AHMET ÜNAL
siyonizm3
GİZLİ DÜNYA DEVLETİ VE SİYONİZM 3
Hitler'in Yükselişinde Gizli Ellerin Rolü Siyonistlerin Hitler sömürüsü bugün hala sürmektedir. Aslında bu işin arkasında duran gerçek, nispeten gün yüzüne çıkmıştır. Ama ne yazık ki, gizli eller bu gerçeklerin yazılmasına ve konuşulmasına pek fırsat vermek istemiyorlar. Biz Hitler ve Nazizm gerçeğini de biraz tahlil etmek istiyoruz. Her şeyden önce Hitler'in yükselişi ve Almanya'da yönetimi ele geçirmesi bir tesadüfün eseri değildir. 1919'da Paris yakınlarında gerçekleştirilen Versailles Barış Konferansı'nda Almanya, ödemesi mümkün olmayan tazminatlara mahkum edildi. Bu tazminat kararlarını alanların başında gelenler ise Illuminati şebekesinin organı durumundaki Yuvarlak Masa üyeleriydi. Bu karar Almanya'yı ciddi bir ekonomik çöküşe sürükledi. Zaten amaçlanan da buydu. İşte bu ekonomik çöküş, Hitler'in bir kurtarıcı gibi yükselmesi için şartları hazırladı. Nazizmin siyasi mekanizması durumundaki Nasyonal (Ulusal) Sosyalist Parti, Almanya'da ilk ortaya çıktığında pek tanınmıyordu. Fakat ülkenin tanınmış sanayicilerinin bu partiye girmesiyle birlikte biri birden tanınmaya ve yıldızı parlamaya başladı. Krupp, I. G. Farben ve diğer bazı yahudi şirketlerinin sahipleri 1929'da bu partiye girdi. Bunların partiye girmeleri ani bir kararla ve hızla gerçekleşmişti. Bu kişiler Hitler'in parti içinde yükselmesinde önemli rol oynadılar. Bunun için her türlü maddi yardımı yaptılar.
Sadece sanayiciler değil yahudi bankerler de Hitler'e istediği yardımı yapıyorlardı. Uluslararası alanda faaliyet gösteren yahudi banker Warburg, Amerika'nın ünlü yahudi ailesi Rockefeller adına Hitler'le irtibat kurarak yardım teklifinde bulundu. Henry Coston, La Haute Finance et Les Revolutions adlı eserinde Warburg'un Hitler'le bağlantı kurması ve desteği hakkında şu bilgileri veriyor: "Warburg, Almanya'ya geldiğinde Hitler'in danışmanlarıyla görüşmeler yaptı. Temsil ettiği Amerikalı finansörler adına Führer'e başa geçmesi için 10 milyon dolar vaat etti. Hitler, Wall Street'teki koruyucularıyla devamlı mektuplaşıyordu: 'Hareketimiz Almanya'da büyük bir hızla gelişiyor. Bana gönderdiğiniz para bitti. Bir dahaki sefere ne kadar alabileceğimi bana bildirmenizi önemle rica ederim.' Hitler. Hitler'in bu ricası yahudi bankerler tarafından karşılıksız bırakılmadı. Yapılan kısa bir toplantıdan sonra Nazilere 15 milyon dolarlık yeni bir yardımın yine Warburg aracılığıyla ulaştırılması kararlaştırıldı." Hitler'e maddi yardım yapanlardan biri de yine yahudi banker ailelerden ve Royal Dutch Shell şirketinin sahibi Samuel ailesiydi. Hitler'in yahudi para babalarıyla ilişkisine dair bilgileri çok fazla uzatmaya gerek görmüyoruz. Ancak bu konuda özel bir
araştırmaya yetecek kadar bilgi olduğunu hatırlatmakta yarar görüyoruz.
