AHMET ÜNAL
osmaliyakurulantuzak1
OSMANLI İMPARATORLUĞUNA KURULAN TUZAK VE CUMHURİYET
MİLLİ MÜCADELE’YE DOĞRU.
30 Ekim 1918 tarihli Mondros Ateşkes Andlaşması, Osmanlı açısından son derece ağır bir yenilginin kâğıt üzerinde resmileştirilmesi demekti. “Bu andlaşmayı, Mustafa Kemal Paşa’nın, Sadrazam Tevfik Paşa’ya çektiği meşhur “Bahçe Telgrafı”yla, “Muhakkak bu insanı Bahriye Nazırı yapın” diye tavsiye ettiği “Rauf Orbay” (mason e.k.) imzalamıştır; ki padişah Mehmet Vahidettin Han’ın “Aksi ve sert maddelerle karşılaşırsan asla imzalama ve derhal geri dön” diye telkin ve ihtarda bulunmasına rağmen. Şimdi bazı çehreler ve çevreler bu andlaşmadan dolayı memleketin parçalanmasının faturasını bu zavallı padişahın omuzlarına yüklüyor. Halbuki ülkenin parçalanmasına sebep olan bu andlaşmayı imzalayan Rauf Orbay ilerleyen zamanlarda Meclis Başkanı ve hatta Başbakan olacaktır. Bu da tarihin bir cilvesi”[1] olsa gerek. Mondros Andlaşmasıyla birlikte “yenilmiş Osmanlı ordusu büyük ölçüde silahsızlandırılarak tasfiye edildi. İstanbul, İngiliz emperyalistleri tarafından 13 Kasım 1918’de fiilen işgal altına alındı. Ayrıca emperyalist güçler, Yunanlıların Batı Anadolu Bölgesi’nde nereleri işgal edeceklerini içeren haritalar çizmiş, Yunanlılar da işgal hazırlıklarına başlamışlardı. Fransızlar ve İtalyanlar da işgal hazırlığındaydı. Tüm bu gelişmeler karşısında, İstanbul Hükümeti emperyalist güçlerin ardı arkası kesilmeyen isteklerine, dayatmalarına boyun eğmekten başka çıkar bir yol bulamıyordu. Gelişmeler karşısındaki tepki, Anadolu’da halktan ve halkın tepkilerine sahiplenen halk önderlerinden gelenlerden ibaretti. Ege’de Ethem Bey, Demirci Efe, Yörük Ali; Çukurova’da ise Salih Bey‘in faaliyetleri örnek olarak verilebilir. (…)
Ethem bey, Milli Micadeleye katılımını hatıralarında şöyle aktarıyor:
“Umumi Harbin neticesi olarak en ağır şartlarda Mondros Mütarekesi kabul ettirilmesine rağmen, galip devletler, mütareke hükümlerini bozmaya başlayınca, İzmir’de teşekkül eden gizli cemiyetin kararı ile ben ilk isyan bayrağını tam 2,5 yıl önce açmıştım.” Ethem Bey, bu sözleri 1921 yılının ilk ayında söylediğine göre, 2,5 yıl önce derken kastettiği zaman 1918 yılının 2. yarısıdır. Gizli Cemiyet ise Teşkilat-ı Mahsusa olmalıdır.” [2] Mustafa Kemal, 7. Ordu Komutanı iken 1917 yılının son günleriyle 1918 Ocak ayının ilk günlerini kapsar şekilde Veliaht Vahdettin‘le birlikte Almanya’ya gitmiş ve İttihatçı fikirlerini saklayarak kendisiyle yakınlık tesis etmişti. Bu yakınlıktır ki sonraki günlerde kendisine üst görevler verilmesini sağlamıştır. Filistin bozgunundan sonra Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı’na getirilen Mustafa Kemal daha sonra “bu ordunun kaldırılması üzerine İstanbul’un işgal edildiği 13 Kasım 1918′de İstanbul’a gelip Harbiye Nezareti’nde (Bakanlığında) göreve başlamıştı.” [3 Bugün hiç bahsedilmez ama Mustafa Kemal’in o günlerdeki fikirleri çok farklıdır. Mustafa Kemal, 13 Kasım 1918 gününden itibaren –İngiliz işgal kuvvetleri Kumandanı General Harrington’un da içinden çıkmadığı- Pera Palas’ta ikamete başlar. [4] Bu dönemde Mustafa Kemal,” İngilizlerin Daily Mail Gazetesi’nin muhabiri G. Ward Price‘ı aracı yaparak General Harrington‘la görüşmek ister. Price, Pera Palas’ta yaptığı görüşmeyi hatıralarında , “Mustafa Kemal, “yapmak istediği bir teklif için Britanya resmi makamlarıyla nasıl temas edeceğini” bildirmemi rica etti.” diyor ve Mustafa Kemal’in ağzından şunları aktarıyor. “Bu harpte yanlış cephede savaştık, eski dostumuz Britanyalılarla asla kavga etmek istemezdik… Biliyoruz, partiyi kaybettik… Anadolu’nun Müttefik Devletler tarafından işgal edileceğini tamamen biliyordum… Bu topraklar üzerindeki bir Britanya idaresinden o kadar hoşnutsuzluk gösterilmemesi gerektir.”Anadolu’da İngiliz idaresinden o kadar da rahatsızlık duyulmaması gerektiğini söyledikten sonra Mustafa Kemal, bu topraklar üzerindeki İngiliz idaresinde bir vali olarak çalışmaya hazır olduğunu gazeteci aracılığıyla işgalci yetkililere şöyle iletiyor: “Eğer İngilizler Anadolu için sorumluluk kabul edecek olurlarsa Britanya, idaresinde bulunan tecrübeli Türk valileri ile işbirliği halinde çalışmak ihtiyacını duyacaklardır. Böyle bir selahiyet dâhilinde hizmetlerimi arzedebileceğim münasip bir yerin mevcut olup olmayacağını bilmek isterim.” [5] “Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’da kendi parasıyla çıkardığı Minber gazetesinde işgalci İngilizlerin tebrik edilip alkışlandığını da, 17 Kasım 1918′de aynı gazetede çıkan söyleşisinde “İngilizlerden daha hayırhah (iyiliksever) bir dost olmayacağı” mesajını verdiğini de, ertesi gün çıkan Vakit gazetesinde ise “Britanya hükümetinin Osmanlılara karşı olan iyi niyetlerinden şüphe etmediğini” söylediğini de hatırlamamız gerekir. “[6] Mustafa Kemal’in kendi ifadesiyle “imparatorluğu tarafsız bir devletin mandası ile koruma” çabası, Sivas Kongresi sonralarına kadar sürmüştür.
“Bu tarihten itibaren olaylar kronolojik olarak şöyle gelişti:
- Vahdeddin, İttihat ve Terakki baskısından kurtulduktan sonra, İstanbul’da idareyi tamemen kendi ellerine almak, ülkeyi Meşrutiyet’le değil, ağabeyi Sultan 2. Abdulhamid gibi Mutlakiyet’le yönetmek istemiştir. Sebebi de açıktı. 1. Meşrutiyet ülkeye hürriyet değil, 93 Harbi’ni getirmiş, Ruslar’ın Yeşilköy’e kadar gelmesine yol açmıştı. Bu yüzden Sultan 2. Abdulhamid Meclis’i feshetmiş ve 1908 yılına kadar yeni felâketler oluşmasını önlemişti. 2. Meşrutiyet ise Trablus Harbi’ni, Balkan Harbi’ni ve 1. Cihan Harbi’ni getirmiş ve ülkeyi 10 yılda perişan etmişti!. İşte bu yüzden Sultan Vahdeddin 18 Aralık 1918′de Meclis’i feshetti !..” [7]
- 4 Mart 1919’da Damat Ferid Paşa (mason e.k.) sadarete (başbakanlığa), Hürriyet ve İtilaf Fırkası da iktidara geçer.
- Mondros Ateşkes Andlaşması gereğince Osmanlı kuvvetlerinin 1914 yılındaki sınırın gerisine çekilmesi gerekiyordu. Andlaşmanın imzalanmasından sonra Tebriz’de bulunan Birinci Kafkas Kolordusu Komutanı Kazım Karabekir Paşa da diğer komutanlar gibi İstanbul’a çağrılmıştı. Karabekir, Boğazda işgal kuvvetlerini görünce Tekirdağ’a çıkan tayinini Erzurum’daki 15. Kolordu komutanlığına aldırttı (24 Şubat 1919). Erzurum’a gitmeden önce bir çok resmi ve sivil şahsiyetle görüşen Karabekir, 11 Nisan 1919’da Mustafa Kemal Paşa ile Şişli’deki evinde görüşerek kendisini Anadolu’ya davet etti. Mustafa Kemal bu çağrıyı cevapsız bıraktı ve Karabekir’e muvaffakiyetler dileyerek evinden uğurladı. [8]
Emperyalist isgal sürecinin başlangıcındaki tablo bu idi.
1919 yılının Mayıs ayının başına gelindiğinde Yunanlıların İzmir’i işgal edeceklerine dair şayialar vardı. Padişah Vahdeddin de zihninde tasarladığı planın tatbikine girişti. Almanya seyahati sırasında ittihatçı kimliğini başarıyla saklayan ve kendisiyle yakınlaşan Mustafa Kemal’i, “asayiş-i dahiliyenin iadesi” zahiri maksadıyla ordu müfettişi sıfatıyla Anadoluya göndermeye karar verdi. Ve aradığı fırsatı da çok kısa sürede buldu. “İngilizlerin, Samsun dolaylarındaki Rum çeteleri ile Türkler arasındaki çatışmaların önüne geçilmesini istemelerini” fırsat bilerek, Mustafa Kemal’i çok geniş yetkiler ve bol para ile 9. Ordu müfettişliğine atadı. Fakat Mustafa Kemal günlerce yola çıkmadı, çeşitli temaslarda bulunarak İstanbul’da oyalandı. Hatta hükümet 6 Mayıs 1919’da yazdığı bir tezkere ile kendisinden acele etmesini istemek zorunda kaldı. [9]
“Bu arada İtilaf Devletleri Yüksek Konseyinin 7 Mayıs 1919′da aldığı karar uyarınca 15 Mayıs 1919′da İzmir Yunanlılar tarafından işgal edildi. İşgal tüm Türkiye’de güçlü bir ulusal tepkiye yol açtı.”[10] “Yunanlıların İzmir’e asker çıkarttığı ve giderek Ege Bölgesinde irili ufaklı çatışmaların ve direnişlerin yaşandığı bu günlerde, M. Kemal ve daha sonra Ankara ekibini oluşturacak olan kimselerin büyük çoğunluğu, kah İstanbul’daki hükümet değişiklikleri ile kâh sarayla, kâh İngilizlerle pazarlık içerisinde kendilerine çıkış yolları aramakla meşguldü.”[11] İki adet araba, para v.s. gibi bir takım taleplerde bulunan Mustafa Kemal İzmir’in işgale uğramasından bir gün sonra ancak İstanbul’dan ayrılabildi. “Mustafa Kemal tam İstanbul’dan ayrılacağı gün İngilizler tarafından yakalanıp tevkif edileceği şayiası çıkmıştı. Tuhafı şu ki hadi Mustafa Kemal el çabukluğuna getirip tevkif olunmadan gemiye bindi diyelim, amma Merzifon ve Samsun havalisinde İngiliz askerleri yok muydu? Neden onu tevkif edip İstanbul’a geri göndermediler de geri çağırması için Bab-ı Ali’ye tazyik icra etmeye koyuldular? Doğrusu bu bir muammadır?” [12] “Padişahın beklediği oydu ki, Mustafa Kemal Paşa Anadolu’da sivil bir hareket başlatsın, bu yolda halkı teşkilatlandırarak müstevlilere karşı koysun. Ama şimdi o, gizlice firari değil, bir yanına gösterişli askeri zabitlerini alarak, sırtına da görkemli askeri üniformayı geçirerek “Yâverân-ı Hazret-i Şehriyârî” ünvânının verdiği övünme ile Anadolu’ya geçiyordu. Resmi tarihler her ne kadar çürük Bandırma Vapuru ve İngilizlerden habersiz Samsun’a geçiş hikayeleri ile doluysa da, artık Bandırma Vapuru’nun, devletin en yeni gemilerinden biri olduğu ve Mustafa Kemal Paşa ile beraberindeki askerlerin ise İngiliz vizesi ile gemiye bindikleri belgelenmiştir.(…) Eğer İstanbul Hükümeti’nin Anadoludaki asker ve sivil idare üzerinde olabilecek tasarruflarına, üreyen ve türeyen halk teşkilatları fiili bir muhalefette bulunursa, hükümetçe yetkili kılınan Mustafa Kemal Paşa bunları tepeleyecektir. Anadolu’da, hakkında böyle düşüncelerin olduğu Mustafa Kemal Paşa nitekim Havza’dan çektiği telgrafta: “Nâzik olan vaziyet-i umûmiye”den bahs ettikten sonra “Hükümeti müşkül bir mevkîe sokacak herhangi bir ahvâlden ictinâb edilmesi (kaçınılması)”nı istiyordu.”[13] “Tam Mustafa Kemal Samsun’a ayak bastığı gün harekete geçen İngilizler, General Milne imzasıyla Harbiye Nezareti’ne bir yazı göndererek, O’nun Anadoluya niçin gönderildiğini sormuşlardır. Harbiye nezareti bu yazıya verdiği 24 Mayıs 1919 tarihli cevapta, “mütareke hükümlerinin süratle tatbikini sağlamak” gibi bir maksad takip edildiği bildirilmişse de, İngilizler tatmin olmayarak, 6 Haziran 1919 tarihli yazılarıyla, “Mustafa Kemal Paşa ve Erkanı’nın derhal İstanbul’a çağrılmasını istemişlerdir. Bu kati ifade karşısında bile direnmek ve Mustafa Kemal Paşa’yı geri çağırmamak isteyen Harbiye Nezareti, 8 Haziran 1919’da İngiliz talebini bir kez daha cevaplandırmışsa da İngilizler nokta-i nazarlarında ısrar ettiklerinden işgal altındaki Harbiye Nezareti bu emrivakiye mecburen boyun eğmiştir.”[14] Burada sorulacak birinci soru, İngilizlerin eğer M. Kemal’i tutuklamaya niyetleri var ise, görevlendirilmesinden sonra günlerce İstanbul’da kalmasına rağmen niçin tutuklamadıklarıdır? İkincisi ise, “…artık Erzurum’a ulaşmış bir Mustafa Kemal’in İstanbul’ a dönmeyeceğini Harbiye Nezareti kadar İngilizler de elbette biliyorlardı. O halde Anadoludaki harekat ile İstanbul hükümetinin arasını açmaktan ve bunları karşı karşıya getirmekten başka hiçbir netice vermeyecek olan bu tazyiklere İngilizler niçin başvuruyorlardı?”[15] Bu soruların cevabı pek çok konuya da açıklık getirecektir.
Mustafa Kemal Samsun’a çıktığı gün Anadolu’da mukavemet çoktan başlamıştı. Ethem bey Salihli civarında, işgalin önünde barikat görevi görecek bir cepheyi zaten oluşturmuştu. Balıkesir, Gönen, Kirmasti, Bandırma ve Bursa’da sözünü geçirdiği Çerkeslere haber gönderip çağırmış ve kuvvetlerine katmıştı. İttihatçı diye İstanbul hükümetince peşine düşüldüğünden Akhisar bölgesinde dolaşan Serenli Parti Pehlivan da Ethem‘in hizmetine girmişti. Ethem‘in oluk oluk kan akıtarak oluşturduğu Salihli cephesi, o sıralar Amasya Tamimi, Erzurum ve Sivas Kongreleriyle uğraşan M. Kemal ekibinin ciddi bir nefes almasını sağladı. Çünkü Salihli cephesi ile birlikte, her geçen gün biraz daha genişleyen işgal cephesinin önüne önemli bir set çekilmiştir.(…) Anadolu’nun ağırlıkla Ege Bölgesi olmak üzere çesitli yörelerinde Kuvva-yı Milliye adı altında başlayan yerel direnişler kendiliğinden giderek güçleniyordu. [16] Ancak bu direnişler, merkezi bir önderlikten yoksundu. Mustafa Kemal’in tek hedefi vardı: Bu direniş merkezleri nezdinde kendisini tek otorite haline getirmek. Bu stratejiyle işe koyuldu.
