekili Remzi Kartal ile HEP genel sekreter yardımcıları Cobbar Leygora ve Murat Bozlak yer alacaktı. ABD böylelikle Abdullah Öcalan’ın çağrısına kulak veriyor, bölgede gitmek istediği yapılanmanın ipuçlarını veriyordu. (s.53,p3) Türkiye hangi şartlarda olursa olsun bölgede bir Kürt devletinin kurulmasına karşı olmalıydı. (s.53,p.4) Dolayısıyla Özal, daha sonra Türkiye’nin başına bela olan Çekiç gücün Türkiye’ye gelmesine sebep olmuştu. (s.55,p.1 , Demirel şöyle diyordu: “Batı’yı bilhassa ABD’yi yanımızdan fazla uzaklaştırmamamız gerekir. Bizim batı ile çok işimiz var. Batıya teslim olmamalıyız, ama işimizi de sürdürmeliyiz. Benim batıya 50 milyar Dolar borcum var. Ya öde diye üzerimize gelirse?” (s.56,p.1) Muhalefetteyken çekiç gücü apaçık eleştirenler nedense iktidarda iken aynı cesareti gösteremiyorlardı. (s.56,p.2) “Eğer Ankara bu süreci durdurmaya çalışırsa ortaya çıkacak sonuç tehlikeli ve masraflı olabilir. Böyle bir denem sadece Türkiye’nin önemli bir parçasını kaybetmesine yol açmayıp, kaçınılmaz olarak Türkiye’nin diğer bölgelerine dağılmış Kürt topluluğunun da istikrarsızlığına sebep olacaktır. Kürt sorunu Türkiye’nin gelecekteki istikrarı, bölgedeki rolü ve Batı ve ABD ilişkileri için büyük önem taşımaktadır. (s.57,p.1) “... Diğer cephelerde de aynı yaklaşım geçerlidir; Lübnan, Suriye, Irak ve Arap yarım adası, Osmanlı döneminde Doğu Akdeniz sahillerinin durumu gibi, dini ve etnik küçük “parçalara” ayrılmalıdır. (s.57,p.4) “... bölgede petrol üreten ülkelerin ABD ile dost olmak zorunda olduğu, ABD’ye karşı tutum ve davranış içine giremeyeceğini açıkça vurgulamış olmaları ortadoğu petrollerinin barış ve güven içinde batı pazarlarını akmasını önleyecek hiçbir girişime ABD’nin müsaade etmeyecek olması, onun değişmez stratejisi haline gelmiştir. Bu stratejiye aykırı davranan her ülkenin başına her türlü çorap örülebilir. K.Iraktaki oluşum, işte bu Amerikan reel politiğin ta kendisidir. (S.58 P.1) Saddam, Kuveyt’i ele geçirerek, dünyanın bir nevi petrol gücü haline gelmeyi tasarlamıştı. (S:58 P.3) Yani Saddam tam da ABD-İsrail ilişkisinin istediğini yapmıştı. “ABD ve müttefikleri, Irak’a savaşın başladığı tarih olan 2 Ağustos 1990’a kadar en gelişmiş silahlar ve silah üretim olanakları sürdürmüşlerdir.” (S.59 P.4) “... Yani Bush yönetimi, Saddam’ın Kuveyt’in işgalini engellemek bir yana, gönderdiği CIA ajanlarıyla, Irak ordusunu teknik ve taktik açılardan eğitmişti.” (S.59 P.5) Şirketlerin satış ve karları düştükçe düşmüş, hisse senetlerinin değeri azalmıştı. Ama şimdi birdenbire her şey yoluna girdi. Gelecek yıl için inanılmaz büyüme fırsatları görüyorum. (S.60 P.3)
İranlılar ile Iraklılar birbirlerini öldürdükleri müddetçe, geceleri rahat uyuyabiliriz. (S.60 P.3)