Yukarıda üzerinde durduğumuz ve Gizli Dünya Devleti'nin en önemli organlarından biri durumundaki Bilderberg'in kuruluşunda birinci derecede rol oynayan Hollanda prensi Bernhard'ın aynı zamanda Nazi SS örgütünün üyelerinden olduğunu daha önce belirtmiştik. SS, Koruyucu Kademe anlamına gelen Schutz Staffel isimlendirmesinin kısaltmasıdır. Hitler, bu özel birliği 1925'te kendisinin korunması için kurdurmuştu. Başlangıçta küçük bir örgüt olan bu birliğin, Nazilerin iktidara geldiği 1933'te 50 bin kişilik mensubu oldu. Böylece büyük bir ordu haline geldi. Daha çok ordu disiplininde çalışıyordu. Başına geçirilen Heinrich Himmler ise fanatik bir ırkçı olarak tanınıyordu. İlginçtir ki Himmler'in baş yardımcılığına da yahudi kökenli Reinhard Heydrich getirilmişti. Nazilerin hüküm sürdüğü bölgelerdeki Yahudileri göçe zorlama veya ikna etme görevini de SS'ler üstlenmişti. "Yahudi Sorunu" olarak isimlendirilen, gerçekte ise yahudileri göçe zorlamayı amaçlayan programı uygulama işiyle ise adı geçen Reinhard Heydrich ile Adolf Eichman adlı ikinci bir yahudi ilgileniyordu. Hitler'in hüküm sürdüğü bölgelerde estirdiği anti-semitist (yani yahudi karşıtı) terör Filistin topraklarına yahudi göçünü son derece hızlandırmıştır. Öyle ki 1917'de İngilizlerin Filistin topraklarını işgal etmelerinden itibaren yapılan onca teşvike rağmen 1933'e kadar gerçekleşen göçlerle birlikte Filistin topraklarındaki yahudi nüfusun sayısı 150 bini geçmemiştir. Ama Hitler'in 1933'te iktidarı ele geçirmesinden sonra anti-semitist terör estirmesiyle birlikte yahudiler çekirge sürüleri gibi Filistin'e akın etmeye başlamışlardır. Çünkü Hitler'in adamları birkaç yahudiyi öldürüp kamyonetlerin arkasına atarak yahudilerin yoğun olduğu mahallelerde dolaşarak: "Buraları terk etmezseniz sizin sonunuz da böyle olacak" diye ilanlar yayınlıyorlardı. Hitler'in adamları yahudileri sadece tehdit yoluyla değil ikna yoluyla da göçe yöneltiyorlardı. Fırınlama, binlerce insanın kitleler halinde katledildiği
iddiaları ise siyonistlerin yıllardan beridir sömürü aracı olarak kullandıkları efsanelerden ibarettir.
Hitler terörü sebebiyle yahudilerin Filistin topraklarına akın etmesi neticesinde II. Dünya Savaşı'nın sona erdiği 1945'e gelindiğinde Filistin topraklarındaki yahudi nüfusun sayısı 800 bine ulaşmıştı. Böylece Filistin'de bir "İsrail" devletinin kurulması için yeterli insan potansiyeli oluşmuş oluyordu. Zaten Hitler'in görevi de işte bunu sağlamaktı. Hitler'in görevini tamamlamasından sonra defteri de dürüldü. II. Dünya Savaşı'ndan büyük bir yenilgiyle çıkan Hitler kurtuluşu intiharda buldu. Gizli Dünya Devleti'nin Para Tuzakları: IMF ve Dünya Bankası Bu iki kuruluş, Gizli Dünya Devleti'nin özel fitne politikalarıyla ve oyunlarıyla çıkarılan II. Dünya Savaşı'nın getirdiği ortamdan yararlanılarak kurulmuş para tuzaklarıdır. Bu kurumlardan tarih boyunca sürekli zayıf devletleri borç batağına sokmak, borç yoluyla ayaklarına pranga vurmak, verilen borç karşılığında siyonistlerin kontrolündeki finans kurumlarına faiz geliri sağlamak, bütün bunlara rağmen yine de verilen kredi karşılığında dolaylı sömürgeciliğe esir edilen ülkelere belli politikaları zorla kabul ettirebilmek için yararlanılmıştır. Biz burada bu iki tuzaktan biraz daha ayrıntılı olarak söz etmek istiyoruz.