VE “BİRADERLER” HALK HAREKETİNİN BAŞINA GEÇİYOR
“Mustafa Kemal 25 Mayıs 1919 Günü Havza’ya ulaştı ve burada uzun süre bekledi. Yüklenmiş olduğu misyona yönelik, özellikle Erzurum, Trabzon ve Sivas’tan gelecek tepkileri bekliyordu.”[17] Bu arada mahalli teşkilatlanmalarla Anadolu direnişi de yükseliyordu. O’nu Şişlide’ki evinde ziyaret ederek Erzurum’a davet eden Kazım Karabekir ise 3 Mayıs 1919’dan beri Erzurum’daydı ve Erzurum Kongresi’nin yapılması için çalışmalar yürütüyordu. Bu tarihlerde Erzurum’un 22 Nisan’dan beri şehirde bulunan ilginç bir konuğu daha vardı: Yahudi kökenli Lord Curzon’un yeğeninin kocası İngiliz ajanı yarbay Alfred Frederick Rawlinson. [18] Bu İngiliz ajanı, denetçi sıfatıyla doğu bölgesinde yaklaşık iki buçuk yıl faaliyet göstermiştir. [19] Görevli bulunduğu Bakü’den Erzurum’a “Türk milliyetçileri” ile asgari anlaşma şartlarını sağlamak üzere gelmişti. [20] Karabekir de, Rawlinson’un mütareke ahkamının uygulanıp uygulanmadığını kontrol için Erzurum’a gönderildiğini, ancak İngiliz ajanın asıl vazifesinin “gelecek üzerine pazarlık” olduğunu kısa mülakatı sırasında kavramıştır. [21]
6 Haziran 1919’da General Milne imzasıyla Harbiye Nezaretine verilen notada “Mustafa Kemal Paşa ile maiyeti erkânının vilâyetlerde isbat-ı vücut etmelerinin arzu olunmadığını” belirterek Mustafa Kemal Paşa ile beraberindekilerin derhal İstanbul’a dönmelerinin sağlanması isteniyordu. [22] Harbiye Nazırı Şevket Turgut Paşa, İngilizlerin talebini kabul eden Hükûmetin kararına uyarak 8 Haziranda Dokuzuncu Ordu Kıtaatı Müfettişliğine hitaben yazdığı yazı ile Mustafa Kemal Paşadan “Maiyet-i âliyelerindeki istimbotlardan biri ile buraya teşrifiniz rica olunur” diyerek İstanbul’a dönmesini istemişti. [23] Hakkında bu yazışmalar yapılırken Mustafa Kemal Paşa, 11 Haziran 1919’da 15’inci Kolordu Kumandanı Kazım Karabekir Paşa’ya bir yazı göndererek, İstanbul’a dönmesi hususunda Harbiye Nezareti’nden aldığı emri ve bu arada Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Cevat Paşa’nın açıklamasını bildiriyor ve “milletin hukuk ve istiklâlini ta’yin uğrunda milletle beraber çalışmak” arzusunu şu sözleriyle dile getiriyordu.: “Vermiş olduğum kararın milletin hukuk ve istiklâlini temin uğrunda millet ile beraber çalışmaktan ibaret olduğunu zatı biraderlerine evvel ve ahır arz etmiştim. Bu gâye milletin sinesine iltica ederek vazife-i namus ve vicdani ifaya fedakârâne devam etmeyi amirdir.“ [24] Bu yazışmalar sürerken, Mustafa Kemal Erzurum Kongresi’nin toplanma kararını öğrenince memnuniyetini Kâzım Karabekir’e telgraf ile bildirir. Ayrıca 22 Haziran’da Amasya Genelgesi’ni yayınlayarak kongrenin toplanacağını yurdun dört bir yanına duyurur. [25] Mustafa Kemal 27 Haziran 1919’da Sivas’a geldiğinde, 23 Temmuz 1919’da toplanacağı açıklanan Erzurum Kongresi’ne bir an önce iştirak etmenin ve kongreden Anadolu Halk hareketinin lideri olarak çıkmanın yollarını arıyordu. O bu arayışlar içindeyken vatanı kurtarmanın gerçek öncüleri İstihlas-ı Vatan Cemiyeti’ni kurarak çoktan kolları sıvamışlardı bile. [26] Cemiyet Deli Halit Bey’in (Paşa) projesidir. İstihlâs-ı Vatan Cemiyeti 1918 Yılı Kasım’ında kurulmuştur. Mustafa Kemal‘in İstanbul’da bulunduğu 13 Kasım 1918 – 16 Mayıs 1919 arasındaki altı aylık sürede, bu cemiyet ve ondan zuhur edecek oluşumlar Milli Mücadele’nin çekirdeğini oluşturmuştur zaten. Bu arada İngiltere’nin Kafkasya’daki istihbarat sorumlusu General Beach de 21 Haziran 1919’da Erzurum’a gelir, kendisini Rawlinson misafir eder. General Beach, Rawlinson’la birlikte 2 Temmuz tarihinde Karabekir’le bir görüşme gerçekleştirir. [27]
Pazarlık masasında yeni başlayacak dönem vardır. [28] Ve pazarlık tamamlanır.
Ertesi gün 3 Temmuz’da Mustafa Kemal Vilayatı Şarkiye Müdafaayı Hukuki Milliye Cemiyeti’nin kongresine katılmak için Erzurum’a gelir. Mustafa Kemal’in şehre gelmesinin ardından aynı gün General Beach Erzurum’dan ayrılıp Tiflis’teki karargahına yönelir. Erzurum’da 2 ve 3 Temmuz tarihlerinde meydana gelen bu trafik ve gerçekleşen görüşmeler oldukça mühimdir. Detaylarıyla incelenmesi gerekir. Bütün bu gelişmeler sonrasında, yukarıda anlattığımız gibi İngilizlerin baskısıyla İstanbul Hükümeti M. Kemal Paşa’yı azlederek İstanbul’a çağırmak zorunda kalır (7 Temmuz 1919). Mustafa Kemal ise bu emre şiddetle karşı çıkarak askeri görevden istifa ettiğini ve bundan sonra sivil bir kişi olarak göreve devam edeceğini açıklar. (9 Temmuz) Bunun üzerine İstanbul Hükümeti yine İngilizlerin baskısıyla kendisini tutuklamak için Kâzım Karabekir Paşa’yı görevlendirir. Haberi alan Mustafa Kemal, bulunduğu mekanda moralsiz bir şekilde Rauf Bey’le birlikte sonucun ne olacağını beklemeye başlar. “Makam ve rütbe olmaksızın, güvendiği komutanların tavrının bile ne olacağı belli değildir. Her ne kadar Kazım Karabekir Paşa ve Ali Fuat Paşa, zaman zaman ona mütemadiyen destek olacaklarını ifade etmiş olsalar da yine de Mustafa Kemal için bütün bunlar belirsizlik düşüncesini ortadan kaldırmıyordu.” [29] Bu sırada Karabekir yanında bir manga askerle Mustafa Kemal’in bulunduğu binaya yönelir. Mustafa Kemal kaygıyla beklerken, Karabekir odaya girerek Mustafa Kemal’i saygıyla selamlar ve şunları söyler :
- “Kumandamda bulunan zabitan ve efradın hürmet ve tazimlerini arza geldim. Siz bundan evvel olduğu gibi bundan böyle de muhterem kumandanımsınız. Kolordu komutanına mahsus araba ile maiyetinize bir takım süvari getirdim. Hepimiz emrinizdeyiz Paşam.” [30 Mustafa Kemal, Karabekir’in boynuna sarılarak bu eski arkadaşını birkaç kez öper. Böylece “biraderler” böylece sırt sırta verir ve “mücadelelerine” başlarlar.
Peki bu sırada Ravlinson ne yapmaktadır?
İngiliz işgal komutanlığının Osmanlı hükümetine çıkarttırdığı Mustafa Kemal’in tutuklanması yönündeki emrin uygulanmasını takip etmekte midir? Hayır, etmemektedir. Ravlinson baştan savma bir iki uyarı dışında hiç bir şey yapmaz. Görünen odur ki, İngilizler İstanbul yönetimini, Anadolu insanının gözünde küçük düşürecek davranışlara zorlarken, karşı çıkar göründükleri Mustafa Kemal ve kadrolarını da gizliden gizliye desteklemektedir
Acaba niçin? Bunlar hala cevabı bilinmeyen sorulardır. Ravlinson ve “İngiliz işgal yönetimine bayrak çeken” Mustafa Kemal aynı şehirde kalmakta ve görüşmektedirler.
MANDACILIK VE KONGRELER DÖNEMİ
- 23 Temmuz – 7 Ağustos 1919 tarihleri arasında Erzurum Kongresi yapılır ve Mustafa Kemal amacına ulaşır. Erzurum Kongresi’nde seçilen temsilciler kurulunun başkanlığına getirilir. Alınan kararları da bir bildiriyle açıklar. “Rawlinson, Kongrenin son günü Mustafa Kemal ile üç buçuk saat süren bir görüşme yaptıklarını ve Mustafa Kemal‘in kendisine o gün kabul edilen “Milli Misak” [31] hakkında bilgi verdiğini ve ertesi gün son şeklini kendisine telleyeceğine söz verdiğini de kaydeder. Mustafa Kemal ile Rauf Bey‘in evinde görüşmüşler ve Rauf Bey de bir ara görüşmelere katılmıştır. Kuvay-ı Milliyecilerin emelleri ve gelecekle ilgili konular görüşülmüştür.”[32] “İstanbul’daki İngiliz işgal komutanlığı, 5 Ağustos’ta Rawlinson‘a ve ekibine, bütün adamlarını Türk toprakları dışına çıkarması ve kendisinin Kars’ta kalması bildirmiştir.(…) Ravvlinson ve ekibi 7 Ağustos Akşamı Sarıkamış’a ulaştığında, bir telgrafla İstanbul’a çağrılmış, 14 Ağustos’ta İstanbul’a ulaşan İngiliz subayı, Beyoğlu’ndaki genel karargaha gidip Doğu illerindeki durumu etraflıca anlatarak, Milli Misak’ın bir kopyasını İngiliz İşgal Kuvvetleri Komutanı’na vermiştir. (…) Rawlinson 28 Ağustos’ta Londra’da da Harbiye Bakanı ve diğer yetkililerle görüşerek değerlendirmelerini arz eder. (…)” [33]
- Ardından 4 Eylül 1919’da başlayan Sivas Kongresi’nde, Erzurum Kongresi’nin kararları onaylanır. Tam burada bir parantez açıp değerli araştırmacı Mustafa Armağan’ın yazdıklarına bir göz atmamız yerinde olacaktır: [34] “Sivas Kongresi tutanakları incelendiğinde 11 Eylül’deki kapanışa doğru “manda” tartışmasının kızıştığı görülür. Özellikle Kara Vasıf, Rauf (Orbay) ve Refet (Bele) beyler tarafından (ki üçü de masondur- e.k.) ciddi ciddi gündeme getirilen Amerikan mandacılığının o günlerde pek bir taraftar bulduğunu gözlemliyoruz. İster taktik gereği, isterse samimi olarak istensin, Amerika gibi güçlü ve tarafsız bir devletin yardımının arzulandığı açıktır. Nitekim Sivas Kongresi kararlarından 7. madde, manda konusundaki tartışmaların net bir yansıması olarak karşımıza çıkar: “Madde 7. Milletimiz asrî gayeleri tebcil ve fenni, sınai ve iktisadî hal ve ihtiyacımızı takdir eder. Binaenaleyh devlet ve milletimizin dahili ve harici istiklali ve vatanımızın tamamiyeti mahfuz kalmak şartıyla altıncı maddede musarrah hudud dahilinde milliyet esaslarına riayetkâr ve memleketimize karşı istila emeli beslemeyen herhangi devletin, fenni, sınai, iktisadi muavenetini memnuniyetle karşılarız.” (Nutuk, I, s. 67) Şimdi bu maddede masumane bir edayla bize bakan “her hangi devlet” hangisidir veya hangisi olabilir? Uluğ İğdemir’in yayına hazırladığı ve Türk Tarih Kurumu’nun yayınladığı Sivas Kongresi tutanaklarını inceleyince görüyoruz ki, bu devlet, kesinlikle Amerika Birleşik Devletleri’dir. Ancak Mustafa Kemal, Nutuk’da bunu sert bir dille inkâr etmiş ve hatta “manda”nın söz konusu olmadığını söylemiştir (yumuşatılmış ifade ‘müzâheret’tir). Ona göre bu madde, ecnebi sermayeye yönelik bir davetten ibarettir. Ancak gerek Rauf Orbay’ın hatıralarına, gerekse Kâzım Karabekir’in yazdıklarına bakıldığında, bu “herhangi devlet”in ABD olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. Peki Gazi Mustafa Kemal, 1927’de, 8 yıl önceki bu önemli ayrıntıyı neden unutturmak çabası içine girmiştir? İnkılap tarihçilerimizin zahmet edip cevaplandırması gereken çetin bir sorudur bu. Kendi payıma, bu sorunun cevabını, yine onunla alakalı bir başka ayrıntı üzerinden vereceğim. Yani 9 Eylül 1919 tarihli o meşhur mektup üzerinden. Sivas Kongresi sırasında Amerikan mandası fikri o kadar taraftar toplamıştır ki, başlarda mandaya taraftar olan Rauf Bey son anda fren koyup da, önce bir mektup yazılarak bir ABD heyeti davet etme fikri kabul görmese belki de tamamen mandacı bir karar çıkacaktır. Doğrusu Sina Akşin’in hayret ettiği kadar var: Mandacılığa karşı olduğunu bildiğimiz Başkan Mustafa Kemal, kürsüye çıkıp bu gidişe dur dememiş, işi oluruna bırakmayı tercih etmiştir. Nitekim kongre kararıyla Amerika’ya bir telgraf çekilmiş ve “ABD Kongresi üyelerinden oluşan bir kurul”un Anadolu’ya gelerek incelemelerde bulunması istenmiştir. Amaçlardan biri de, yaklaşan Sevr barış görüşmelerinde Amerika’nın tarafsız bir ülke olarak yakınlığını sağlamaktır. Mektupta ABD Senatosuna “Üyelerinizden oluşan bir komiteyi Osmanlı imparatorluğunun her köşesine göndermenizi diliyoruz” denilmektedir. Ve telgraf haline getirilerek çekilen mektubun altında 5 imza birden vardır. Kimler mi imzalamıştır bu mektubu? Bakalım beraberce: Sivas Milli Kongresi adına Mustafa Kemal Paşa (mason e.k.), Başkan Vekili Rauf Bey (mason e.k.), İkinci Başkan Vekili İsmail Fazıl Paşa (mason Ali Fuad Cebesoy’un babası e.k.) ve iki divan kâtibi. Bu mektup ABD Senatosu tarafından yayınlanmış olup, gerek Rauf Orbay, gerekse Kâzım Karabekir oradan alarak hatıratlarında kullanmışlardır. Şimdi sıra geldi meselenin bam teline dokunmaya.
BU MEKTUP YAZILDI MI YAZILMADI MI? Nutuk’taki ifade aynen şöyledir. 1927 baskısını kullanıyorum:
“Efendiler, pek uzun ve münakaşalı devam eden bu manda müzakeresi, taraftarlarını iskât edecek [susturacak] mutavassıt [orta yolcu] bir çare ile hitam buldu [sona erdi]; hem de bu çareyi teklif eden yine Rauf Bey oldu… Bu teklif ittifâk-ı ârâ [oybirliği] ile kabul olundu. Kongre divan riyasetinin [başkanlığının] imzalarıyla bu yolda bir mektup tesvid olunduğunu [müsveddesinin hazırlandığını] hatırlıyorsam da, bu mektubun gönderilebilip gönderilmediğini pek iyi hatırlamıyorum. Esasen bu mektuba suret-i mahsusada [özel olarak] ehemmiyet atf etmiş değildim.” (s. 68)
Kongre başkanı ve başkan vekillerinin imzaladıkları ve bir yabancı devletin senatosuna çekilen telgrafın gönderilip gönderilmediğini pek iyi hatırlamayan Gazi‘nin, aynı Nutuk’un 92-94. sayfalarına aldığı Kâzım Karabekir’e yazdığı bir cevapta bu mektubun yazıldığını ve kendisinin imzaladığını gayet güzel hatırladığını görmekteyiz. Mektupta geçen ifadeleri şöyledir Mustafa Kemal’in:
“Yalnız Amerika senatosuna yazılan ve malumunuz olan bir mektuba kongre kararıyla 5 kişi vaz’-ı imza etmiştir [imza atmıştır] ki, bu meyanda bendenizin de imzam vardır.” (s. 92)
Kaldı ki, gönderilip gönderilmediğini pek iyi hatırlayamadığı mektubun hemen arkasından, yani sadece 10 gün sonra, ABD Kongresi’nin Sivas’a inceleme yapmak ve rapor tutmak maksadıyla gönderdiği General Harbord’la görüşen de Mustafa Kemal’den başkası değildir (bu görüşmede Rauf Bey de tercümanlık yapmıştır). Dolayısıyla mektubun gönderilip gönderilmediğini en azından onun doğurduğu bu ziyaretten hatırlayabilirdi. Ancak ben Gazi’nin, bu biraz kafa karıştıracak ayrıntıyı Nutuk’un resmi tarih oluşturma amacını göz önünde tutarak hatırlamak ve hatırlatmak istemediğini düşünüyorum. Nereden mi çıkartıyorum bunu? Şaşıracaksınız belki ama yine gerçek bir hazine olan Nutuk’tan.
Zamanın Matbuat Cemiyeti Başkanı olan Velid Ebuzziya, bir söyleşi yapacaktır Mustafa Kemal’le. Mustafa Kemal Paşa’nın Tasvir-i Efkâr gazetesi adına 13 Ekim 1919’da yollanan 21 sorudan sadece 12 numaralı soruya cevap vermediği dikkatlerden kaçmaz. Bu soru ise tahmin edebileceğiniz gibi, General Harbord’la görüşmesinde ne konuştukları üzerinedir.(“General Harbord ile ne mülakat ettiniz?”) (Nutuk, 1927 baskısı, cilt II, s. 145-146.) Epeyce şaşırtıcı değil mi? Bütün sorular içinden sadece Amerikalı General ile yaptığı görüşme hakkındakini cevapsız bırakan Mustafa Kemal, aynı kitapta Harbord’u gönderen ABD Senatosu’na yazdığı ve altında imzası bulunan mektubun gönderilip gönderilmediğini pek iyi hatırlayamadığını söylemekteydi. Neydi işin sırrı acaba?
Nutuk’ta Kurtuluş Savaşı tarihi yeniden yazılırken bazı ayrıntılar neden atlanmıştı?”