Armagedon’a gelince? Armagedon, Yahudilerin dünya hakimiyetine ulaşmak için yapacaklarını düşündükleri son kutsal savaşın adıydı. Bu savaş Yahudilerin galibiyetiyle sonuçlanacak ve Yahudiler amaçlarına ulaşmış olacaktı. (S.64 P.4) ... Diğer taraftan Özal, ABD’nin bölgede yeni bir yapılanmaya gittiğini görüyor ve bunu elinden geldiğince Türkiye’nin lehine sonuçlanacak alternatif senaryolara dönüştürmeye çalışıyordu. (S.67 P.3)
ABD 600 kişilik özel timi K.Irak’a gönderiyor. Bunların amacı ne idi? Kimleri eğittiler? Ne tür taktik verdiler. Bölgede bir Kürt devletinin kurulması İsrail açısından kaçınılmaz stratejik bir hedefti. Birincisi kurulması planlanan bu Kürt devleti, İsrail’in vaat edilmiş topraklarına giriyordu. İsrail Kürtler vasıtasıyla bu emellerine ulaşabilirdi. Çünkü Kürtlerin bir devlet geleneği bulunmadığı için bölgede bir garantör devlete ihtiyaçları olacaktı ki o kuşkusuz İsrail’di. (S.70) İkincisi, kurulması planlanan bu Kürt devleti bölgenin en stratejik yer altı ve yerüstü zenginliklerine sahipti. Su (Fırat) ve petrol ... Üçüncüsü, kurulması planlanan bu Kürt devleti, ABD’nin baş düşmanı, İsrail’in güvenliğini tehdit eden ülkelerin bölünmesiyle sonuçlanıyordu: İran, Suriye, Irak ... (S.70) Çekiç güç aracılığı ile PKK’ya askeri malzemeler veriliyordu. PKK’lılar ABD ve İsrailli uzmanlarca yetiştiriliyorlardı. ..Kurulması planlanan Kürt devleti projesine karşı Türkiye’nin İran’la işbirliği içerisinde olduğunu söylüyordu.(Demirel) Suriye ile ilgili olarak da PKK’yı açıkça desteklediğinden ziyade, PKK’nın Suriye’de barındığından bahsediyordu. Oysa Türkiye’nin en önemli müttefiki ABD’nin niyetinin hiç de iyi olmadığını gösteren yığınla belge bulunuyordu. Genel Kurmayın kasalarında ... (S.85) Çekiç güç’ün bölgedeki misyonu Birleşik Kürt Devleti’nin kurulmasını sağlamaktı. (S.92) Yani görünen tablo şuydu: Aralarındaki tüm çelişki ve anlaşmazlıklara rağmen üç ülke, Türkiye, İran ve Suriye Irak’ın toprak bütünlüğüne verdikleri önemi gösteriyorlardı. (S.93) Kurmay Albay’ında söylediği gibi muavenet gemisinin vurulması kaza falan değil Türk Genelkurmayı’nın Çekiç güç ile ilgili hedeflerine karşılık Pentagon’dan bir tehditten başka bir şey değildi. (S:94) Çekiç güç, tıpkı bir şeytan üçgeni gibi, karşısında duranları birer birer içine çekiyordu.(S.94) Aynı kişi tarafından aynı olayla ilgili olarak hazırlanan bu iki rapor taciz olayının üstünün örtülmek istendiği izlenimini uyandırıyordu. (S.94) Eşref Bitlis anlaşıldığı kadarıyla Türkiye’nin Kuzey Irak politikalarının belirlenmesinde olduğu kadar bunların uygulanmasının takibinde de son derece önemli bir rol oynuyordu. (S.99) Türkiye’de bu konuda çok olay olmuştur. Bunlardan bir tanesi Uğur Mumcu olayı ile Eşref Bitlis olayı ise çok önemlidir. İki olayda Türkiye’nin bağımsızlığını hedef almıştır. Uğur Mumcu’nun doğrultusu ile babamın doğrultusu aynı yerde kesişiyordu. O da birtakım karanlık ilişkileri