IMF (Uluslararası Para Fonu) Kuruluşu, II. Dünya Savaşı'nın bitmesinin hemen ardından yani 1945'te gerçekleştirilmiştir. 1-22 Temmuz 1944 tarihleri arasında ABD'nin New Hampshire eyaletinin Bretton kasabasında 44 ülkenin katılımıyla gerçekleştirilen konferansta alınan karar doğrultusunda 27 Aralık 1945 tarihinde kuruluşu resmen ilan edilmiştir. Kuruluşa merkez olarak Washington DC seçilmiştir. Kuruluşta ilk başkan olarak da Belçikalı Camilla Gutt seçilmiştir. Üyelikte zorlayıcı kriterler aranmadığı için ve bu teşkilattan kredi alınabilmesi için üyelik şart koşulduğundan üye ülke sayısı hızla artmıştır. Bugün 182 ülke bu teşkilata üyedir. Üye ülkelerin gayri safi yurtiçi hasılası, ortalama rezervleri, cari dış ödemelerinin yıllık ortalaması gibi parametreler esas alınarak hesaplanan üyelik payları vardır. Bu üyelik payına 'kota' denir. Kotalar, üye ülkelerin IMF'deki oy gücünün, kuruluştan yararlanabileceği mali imkanın miktarının ve tahsis edilecek Özel Çekme Hakkı (SDR) miktarının belirlenmesinde tek ölçü olarak kullanılır. Üye ülkelere şartlar gereği özel bir imkan tanınmaz ama acil ve önemli durumlarda kotasının sadece üç katı tutarında IMF kaynağı alabilir. IMF'e üye her ülkenin toplamdaki oy oranları ve yüzdeleri eşit değildir. Amerika'nın toplamdaki oy oranı % 17.35 Türkiye'nin toplamdaki oy oranı % 0.49, Rusya'nın % 2.79, Çin'in ise % 2.20'dir. Buradan da görüleceği üzere ABD'nin karar mekanizmasındaki oy hakkı Türkiye'nin hakkının 35 katıdır. Kaldı ki ABD'nin oyun ötesinde birtakım yaptırım ve engelleme imkanları da bulunmaktadır
Kurumun örgütlenmesinde IMF başkanı ve kurumun kararlarının alındığı iki merkez vardır: Guvernörler Kurulu ve İcra Direktörleri Kurulu. IMF nezdinde başta ABD olmak üzere, Avrupa Birliğine üye gelişmiş ülkelerce onaylanmayan hiçbir karar alınmadığı gibi IMF'ce alınacak olan her karar, bu gelişmiş ülkelerin menfaati ve siyasi beklentileri doğrultusunda olmak zorundadır. Ülkelerin sunduğu programlar 1-2 yılı kapsarsa stand-by düzenlemesi, 3-4 yılı kapsarsa süresi uzatılmış düzenleme olarak adlandırılır. IMF'in mali imkanlarını kullanmak isteyen ülkelerin, istek ve önerileri dikkate alarak veya IMF dayatması doğrultusunda hazırladıkları ekonomik istikrar programı diğer adıyla 'Niyet Mektubu' İcra Direktörleri ve Guvernörler Kurulu'nun onayına sunulur. ABD Başkanı Eisonhower döneminde ekonomik işlerden sorumlu Dışişleri bakan yardımcısı Douglas Millon'un ABD
Kongre Bankacılık ve Para Komisyonu'nda 4 Mart 1959'da yaptığı konuşmada sarf ettiği sözler IMF'in siyasi ve ekonomik politikaları geri kalmış ülkelere kabul ettirme konusunda ne derece etkili olduğu hakkında bazı ip uçları içermektedir: "Uluslararası bir kuruluş olarak Para Fonu'nun bağımsız hükümetlere mali konularda fikir vermesi ve/veya yardım karşılığında bazı konularda ısrar etmesi gelişmiş ülkelerin hükümetlerinin aynı şeyi yapmalarından daha önemlidir. Bu nokta son derece önemlidir. Para ve maliye gibi hassas konularda hükümetler, nesnel yansız ve yetenekli bir uluslararası kuruluşun görüşlerini ne kadar iyi niyetli olursa olsun, bir diğer hükümetin görüşlerine yeğlerler" IMF'in politikası hakkında, J.Marcus Fleming, The International Monetary Fund adlı eserinde şu özlü bilgileri vermektedir: "IMF, güçlü ve zengin ülkelere döviz kurlarını desteklemek amacıyla büyük yardımlar sağlarken, bu ülkelerin döviz kurlarının ve ticaret politikalarının belirlenmesinde etkili bir rol oynayamaz. Fon'un uluslararası spekülasyonlardan kaynaklanan krizlerdeki çaresizliği ve uluslararası bir kuruluş olmasına rağmen kendi politikalarını üçüncü dünya ülkeleri dışındaki ülkelere dikte ettirememesi son derece ilginçtir."
IMF'in görünen yüzü ile gizlenen yüzü oldukça farklıdır. Kamuoyu IMF'i "çok zengin sermayeli bir banka ve dünya çapında bir finans kurumu" şeklinde tanımaktadır. Oysa IMF'in asıl işlevi ve özelliği "aracı kefalet kurumu, tefeci ve komisyoncu" olmasıdır. Bu işi de ağırlıklı olarak aşağıda tanıtacağımız Dünya Bankası'nın veya Amerika'daki siyonist lobiye mensup kişilerin elindeki finans kurumlarının kasalarını kullanarak yapar. Böylece hem geri kalmış ülkelerin yönetimlerinin ayaklarına pranga takmış ve onları Gizli Dünya Devleti'nin güdümüne sokmuş hem de yahudi sermaye sahiplerinin paralarının işlemesini, onların büyük miktarlarda faiz gelirleri kazanmalarını sağlamış olur. IMF'nin kredi sağlama konusunda izlediği metot da yeterince bilinmemektedir. Sürekli "kredi aldık, kredi verdi" ibareleri kullanıldığından insanların zihinlerinde, açıklanan rakamlara tekabül eden miktarlarda paranın kredi alan devletin hazinesine aktarıldığı şeklinde bir kanaat oluşmaktadır. Oysa IMF'in yaptığı sadece kalem oynatmaktan ve kağıt karalamaktan ibarettir.