Sivas’ta 16 kişilik Heyeti Temsiliye belirlenir. Erzurum Kongresi’nde “Şarki Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Heyet-i Temsiliyesi” ne seçilen 9 kişi olduğu gibi listede kalırken, yurdun öteki bölgelerinden seçilen 7 yeni üye listeye ilave edilerek “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Heyet-i Temsiliyesi” haline dönüştürülür. İstanbul üzerinden gelip “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Heyet-i Temsiliyesi”ne giren ve kontrolü elinde tutan ekibin hemen tamamının İttihat Terakkici ve mason olması dikkat çekicidir:
1.Mustafa Kemal Paşa, Mason
2.Hüseyin Rauf Bey, Mason
3.Eyyüpzade İzzet Bey
4.Hoca Raif Efendi
5.Hacı Salihzade Servet Bey
6.Sadullah Efendi
7.Hacı Fevzi Efendi
8.Hacı Musa Bey
9.Bekir Sami Bey, Mason
10.Refet Bey, Mason
11.Kara Vasıf Bey, Mason-Bektaşi
12.Mazhar Müfit Bey,
13.(Tambi)Ömer Mümtaz Bey
14.Hüsrev Sami Bey, Mason
15.Hakkı Behiç Bey
16.Ratipzade Mustafa Bey
Sivas ve daha sonra Ankara’da, Mustafa Kemal yönetiminde kurulan Anadolu hükümeti, olumsuz şartlarda bir barış antlaşmasını kabul etmeyeceğini bildirir ve direniş hazırlıklarına başlar. [35] Anadolu’da gerçekleşen bu gelişmeler 02 Ekim 1919’da Damat Ferit hükümetinin istifasını doğurmuştur. Bu istifayı müteakip, Anadolu hareketiyle uyumluluk sergileyecek olan Ali Rıza Paşa (mason e.k.) hükümeti kurulmuş ve ilk iş olarak da tarihe “Amasya Mülakatı” olarak geçen, Mustafa Kemal ile Amasya’da önemli bir görüşme yapılmıştır (20 Ekim 1919). Bu görüşmenin temel konusu, Osmanlı Mebuslar Meclisi (Meclis-i Mebusan)’nin toplanmasını kararlaştırmak olmuştur. [36] Bu mecliste Mustafa Kemal’e Erzurum milletvekilliği verilir (7 Kasım 1919). [37] “Bu arada Londra’da hükümet ve askeri yetkililerle görüşmelerde bulunan Rawlinson, Lord Curzon‘la ikinci defa görüşerek, 20 Ekim’de Londra’dan hareketle, 6 Aralık’ta Trabzon’a ve yirmi gün sonra da tekrar Erzurum’a ulaşır. Albay Rawlinson Londra’dan ayrılmadan önce Lord Curzon‘la yaptığı son görüşmede Curzon‘dan; “mümkünse Mustafa Kemal‘i tekrar ziyaret etmesi ve imkansız olarak görülen Misak hükümleri dışında partisinin barış için ne gibi şartları kabule hazır olduğunu açık olarak tespit etmesi talimatını almıştır. (…) 26 Aralık’ta Erzurum’a gelen Rawlinson, eski İran konsolosluğu binasına yerleşmiş, 28 Aralık’ta Kazım Karabekir ile bir görüşme yapmıştır. Almış olduğu talimatları Karabekir‘e bildirmiş, Mustafa Kemal ile görüşmek isteğini yinelemiştir. Karabekir, Mustafa Kemal‘in Sivas’a, oradan da Ankara’ya gittiğini söylemiş, Ankara’da Milli Hükümeti kurmakta olduğunu, teklifini kendisine ileteceğini, ancak kış sebebiyle Ankara-Erzurum yolculuğunun mümkün olmadığını bildirmiştir. Aynı görüşmede Rusya hakkında konuştuklarını da belirten Ravvlinson, Karabekir‘in Avrupa ile bir anlaşmazlık çıktığında Türklerin, ister istemez Bolşeviklerin kollarına atılacağını saklamamakla birlikte, Müttefikler ve özellikle İngiltere ile dostluk kurmayı daha çok istediğini söylemekten çekinmediğini de kaydetmiştir.
20 Kolordu Kumandanlığı aracılığıyla Kazım Karabekir durumu ve görüşmeyi teferruatlı bir şekilde 28 Aralık 1919′da, Mustafa Kemal Paşa’ya şifre telgrafla bildirmiştir. Bu telgrafta özetle; Rawlinson‘un görünürde XIII. ve XV. Kolordularda Mütareke şartlarının yerine getirilip getirilmediğini araştırdığı, asıl amacının ise, dikkat çekmeden Karabekir‘den sonra Mustafa Kemal ile görüşmek olduğu belirtilmiş, Curzon’un, Türkiye’de şimdiye kadar kuvvetli bir hükümet görmediklerinden barışın mümkün olamadığını, milletin güvenini kazanan Mustafa Kemal Paşa’nın barış konferansında bulunmasını istediklerini söylediği ve konunun kendisine yazılmasını rica ettikleri yazılmıştı. Ayrıca Ravvlinson‘un, İngiltere’de pek çok partinin Türkiye’nin varlığı ve bağımsızlığına taraf olduğunu, Asya’daki müstemlekelerinin huzurunun buna bağlı olduğunu İngiliz Hükümeti’nin de kabul ettiğini, onun için diğer devletlerin Türkiye’yi taksim planlarına İngiltere’nin izin vermeyeceğini bildirdiği de belirtilmişti. Rawlinson‘un ağzından İngiltere’de, birçok fedakarlıktan sonra Türkiye’nin İngiltere’nin düşmanları tarafına geçmesinden korkulduğunu, yanında getirdiği mühendisle Erzurum ve Gümüşhane bölgesinde maden işletmesi ve demiryolu inşası ile Türkiye’ye külliyetli paralar dökeceklerini ve memleketi mamur hale getireceklerini de söylemiştir. Ancak Ravvlinson hatıratında bu konulardan bahsetmediği gibi; Karabekir’in Ravvlinson‘un sorduğunu iddia ettiği “Cumhuriyet mi padişahlık mı? İstanbul ülkeyi yönetmeye devam edecek mi? Anadolu’nun İstanbul’dan yönetilmesi mümkün mü? Halifelik idareden ayrılacak mı?” gibi sorulara da değinmemiştir. Bu telgrafa Ankara’dan verilen cevapta ise; Rawlinson‘un ancak resmi yetkili olması durumunda kendisiyle görüşülebileceği cevabı verilmiştir.” [38] Bütün bu görüşmelerin ve beyan edilen düşüncelerin satır aralarından okunan mesaj, İngilizlerin bütün planının Hilafetin ve İstanbul yönetiminin tasfiyesi üzerine kurulduğu, yerine de “yörüngede bir Anadolu yönetimi”nin oluşturmaya çalışıldığıdır. Bu arada Mustafa Kemal, milletvekili atandığı ve Ankara’da toplanmasını istediği Meclis (Meclis-i Mebusan) İstanbul’da toplanınca (12 Ocak 1920) bu oturuma katılmaz. Mustafa Kemal‘in katılmadığı bu son Osmanlı Meclisi misakı milli (milli yemin) ilkelerini kabul eden meclistir (17 Şubat 1920). Bilindiği gibi Misak-ı Milli, bugünkü Türkiye toprakları dışında güneydoğuda, Trakya’da ve Kafkasya hattında daha geniş sınırları kapsıyordu. [39] - 5 Nisan 1920’de yeniden sadrazamlığa getirilen Damat Ferit Paşa, Anadolu’daki ulusal hareketi “isyan”; bu hareketi yönetenleri de “eşkiya” diye niteleyerek, “hilafet ordusu” adı altında toplanan muvazaalı birliklerini Mustafa Kemal’e bağlı kuvvetlerle savaşmak üzere Anadolu’ya gönderdi. Çerkes Ahmet Anzavur komutasındaki birlikler gösterdikleri kısmi başarıların ardından Çerkes Ethem birlikleri tarafından tamamen dağıtılmıştır. - 16 Mart 1920’de İstanbul’un işgali üzerine, işgal kuvvetlerinin baskısıyla Vahdettin Han 11 Nisan 1920′de meclisi mebusanı feshetmiş ve bundan sonra memleketi saltanatı boyunca kararnamelerle idare etmiştir.
OLAYLARIN PERDE ARKASI
“Kont Sforça, bu mütarekeden bahsederken (Mondros mütarekesi), İngilizlerin kara ordusuna karşı mutedil davrandığını söylüyor. Donanmanın hemen teslimi istendiği halde kara ordusunun ilgasından veya hemen terk-i silah etmesinden bahsedilmiyormuş. Bilakis sadece seferberliğin ilgası taleb olunurken, dahilde asayişin temini ve hududların muhafazası bunun için lazım gelen ordu miktarı terhisten istisna ediliyormuş!.. Kont Sforça bunda gizli bir maksad görüyor ve diyor ki: “İngiltere hükümeti, Osmanlı devletinin mirasçıları arasında şimdiden bir ihtilaf görüyor ve mutad olan ikiyüzlü siyasetiyle şunu istiyor: Eğer müttefiklerin talebleri İngilizleri sıkacak bir şekil alırsa, henüz mukavemet kabiliyeti olan Türkleri kendi menfaatleri için kullanabilir bir mevkiye koyabilsinler.” [40] “Bu durumdan anlaşılıyor ki, daha mütarekenin imzası günü, yani padişahın Anadolu’da bir kuvvet teşkilini hayalinden bile geçirmediği bir zamanda İngilizler (Kont Sforça’nın fikrine göre) bu kuvvetin teşkilini düşünmeye başlamışlar, hatta bunun için Mustafa Kemal Paşa’yı, Sultan Vahideddin’den evvel bulmuşlardır. Sultan Vahideddin ve Sadrazam Ferit Paşa, Mustafa Kemal Paşa’yı, “Memlekette büyük şöhreti vardır. İtimat edilecek namuslu bir adamdır” diye İngilizlere karşı müdafaa edip Anadoluya göndermeye çalışırken, Mustafa Kemal Paşa’da İstanbul’da İtilaf Kuvvetleri İleri gelenleri ile münasebette bulunuyor ve onlardan talimat alıyordu.” [41] Sanki gizli bir el Mustafa Kemal’i koruyor Anadoludaki mücadele gücünü kontrolü altına alması için çalışıyordu. Mesela, “Üçüncü Ordu Kumandanı Cevad Paşa tarafından tayin edilen miralay Selahaddin Bey’i Anadoluya bir İngiliz gemisi götürmüştü.” [42] Niçin? “Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a muvasalatı sırasında Sadrazam Ferit Paşa ve Erkanı Harbiye Reisi Cevad Paşa’ya yazarak Samsun müfettişliğine Hamid Bey isminde bir zatı tayin ettirmiştir. [43] Bu zatın daha sonra Dahiliye Nazırı ile arası bozulduğu için azline karar verildiği halde, İngilizler yerinde bırakılması için İstanbul hükümetine müracaat etmişlerdir” [44] Niçin? “25 Eylül 1919 tarihinde yani daha Kuvay-ı Milliye’nin herhangi bir mevcudiyeti görülmeden General Salliklad, Fuat Paşa nezdine, bir erkan-ı harb binbaşısı ile İngiliz kontrol zabitanından mürekkep bir heyeti Eskişehir’e gönderdi. Bu hey’et “İngilizlerin Ahval-i Dahiliye’ye ve Kuvay-ı Milliye’ye katiyen müdahale etmeyeceklerine “ dair söz verdi. [45]” [46] Niçin? 1919 yılı yazında Sultan Vahideddin Anadolu’daki isyanı bastırmak üzere güvenilir kuvvetlerinden iki fırka teşkil edip Anadoluya sevk edileceğini söyleyince, İtilaf Devletleri mümessilleri buna asla müsaade etmediler. “ Bu mütareke şartlarına aykırıdır, terhis yerine yeniden silahlanma mı yapacağız? [47] dediler. Niçin? “Yine aynı tarihlerde İngilizler Merzifon’da bulunan İngiliz kuvvetlerinin geriye alınması halinde, “Kuvay-ı Milliye’nin memnun olup olmayacağını” sordular. Kuvay-ı Milliyece”Pek memnun oluruz” cevabı verildi. Onlar da hemen Merzifon’daki kuvvetlerini ağırlıkları ile birlikte evvela Samsun’a, oradan’da İstanbul’a çektiler. [48] Niçin? Dagobert Von Mikusch bu hususa dikkat çekerek, “Hakikaten şayan-ı hayret bir şey” diyor ve ilave ediyor: “Galipler General’e (Yani Mustafa Kemal’e) hazırlıklarını yapması için lazım gelen bütün rahatı ve kafi vakti verdiler ki, bunun neticesi kendi sulh muahedelerinin bozulmasını mucip olacaktı.” İngiliz siyasetinin zahir görünüşüne zıt düşen ve örnekleri çoğaltılabilecek bu hadiseler, niçin ve nasıl oluyor da bu tarzda cereyan ediyordu? Dagobert Von Mikush’a bakarsanız: “Mustafa Kemal’in İngilizlerle gizli bir anlaşma yapmakta olduğunu ve bu anlaşmanın daima da gizli kalacağını” [49] kabul etmek gerektir. Anlaşılmaktadır ki, Mustafa Kemal Paşa, harici görünüşe rağmen “İngiliz siyasetine uygun bir harekat tarzı” takip etmiştir.”[50] Niçin? “Erzurum ve Sivas Kongreleriyle Büyük Millet Meclisi’nin ilk zamanlarında “Makam-ı Hilafet” ve hatta Sultan Vahideddin’in şahsına hududsuz bir surette bağlı gözüken M. Kemal Paşa, kendini sağlama aldıktan sonra artık meydan okumaya başlamıştır. Bu devredeki beyanlarının hakim manası şudur: “Halife ve O’na bağlı olanlar düşmanlarla beraberdirler, binaanaleyh haindirler.” İngilizlerin bu ifadeye mukabeleleri de “Halife bizimle, hatta Yunanla beraberdir!” tarzında oluyordu, ki bu da mefhum-i muhalif yoluyla aynı kapıya çıkıyordu. Gerçekten İngilizler Padişah’ı hain gösterebilmek için bir takım hareketlere icbar ediyorlardı. Halifenin İngiltereye karşı güya bir muvazaa silahı olarak başvurduğu “Kuvay-ı İnzibatiye” [51] ve mahud “fetva”lar [52] gibi.” “Dikkat edilirse İstanbul’daki silah depolarının kapılarına Hindli Müslümanları koyarak “din kardeşliği” saikasıyla Kuvay-ı Milliyeciler’in bu depolardan, Anadolu harekatını muvaffak kılacak silahları kaçırmalarına göz yummak da İngiliz siyasetinin bir gafleti değil, mahirane bir surette ortaya çıkarılmış bir siyasi taktiği idi. O kadar ki, İngilizler Kuvay-ı milliye ile ilk temas hattı olan Eskişehir havalisindeki kuvvetlerini de bu Hind Müslümanlarından seçmiş bulunuyorlardı!. Diğer taraftan, Mustafa Kemal Paşa da İstanbul Hükümeti, Hilafet ve Saltanat Makamı ile Anadolu’nun arasını açmak için hudutsuz bir gayret sarfetmişti. Çünkü bu devleti ele geçirmeyi çoktan kafasına koymuştu” [53-54]
Dünya’da masonluk, Yahudiler, İngiltere ve ABD’nin çıkarlarını korumak ve geliştirmek için kullanılmaktadır. 19. yy ortalarından sonra Osmanlı ülkesinde de ciddi şekilde örgütlendiler. Kısa sürede Osmanlı Hükümetinde söz sahibi olanların büyük çoğunluğu Masonluğa geçti. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde de yönetim hep masonların elinde oldu. Türkiye’de katı laiklik ve ateizmden kaynaklanan “Atatürkçülük” söylemlerinin arkasında da hep bu mason çevreler vardır.