sorguluyordu. İkisi de hedefe çok yaklaşmıştı. İki olay arasında bağlantı olduğunu düşünüyorum. Biri çözümlendiğinde diğerinin de çözümleneceğine inanıyorum. (S.l03) “Ortadoğu’nun karanlık bir kuyu olduğu her gün biraz daha anlaşılıyor. Kanıtlanan son ilişki MOSSAD - BARZANİ ilişkisidir. Mossad İsrail devletinin gizli istihbarat örgütüdür. Bu örgütün Kürt lideri Molla Mustafa Barzani ile ilişkileri olduğu söylense daha önce kim inanırdı. Barzani’nin CIA ile ilişkisi artık belgelendi. CIA –Barzani ilişkileri biliniyorsa da Mossad-Barzani ilişkileri bilinmiyordu. (S.l04) ...MOSSAD’dan kürtlere 50.000 dolar verildiği, ABD kaynaklarına dayanarak açıklanıyor. (S.l05) Kürtler sömürgeciliğe karşı bağımsızlık savaşı yapıyorlarsa ne işi var CIA ve MOSSAD’ın kürtler arasında ? Yoksa CIA ve MOSSAD antiemperyalist savaş veriyorlar da Dünya bu savaşın farkında değil mi? (S.l05)
.... Şevket Kazan tarafından açıklanan ve MİT müsteşarı Sönmez Köksal imzalı bir belgeye göre 2 Şubat 1993 tarihinde, İsrail’in Türkiye’ye bir suikast timi soktuğu belirtiliyordu. (s.106)
.... “Politikada etkin rol oynayan askerler ve politik liderlerin ortam öfkesi, ABD-Türkiye ilişkilerinin temelini oluşturan, karşılıklı savunma anlaşmalarının yenilenmesi konusundaki ABD çabalarını güçleştireceğe benziyor. (s.107) Türkiye tüm baskı ve dayatma, uyarı ve göz dağına rağmen ABD’nin Kürt projesini bölge ülkeleri ile birlikte engellemişti. (s.108) “Susurluk’un ortaya çıkışı bana sorarsanız kaza ile birlikte olmadı. Ondan iki ay önce Aydınlık dergisinde çıkan MİT raporu ile ortaya çıktı. İki ay önce aydınlığa bu raporu kim vermişse, kazadan sonrada Mehmet Özbay’ın Abdullah Çatlı olduğunu basına o duyurmuştur. Bence bu kaza kullanılmıştır.” (s.113) “Susurluk’un arkasında kim var biliyor musunuz? Halkın iradesi olan hükümeti yıkıp yerine bir başkasını getirenler. (s.113) “ABD’nin Kürt meselesini algılayışı ile bu grubun algılayışı örtüşmektedir. Aydınlık dergisinde çıkan haberde bir hafta önce Refahyol hükümetinin çekiç güç düzenlemesinin ABD’yi çok kızdırdığını düşünüyorum. (s.114) “Ordudan atılanlar RP’li falan değil, faşist kliğin adamları!” (s.116) ....Perinçek 1 Şubat 1988’de SP’yi kurdu. Parti, milli demokratik devrim stratejisini benimsemekte ve sosyalist bir devlet biçimini amaçlamaktaydı. Parti aynı zamanda bir zamanlar en büyük düşman olan Abdullah Öcalan’ın da propagandasını yapıyordu. (s.119)
Hiram beye göre Aydınlık’ın Türkiye’deki misyonu şuydu:
1- Türkiye’de hızla gelişen ve batı dünyası için tehlikeli hale gelen Sovyet solunu yeni bir doktril ile birbirine düşürme, parçalamak, etkisiz hale getirmek.
2- Devlet içinde orduda, MİT’de, poliste, özel harpte, tarafsız çizgide olan, düşünce ve faaliyetleri ile organizatör için tehlikeli olabilecek unsurları tasviye etmek. Bu kilit meselelerde etkinliğini artırma.