Bunun karşılığında muhatap devlet adına belirlenen miktarda para, IMF yetkilileri tarafından kabul edilen resmi veya özerk kurumların hesaplarına, yine belirlenen amaçlar doğrultusunda kullanılmak şartıyla aktarılır. Bu yüzden de bazen haberlerde "kredi alındı, alınacak" ifadesi yerine "serbest bırakıldı, bırakılacak" ifadesi tercih edilmektedir. Yani IMF'in yaptığı bir tür çek yazmaktır.
IMF'in Gizli Dünya Devleti'nin Örgütleriyle Bağlantısı IMF'in asıl dikkat çekilmesi gereken yönü Gizli Dünya Devleti'nin örgütleriyle arasındaki irtibattır. Fakat bu yönüne çok fazla dikkat çekilmez. Batılı araştırmacılardan Peter Thompson, IMF'in bu bağlantısı hakkında şu bilgiyi verir: "Batının uluslararası koordinasyonunu sağlayan aygıtların başında Batı Avrupa ve Kuzey Amerika elitlerini bir araya getiren Bilderberg toplantıları gelir. Bu toplantılarda alınan kararlar ise BM, IMF, Dünya Bankası, OECD ve NATO gibi ekonomik, politik kurumlar aracılığıyla hayata geçirilir." IMF yöneticilerinin geneli başta Bilderberg ve CFR olmak üzere Gizli Dünya Devleti'nin muhtelif örgütlerinin toplantılarına özenle katılırlar. IMF Kirli İşlerde IMF'in kredi karşılığında istedikleri sadece iktisadi alanla ilgili değildir. Birtakım siyasi hesaplara dayanan kirli planlarını da dayattığı olmaktadır.
İşte iki örnek:
Fransız Haber Ajansı (AFP)'nin yayınladığı bir habere göre Yemen 1996'da IMF'ten 280 milyon dolar kredi ister. Bunun karşılığında iki şart ileri sürülür:
-Hükümet kademelerinde İslami akımlara karşı mücadele edilmesi,
-İslami banka kurulması çabalarına izin verilmemesi.
Bir diğer önemli örnek de Çeçenistan savaşının yol açtığı ekonomik açığın kapatılması amacıyla Rusya'ya verilen destektir. Rusya'ya günlük maliyeti beş milyon dolar olan savaşın ekonomik yükünün hafifletilmesi amacıyla IMF, bu ülkeye önemli miktarda kredi verir. Dünya İktisat Enstitüsü'nde görev yapan uluslararası ilişkiler uzmanı Viktor Bosok'un yaptığı açıklama bu konuda önemli bir ipucu vermektedir:
"Rusya'nın IMF'e Ekim 1999'da 369 milyon, Kasım 1999'da da 800 milyon dolar geri ödemesi varken, IMF'ten bu dönemde 1 milyar dolar kredi alması son derece anlamlıdır." Başta Afrika ülkeleri olmak üzere birçok üçüncü dünya ülkesinin ekonomik yönden geri kalmasında ve halklarının aç bırakılmasında IMF'in dayattığı politikaların önemli rolü bulunmaktadır. 1993 yılında Afrika Sendikalar Birliği Genel Sekreteri Hasan Sunmonu, Herald Tribune gazetesinde yayınlanan açık mektubunda IMF'in uygulamalarıyla ilgili olarak şunları anlatıyordu: "IMF ve Dünya Bankası bölgedeki askeri ve totaliter diktatörlükleri sürekli destekleyen bir politika izlemektedir. Bu dönemde IMF ve Dünya Bankası'na yönelik çiftçi protestoları vahşice bastırılmıştır. Bu iki organizasyonun Afrika'ya verdiği en büyük zarar ise dayattıkları tarım politikaları oldu. Fakir Afrika ülkeleri ihtiyaçları olan gıda maddeleri yerine kakao, pamuk, kauçuk gibi maddelerin üretimine zorlanmışlar, gıda maddelerini ise AB ve ABD'den ithal etmeye mecbur bırakılmışlardır. Son 10 yılda Afrika 100 milyar dolar borç faizi ödemiştir. Bu borçları ödeyebilmek için kamu kuruluşlarının özelleştirilmesini şart koşan IMF, İngiltere gibi liberal ekonominin kalesi sayılan bir ülkede 12 yılda kamu kuruluşlarının sadece yüzde 12'sinin özelleştirildiği gerçeğini göz ardı ederek, bu konuda siyasi iktidarlar üzerinde baskı kurmuştur."