BİR MASON DAYATMASI SEVR ANLAŞMASI
İtilâf Devletleri 18 Nisan 1920′de San Remo Konferansı’nda Osmanlı Devleti’ne uygulanacak barış şartlarını hazırladı. 22 Nisan’da Osmanlı Hükümetini Paris’te toplanacak barış konferansına davet ettiler. Padişah, eski sadrazam Ahmet Tevfik Paşa‘nın başkanlığında bir heyeti Paris’e gönderdi. [55] Bu durum karşısında Mustafa Kemal, ertesi gün 23 Nisan 1920′de Ankara’da ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni toplayıp, meclisin seçtiği 11 kişilik icra vekilleri heyetinin başkanlığına geçti (24 Nisan 1920). [56] 30 Nisan günü taraf devletlerin dışişleri bakanlıklarına gönderilen bir yazıyla İstanbul’dan ayrı bir hükümetin kurulduğu bildirildi. [57] “Paris’te barış şartlarını öğrenen Ahmet Tevfik Paşa, İstanbul’a gönderdiği telgrafta barış şartlarının “devlet mefhumu ile kabil-i telif olmadığını” (devlet kavramı ile bağdaşmadığını) bildirerek görüşmelerden çekildi. Bunun üzerine 21 Haziran’da (1920) İtilaf Devletleri Türk Milletinin direnişini kırmak için, İzmir’de bulunan Yunan kuvvetlerini Anadolu içlerine sürmeye karar verdiler. Balıkesir, Bursa, Uşak ve Trakya kısa sürede Yunan ordusu tarafından işgal edildi.” [58] Bu ilerleyişten ürken İstanbul hükümeti 22 Haziran’da İstanbul’da toplandı ve Paris’e Sadrazam Damat Ferit Paşa başkanlığında ikinci bir heyet göndermeye karar verdi. Eski maarif nazırı (milli eğitim bakanı) Hadi Paşa, eski Şura-yı Devlet (Danıştay) reisi Rıza Tevfik Bey (Mason) ve Bern Sefiri Reşat Halis Bey‘den oluşan bu heyet, 10 Ağustos 1920′de Sevr Antlaşması’nı imzaladı. [59] Ankara’daki Büyük Millet Meclisi antlaşmayı sert bir bildiri ile kınadı. [60] “ABD, Osmanlı’nın parçalanmasını ve paylaşılmasını esas alan Sevr anlaşması üzerinde Anadolu’nun doğusu, kuzey Irak ve Kafkasya’nın önemli bir kısmını “kontrol bölgesi” olarak gösteren haritayı hazırladı. Sevr bir mason dayatmasıdır ve Osmanlı’nın önemli petrol kaynaklarını elde etmek istiyordu. ABD’nin mason Başkanı Woodrov Wilson’un da onay verdiği harita üzerindeki kartal görünüşlü devlet mührünün aynı zamanda “masonluğun”da simgesi” [61] olduğu gözlerden kaçırılmamalıdır. Ayrıca Sevr’i imzalattıran Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın da hem İngiliz Muhipler Cemiyeti üyesi, hem de bir mason [62] olduğu da unutulmamalıdır. “Sevr’in yürürlüğe girmesi için önce Meclis-i Mebusan’ın antlaşmayı görüşüp kabul etmesi, sonra da imzalamak üzere Vahdettin‘e göndermesi gerekiyordu. Fakat antlaşma imzalandığı tarihte Meclis-i Mebusan kapalı olduğundan antlaşma mecliste görüşülemedi ve padişahın önüne de hiç gelmedi. Dolayısıyla antlaşma hiçbir zaman yürürlüğe girmedi. Saltanat Şurası’nda yaşananlar ise günümüzde hala tartışılmaktadır. Nutuk’ta bu toplantıda Vahdettin’le ilgili “Sevr muahedesini bizzat ayağa kalkmak suretiyle kabul etmiştir.” denmektedir. Saray Başmabeyncisi Lütfi Simavi‘ye göre ise Vahdettin açılış nutkunu okuduktan sonra başkanlığı Damat Ferit Paşa’ya bırakarak salonda durmamış, çıkıp gitmiştir. Son Sadrazam Tevfik Paşa’nın oğlu İsmail Hakkı Okday‘ın anlatımı ise şöyledir: “Nihayet Sevr’i kabul edenler ayağa kalksın denildi. Damat Ferid Paşa bu sırada Padişah’a salonu terk etmesi için işaret verdi. Vahdettin dışarı çıktı, yandaki odaya geçti. Padişah ayağa kalkınca da salondakiler Hünkâra bir saygı eseri olarak ayağa kalktılar. Kendisini bu suretle selamladılar. Öyle ki, bu ayağa kalkışın Sevr’in kabulü anlamına mı geldiği, yoksa Padişah’a hürmeten kıyam mı edilmiş olduğu açık olarak belirmedi. Hatta Ayandan Topçu Feriki Rıza Paşa, ‘Biz Padişaha hürmeten ayağa kalktık, Sevr’i kabul ettiğimizden değil’ diye haykırarak Damat Ferid’in oyununu açıkça protesto dahi etti.” [63]
ANADOLU AYAKLANMASI. ETHEM BEY VE İNÖNÜ
1918-1920 tarihleri arasında iki yılı aşkın bir süre ile Anadolu’da tek önemli vurucu güç Ethem Bey’in Kuvva-yı Seyyare’si idi. Ethem Bey, Ankara’da Kolordu Komutanı olan Ali Fuat Paşa ile istişare ederek İngiliz ve Yunan birliklerinin ilerlemesine karşı koyuyordu. Düzenli ordunun olmadığı dönemlerde TBMM’ye karşı girişilen ayaklanmaları (Anzavur, Düzce, Yozgat) hep o bastırdı. Gözde bir gerillacı ve halk kahramanı idi. Mart 1920’de 9-10 saat süren bir yoğun çatışma sürecinin ardından Anzavur Ahmet‘in kuvvetlerini büyük bir bozguna uğrattıktan sonra Genel Kurmay Başkanı İsmet İnönü ile Ethem bey arasında geçen şu telgraf konuşması Ethem Bey’in ehemmiyetini ortaya koymaktadır.
“İnönü: Merhaba Ethem Bey! Nasılsınız, iyisiniz inşallah. Gazanız mübarek olsun.
Ethem: Merhaba Efendim. Teşekkür ederim. Ben iyiyim. Siz nasılsınız?
İnönü: Genel durumumuz iyi değil. Mustafa Kemal Paşa ve Reşit Bey yanımdalar. Makine başındayız. Size genel durumu izah ederken bazı acı haberler de vereceğim.
Ethem: Söyleyiniz efendim. Acı da olsa gerçeği bilmek daha iyidir.
İsmet Bey: Sizinle şu görüşmeyi temin edebilmek için çok zorluğa uğradık. Bazı yerlerde şimendifer tellerinden yararlandık. Birçok yerde itibarımız yoktur. Merkezde ise kuvvetimiz kalmadı. Bulunduğunuz yerde ikinci derecedeki işleri tümen komutanı Kâzım Bey‘e bırakarak, Geyve Boğazı’nda Ali Fuat Paşa‘nın yardımına koşmanızı rica ederiz.
Ethem: Yarın Geyve’ye hareket edeceğim. ” [64] Ethem, dediği gibi yapar. Geyve’ye ulaşır ulaşmaz hemen bir taarruz planı yapar. Çerkez Ethem‘in kuvvetleri ile İstanbul hükümetinin gücü olan Kuvva-yı İnzibatiye Kuvvetleri arasında, Geyve Boğazı’nın gerisinde şiddetli bir çatışma yaşanır. Kuvay-i Seyyare büyük bir başarı kazanır. [65] Bütün isyanlardaki tablo budur. Çaresiz ve aciz Ankara imdat ister; Ethem bey yetişir ve tehlikeyi bertaraf ederek işleri yoluna koyar. “Ethem, isyanları büyük bir maharet ve sür’atle bastırırken başarısız bazı kumandanların kıskançlık ve rekabet hislerine hedef olmaktan da kurtulamaz. Birinci çatlak burada ortaya çıkar. Ethem Bey Yozgat isyanını (Aralık 1920) bastırdıktan sonraki araştırmalarında isyanların Ankara Valisi Yahya Galip’in kötu idaresinden doğduğunun anlaşıldığını, valinin derhal Yozgat’a gönderilerek mahallinde muhakemesini ister. Fakat Mustafa Kemal Paşa, daha sonra Nutuk’ta anlattığına göre, bunun hükümet üzerinde bir nüfuz denemesi ve selahiyetini aşmak gibi gördüğünden kabul etmez. Ethem’de ısrar etmez. Fakat burada çatlak derinleşir. Çünkü, bazı mebuslar Yozgat’ta Ethem‘in; Ankara’ya dönüşümde Mustafa Kemal‘i Meclis’in kapısında asacağım gibi sözler söylendiğini duymuşlardı. Bu da Nutuk’ta söz edilir. Bunun üzerine Ethem Bey, Yozgat’ta iken İsmet Paşa‘dan aldığı çok acele kayıtlı bir telgrafla Yunan Cephesi’ne çağrılır. Aniden Yunan taarruzu başlamıştır. “Ethem Bey, kısa zaman içinde Alaşehir Ovası’na kadar olan sahayı düşmandan temizler ve Mustafa Kemal Paşa‘dan bir tebrik telgrafı alır. Daha sonra Gediz’de münferit halde bulunan bir Yunan kuvvetine taarruz planı yapılır. Bunu o zaman Alanyund istasyonunda bir araya gelen (Ethem’de dahil) kumandanlar kararlaştırmıştır. Bu taarruzu nizami kuvvetlerle Ethem‘in kuvvetleri müştereken yapmıştır. Ethem Bey o dönemde yaptığı işlerde Ali Fuat Paşa ile istişarelerde bulunmaktadır.
Ancak çatlak bu taarruzla daha da derinleşir. Çünkü Erkan-ı Harbiye Reisi (İsmet Paşa) buna taraftar değildir ve Gediz muharebesinden sonra mühim bir münakaşa başlar. Çerkez Ethem ve arkadaşları nizamiye kıtalarının vazifelerini yapmadıklarını ve Kuvva-yı Seyyareye yardımda bulunmadıklarını; buna karşılık nizamiye kıt’a kumandanları da Kuvva-yı Seyyare’nin ciddi muharebeye girişmediğini iddia etmektedir. Bu münakaşa gittikçe büyür. İşte bugünlerde Ali Fuat Paşa Ankara’ya alınır.” [66] “Fuat Paşa, Çerkes Ethem ile yakınlığından dolayı ve Gebze yenilgisinden sorumlu tutulur ve cephe görevinden alınarak ve Moskova’ya büyükelçi olarak tayin edilir.” [67] “Ali Fuat Paşa‘dan boşalan Garp Cephesi ikiye ayrılarak Kuzey kısmına Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisliği uhdesinde kalmak üzere İsmet Bey (Paşa); Güney kısmına da Dahiliye Vekilliği uhdesinde kalmak üzere Refet Bey tayin olunur. Herşey Garp Cephesi’ne İsmet Paşa‘nın gelmesiyle başlar. Daha evvel cephede ihtilaf değil tam bir uyum ve intibak vardır. Ethem hatıratında şu kanaatini söyler: “Ben zannediyorum ki, Ali Fuat Paşa‘nın Garp Cephesi Kumandanlığı’ndan ayrılmasının hakiki sebebi, İsmet ve Refet beylerin benim için düşündüklerini tatbik etmeye Mustafa Kemal Paşa‘yı ikna etmeleri ve vaziyeti müsait bulmalarıdır.” [68] İsmet Bey ilk olarak Çerkez Ethem’in yetkilerini kısar. Ethem’in emrindeki kuvvetleri teftiş etmek ister. Ethem Bey, kendi kuvvetlerini teftiş ettirmez. Daha sonra cephe komutanını atlayarak doğrudan doğruya Meclis Başkanı ile haberleşmeye başlar. “Ethem Bey, her türlü ayrılık ve huzursuzluğun İsmet Paşa ile başladığı hususunda ısrar eder. Hatta kendisine (ÇERKEZ) lakabının takılmasının bile İsmet Paşa’dan sonra olduğunu söyler. Halbuki ırkçılık gayreti gütmediğini belirtir ve: “Hepimiz Osmanlı idik. Eğer milliyet ve ırk tefriki yapılmaya kalkışılsa idi yedi göbek seceresi karışmamış, vatanda kim kalırdı” der. Garp cephesindeki değişiklikten sonra, kumandanı olduğu “Kuvva-i Seyyare”yi çok ustaca bir programla tasfiye etme planının tatbikata konulduğunu gören Ethem Bey, kendisine ilk planda İsmet Paşa‘nın muhatap olacağını düşünerek görüşmek ister, Eskişehir’e gelir. O akşam ziyaretçi kabul etmeyeceğini bildiren İsmet Paşa‘nın makam odasına gider ve kapıyı vurmasıyla girmesi bir olur. Aniden Ethem‘i karşısında bulan İsmet Paşa’ya, “Samimiyetten eser kalmayan müşterek mesaimize son vermeye geldim. Niçin böyle yapılıyor, anlayamıyorum. Aleyhimize gizli-açık birçok tedbirlere başvuruluyor. Ricam şudur: Eğer kendinize ait olmasını istediğiniz, fakat açıkça ifade edemediğiniz hususlar varsa bunları işte karşı karşıyayız, cesaretle söyleyiniz.” der. İsmet Paşa Ethem‘i çok başarılı şekilde teskin eder: “Allah fesatcıların cezasını versin.” diyerek başlar: “Ethem Beyefendi, itimad ediniz ki ben sizin gibi arkadaşlarımın mevcudiyetine güvenerek Garp Cephesi Kumandanlığı’nı aldım. Ordu içinde menfi propaganda yapanları teker teker araştıracağım ve cezalandıracağım. Ben bu hizmeti beraberce yürüteceğimize samimiyetle inanıyorum. Sizin de aynı hisde olduğunuzu çok iyi biliyorum.” diye bitirir konuşmasını.” [69] Ethem’i o an idare eden İnönü, kendisini savuşturduktan sonra Ethem’in birliklerinin kesin olarak disiplin altına alınması yönündeki kararını icraya geçer emrindeki kuvvetleri Kuvva-yı Seyyare’nin üstüne sürer. [70] “Batı cephesinin harekete geçtiğini gören Ethem T.B.M.M. Reisliğine, Meclisi de aşağılayan ve Mustafa Kemal‘in Bilecik’ten dönerken Ankara’ya götürdüğü İstanbul Hükümetinin temsilcilerinin hemen serbest bırakılmasını isteyen bir telgraf çeker. Bunu üzerine Meclis de Kuvvay-i Seyyareye tavır alır.
Batı Cephesi komutanlığı Ethem ve Tevfik Beylerin vatana ihanet suçu işlediklerini öne sürerek teslim olmalarını ister. Düzenli ordu İsmet Bey ve Refet Bey‘ in (Bele) komutasında 1921 yılı ocak ayında Kuvayı Seyyare’nin tuttuğu Gediz-Kütahya üstüne yürür.” [71] “Kısa bir zaman sonra Ethem Bey ve kuvvetleri arkadan nizami kuvvetlerle, önden de Yunan ordusu ile sıkıştırılmaya başlanır. Ethem Bey kıskacın gittikçe daralmakta olduğunu görür. Bunun üzerine kardeş kanı dökmemek için emrindeki kuvvetleri, arkadan gelen İsmet Paşa‘nın gönderdigi nizami kuvvetlere teslim olmaları hususunda ikna eder. ‘Silahlarını, toplarını, malzemelerini teslim mevzuunda da Parti Pehlivanı vazifelendirir. Kendisi çaresizlik içinde kalır ve neticede görünen akibetten kurtulmak için mebus Reşit Bey‘in de kendilerine katılmasıyla iki kardeşiyle birlikte Uşak’ta Yunanlılarla görüşür ve kendisine bir koridor açılarak geçiş müsaadesi verilmesini ister. [72] Yunanlılar, sonradan riayet etmeyecekteri bir geçiş protokolünü imzalarlar. Ethem gibi bir kumandanın cepheyi terketmesi onlar için arayıp da bulamayacakları bir nimettir.” [73] İşin doğrusu, “ordunun seyyar birlikler etrafında örgütlenmesi, Kuvayı Seyyarelerin güçlendirilmesi Çerkes Ethem’e, ordunun muntazam birlikler halinde örgütlenmesi ise Mustafa Kemal’e ciddi bir siyasal güç sağlayacaktı. Böylece Mustafa Kemal ordudaki gücüne dayanarak Ankara üzerinde etkili olmaya çalışan/çalışacak tüm alternatif güç odaklarını bertaraf edebilecek yeni, potansiyel alternatif siyasal güçlerin ise ortaya çıkmasını engelleyebilecekti. İşte bu nedenle de gerek ordu, gerekse de Ankara üzerinde siyasal güç sahibi olmayı hedefleyen her iki önder de orduyu, Milli Mücadele içersinde kendi siyasal güçlerini maksimize edecek tarzda örgütlemeye çalışıyorlardı. Özetle, siyasal ve sosyolojik olarak olayı analiz ettiğimizde, Milli Mücadele’nin askeri ve siyasal örgütlenmesi konusunda fikir ayrılığında olan ve bu anlamda birbiriyle çatışan iki gücün olduğunu ve bu çekişme ve çatışmadan Mustafa Kemal’in galip çıktığını söylemek mümkündür.” [74] Görünen o ki, bu tarihe kadar savaş meydanlarında olmayan Ankara hükümeti, kendinde biraz güç görünce, kontrol edemeyeceği mücadele önderlerini tasfiyeye başlamıştır.