3- Türkiye’de politik ve ekonomik istikrarsızlığı pompalayan faaliyetleri devam ettirerek, ülkenin güçlenip organizatörün emelleri dışında tamamen bağımsız ve milli bir politika izlenmesini engellemek. (s.120) “Kıvrıkoğlu’nun bir suikast hedefi olması ise darbe sürecine karşı çıkması ve İsrail’le ilişkileri ihtiyatla karşılaması ile izah edilmeye çalışılıyor. İsrail boyutu bir dış tehdidi, darbeci sürece karşı çıkmak ise bir iç tehdidi akla getiriyor. Her iki ihtimalde vehamet itibariyle birbirini aratmaz. (s.125)
25 Temmuz 19997 tarihli Yenişafak gazetesinin bir korgeneralle yapmış olduğu son derece ilginç bir röportaj, bütün taşların yerli yerine oturmasını sağlıyordu. İddialara göre ordu içinde solcu bir cunta bulunuyordu ve bu cunta İsrail’le ilişkilerin bazısını çektiği gibi, basına sızdırmak istediklerini Doğu Perinçek vasıtasıyla gerçekleştiriyorlar ve tasfiye etmek istedikleri isimleri Doğu Perinçek vasıtasıyla saf dışı bırakıyorlardı. (s.125) “Bu cunta şaşırtıcı bir şekilde İsrail’le ilişkilerin de başını çekiyordu. ABD her ne kadar desteklemiyor gibi gözükse de bal gibi bu gurubu destekliyordu. (s.127) “Kamuoyuna açıkladığım belgeler devlet sırrı değil, cunta sırrıdır. (s.129) (Onlar) tuzak kurdular; Allah’ta onların tuzaklarını bozdu. Allah tuzak kuranların hayırlısıdır. (al-i İmran 54)(s.131)
DEĞERLENDİRME NİYETİNE
Öncelikle şunu belirtmem gerekir ki böyle bir kitabın özetini çıkartmak oldukça zor. Öyle ki hangi cümleyi anlatayım deseniz aradaki bağlantılar kopuyor. Mümkün mertebe vurgulanması gereken yerleri bana göre kağıda geçirmeye gayret ettim. Kitap ve yazarına gelince; yazarımız “doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” misali, kitabı yazdıktan ve yayınladıktan sonra mahkemeye veriliyor ve kitap toplatılıyor. Nasıl ki bir takım devletlerin çıkarlarını ters bir iş yapıldığında ortadan kaldırma yoluna gidiliyorsa Uğur Mumcu, Eşref Bitlis, Muavenet gemisinin vurulması gibi –Aydoğan Vatandaş’ta mahkemeye veriliyor. Allah’tan mahkemenin uyması gerektiği kanunlar varda bu kitaba serbestlik kararı çıkıyor. Böylece ülkemiz ve dünyamızda neler oluyor, kim kiminle alakalı neler yapıyor bir nebzede olsa bunlar hakkında yorum yapma fırsatını veriyor kitap bize. Gerçektende dünya siyasetine bakış açımızı değiştirebilecek kapasitede hazırlanmış bir yol gösterici.
Kitap bir takım çevrelerce bilinen ama kamuoyunun bilmediği birçok konuya ışık tutmuştur. Bu günlerde sayfaları fotokopilerde çoğaltıp milletvekillerine dağıtılıyor, Meclis kürsüsünde delil olarak kullanılıyor. Avrupa’da ve gelişmiş ülkelerde yazılması son derece normal olan bu tip kitaplara Türkiye’de ancak son yıllarda rastlamaya başlıyoruz. Buda gerçeklere ulaşma yolunda atılmış önemli bir adımdır. Yapılamaz deneni yapmış ve gerçek bir gazetecilik örneği göstermiş olan sayın Vatandaş’a bize “ışık” olduğu için ne kadar teşekkür etsek azdır. Kitap son derece somut bilgilere dayanıyor, çarpıtmalar yok. Zannımca kitap herkes tarafından okunmalı ve büyük kafalar verilen mesajları almalıdır. Türkiye’mizin buna ihtiyacı var.
Hazırlayan: A. ULUSOY - Yazarı: AYDOĞAN VATANDAŞ / Timaş Yayınları
SON BİR NOT;
Olmaz da eğer olursa yani İsrail, Türkiye ile savaşmak aptallığında bulunursa; Türkiye İsrail dışardan ciddi bir yardım almazsa kısa bir sürede İsrail’i yok edebilecek güce sahip. Ama İsrail’de atom bombası var diyor olabilirsiniz, ancak atom bombası atmak hem yürek ister, hem de atabilecek fırsatı yakalamayı gerektirir. Türkiye’nin de olası bir savaş durumda ortaya çıkarabileceği nükleer güce sahip olduğu yönünde gizli bir çok bilgi mevcut.
Bugün 434 ziyaretçi (616 klik) kişi buradaydı.