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM İÇİN TIKLAYIN.
Hitler'in Yükselişinde Gizli Ellerin Rolü Siyonistlerin Hitler sömürüsü bugün hala sürmektedir. Aslında bu işin arkasında duran gerçek, nispeten gün yüzüne çıkmıştır. Ama ne yazık ki, gizli eller bu gerçeklerin yazılmasına ve konuşulmasına pek fırsat vermek istemiyorlar. Biz Hitler ve Nazizm gerçeğini de biraz tahlil etmek istiyoruz. Her şeyden önce Hitler'in yükselişi ve Almanya'da yönetimi ele geçirmesi bir tesadüfün eseri değildir. 1919'da Paris yakınlarında gerçekleştirilen Versailles Barış Konferansı'nda Almanya, ödemesi mümkün olmayan tazminatlara mahkum edildi. Bu tazminat kararlarını alanların başında gelenler ise Illuminati şebekesinin organı durumundaki Yuvarlak Masa üyeleriydi. Bu karar Almanya'yı ciddi bir ekonomik çöküşe sürükledi. Zaten amaçlanan da buydu. İşte bu ekonomik çöküş, Hitler'in bir kurtarıcı gibi yükselmesi için şartları hazırladı. Nazizmin siyasi mekanizması durumundaki Nasyonal (Ulusal) Sosyalist Parti, Almanya'da ilk ortaya çıktığında pek tanınmıyordu. Fakat ülkenin tanınmış sanayicilerinin bu partiye girmesiyle birlikte biri birden tanınmaya ve yıldızı parlamaya başladı. Krupp, I. G. Farben ve diğer bazı yahudi şirketlerinin sahipleri 1929'da bu partiye girdi. Bunların partiye girmeleri ani bir kararla ve hızla gerçekleşmişti. Bu kişiler Hitler'in parti içinde yükselmesinde önemli rol oynadılar. Bunun için her türlü maddi yardımı yaptılar.
Sadece sanayiciler değil yahudi bankerler de Hitler'e istediği yardımı yapıyorlardı. Uluslararası alanda faaliyet gösteren yahudi banker Warburg, Amerika'nın ünlü yahudi ailesi Rockefeller adına Hitler'le irtibat kurarak yardım teklifinde bulundu. Henry Coston, La Haute Finance et Les Revolutions adlı eserinde Warburg'un Hitler'le bağlantı kurması ve desteği hakkında şu bilgileri veriyor: "Warburg, Almanya'ya geldiğinde Hitler'in danışmanlarıyla görüşmeler yaptı. Temsil ettiği Amerikalı finansörler adına Führer'e başa geçmesi için 10 milyon dolar vaat etti. Hitler, Wall Street'teki koruyucularıyla devamlı mektuplaşıyordu: 'Hareketimiz Almanya'da büyük bir hızla gelişiyor. Bana gönderdiğiniz para bitti. Bir dahaki sefere ne kadar alabileceğimi bana bildirmenizi önemle rica ederim.' Hitler. Hitler'in bu ricası yahudi bankerler tarafından karşılıksız bırakılmadı. Yapılan kısa bir toplantıdan sonra Nazilere 15 milyon dolarlık yeni bir yardımın yine Warburg aracılığıyla ulaştırılması kararlaştırıldı." Hitler'e maddi yardım yapanlardan biri de yine yahudi banker ailelerden ve Royal Dutch Shell şirketinin sahibi Samuel ailesiydi. Hitler'in yahudi para babalarıyla ilişkisine dair bilgileri çok fazla uzatmaya gerek görmüyoruz. Ancak bu konuda özel bir
araştırmaya yetecek kadar bilgi olduğunu hatırlatmakta yarar görüyoruz.