HİÇ OLMAMIŞ BİR SAVAŞ 1. İNÖNÜ SAVAŞI
Resmi tarihe göre, daha sonra İsmet İnönü, Çerkes Ethem‘in arkasında bırakıp gittiği kuvvetlerin de büyük yardım ve desteğiyle 1.İnönü savaşını kazanmış ve Yunanlılar geri çekilmek zorunda kalmıştır (10 Ocak 1921). Ancak “gerçek tarihte 1. İnönü Zaferi diye bir şey yoktur. Tamamen İsmet Paşa’nın Cumhurbaşkanı olmasından sonra uydurulmuş, hayali bir meydan muharabesidir. O tarihlerde Yunanlılar ile meydana gelen çatışmalar da, aslında başkalarının gayreti ile kazanılmıştır. Ali Fuat Paşa Moskova’ya gidip, Sivastapol’daki 5 milyon mavzer fişeğini alıp, kaçakçılar vasıtasıyla 24 saatte Sakarya Nehri ağzına taşıtmıştı. Eğer Ali Fuat Paşa bu cephaneyi yetiştirmeseydi, Yunanlar tüfeklerini omuzlarına asıp istedikleri yere gidebilirlerdi. Çünkü ordumuzun atacak mermisi yoktu!.. Mermiler oradan kağnılarla cepheye yetişmiş, 2 gün sonra 1. İnönü Savaşı diye bilinen çatışmalar başlamıştır!. Ama İnönü ovasında iki büyük ordunun kıyasıya döğüşmesi gibi bir şey olmamıştır. (9.1.1921)” [75] Olaylar şöyle gerçekleşmiştir: ” İsmet bey, Ethem Bey’i tepeleme konusunu kafasına öyle takmıştı ki, Bursa’daki Yunan kuvvetlerine karşı sadece bir piyade tümeni bırakarak, iki piyade tümeni ve bir süvari tugayını Kütahya yönünde toplamıştı… Yine Uşak’ta bulunan Yunan ordusunun karşısında da yalnız bir tabur bırakarak iki piyade tümeni ve yedi süvari alayını da Kütahya’ya çekmişti. Türk güçlerinin birbirine girmesi üzerine Yunan generali Meneta, Çerkez Ethem’in işini kolaylaştırmak üzere 4 günlük mütareke aktetti Bu suretle serbest kalan Ethem’in güçleri Gediz’e giren İsmet Paşa’nın askerlerine saldırdı. (8.1.1921) Yunan ordusu dinlenirken, İsmet Bey’in iki tümeni bozularak Kütahya’ya doğru çekilmeye başladı… Çerkez Ethem onları kovalarken Yunan uçakları da durumu fırsat bilerek İsmet’in ordusunu bombalamaya girişti… İsmet Bey ancak Alanyunt, Kütahya dolaylarında sırtını demiryoluna dayayarak ve taze kuvvetler alarak bir savunma hattı kurabildi… Ethem ise geceden yararlanarak 150 kişilik bir süvari birliğini İsmet Bey savunma hattının arkasına geçirmişti… Çatışma sürdükçe İsmet Bey’in birliklerinden Ethem Bey’in saflarına sığınanların sayısı arttı. Aynı gün öğleden sonra İsmet Bey’in askeri talihi parlamadan sönmek üzere iken, Refet Bey’in süvarileri yetişti. Çerkez Ethem’in sağından ve arkasından saldırdılar. Lâkin kurt bir savaşçı olan Ethem bunu düşünmüş, tedbirini almıştı… Refet Bey’in güçlerini püskürttü. Ancak bu sırada Ethem’in Yunan güçleri karşısında bıraktığı taburdan haber geldi… Uşak ve Bursa’daki Yunan birlikleri İnönü’ye doğru saldırıya geçmişlerdi. İsmet onların önünü açık bıraktığı için fırsatı değerlendirmek istiyorlardı!.. Çerkez Ethem bunun üzerine İsmet’le uğraşmayı bırakıp Gediz yönüne çekildi. İsmet bir kere daha paçayı kurtardı!.. Çekilen Ethem güçlerini savaşmadan takibe başladı. Bu arada Yunan birliklerinin İnönü’ye doğru yürüdükleri haberini aldı. Aklı başından gitti!.. Çünkü hemen bütün ordu Ethem’in peşinde ve Gediz civarında idi.Eğer Yunan ordusu hızlı bir yürüyüş temposu tutturursa, İnönü’ye varır, Eskişehir’i ele geçirebilirdi!.. Böylece Ankara yolu onlara açılmış olurdu! İsmet, bunun üzerine yine karar değiştirdi… Kestirmeden gidebilmek için yazın bile üstü karlarla örtülü Murat Dağı’nı dolaşarak İnönü’ye inmeye karar verdi… Türk askerleri toplarla, bütün ağırlıklarla 18 saatlik zorlu bir yürüyüşle menzile vardıklarında, düşmanın henüz gelmemiş olduğunu görerek sevindiler… İsmet’in düşman önünde bıraktığı 24. Tümen gibi küçük kuvvetlerin direnmesi ve yavaş yavaş gerilemesi, Yunan ordusunu engellemiş, Türk birliklerine zaman kazandırmıştı!. Türk ordusunda 8.500 er, 417 subay, 6.000 tüfek, 18 hafif, 48 ağır makinalı tüfek, 28 top vardı… Arkadan gelen bazı taburlarla asker sayısı biraz daha arttı. Yunan ordusunda ise 15.816 er, 427 subay, 12.000 tüfek, 270 hafif, 80 ağır makinalı tüfek ve 72 top vardı.
Yunanlar İnönü yönündeki ilk saldırıyla birlikte önemli bazı tepeleri ele geçirdiler… Albay İsmet Bey’in yürüyüşü engellemek için yaptığı saldırılar etkisiz kaldı. Durumu Ankara’ya bildirdi… Mustafa Kemal hemen müdahale ederek cepheyi belirli bölgelere ayırdı. Orta cepheyi zayıf bulduğu için bir alay daha gönderdi. Ne varki, İsmet’in tanzimiyle orta cephede zayıf kalmış birlikler, yoğun sisten düşman askerlerinin kendileriyle kanatlar arasına sızdığını farkedemediler ve birden Türk ordusunun sağ ve sol kanadı arasındaki bağlantı koptu!… Durum ancak sis kalkınca fark edildi… Bunun üzerine İsmet Bey ÇEKİLME emri verdi!.. Yunan kuvvetleri bizim askerlerin İnönü ovasında bıraktığı siperlere girdiler, ancak yeni savunma hattına saldıramadılar… Onlar da yıpranmıştı!.. 8 Ocak’ta çatışmadan çekinen İsmet, 11 Ocak 1921′de RİCAT (geri çekilme) emri vermeye hazırlanıyordu ki, güneş doğduğunda Yunan birliklerinin çekilmekte olduğunu gördüler!.. Düşman daha fazla savaşmaktan vazgeçerek, ölülerini, bir kısım silah ve malzemeyi harp sahasında bırakarak batıya doğru harekete geçmişti!. Bu bakımdan eğer bir “zafer” varsa, bu zafer İsmet Bey’e değil; cephane yetiştiren Ali Fuat Paşa’ya, Karadeniz takalı denizcilere, kağnılı köylülere, o soğukta çıplak ayak düşmana direnen 24. tümene ve isimsiz askerlere, ve yetişip İsmet’i Çerkez Ethem’in elinden kurtaran Refet Bey’e mal edilmelidir.” [76] “23 Ocak 1921`de Çerkez Ethem kuvvetleri İzzettin Paşa (Çalışlar) komutasındaki güçler karşısında kesin yenilgiye uğradı ve dağıldı. Ethem bir süre Sındırgı Bölgesi`nde dolaştı. Ordu birliklerinin kendisini yakalamak için baskıları artınca yukarıda belirttiğimiz şekilde kendi adamlarını serbest bıraktı ve bir geçiş koridoru isteyerek Yunanlılara teslim oldu. Çerkez Ethem bu hareketiyle ilgili olarak şu yorumu yaptı: `Beni ihanetle itham edenlere soruyorum: Ben ne zaman, hangi tarihte ve mevzide esasen müdafaa ettiğim cepheden bir adım dönmüşümdür, bir tek kardeş kanı dökmüşümdür?`” [77] Ethem Bey Niçin Tasfiye Edildi?
Çerkez Ethem gibi değerli bir insanla ordusu, Yunan savaşının en kritik günlerinde silahla bertaraf edilmese, kendisi Yunan kollarına itilmese, olmaz mıydı?. Başka bir çare yok muydu? Hele İsmet’in, Ethem kuvvetleri Yunan ordusu ile savaşırken onlara arkadan saldırması ve topa tutmasını nasıl yorumlamak lazım? Ethem Bey’in tasfiyesinde rol alan aktörlerin hepsinin, yani Mustafa Kemal, İsmet İnönü, Refet Bele ve Ali Fuat Cebesoy’un mason olmalarını nasıl yorumlamalıyız? Masonik hegomonya, iktidarı ele geçirip ülkede kendi sistemini inşa ederken, ayaklarına dolaşma ihtimali bulunan kontrol dışı güçleri de tasfiye mi ediyordu?
BİR BELEŞ ZAFER DAHA 2. İNÖNÜ SAVAŞI
“Bu arada Yunanistan’da seçimler oldu. Kralı sürmüş olan Venizelos’un partisi yenildi, Kral ülkesine geri döndü. İngilizler’in desteğini alan Yunan ordusu bir daha taarruza geçti. Böylece 2. İnönü savaşı başladı (23.3.1921). Güçlendirilmiş Yunan ordusunda 41.1150 tüfek, 750 ağır, 3134 hafif makinalı tüfek, 220 top ve 2.000 kılıç vardı. Türk Ordusu’nda ise 30.108 tüfek, 235 ağır, 55 hafif makinalı tüfek, 102 top ve 4.000 kılıç vardı. Savaş 7-8 gün sürdü. Türk ordusu sürekli savunmada kaldı, elindekini korumaya çalıştı. Karşı saldırılar ancak düşman ilerlemesini durdurmak amacıyla yapılıyordu. İki tarafta iyice yıpranmıştı. İsmet Bey Yunan ordusundaki durgunluğu bir genel saldırı hazırlığı diye yorumlayarak “TAM RİCAT” emri verdi ve bu kararını 31 Mart’ta Ankara’ya telgrafla bildirdi!. Telgrafı yemek yerken alan Mustafa Kemal, “Okumaya gerek yok, savaşı yitirmişiz!” dedi. Oysa aynı anda Yunan ordusu da savaştan bıkmış, yenemiyeceğini zannederek geri çekilmeye başlamıştı!.. O sırada cephede, ön saflarda olan bir subay, Yunanlıların çekildiğini görüp, İsmet Paşa’ya haber göndermiş, “Aman geri çekilme emrini geri alınız!. Birlikleri ileri sürün, çünkü Yunan çekiliyor!” dedi. İsmet gene tereddüt etti.. Ama sonunda buna uydu ve böylece “zafer” kazanılmış oldu!.. İsmet Bey 1 Nisan günü çektiği telgrafta şöyle der: “Saat 6.30′da Metristepe’den gördüğüm durum: Artçı olduğu sanılan bir düşman müfrezesi sağ kanat grubunun saldırısıyla gayrımuntazam çekiliyor. Düşman savaş meydanını silahlarımıza bırakıyor.” Sanki silahlarıyla bir şey yapmış gibi!.. Görüldüğü gibi, 2. İnönü Zaferi de haksız yere İsmet’e mal edilir. Refet Paşa’ya göre, İnönü zaferinin gerçek kahramanı cephedeki haberi getiren o subay, yani Miralay Fethi Bey’dir.“ [78]
İNÖNÜ’NÜN ALTINTAŞ BOZGUNU
“2. İnönü Muharebesinden sonra Garp Cephesi kuvvetleri 15 piyade ve 4 süvari tümeni gibi muazzam bir kuvvete yükseltilmişti. İsmet “paşa” olmuş, ancak yüklendiği bu büyük vazifenin önünde şaşırmış ve aldığı yanlış savunma tedbirleriyle ordusunu, tekrar toparlanan düşman ordusu karşısında adeta baştan muvaffakiyetsizliğe mahkum etmişti!.. Nitekim Yunan Kralı’nın İzmir’i ziyareti ve verdiği destekle 80.000 kişiye ulaşan Yunan ordusu Bursa’ya girdi. Hemen ardından Eskişehir-Afyon cephesinde, Altıntaş’da ağır bir yenilgi aldık!.. Bu mağlubiyet İsmet’in saplantısındandır!.. Yunan’ın tekrar İnönü’den saldıracağı hesabına göre askeri düzen aldı, siper kazdırıp tahkimat yaptı. Halbuki bu savaştan 2 ay önce Temps gazetesinde General Delarcl adında bir Fransız çok açık şekilde, “Yunanlılar büyük bir hücum yapacaklar!.. Böyle büyük bir hücum için silah, cephane ve erzak gereklidir. Bunun için muhakkak hücumu Afyon’dan yapacaklardır. Çünkü İzmir’den oraya tren var.” diye yazmıştı. İsmet Paşa, Afyon yönünden taarruz başlamasına rağmen bunu aldatmaca sandı. Güneyi boş bıraktı. Solda Deli Halit Paşa, onun sağında Albay Nazım’ın kuvvetleri vardı, hepsi kırıldı. Ancak 5 gün dayanabildiler. İsmet yine de takviye güç göndermedi. Halbuki Fevzi Çakmak, Mustafa Kemal’e ve İsmet’e “saldırının Afyon üzerinden olacağını” söylemişti. Albay Nazım şehit düştü. Nazım’ın sağında Çolak Kemal’in kuvvetleri de kırıldı. İsmet kendisi zor kaçtı!.. Neden sonra İsmet uyandı, ama gene bir hata yapıp birlikleri mağlubiyetin üzerine gönderdi, sanki onlar da yenilsin diye!. Halbuki saldıran Yunan’ın soluna yüklenmesi gerekirdi. Gerçekte Altıntaş muharabesinde 13 fırkamız hiç çarpışmamış, oradan oraya koşturup durmuştur!..“ [79]
“10 Temmuz 1921′de Yunanlılar bir genel saldırıya geçince, Mustafa Kemal Garp Cephesi karargâhına giderek, İsmet Paşa‘ya, orduyu Sakarya’nın doğusuna geçirme buyruğu verdi.” [80] “Ordunun büyük kayıplar ile Sakarya gerisine çekilmesi, Ankara’da gizlenmesi mümkün olmayan bir sarsıntı yaratmıştı!. 23.7.1921 – 5.8.1921 tarihleri arasında Meclis’te gizli celseler, uzun toplantılar yapılmıştı. Bu Mağlubiyet üzerine, Yunan kuvvetleri Polatlı’ya yaklaştığı için aileler Kayseri’ye gönderildi. Ancak erkeklerden Milli Eğitim Bakanı mason Hamdullah Suphi Tanrıöver ile mason Yunus Nadi dışında kaçan olmadı. Olsaydı, bütün Millet paniğe düşerdi!.. Çünkü 125.000 kişilik ordu dağılmış, geriye 25.000 kişi kalmıştı!.. Yunan ordusu 5 fırka ile zafer kazanmıştır. Eğer İsmet saldırıda ısrar etseydi, o ordu da yenilir, elimizde hiç kuvvet kalmazdı!.. Bereket bundan çabuk vazgeçip “topyekün çekilme” emri verilmiştir!.. (25.7.1921) Bu savaşta askerlerimiz öyle bir kaçtılar ki, köprüleri demiryolunu bile imha edemediler. Oralardaki sığır ve koyun sürülerini sürüp getiremediler. Bu yüzden Sakarya Savaşı’nda Yunan hem kolay asker sevk etti, hem de beslendi. Bu sürüler olmasa Sakarya’da 20 gün duramazlardı. Oysa Yunanlar Sakarya’dan kaçarken, tren hattını hallaç pamuğu gibi atmışlardı da, aylarca tamir edememiştik. İsmet’in bu savaştaki hatası Divan-ı Harp’lik, hatta idamlıktır!. Üstelik Sakarya’ya varınca, “gösterilen mevzide durmadılar” diye iki teğmeni idam etmiştir. Halbuki bütün ordu, bütün komutanlar kaçmıştı. Sabahattin Selek bu hezimetin sonuçlarını şöyle anlatır: “1921 Temmuz ayında Türk ordusu Kütahya-Eskişehir muharebelerini kaybederek Sakarya gerisine çekilmiştir. Yunan birlikleri Polatlı’ya kadar gelmişti.” İsmet’in bu mağlubiyeti üzerine hakkında bir araştırma komisyonu kurulmuş, ancak o “Mustafa Kemal’in emirlerini uyguladığını” söyleyerek kurtulmuştur!.. Ayrıca Meclis’te İsmet’i Divan-ı Harb’e sevketmek istiyenler olmuş, Mustafa Kemal İsmet’i korumak için kendini siper etmiştir. Nutuk’ta da bu mağlubiyeti geçiştirmiştir. Inkilab Tarihi kitaplarında falan “stratejik geri çekilme” diye yutturulmak istenir.
Kütahya-Eskişehir yenilgisi, kaybedilen topraklar ve şehirler, tehlikenin Ankara yakınlarına gelmesi Meclis’te sorumlu aranmasına yol açmıştı. Tenkitler Mustafa Kemal Paşa üzerinde yoğunlaşıyordu. 5 Ağustos’da Başkumandanlık Kanunu çıkartıldı” [81] ve Mustafa Kemal olağanüstü yetkilerle, Büyük Millet Meclisi Orduları Başkomutanlığı’na getirildi. [82] Sakarya Meydan Muharebesi öncesi ordunun ihtiyacını karşılamak ve Sakarya Savaşı’na hazırlanmak için “M. Kemal Başkomutanlık Kanunu’nun kendisine tanıdığı yasa yapma yetkisini kullanarak 7-8 Ağustos 1921′de, halkı maddi ve manevi bütün kaynaklarıyla Milli Mücadele’ye katılmaya çağıran “Tekalif-i Milliye Emirleri”(Milli Yükümlülük Emirleri)ni yayınladı. Toplamı on maddedir. Buna göre:
-Her ilçede bir tane Tekalif-i Milliye Komisyonu kurulacak.
-Halk, elindeki silah ve cephaneyi 3 gün içinde orduya teslim edecek.
-Her aile bir askeri giydirecek.
-Yiyecek ve giyecek maddelerinin %40′ına el konacak ve bunların karşılığı daha sonra geri ödenecek.
-Ticaret adamlarının elindeki her türlü giyim eşyasının %40′ına el konacak ve bunların karşılığı daha sonra geri ödenecek.
-Her türlü makineli aracın %40′ına el konacak.
-Halkın elindeki binek hayvanlarının ve taşıt araçlarının %20′sine el konacak.
-Sahipsiz bütün mallara el konacak.
-Tüm demirci, dökümcü, nalbant, terzi ve marangoz gibi iş sahipleri ordunun emrinde çalışacak.
-Halkın elindeki araçlar aylık 100 km. askeri ulaşım yapacaklar.” [83] Mustafa Kemal, meşhur İstiklal Mahkemelerinin 2. Dönem faaliyetlerine Tekalif-i Milliye vergi kanunlarının uygulanması için başladığını Nutuk’ta şu sözlerle belirtmektedir: “Efendiler, emirlerimin ve bildirdiklerimin yerine getirilmesi için kurduğum İstiklal Mahkemeleri’ni Kastamonu, Samsun, Konya, Eskişehir, bölgelerine gönderdim.” [84] İstiklal Mahkemeleri görev süresince bütün ülkede devlet terörü estirmiş, sudan sebeplerle yüzlerce insanın hayatına son verilirken, Mustafa Kemal’e en küçük muhalefet gösteren kadrolar bu mahkemeler kanalıyla tasfiye edilmiştir. “İstiklâl Mahkemelerinin ilk üç yıllık süresi içinde (1920-1923) yargıladıkları insan sayısı 60.000’i buldu. Bunlardan 3000’i îdam, 2000’i kalebentlik ve kürek cezâlarına çarptırılmış, 10.000 kadarı berâat etmiş, diğerleri de para ve hapis cezâlarına çarptırılmışlardır. İstiklâl Mahkemeler çalışmalarının bu ilk devresine âit dosyaların âkıbeti meçhuldür. Bu devrede kurulan yirmi üç İstiklâl Mahkemesinden hangilerinin dosyaları mevcut, hangilerinin ki kayıp bilinememektedir.
Ancak İstiklâl Mahkemeleri hakkında o devirde görev yapmış olanların yayınladıkları hâtıratlardan bilgi sâhibi olunabilmektedir. Bunlardan İbrâhim Arvas’ın hâtıratına göre: “Elazığ’da çeşitli suçlarla mahkemeye sevk edilenler îdam cezâsına çarptırılıyor ve sonra da 500 altın getirmesi karşılığında serbest bırakılıyordu. Bu sûretle Şark İstiklâl Mahkemesi Reisliğinden Ankara’ya dönen Ali Saib Bey’in yanında 60.000 altını olmuştu.(…) İstiklâl Mahkemelerince verilen îdâm cezâları Kolordu komutanlıklarınca tasdik edilerek infaz edilmiştir. Halbuki bu tasdik yetkisi 1924 Anayasasının 26. maddesine göre açıkça TBMM’ye âit bir yetkidir. Netice îtibâriyle bu mahkemeler gerek kuruluş, gerekse çalışma düzenleri îtibâriyle Anayasaya açıkça aykırıydılar. Mecliste bir çok hukukçu bulunduğu halde mahkeme üyeliğine özellikle hukukçu olmayan kimselerin seçilmiş olması izâhı mümkün olmayan bir durumdur.” [85] Sonraki bölümlerde bu konuya tekrar temas edeceğiz.
SAKARYA SAVAŞI
İsmet Paşa uğradığı mağlubiyetle sebep olduğu karışıklıklara rağmen, kendisine Sakarya Savaşı’nda görev verilmiştir. “Mustafa Kemal Yunan ordusunun 23 Ağustos 1921′de yeniden başlattığı genel saldırıya karşı, aralıksız 22 gün 22 gece süren çetin Sakarya Meydan Savaşında cepheyi bizzat yönetip, Sakarya’nın doğusundaki bütün Yunan birliklerinin geri çekilmesini sağladı.” [86] “Yirmi küsur gün süren Sakarya Savaşı’nda, Müşir (Mareşal) Fevzi (Çakmak) Paşa askerleri gayrete getirmek için siperlerde sürekli olarak yüksek sesle Fetih sûresini okumuştur.”[87] Mustafa Kemal 19 Eylül 1921′de Büyük Millet Meclisi tarafından müşirliğe (mareşal) yükseltildi ve “gazi” unvanı verildi. [88] Sakarya Meydan Savaşı’ndan sonra Eskişehir-Kütahya-Afyon’un doğusundan geçen bir hatta güçlü biçimde mevzilenen Yunan ordusunu kesin yenilgiye uğratmayı tasarlayan Mustafa Kemal 26 Ağustos 1922 sabahı “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir ileri!” komutuyla Büyük Taarruz’u başlattı ve ilk Türk birliklerinin 9 Eylül’de İzmir’e girmeleriyle, üç buçuk yıldır işgal altındaki Anadolu toprağı düşmandan temizlenmiş oldu. [89] “Ne Sakarya Savaşı’nda, ne de Büyük Taarruz’da en ufak bir rolü olmayan İsmet, Zafer’den sonra Mudanya Mütarekesi’ni yapmakla görevlendirildi. Orada kendisine İngilizler tarafından “Edirne ile birlikte Karaağaç’ı da alacağımız” söylenmiş, ancak gaflet gösterip bunu yazdırmadığı için, daha sonra Lozan’da bir belge ibraz edememiştir!..” [90] Milli mücadele 11 Ekim 1922′de imzalanan Mudanya Mütarekesi ile sona erdi.
MALTA SÜRGÜNLERİ
Bu bölümü bitirmeden önce Milli Mücadelenin kadrolarını oluşturan Malta sürgünlerinden de birkaç satırla bahsetmemiz gerekir. “Malta sürgünleri, İstanbul’un işgali sonrasında, 1919-1920 yıllarında işgal kuvvetlerince tutuklanarak bir İngiliz sömürgesi olan Malta’ya sürülen (veya gıyabında tutuklama kararı çıkarılarak sürgüne gönderilecekleri bildirilen) 145 Türk devlet adamı, asker, idareci ve aydın için kullanılan terimdir. Tutuklama ve sürgünler, Mart 1919′da, Irak cephesinden çekilişi yürütmüş Ali İhsan Sabis Paşa ile başlamış ve Ekim 1920′ye kadar sürmüştür.” [91] Misak-ı Milli’nin kabulü üzerine 16 Mart 1920′de İstanbul Müttefiklerce resmen işgal edilmiştir. İngiliz işgal kuvvetleri meclisi basar ve kısmi tutuklamalarla birlikte meclisin kapatılmasını sağlar ve bazı milletvekilleri tutuklanarak Malta Adası’na sürülür (18 Mart 1920). Bu son tutuklamalarla birlikte tamamı İttihat ve Terakki mensubu ve hemen hemen tamamı mason olan ve Cumhuriyet döneminin kadrolarını teşkil edecek pek çok isim Malta’da toplanmıştır. Hüseyin Rauf Orbay, Ali İhsan Sabis , Ali Fethi Okyar , Mehmet Arif Bey(Ayıcı), Mithat Şükrü Bleda , Faik Kaltakkıran, Mersinli Mehmet Cemal Paşa, İsmail Canpolat , Şükrü Kaya , Kara Kemal Hasan Tahsin Uzer, Org. İsmail Cevat Çobanlı, Kara Vasıf (Vasıf Karakol), Ali Çetinkaya, Ali Sait Akbaytogan, Celal Nuri İleri, Aka Gündüz, Süleyman Nazif, Mustafa Abdülhalik Renda, Ali Cenani, Yakup Şevki Subaşı, İlyas Sami Muş, Eşref Sencer Kuşçubaşı, Kazım Fikri Özalp, Mürsel Bakü, Yunus Nadi Abalıoğlu, Hüseyin Cahit Yalçın, Mehmet Ziya Gökalp bu isimlerden bazılarıdır. Bu son “tutuklamalar üzerine, İtilaf Komiseri ve İngiliz gizli servis görevlisi Ravvlinson da rehin olarak Erzurum’da tutuklanmıştır. (…) Bu gelişmelerden sonra Türk-İngiliz ilişkileri Malta’daki Türklerle Anadolu’daki İngilizlerin mübadelesi konusunda yoğunlaşmıştır. Ravvlinson da kendisinin serbest bırakılması konusunda Karabekir‘e mektuplar yazmış ve bu gerçekleşirse barış için Türk çıkarlarını koruyacak kişinin de kendisi olacağını beyan etmiştir. Durumu Heyet-i Temsiliye’ye bildiren Karabekir, Erzurum İngiliz temsilcisinin, sürekli kendisine “beni bırakın arabuluculuk edeyim” şeklinde mektuplar yazdığını, 31 Mart tarihli olanın İstanbul İngiliz Karargahına da yazıldığını ve bunun üzerine, Ravvlinson‘un arabuluculuk yapmasının kabul edildiğini bildirmiştir.
Kazım Karabekir durumu Ankara’ya bildirmiş ve Ravvlinson‘un isteklerinden Mustafa Kemal‘i haberdar etmişti. Karabekir mektup trafiğini 18 Temmuz 1920′de de TBMM’de mübadele ile ilgili ilk tartışma yapılmış, Mecliste Ravvlinson‘un arabuluculuk görevini üstlenmeye hazır olduğunu bildiren mektup okunmuştu. (Bkz. TBMM Zabıt Cerideleri II, s.335).” [92] “İngiltere’nin Malta’daki Türkleri bırakma işi de hemen anlaşmadan sonra gerçekleşmemiş, İngilizler Yunan saldırısının sonucunu beklemişlerdir. “II. İnönü zaferinden” sonra Türk-Yunan savaşında göstermelik bir tarafsızlık ilan ederler. Böylece Türklere bazı ödünler verilmesinin benimsediği havasını yayar. Londra’da yapılan anlaşma şartlarını yerine getirme konusunda ayak sürüyen İngilizler, Yunan saldırısı başarısız olunca Ankara ile yakınlaşmaya çalışır. 41 kişilik bir sürgün grubu Malta’dan 30 Mayıs 1921 günü serbest bırakılır. Bunların dördü daha önce çeşitli yollardan kurtulduğu için bu grupta 37 kişi vardır. Bunlar İngilizlerce ılımlı görülenlerdir. 29 Eylül’de Rumbold ile Hamit Bey görüşmeleri tekrar başlattı. Bu oturumda Malta’daki Türklerin tamamının salıverilmesi ve görüşmelerin resmi temsilcilerle yapılması kararlaştırıldı. 1 Ekim 1921 günü yapılan toplantıda Rumbold bütün sürgünlerin geri verileceğini açıkladı.” [93] İnebolu’ya gönderilen mübadeleye tabi şahıslar listesi de şöyle belirlenmişti. Bunlar Türk tarafının listeleriydi ve İngilizlere teslim edilecek İngiliz tutsakları; Trabzon’daki Yarbay Rawlinson ve üç arkadaşı ile Zonguldak’taki 17 aileden başka, İnebolu’daki Yüzbaşı Chambell olmak üzere 24 kişi, İngilizlerden teslim alınacak Türkler ise tahminen 13 mebus, 12 mülki memur, 25 asker olmak üzere toplam 59 kişiydi.” Londra Konferansı’nda başlayan resmi sürecin bazı aksaklıklara rağmen yürümesi ve İngiltere’nin Malta’daki Türkleri bırakmayı kabul etmesi sonucu mübadele anlaşması yapılmış ve 2 Ekim’de, üç gün sonra mübadele edilmek üzere Trabzon’a hareket edileceği bildirilmiş, 14 Ekim’de Trabzon’a gelen kafile dul bir Rum olan Madam Kosvekis‘in evine yerleştirilmiş, 31 Ekim öğleden sonra limana gelen bir İngiliz zırhlısı ile İnebolu’ya götürülmüş ve 1 Kasım 1921 tarihinde İnebolu’da mübadele gerçekleştirilmiştir.
Burada da İngilizlerin bir takım soru işaretleri oluşturan tavırlar dikkat çekmektedir. “İngilizler o kadar mahirane bir siyaset takip ettiler ki: İstanbul’daki Meclis-i Mebusan’ı basıp dağıtmaları bile mebusların Ankara’ya gitmeleri ve bu suretle İstanbul’u çökerterek orasının takviyesini temin içindi. Hatta Ankara’ya kaçacak mebusların pek çoğunu “heyet-i Nasiha” namı altında yine kendileri götürmüşlerdir.” [94] “Hakikaten İstanbul’daki Meclis-i Mebusan’ın dağıtılmasında Ankara’nın kuvvetlenmesini ve siyasi faaliyetlerin merkezi haline gelmesini istemek gibi anlaşılması güç bir İngiliz siyasetinin dahli olduğundan şüphe yoktur. Ancak ehemmiyetli olanı şudur ki, İngilizler bu hareketi M. Kemal Paşa ve Rauf Orbay ile anlaşarak yapmışlardı. Rauf bey bu anlaşmayı, adeta ifşa edercesine şöyle ifade etmektedir: “Rauf Bey’in bu işte de üzerine aldığı “Anadolu’da Milli Meclis’in ve dolayısıyla Milli Hükümet’in kurulmasını temin için İngilizler’i İstanbul’da toplanacak meclis’i basmağa tahrik için gerekirse nefsini feda etmek” vazifesini yine bir büyük fedekarlık.” [95]”[96] “Daha ehemmiyetli olanı şudur ki, Rauf bey Anadolu’da milli bir kıyam hazırlayan Erzurum ve Sivas Kongrelerinin “Heyeti Temsiliye” namı verilen icra heyetine dahil olduğu ve bu bapta Mustafa Kemal Paşa’dan sonra ikinci derecede faal bir şahsiyet bulunduğu halde 12 Ocak 1920’de İstanbul’da açılan Meclis’i Mebusan’a “Sivas Mebusu” sıfatıyla girmiştir. İngilizler Kuvvayı Milliyecilere yardım edenlerin idam edileceklerine dair sokaklara çarşaf gibi ilanlar asmış bulundukları halde M. Kemal Paşa’nın bu en yakın arkadaşını daha İstanbul’a adım attığı anda tevkif etmek yerine O’na manidar bir hareket olarak Meclis’in dağıtılmasına kadar dokunmadılar!.. Malta dönüşünde İstanbul’a uğrayan bir gemiden çıkmayarak İnebolu’dan M. Kemal Paşa’nın yanına gitmesine de ses çıkarmadılar. Aynı şekilde İsmet Paşa da –zorla götürülmüş olsa bile- bir kere Ankara’ya iltihak ettikten ve bu iltihak alayişli bir surette efkarı umumiyeye ilan edildikten sonra elini kolunu sallayarak İstanbul’a gelip Ankara’ya dönmüştür. Bu manidar ziyarete de İngilizler seyirci kalarak O’nu tevkif etmeyi acaba niçin düşünmemişlerdir.” [97] İstanbul-Ankara rekabetinde Ankara bu Malta sürgünlerinin İngiliz esirler ile trampesi başarısıyla çok önemli derecede prestij kazandı. Ayrıca Milli Mücadele’nin başına geçen Mustafa Kemal, alt kadroları için asker ve sivil bir çok eleman kazandı. GELECEK BÖLÜM.Lozan’da Mason ve Yahudiler
[1] Ahmet Anapalı, Yine, Yeniden ve Son Kez Sultan Vahidettin Han,Altınova Gazetesi, 10 Haziran 2008
[2] Çerkez Ethem,tr.wikipedia.org
[3] Atatürk, iso.ankara.edu.tr
[4] Mustafa Armağan, Resmî tarihin Sultan Vahdettin saplantısı,Zaman, 27.11.2007
[5] “Price’ın Extra-Special Correspondent (Çok Özel Yazışmalar) adlı kitabından (1957, sayfa 104) aktaran Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri, Çeviren: Cemal Köprülü, Ankara 1991, Türk Tarih Kurumu Yayınları, s. 98” den aktaran Mustafa Armağan, Resmî tarihin Sultan Vahdettin saplantısı, Zaman, 27.11.2007
[6] Mustafa Armağan, Resmî tarihin Sultan Vahdettin saplantısı,Zaman, 27.11.2007
[7] Sultan Vahdettin Hain mi, Değil mi?-2-, www.angelfire.com
[8] M. Emin Erler, Kazım Karabekir-Mustafa Kemal İlişkileri ve Ayrılan Yollar, Tarih Medeniyet Dergisi,Haziran 1997, Sayı:39
[9] Kadir Mısıroğlu, Geçmişi ve Geleceğiyle Hilafet, İstanbul-1993,sy: 157
[10] Sevr Anlaşması, www.bibilgi.com
[11] Çerkez Ethem, tr.wikipedia.org
[12] Kadir Mısıroğlu, Geçmişi ve Geleceğiyle Hilafet, İstanbul-1993,sy: 160
[13] M. Çetin Baydar, Halktan Çalınmış Bir Kongrenin Yıldönümü, http://www.erzurumluyum.net
[14] Kadir Mısıroğlu, Geçmişi ve Geleceğiyle Hilafet, İstanbul-1993,sy: 160
[15] Kadir Mısıroğlu, Geçmişi ve Geleceğiyle Hilafet, İstanbul-1993,sy: 161
[16] Çerkez Ethem, tr.wikipedia.org
[17] M. Çetin Baydar, Halktan Çalınmış Bir Kongrenin Yıldönümü, http://www.erzurumluyum.net
[18] 1919-1921 tarihleri arasında (bir bölümü tutsak olarak) Erzurum ve çevresinde bulunmuş olan Rawlinson, 1918 Bakü harekatına katılmış bir ingiliz subayıdır. İngiliz aristokrasisinden bir aileye mensup olan bu subay, bölgede gezdiği yerlerin sosyal, siyasi ve iktisadi yapısı hakkındaki gözlemlerini hatıra olarak kaleme almış, bu hatırat, daha 1923′te Londra’da, hemen sonrasında da Amerika’da basılmıştı (A.Rawlinson, The Adventures ın the Near East, New York, 1925). 1919 yılının başlarında sözde Mondros Mütarekesi’nin uygulanışını denetlemek göreviyle Doğu Anadolu ve Kafkasya’ya gönderilmişti. Bölgeye yönelik İngiliz politikalarının alt yapısını oluşturma misyonu ise gizli tutulmuştu. (Yrd. Doç. Dr. Rahmi DOĞANAY, İngiltere’nin Ankara İle İlişki Kurma Çabaları veRawlinson’un Rolü, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi S 29-30, Mayıs-Kasım 2002, sh. 57)
[19] M. Çetin Baydar, Halktan Çalınmış Bir Kongrenin Yıldönümü, http://www.erzurumluyum.net
[20] S. Tansel, Mondros’tan Mudanya’ya II, İstanbul 1991, s.46
[21] M. Çetin Baydar, Halktan Çalınmış Bir Kongrenin Yıldönümü, http://www.erzurumluyum.net
[22] Harb Tarihi Vesikaları Dergisi, Yıl 1, Sayı 1, Vesika No:16. Dan Yrd. Doç.Dr. Osman Akandere, Millî Mücadelenin Başlarında Mustafa Kemal Paşa’da Sine-i Millet Düşüncesi ile Askerlikten İstifası Öncesi ve Sonrası Kendisine Gösterilen Bağlılıklar, s. 283
[23] Harb Tarihi Vesikaları Dergisi,Yıl:1, Sayı:1, Vesika No: 19; Kurtuluş Savaşına Dair Belgeler, Belge No: 42, s.153-155’ den Yrd. Doç.Dr. Osman Akandere, Millî Mücadelenin Başlarında Mustafa Kemal Paşa’da Sine-i Millet Düşüncesi ile Askerlikten İstifası Öncesi ve Sonrası Kendisine Gösterilen Bağlılıklar, s. 283
[24] Askerî Tarih Belgeleri Dergisi, Yıl:30, Sayı 79, Vesika No: 1732’den Yrd. Doç.Dr. Osman Akandere, Millî Mücadelenin Başlarında Mustafa Kemal Paşa’da Sine-i Millet Düşüncesi ile Askerlikten İstifası Öncesi ve Sonrası Kendisine Gösterilen Bağlılıklar, s. 283
[25] Kazım Karabekir Paşa -Özgeçmiş-, kazımkarabekirvakfi.org
[26] M. Çetin Baydar, Halktan Çalınmış Bir Kongrenin Yıldönümü, http://www.erzurumluyum.net
[27] Yrd. Doç. Dr. Rahmi Doğanay, İngiltere’nin Ankara İle İlişki Kurma Çabaları ve Rawlinson’un Rolü, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi S 29-30, Mayıs-Kasım 2002, s.61
[28] M. Çetin Baydar, Halktan Çalınmış Bir Kongrenin Yıldönümü, http://www.erzurumluyum.net
[29] Yrd. Doç.Dr. Osman Akandere, Millî Mücadelenin Başlarında Mustafa Kemal Paşa’da Sine-i Millet Düşüncesi ile Askerlikten İstifası Öncesi ve Sonrası Kendisine Gösterilen Bağlılıklar, s. 283
[30] Hatıraları ve Söyleyemedikleri İle Rauf Orbay, s.44.