Yukarıda üzerinde durduğumuz ve Gizli Dünya Devleti'nin en önemli organlarından biri durumundaki Bilderberg'in kuruluşunda birinci derecede rol oynayan Hollanda prensi Bernhard'ın aynı zamanda Nazi SS örgütünün üyelerinden olduğunu daha önce belirtmiştik. SS, Koruyucu Kademe anlamına gelen Schutz Staffel isimlendirmesinin kısaltmasıdır. Hitler, bu özel birliği 1925'te kendisinin korunması için kurdurmuştu. Başlangıçta küçük bir örgüt olan bu birliğin, Nazilerin iktidara geldiği 1933'te 50 bin kişilik mensubu oldu. Böylece büyük bir ordu haline geldi. Daha çok ordu disiplininde çalışıyordu. Başına geçirilen Heinrich Himmler ise fanatik bir ırkçı olarak tanınıyordu. İlginçtir ki Himmler'in baş yardımcılığına da yahudi kökenli Reinhard Heydrich getirilmişti. Nazilerin hüküm sürdüğü bölgelerdeki Yahudileri göçe zorlama veya ikna etme görevini de SS'ler üstlenmişti. "Yahudi Sorunu" olarak isimlendirilen, gerçekte ise yahudileri göçe zorlamayı amaçlayan programı uygulama işiyle ise adı geçen Reinhard Heydrich ile Adolf Eichman adlı ikinci bir yahudi ilgileniyordu. Hitler'in hüküm sürdüğü bölgelerde estirdiği anti-semitist (yani yahudi karşıtı) terör Filistin topraklarına yahudi göçünü son derece hızlandırmıştır. Öyle ki 1917'de İngilizlerin Filistin topraklarını işgal etmelerinden itibaren yapılan onca teşvike rağmen 1933'e kadar gerçekleşen göçlerle birlikte Filistin topraklarındaki yahudi nüfusun sayısı 150 bini geçmemiştir. Ama Hitler'in 1933'te iktidarı ele geçirmesinden sonra anti-semitist terör estirmesiyle birlikte yahudiler çekirge sürüleri gibi Filistin'e akın etmeye başlamışlardır. Çünkü Hitler'in adamları birkaç yahudiyi öldürüp kamyonetlerin arkasına atarak yahudilerin yoğun olduğu mahallelerde dolaşarak: "Buraları terk etmezseniz sizin sonunuz da böyle olacak" diye ilanlar yayınlıyorlardı. Hitler'in adamları yahudileri sadece tehdit yoluyla değil ikna yoluyla da göçe yöneltiyorlardı. Fırınlama, binlerce insanın kitleler halinde katledildiği
iddiaları ise siyonistlerin yıllardan beridir sömürü aracı olarak kullandıkları efsanelerden ibarettir.
Hitler terörü sebebiyle yahudilerin Filistin topraklarına akın etmesi neticesinde II. Dünya Savaşı'nın sona erdiği 1945'e gelindiğinde Filistin topraklarındaki yahudi nüfusun sayısı 800 bine ulaşmıştı. Böylece Filistin'de bir "İsrail" devletinin kurulması için yeterli insan potansiyeli oluşmuş oluyordu. Zaten Hitler'in görevi de işte bunu sağlamaktı. Hitler'in görevini tamamlamasından sonra defteri de dürüldü. II. Dünya Savaşı'ndan büyük bir yenilgiyle çıkan Hitler kurtuluşu intiharda buldu. Gizli Dünya Devleti'nin Para Tuzakları: IMF ve Dünya Bankası Bu iki kuruluş, Gizli Dünya Devleti'nin özel fitne politikalarıyla ve oyunlarıyla çıkarılan II. Dünya Savaşı'nın getirdiği ortamdan yararlanılarak kurulmuş para tuzaklarıdır. Bu kurumlardan tarih boyunca sürekli zayıf devletleri borç batağına sokmak, borç yoluyla ayaklarına pranga vurmak, verilen borç karşılığında siyonistlerin kontrolündeki finans kurumlarına faiz geliri sağlamak, bütün bunlara rağmen yine de verilen kredi karşılığında dolaylı sömürgeciliğe esir edilen ülkelere belli politikaları zorla kabul ettirebilmek için yararlanılmıştır. Biz burada bu iki tuzaktan biraz daha ayrıntılı olarak söz etmek istiyoruz.
IMF (Uluslararası Para Fonu) Kuruluşu, II. Dünya Savaşı'nın bitmesinin hemen ardından yani 1945'te gerçekleştirilmiştir. 1-22 Temmuz 1944 tarihleri arasında ABD'nin New Hampshire eyaletinin Bretton kasabasında 44 ülkenin katılımıyla gerçekleştirilen konferansta alınan karar doğrultusunda 27 Aralık 1945 tarihinde kuruluşu resmen ilan edilmiştir. Kuruluşa merkez olarak Washington DC seçilmiştir. Kuruluşta ilk başkan olarak da Belçikalı Camilla Gutt seçilmiştir. Üyelikte zorlayıcı kriterler aranmadığı için ve bu teşkilattan kredi alınabilmesi için üyelik şart koşulduğundan üye ülke sayısı hızla artmıştır. Bugün 182 ülke bu teşkilata üyedir. Üye ülkelerin gayri safi yurtiçi hasılası, ortalama rezervleri, cari dış ödemelerinin yıllık ortalaması gibi parametreler esas alınarak hesaplanan üyelik payları vardır. Bu üyelik payına 'kota' denir. Kotalar, üye ülkelerin IMF'deki oy gücünün, kuruluştan yararlanabileceği mali imkanın miktarının ve tahsis edilecek Özel Çekme Hakkı (SDR) miktarının belirlenmesinde tek ölçü olarak kullanılır. Üye ülkelere şartlar gereği özel bir imkan tanınmaz ama acil ve önemli durumlarda kotasının sadece üç katı tutarında IMF kaynağı alabilir. IMF'e üye her ülkenin toplamdaki oy oranları ve yüzdeleri eşit değildir. Amerika'nın toplamdaki oy oranı % 17.35 Türkiye'nin toplamdaki oy oranı % 0.49, Rusya'nın % 2.79, Çin'in ise % 2.20'dir. Buradan da görüleceği üzere ABD'nin karar mekanizmasındaki oy hakkı Türkiye'nin hakkının 35 katıdır. Kaldı ki ABD'nin oyun ötesinde birtakım yaptırım ve engelleme imkanları da bulunmaktadır
Kurumun örgütlenmesinde IMF başkanı ve kurumun kararlarının alındığı iki merkez vardır: Guvernörler Kurulu ve İcra Direktörleri Kurulu. IMF nezdinde başta ABD olmak üzere, Avrupa Birliğine üye gelişmiş ülkelerce onaylanmayan hiçbir karar alınmadığı gibi IMF'ce alınacak olan her karar, bu gelişmiş ülkelerin menfaati ve siyasi beklentileri doğrultusunda olmak zorundadır. Ülkelerin sunduğu programlar 1-2 yılı kapsarsa stand-by düzenlemesi, 3-4 yılı kapsarsa süresi uzatılmış düzenleme olarak adlandırılır. IMF'in mali imkanlarını kullanmak isteyen ülkelerin, istek ve önerileri dikkate alarak veya IMF dayatması doğrultusunda hazırladıkları ekonomik istikrar programı diğer adıyla 'Niyet Mektubu' İcra Direktörleri ve Guvernörler Kurulu'nun onayına sunulur. ABD Başkanı Eisonhower döneminde ekonomik işlerden sorumlu Dışişleri bakan yardımcısı Douglas Millon'un ABD
Kongre Bankacılık ve Para Komisyonu'nda 4 Mart 1959'da yaptığı konuşmada sarf ettiği sözler IMF'in siyasi ve ekonomik politikaları geri kalmış ülkelere kabul ettirme konusunda ne derece etkili olduğu hakkında bazı ip uçları içermektedir: "Uluslararası bir kuruluş olarak Para Fonu'nun bağımsız hükümetlere mali konularda fikir vermesi ve/veya yardım karşılığında bazı konularda ısrar etmesi gelişmiş ülkelerin hükümetlerinin aynı şeyi yapmalarından daha önemlidir. Bu nokta son derece önemlidir. Para ve maliye gibi hassas konularda hükümetler, nesnel yansız ve yetenekli bir uluslararası kuruluşun görüşlerini ne kadar iyi niyetli olursa olsun, bir diğer hükümetin görüşlerine yeğlerler" IMF'in politikası hakkında, J.Marcus Fleming, The International Monetary Fund adlı eserinde şu özlü bilgileri vermektedir: "IMF, güçlü ve zengin ülkelere döviz kurlarını desteklemek amacıyla büyük yardımlar sağlarken, bu ülkelerin döviz kurlarının ve ticaret politikalarının belirlenmesinde etkili bir rol oynayamaz. Fon'un uluslararası spekülasyonlardan kaynaklanan krizlerdeki çaresizliği ve uluslararası bir kuruluş olmasına rağmen kendi politikalarını üçüncü dünya ülkeleri dışındaki ülkelere dikte ettirememesi son derece ilginçtir."
IMF'in görünen yüzü ile gizlenen yüzü oldukça farklıdır. Kamuoyu IMF'i "çok zengin sermayeli bir banka ve dünya çapında bir finans kurumu" şeklinde tanımaktadır. Oysa IMF'in asıl işlevi ve özelliği "aracı kefalet kurumu, tefeci ve komisyoncu" olmasıdır. Bu işi de ağırlıklı olarak aşağıda tanıtacağımız Dünya Bankası'nın veya Amerika'daki siyonist lobiye mensup kişilerin elindeki finans kurumlarının kasalarını kullanarak yapar. Böylece hem geri kalmış ülkelerin yönetimlerinin ayaklarına pranga takmış ve onları Gizli Dünya Devleti'nin güdümüne sokmuş hem de yahudi sermaye sahiplerinin paralarının işlemesini, onların büyük miktarlarda faiz gelirleri kazanmalarını sağlamış olur. IMF'nin kredi sağlama konusunda izlediği metot da yeterince bilinmemektedir. Sürekli "kredi aldık, kredi verdi" ibareleri kullanıldığından insanların zihinlerinde, açıklanan rakamlara tekabül eden miktarlarda paranın kredi alan devletin hazinesine aktarıldığı şeklinde bir kanaat oluşmaktadır. Oysa IMF'in yaptığı sadece kalem oynatmaktan ve kağıt karalamaktan ibarettir.