[31] Rawlinson’un burada “Milli Misak” tan kasdı Erzurum Kongresi kararlarıdır. Rawlinson bu kararın Türk Milli Mücadelesi için taşıdığı anlamın farkında olduğunu başkaca ifadelerinde de dile getiriyor. Ancak bu sırada Ravvlinson’un “Misak-ı Milli” tabirini kullanması ilginçtir. Belki de hatıratını yazarken bu tabiri tercih etmiş olabilir. (Yrd. Doç. Dr. Rahmi Doğanay, İngiltere’nin Ankara İle İlişki Kurma Çabaları veRawlinson’un Rolü, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi S 29-30, Mayıs-Kasım 2002, sh. 63)
[32]Yrd. Doç. Dr. Rahmi Doğanay, İngiltere’nin Ankara İle İlişki Kurma Çabaları veRawlinson’un Rolü, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi S 29-30, Mayıs-Kasım 2002, sh. 63
[33] Yrd. Doç. Dr. Rahmi Doğanay, İngiltere’nin Ankara İle İlişki Kurma Çabaları veRawlinson’un Rolü, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi S 29-30, Mayıs-Kasım 2002, sh. 64-65
[34] Mustafa Armağan, Zaman, 10/01/2007
[35] Sevr Anlaşması, tr.wikipedia.org
[36] Dr. Hasan YAĞAR, İrtica, İnkılap, Laiklik,
[37] 1919 Kronoloji, www.Erzurumkulturturizm.gov.tr
[38] Yrd. Doç. Dr. Rahmi DOĞANAY, İngiltere’nin Ankara İle İlişki Kurma Çabaları veRawlinson’un Rolü, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi S 29-30, Mayıs-Kasım 2002, sh. 67
[39] Misakı Milli,tr.wikipedia.org
[40] Dagobert Von Mikush, Gazi Mustafa Kemal, sh: 149’dan aktaran Kadir Mısıroğlu, Geçmişi ve Geleceğiyle Hilafet, İstanbul-1993,sy: 162
[41] Dagobert Von Mikush, Gazi Mustafa Kemal, sh: 164’den Kadir Mısıroğlu, Geçmişi ve Geleceğiyle Hilafet, İstanbul-1993,sy: 162
[42] Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, sh:32’den Kadir Mısıroğlu, Geçmişi ve Geleceğiyle Hilafet, İstanbul-1993,sy: 163
[43] Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, sh:32
[44] Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, sh:35’de yer alan Rafet Paşa’nın telgrafı, Kadir Mısıroğlu, Geçmişi ve Geleceğiyle Hilafet, İstanbul-1993,sy: 163
[45] Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, sh:101
[46] Kadir Mısıroğlu, Geçmişi ve Geleceğiyle Hilafet, İstanbul-1993,sy: 164
[47] Dagobert Von Mikush, Gazi Mustafa Kemal, sh: 184’den Kadir Mısıroğlu, Geçmişi ve Geleceğiyle Hilafet, İstanbul-1993,s : 164
[48] Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, sh:101
[49] Dagobert Von Mikush, Gazi Mustafa Kemal, sh: 224
[50] Kadir Mısıroğlu, Geçmişi ve Geleceğiyle Hilafet, İstanbul-1993,sy: 165
[51] Kuva-yı İnzibatiye hareketinin mutlak manasıyla bir muvazaadan ibaret olduğunu anlamak için bakınız: Tarık Mümtaz Göztepe, Sultan Vahideddin Mütareke Gayyasında, İstanbul, 1969, Sh: 269 vd.
[52] Mustafa Kemal’i asi ve bagi ilan eden mahud fetvanın tamamen İngilis süngüsünün zoruyla temin edilmiş ve neşrettirilmiş olduğunu Fevzi Paşa(Çakmak)’nın Ankaraya iltihakinde Büyük Millet Meclisi’nde irad ettiği nutuk kat’i bir surette ortaya koymaktadır. Bakınız : Zabıt Ceridesi, c:1, Ankara 1940,sh. 90 vd.
[53] Kadir Mısıroğlu, Geçmişi ve Geleceğiyle Hilafet, İstanbul-1993,sh. 172-173
[54] Kadir Mısıroğlu, Geçmişi ve Geleceğiyle Hilafet, İstanbul-1993,sy: 175
[55] Sevr Anlaşması, tr.wikipedia.org
[56] Atatürk’ün Hayatı,www.bilgilik.com
[57] 30 Nisan, www.tr.wikipedia.org
[58] Sevr Anlaşması, tr.wikipedia.org
[59] Atatürk’ün Hayatı, www.bilgilik.com
[60] Sevr Anlaşması, tr.wikipedia.org
[61] Cezmi Yurtsever, Sevr Haritası Üzerindeki Mason Mührü, www.cezmiyurtsever.com
[62] Necip Fazıl Kısakürek, Sahte Kahramanlar, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul
[63] Sevr Anlaşması, tr.wikipedia.org
[64] Çerkez Ethem, tr.wikipedia.org
[65] Suavi Kemal, Bir Tasfiye Hikayesi: Çerkes Ethem, Milli Gazete, 14.11.2005
[66] Vehbi Vakkasoğlu, Bazan hazin, Bazan Rezil BU VATANI TERKEDENLER, Cihan Yayınları, 1984
[67] Batı Cephesi’nin Yeniden Düzenlenmesi ve Çerkes Ethem’in Ayaklanması, Türk Devrim Tarihi, www.inkilap.info
[68] Vehbi Vakkasoğlu, Bazan hazin, Bazan Rezil BU VATANI TERKEDENLER, Cihan Yayınları, 1984
[69] Vehbi Vakkasoğlu, Bazan hazin, Bazan Rezil BU VATANI TERKEDENLER, Cihan Yayınları, 1984
[70] Önemli Olaylar, Ayaklanmalar, www.ataturk.net
[71] Türk Kurtuluş Savaşı, turkcebilgi.com
[72] Ethem bey daha sonra çıkan ve kendisini de kapsayan yurda dönüş affıyla ilgili olarak hatıratında şunları yazar: “Ben milletime ve tarihe HAİN diye tanıtılmış, gıyabında idama mahkum ediImiş bir adamım. Ama hakikatte ben, asgari bana böyle diyenler kadar vatanperverim. Ve Milli Mücedele’de hepsinden kıdemliyim. Ben hain olmaya icbar edildim, buna rağmen hain olmadım. Şimdi hakikatleri açıkça konuşabilecek miyiz? Hepimiz adil ve bitaraf hakimler önüne çıkabilecek miyiz? Haydi bunlar oldu diyelim ya zihinlere yerleştirilmiş menfur kanaatIarı nasıl ıslah edeceğiz. Burada gurbette ölürüm, fakat hiç olmazsa günün birinde doğru tarihin hakikatları ele almasını ümit etmiş olarak gözIerimi kaparım.”
[73] Vehbi Vakkasoğlu, Bazan hazin, Bazan Rezil BU VATANI TERKEDENLER, Cihan Yayınları, 1984
[74] Dr. Mete Kaynar, Totem, Tabu, Mustafa Kemal ve Atatürkçülük,
[75] İsmet Paşa Gerçekleri, www.ajanlar.com
[76] İsmet Paşa Gerçekleri, www.ajanlar.com
[77] Suavi Kemal, Bir Tasfiye Hikayesi: Çerkes Ethem, Milli Gazete, 14.11.2005
[78] İsmet Paşa Gerçekleri, www.ajanlar.com
[79] İsmet Paşa Gerçekleri, www.ajanlar.com
[80] Atatürk’ün Hayatı, www.bilgininadresi.net
[81] İsmet Paşa Gerçekleri, www.ajanlar.com
[82] Atatürk’ün Hayatı, www.bilgininadresi.net
[83] Tekalifi Milliye Emirleri, tr.wikipedia.org
[84] Tekalifi Milliye Emirleri,www.turkcebilgi.com
[85] İstiklal Mahkemeleri, bizimsahife.com
[86] Atatürk’ün Hayatı, www.bilgininadresi.net
[87] Mehmet Şevket Eygi, Milli Gazete,27 Ağustos 2006
[88] M. Kemal Atatürk, tr.wikipedia.org
[89] M. Kemal Atatürk, tr.wikipedia.org
[90] İsmet Paşa Gerçekleri, www.ajanlar.com
[91] Malta Sürgünleri, www.tr.wikipedia.org
[92] Yrd. Doç. Dr. Rahmi DOĞANAY, İngiltere’nin Ankara İle İlişki Kurma Çabaları veRawlinson’un Rolü, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi S 29-30, Mayıs-Kasım 2002, sh. 67
[93] Yrd.Doç.Dr. Rahmi Doğanay, Milli Mücadele’de Türk İngiliz Esir Değişimi, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi “Fırat Universty Journal of Social Science” Cilt: 10 Sayı : 1, Sayfa: 69-78
[94] Kadir Mısıroğlu, Geçmişi ve Geleceğiyle Hilafet, İstanbul-1993,sh. 173
[95] Feridun Kandemir, Hatıraları ve söylemedikleri ile Rauf Orbay, İstanbul-1965, sh. 45.v.d.
[96] Kadir Mısıroğlu, Geçmişi ve Geleceğiyle Hilafet, İstanbul-1993,sh. 174
[97] Kadir Mısıroğlu, Geçmişi ve Geleceğiyle Hilafet, İstanbul-1993,sy: 174-175
MİLLİ MÜCADELE’YE DOĞRU.
30 Ekim 1918 tarihli Mondros Ateşkes Andlaşması, Osmanlı açısından son derece ağır bir yenilginin kâğıt üzerinde resmileştirilmesi demekti. “Bu andlaşmayı, Mustafa Kemal Paşa’nın, Sadrazam Tevfik Paşa’ya çektiği meşhur “Bahçe Telgrafı”yla, “Muhakkak bu insanı Bahriye Nazırı yapın” diye tavsiye ettiği “Rauf Orbay” (mason e.k.) imzalamıştır; ki padişah Mehmet Vahidettin Han’ın “Aksi ve sert maddelerle karşılaşırsan asla imzalama ve derhal geri dön” diye telkin ve ihtarda bulunmasına rağmen. Şimdi bazı çehreler ve çevreler bu andlaşmadan dolayı memleketin parçalanmasının faturasını bu zavallı padişahın omuzlarına yüklüyor. Halbuki ülkenin parçalanmasına sebep olan bu andlaşmayı imzalayan Rauf Orbay ilerleyen zamanlarda Meclis Başkanı ve hatta Başbakan olacaktır. Bu da tarihin bir cilvesi”[1] olsa gerek. Mondros Andlaşmasıyla birlikte “yenilmiş Osmanlı ordusu büyük ölçüde silahsızlandırılarak tasfiye edildi. İstanbul, İngiliz emperyalistleri tarafından 13 Kasım 1918’de fiilen işgal altına alındı. Ayrıca emperyalist güçler, Yunanlıların Batı Anadolu Bölgesi’nde nereleri işgal edeceklerini içeren haritalar çizmiş, Yunanlılar da işgal hazırlıklarına başlamışlardı. Fransızlar ve İtalyanlar da işgal hazırlığındaydı. Tüm bu gelişmeler karşısında, İstanbul Hükümeti emperyalist güçlerin ardı arkası kesilmeyen isteklerine, dayatmalarına boyun eğmekten başka çıkar bir yol bulamıyordu. Gelişmeler karşısındaki tepki, Anadolu’da halktan ve halkın tepkilerine sahiplenen halk önderlerinden gelenlerden ibaretti. Ege’de Ethem Bey, Demirci Efe, Yörük Ali; Çukurova’da ise Salih Bey‘in faaliyetleri örnek olarak verilebilir. (…)
Ethem bey, Milli Micadeleye katılımını hatıralarında şöyle aktarıyor:
“Umumi Harbin neticesi olarak en ağır şartlarda Mondros Mütarekesi kabul ettirilmesine rağmen, galip devletler, mütareke hükümlerini bozmaya başlayınca, İzmir’de teşekkül eden gizli cemiyetin kararı ile ben ilk isyan bayrağını tam 2,5 yıl önce açmıştım.” Ethem Bey, bu sözleri 1921 yılının ilk ayında söylediğine göre, 2,5 yıl önce derken kastettiği zaman 1918 yılının 2. yarısıdır. Gizli Cemiyet ise Teşkilat-ı Mahsusa olmalıdır.” [2] Mustafa Kemal, 7. Ordu Komutanı iken 1917 yılının son günleriyle 1918 Ocak ayının ilk günlerini kapsar şekilde Veliaht Vahdettin‘le birlikte Almanya’ya gitmiş ve İttihatçı fikirlerini saklayarak kendisiyle yakınlık tesis etmişti. Bu yakınlıktır ki sonraki günlerde kendisine üst görevler verilmesini sağlamıştır. Filistin bozgunundan sonra Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı’na getirilen Mustafa Kemal daha sonra “bu ordunun kaldırılması üzerine İstanbul’un işgal edildiği 13 Kasım 1918′de İstanbul’a gelip Harbiye Nezareti’nde (Bakanlığında) göreve başlamıştı.” [3 Bugün hiç bahsedilmez ama Mustafa Kemal’in o günlerdeki fikirleri çok farklıdır. Mustafa Kemal, 13 Kasım 1918 gününden itibaren –İngiliz işgal kuvvetleri Kumandanı General Harrington’un da içinden çıkmadığı- Pera Palas’ta ikamete başlar. [4] Bu dönemde Mustafa Kemal,” İngilizlerin Daily Mail Gazetesi’nin muhabiri G. Ward Price‘ı aracı yaparak General Harrington‘la görüşmek ister. Price, Pera Palas’ta yaptığı görüşmeyi hatıralarında , “Mustafa Kemal, “yapmak istediği bir teklif için Britanya resmi makamlarıyla nasıl temas edeceğini” bildirmemi rica etti.” diyor ve Mustafa Kemal’in ağzından şunları aktarıyor. “Bu harpte yanlış cephede savaştık, eski dostumuz Britanyalılarla asla kavga etmek istemezdik… Biliyoruz, partiyi kaybettik… Anadolu’nun Müttefik Devletler tarafından işgal edileceğini tamamen biliyordum… Bu topraklar üzerindeki bir Britanya idaresinden o kadar hoşnutsuzluk gösterilmemesi gerektir.”Anadolu’da İngiliz idaresinden o kadar da rahatsızlık duyulmaması gerektiğini söyledikten sonra Mustafa Kemal, bu topraklar üzerindeki İngiliz idaresinde bir vali olarak çalışmaya hazır olduğunu gazeteci aracılığıyla işgalci yetkililere şöyle iletiyor: “Eğer İngilizler Anadolu için sorumluluk kabul edecek olurlarsa Britanya, idaresinde bulunan tecrübeli Türk valileri ile işbirliği halinde çalışmak ihtiyacını duyacaklardır. Böyle bir selahiyet dâhilinde hizmetlerimi arzedebileceğim münasip bir yerin mevcut olup olmayacağını bilmek isterim.” [5] “Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’da kendi parasıyla çıkardığı Minber gazetesinde işgalci İngilizlerin tebrik edilip alkışlandığını da, 17 Kasım 1918′de aynı gazetede çıkan söyleşisinde “İngilizlerden daha hayırhah (iyiliksever) bir dost olmayacağı” mesajını verdiğini de, ertesi gün çıkan Vakit gazetesinde ise “Britanya hükümetinin Osmanlılara karşı olan iyi niyetlerinden şüphe etmediğini” söylediğini de hatırlamamız gerekir. “[6] Mustafa Kemal’in kendi ifadesiyle “imparatorluğu tarafsız bir devletin mandası ile koruma” çabası, Sivas Kongresi sonralarına kadar sürmüştür.