Bunun karşılığında muhatap devlet adına belirlenen miktarda para, IMF yetkilileri tarafından kabul edilen resmi veya özerk kurumların hesaplarına, yine belirlenen amaçlar doğrultusunda kullanılmak şartıyla aktarılır. Bu yüzden de bazen haberlerde "kredi alındı, alınacak" ifadesi yerine "serbest bırakıldı, bırakılacak" ifadesi tercih edilmektedir. Yani IMF'in yaptığı bir tür çek yazmaktır.
IMF'in Gizli Dünya Devleti'nin Örgütleriyle Bağlantısı IMF'in asıl dikkat çekilmesi gereken yönü Gizli Dünya Devleti'nin örgütleriyle arasındaki irtibattır. Fakat bu yönüne çok fazla dikkat çekilmez. Batılı araştırmacılardan Peter Thompson, IMF'in bu bağlantısı hakkında şu bilgiyi verir: "Batının uluslararası koordinasyonunu sağlayan aygıtların başında Batı Avrupa ve Kuzey Amerika elitlerini bir araya getiren Bilderberg toplantıları gelir. Bu toplantılarda alınan kararlar ise BM, IMF, Dünya Bankası, OECD ve NATO gibi ekonomik, politik kurumlar aracılığıyla hayata geçirilir." IMF yöneticilerinin geneli başta Bilderberg ve CFR olmak üzere Gizli Dünya Devleti'nin muhtelif örgütlerinin toplantılarına özenle katılırlar. IMF Kirli İşlerde IMF'in kredi karşılığında istedikleri sadece iktisadi alanla ilgili değildir. Birtakım siyasi hesaplara dayanan kirli planlarını da dayattığı olmaktadır.
İşte iki örnek:
Fransız Haber Ajansı (AFP)'nin yayınladığı bir habere göre Yemen 1996'da IMF'ten 280 milyon dolar kredi ister. Bunun karşılığında iki şart ileri sürülür:
-Hükümet kademelerinde İslami akımlara karşı mücadele edilmesi,
-İslami banka kurulması çabalarına izin verilmemesi.
Bir diğer önemli örnek de Çeçenistan savaşının yol açtığı ekonomik açığın kapatılması amacıyla Rusya'ya verilen destektir. Rusya'ya günlük maliyeti beş milyon dolar olan savaşın ekonomik yükünün hafifletilmesi amacıyla IMF, bu ülkeye önemli miktarda kredi verir. Dünya İktisat Enstitüsü'nde görev yapan uluslararası ilişkiler uzmanı Viktor Bosok'un yaptığı açıklama bu konuda önemli bir ipucu vermektedir:
"Rusya'nın IMF'e Ekim 1999'da 369 milyon, Kasım 1999'da da 800 milyon dolar geri ödemesi varken, IMF'ten bu dönemde 1 milyar dolar kredi alması son derece anlamlıdır." Başta Afrika ülkeleri olmak üzere birçok üçüncü dünya ülkesinin ekonomik yönden geri kalmasında ve halklarının aç bırakılmasında IMF'in dayattığı politikaların önemli rolü bulunmaktadır. 1993 yılında Afrika Sendikalar Birliği Genel Sekreteri Hasan Sunmonu, Herald Tribune gazetesinde yayınlanan açık mektubunda IMF'in uygulamalarıyla ilgili olarak şunları anlatıyordu: "IMF ve Dünya Bankası bölgedeki askeri ve totaliter diktatörlükleri sürekli destekleyen bir politika izlemektedir. Bu dönemde IMF ve Dünya Bankası'na yönelik çiftçi protestoları vahşice bastırılmıştır. Bu iki organizasyonun Afrika'ya verdiği en büyük zarar ise dayattıkları tarım politikaları oldu. Fakir Afrika ülkeleri ihtiyaçları olan gıda maddeleri yerine kakao, pamuk, kauçuk gibi maddelerin üretimine zorlanmışlar, gıda maddelerini ise AB ve ABD'den ithal etmeye mecbur bırakılmışlardır. Son 10 yılda Afrika 100 milyar dolar borç faizi ödemiştir. Bu borçları ödeyebilmek için kamu kuruluşlarının özelleştirilmesini şart koşan IMF, İngiltere gibi liberal ekonominin kalesi sayılan bir ülkede 12 yılda kamu kuruluşlarının sadece yüzde 12'sinin özelleştirildiği gerçeğini göz ardı ederek, bu konuda siyasi iktidarlar üzerinde baskı kurmuştur."
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM İÇİN TIKLAYIN.
Bugün 341 ziyaretçi (459 klik) kişi buradaydı.