“Bu tarihten itibaren olaylar kronolojik olarak şöyle gelişti:
- Vahdeddin, İttihat ve Terakki baskısından kurtulduktan sonra, İstanbul’da idareyi tamemen kendi ellerine almak, ülkeyi Meşrutiyet’le değil, ağabeyi Sultan 2. Abdulhamid gibi Mutlakiyet’le yönetmek istemiştir. Sebebi de açıktı. 1. Meşrutiyet ülkeye hürriyet değil, 93 Harbi’ni getirmiş, Ruslar’ın Yeşilköy’e kadar gelmesine yol açmıştı. Bu yüzden Sultan 2. Abdulhamid Meclis’i feshetmiş ve 1908 yılına kadar yeni felâketler oluşmasını önlemişti. 2. Meşrutiyet ise Trablus Harbi’ni, Balkan Harbi’ni ve 1. Cihan Harbi’ni getirmiş ve ülkeyi 10 yılda perişan etmişti!. İşte bu yüzden Sultan Vahdeddin 18 Aralık 1918′de Meclis’i feshetti !..” [7]
- 4 Mart 1919’da Damat Ferid Paşa (mason e.k.) sadarete (başbakanlığa), Hürriyet ve İtilaf Fırkası da iktidara geçer.
- Mondros Ateşkes Andlaşması gereğince Osmanlı kuvvetlerinin 1914 yılındaki sınırın gerisine çekilmesi gerekiyordu. Andlaşmanın imzalanmasından sonra Tebriz’de bulunan Birinci Kafkas Kolordusu Komutanı Kazım Karabekir Paşa da diğer komutanlar gibi İstanbul’a çağrılmıştı. Karabekir, Boğazda işgal kuvvetlerini görünce Tekirdağ’a çıkan tayinini Erzurum’daki 15. Kolordu komutanlığına aldırttı (24 Şubat 1919). Erzurum’a gitmeden önce bir çok resmi ve sivil şahsiyetle görüşen Karabekir, 11 Nisan 1919’da Mustafa Kemal Paşa ile Şişli’deki evinde görüşerek kendisini Anadolu’ya davet etti. Mustafa Kemal bu çağrıyı cevapsız bıraktı ve Karabekir’e muvaffakiyetler dileyerek evinden uğurladı. [8]
Emperyalist isgal sürecinin başlangıcındaki tablo bu idi.
1919 yılının Mayıs ayının başına gelindiğinde Yunanlıların İzmir’i işgal edeceklerine dair şayialar vardı. Padişah Vahdeddin de zihninde tasarladığı planın tatbikine girişti. Almanya seyahati sırasında ittihatçı kimliğini başarıyla saklayan ve kendisiyle yakınlaşan Mustafa Kemal’i, “asayiş-i dahiliyenin iadesi” zahiri maksadıyla ordu müfettişi sıfatıyla Anadoluya göndermeye karar verdi. Ve aradığı fırsatı da çok kısa sürede buldu. “İngilizlerin, Samsun dolaylarındaki Rum çeteleri ile Türkler arasındaki çatışmaların önüne geçilmesini istemelerini” fırsat bilerek, Mustafa Kemal’i çok geniş yetkiler ve bol para ile 9. Ordu müfettişliğine atadı. Fakat Mustafa Kemal günlerce yola çıkmadı, çeşitli temaslarda bulunarak İstanbul’da oyalandı. Hatta hükümet 6 Mayıs 1919’da yazdığı bir tezkere ile kendisinden acele etmesini istemek zorunda kaldı. [9]
“Bu arada İtilaf Devletleri Yüksek Konseyinin 7 Mayıs 1919′da aldığı karar uyarınca 15 Mayıs 1919′da İzmir Yunanlılar tarafından işgal edildi. İşgal tüm Türkiye’de güçlü bir ulusal tepkiye yol açtı.”[10] “Yunanlıların İzmir’e asker çıkarttığı ve giderek Ege Bölgesinde irili ufaklı çatışmaların ve direnişlerin yaşandığı bu günlerde, M. Kemal ve daha sonra Ankara ekibini oluşturacak olan kimselerin büyük çoğunluğu, kah İstanbul’daki hükümet değişiklikleri ile kâh sarayla, kâh İngilizlerle pazarlık içerisinde kendilerine çıkış yolları aramakla meşguldü.”[11] İki adet araba, para v.s. gibi bir takım taleplerde bulunan Mustafa Kemal İzmir’in işgale uğramasından bir gün sonra ancak İstanbul’dan ayrılabildi. “Mustafa Kemal tam İstanbul’dan ayrılacağı gün İngilizler tarafından yakalanıp tevkif edileceği şayiası çıkmıştı. Tuhafı şu ki hadi Mustafa Kemal el çabukluğuna getirip tevkif olunmadan gemiye bindi diyelim, amma Merzifon ve Samsun havalisinde İngiliz askerleri yok muydu? Neden onu tevkif edip İstanbul’a geri göndermediler de geri çağırması için Bab-ı Ali’ye tazyik icra etmeye koyuldular? Doğrusu bu bir muammadır?” [12] “Padişahın beklediği oydu ki, Mustafa Kemal Paşa Anadolu’da sivil bir hareket başlatsın, bu yolda halkı teşkilatlandırarak müstevlilere karşı koysun. Ama şimdi o, gizlice firari değil, bir yanına gösterişli askeri zabitlerini alarak, sırtına da görkemli askeri üniformayı geçirerek “Yâverân-ı Hazret-i Şehriyârî” ünvânının verdiği övünme ile Anadolu’ya geçiyordu. Resmi tarihler her ne kadar çürük Bandırma Vapuru ve İngilizlerden habersiz Samsun’a geçiş hikayeleri ile doluysa da, artık Bandırma Vapuru’nun, devletin en yeni gemilerinden biri olduğu ve Mustafa Kemal Paşa ile beraberindeki askerlerin ise İngiliz vizesi ile gemiye bindikleri belgelenmiştir.(…) Eğer İstanbul Hükümeti’nin Anadoludaki asker ve sivil idare üzerinde olabilecek tasarruflarına, üreyen ve türeyen halk teşkilatları fiili bir muhalefette bulunursa, hükümetçe yetkili kılınan Mustafa Kemal Paşa bunları tepeleyecektir. Anadolu’da, hakkında böyle düşüncelerin olduğu Mustafa Kemal Paşa nitekim Havza’dan çektiği telgrafta: “Nâzik olan vaziyet-i umûmiye”den bahs ettikten sonra “Hükümeti müşkül bir mevkîe sokacak herhangi bir ahvâlden ictinâb edilmesi (kaçınılması)”nı istiyordu.”[13] “Tam Mustafa Kemal Samsun’a ayak bastığı gün harekete geçen İngilizler, General Milne imzasıyla Harbiye Nezareti’ne bir yazı göndererek, O’nun Anadoluya niçin gönderildiğini sormuşlardır. Harbiye nezareti bu yazıya verdiği 24 Mayıs 1919 tarihli cevapta, “mütareke hükümlerinin süratle tatbikini sağlamak” gibi bir maksad takip edildiği bildirilmişse de, İngilizler tatmin olmayarak, 6 Haziran 1919 tarihli yazılarıyla, “Mustafa Kemal Paşa ve Erkanı’nın derhal İstanbul’a çağrılmasını istemişlerdir. Bu kati ifade karşısında bile direnmek ve Mustafa Kemal Paşa’yı geri çağırmamak isteyen Harbiye Nezareti, 8 Haziran 1919’da İngiliz talebini bir kez daha cevaplandırmışsa da İngilizler nokta-i nazarlarında ısrar ettiklerinden işgal altındaki Harbiye Nezareti bu emrivakiye mecburen boyun eğmiştir.”[14] Burada sorulacak birinci soru, İngilizlerin eğer M. Kemal’i tutuklamaya niyetleri var ise, görevlendirilmesinden sonra günlerce İstanbul’da kalmasına rağmen niçin tutuklamadıklarıdır? İkincisi ise, “…artık Erzurum’a ulaşmış bir Mustafa Kemal’in İstanbul’ a dönmeyeceğini Harbiye Nezareti kadar İngilizler de elbette biliyorlardı. O halde Anadoludaki harekat ile İstanbul hükümetinin arasını açmaktan ve bunları karşı karşıya getirmekten başka hiçbir netice vermeyecek olan bu tazyiklere İngilizler niçin başvuruyorlardı?”[15] Bu soruların cevabı pek çok konuya da açıklık getirecektir.
Mustafa Kemal Samsun’a çıktığı gün Anadolu’da mukavemet çoktan başlamıştı. Ethem bey Salihli civarında, işgalin önünde barikat görevi görecek bir cepheyi zaten oluşturmuştu. Balıkesir, Gönen, Kirmasti, Bandırma ve Bursa’da sözünü geçirdiği Çerkeslere haber gönderip çağırmış ve kuvvetlerine katmıştı. İttihatçı diye İstanbul hükümetince peşine düşüldüğünden Akhisar bölgesinde dolaşan Serenli Parti Pehlivan da Ethem‘in hizmetine girmişti. Ethem‘in oluk oluk kan akıtarak oluşturduğu Salihli cephesi, o sıralar Amasya Tamimi, Erzurum ve Sivas Kongreleriyle uğraşan M. Kemal ekibinin ciddi bir nefes almasını sağladı. Çünkü Salihli cephesi ile birlikte, her geçen gün biraz daha genişleyen işgal cephesinin önüne önemli bir set çekilmiştir.(…) Anadolu’nun ağırlıkla Ege Bölgesi olmak üzere çesitli yörelerinde Kuvva-yı Milliye adı altında başlayan yerel direnişler kendiliğinden giderek güçleniyordu. [16] Ancak bu direnişler, merkezi bir önderlikten yoksundu. Mustafa Kemal’in tek hedefi vardı: Bu direniş merkezleri nezdinde kendisini tek otorite haline getirmek. Bu stratejiyle işe koyuldu.
VE “BİRADERLER” HALK HAREKETİNİN BAŞINA GEÇİYOR
“Mustafa Kemal 25 Mayıs 1919 Günü Havza’ya ulaştı ve burada uzun süre bekledi. Yüklenmiş olduğu misyona yönelik, özellikle Erzurum, Trabzon ve Sivas’tan gelecek tepkileri bekliyordu.”[17] Bu arada mahalli teşkilatlanmalarla Anadolu direnişi de yükseliyordu. O’nu Şişlide’ki evinde ziyaret ederek Erzurum’a davet eden Kazım Karabekir ise 3 Mayıs 1919’dan beri Erzurum’daydı ve Erzurum Kongresi’nin yapılması için çalışmalar yürütüyordu. Bu tarihlerde Erzurum’un 22 Nisan’dan beri şehirde bulunan ilginç bir konuğu daha vardı: Yahudi kökenli Lord Curzon’un yeğeninin kocası İngiliz ajanı yarbay Alfred Frederick Rawlinson. [18] Bu İngiliz ajanı, denetçi sıfatıyla doğu bölgesinde yaklaşık iki buçuk yıl faaliyet göstermiştir. [19] Görevli bulunduğu Bakü’den Erzurum’a “Türk milliyetçileri” ile asgari anlaşma şartlarını sağlamak üzere gelmişti. [20] Karabekir de, Rawlinson’un mütareke ahkamının uygulanıp uygulanmadığını kontrol için Erzurum’a gönderildiğini, ancak İngiliz ajanın asıl vazifesinin “gelecek üzerine pazarlık” olduğunu kısa mülakatı sırasında kavramıştır. [21]
6 Haziran 1919’da General Milne imzasıyla Harbiye Nezaretine verilen notada “Mustafa Kemal Paşa ile maiyeti erkânının vilâyetlerde isbat-ı vücut etmelerinin arzu olunmadığını” belirterek Mustafa Kemal Paşa ile beraberindekilerin derhal İstanbul’a dönmelerinin sağlanması isteniyordu. [22] Harbiye Nazırı Şevket Turgut Paşa, İngilizlerin talebini kabul eden Hükûmetin kararına uyarak 8 Haziranda Dokuzuncu Ordu Kıtaatı Müfettişliğine hitaben yazdığı yazı ile Mustafa Kemal Paşadan “Maiyet-i âliyelerindeki istimbotlardan biri ile buraya teşrifiniz rica olunur” diyerek İstanbul’a dönmesini istemişti. [23] Hakkında bu yazışmalar yapılırken Mustafa Kemal Paşa, 11 Haziran 1919’da 15’inci Kolordu Kumandanı Kazım Karabekir Paşa’ya bir yazı göndererek, İstanbul’a dönmesi hususunda Harbiye Nezareti’nden aldığı emri ve bu arada Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Cevat Paşa’nın açıklamasını bildiriyor ve “milletin hukuk ve istiklâlini ta’yin uğrunda milletle beraber çalışmak” arzusunu şu sözleriyle dile getiriyordu.: “Vermiş olduğum kararın milletin hukuk ve istiklâlini temin uğrunda millet ile beraber çalışmaktan ibaret olduğunu zatı biraderlerine evvel ve ahır arz etmiştim. Bu gâye milletin sinesine iltica ederek vazife-i namus ve vicdani ifaya fedakârâne devam etmeyi amirdir.“ [24] Bu yazışmalar sürerken, Mustafa Kemal Erzurum Kongresi’nin toplanma kararını öğrenince memnuniyetini Kâzım Karabekir’e telgraf ile bildirir. Ayrıca 22 Haziran’da Amasya Genelgesi’ni yayınlayarak kongrenin toplanacağını yurdun dört bir yanına duyurur. [25] Mustafa Kemal 27 Haziran 1919’da Sivas’a geldiğinde, 23 Temmuz 1919’da toplanacağı açıklanan Erzurum Kongresi’ne bir an önce iştirak etmenin ve kongreden Anadolu Halk hareketinin lideri olarak çıkmanın yollarını arıyordu. O bu arayışlar içindeyken vatanı kurtarmanın gerçek öncüleri İstihlas-ı Vatan Cemiyeti’ni kurarak çoktan kolları sıvamışlardı bile. [26] Cemiyet Deli Halit Bey’in (Paşa) projesidir. İstihlâs-ı Vatan Cemiyeti 1918 Yılı Kasım’ında kurulmuştur. Mustafa Kemal‘in İstanbul’da bulunduğu 13 Kasım 1918 – 16 Mayıs 1919 arasındaki altı aylık sürede, bu cemiyet ve ondan zuhur edecek oluşumlar Milli Mücadele’nin çekirdeğini oluşturmuştur zaten. Bu arada İngiltere’nin Kafkasya’daki istihbarat sorumlusu General Beach de 21 Haziran 1919’da Erzurum’a gelir, kendisini Rawlinson misafir eder. General Beach, Rawlinson’la birlikte 2 Temmuz tarihinde Karabekir’le bir görüşme gerçekleştirir. [27]
Pazarlık masasında yeni başlayacak dönem vardır. [28] Ve pazarlık tamamlanır.
Ertesi gün 3 Temmuz’da Mustafa Kemal Vilayatı Şarkiye Müdafaayı Hukuki Milliye Cemiyeti’nin kongresine katılmak için Erzurum’a gelir. Mustafa Kemal’in şehre gelmesinin ardından aynı gün General Beach Erzurum’dan ayrılıp Tiflis’teki karargahına yönelir. Erzurum’da 2 ve 3 Temmuz tarihlerinde meydana gelen bu trafik ve gerçekleşen görüşmeler oldukça mühimdir. Detaylarıyla incelenmesi gerekir. Bütün bu gelişmeler sonrasında, yukarıda anlattığımız gibi İngilizlerin baskısıyla İstanbul Hükümeti M. Kemal Paşa’yı azlederek İstanbul’a çağırmak zorunda kalır (7 Temmuz 1919). Mustafa Kemal ise bu emre şiddetle karşı çıkarak askeri görevden istifa ettiğini ve bundan sonra sivil bir kişi olarak göreve devam edeceğini açıklar. (9 Temmuz) Bunun üzerine İstanbul Hükümeti yine İngilizlerin baskısıyla kendisini tutuklamak için Kâzım Karabekir Paşa’yı görevlendirir. Haberi alan Mustafa Kemal, bulunduğu mekanda moralsiz bir şekilde Rauf Bey’le birlikte sonucun ne olacağını beklemeye başlar. “Makam ve rütbe olmaksızın, güvendiği komutanların tavrının bile ne olacağı belli değildir. Her ne kadar Kazım Karabekir Paşa ve Ali Fuat Paşa, zaman zaman ona mütemadiyen destek olacaklarını ifade etmiş olsalar da yine de Mustafa Kemal için bütün bunlar belirsizlik düşüncesini ortadan kaldırmıyordu.” [29] Bu sırada Karabekir yanında bir manga askerle Mustafa Kemal’in bulunduğu binaya yönelir. Mustafa Kemal kaygıyla beklerken, Karabekir odaya girerek Mustafa Kemal’i saygıyla selamlar ve şunları söyler :
- “Kumandamda bulunan zabitan ve efradın hürmet ve tazimlerini arza geldim. Siz bundan evvel olduğu gibi bundan böyle de muhterem kumandanımsınız. Kolordu komutanına mahsus araba ile maiyetinize bir takım süvari getirdim. Hepimiz emrinizdeyiz Paşam.” [30 Mustafa Kemal, Karabekir’in boynuna sarılarak bu eski arkadaşını birkaç kez öper. Böylece “biraderler” böylece sırt sırta verir ve “mücadelelerine” başlarlar.
Peki bu sırada Ravlinson ne yapmaktadır?
İngiliz işgal komutanlığının Osmanlı hükümetine çıkarttırdığı Mustafa Kemal’in tutuklanması yönündeki emrin uygulanmasını takip etmekte midir? Hayır, etmemektedir. Ravlinson baştan savma bir iki uyarı dışında hiç bir şey yapmaz. Görünen odur ki, İngilizler İstanbul yönetimini, Anadolu insanının gözünde küçük düşürecek davranışlara zorlarken, karşı çıkar göründükleri Mustafa Kemal ve kadrolarını da gizliden gizliye desteklemektedir
Acaba niçin? Bunlar hala cevabı bilinmeyen sorulardır. Ravlinson ve “İngiliz işgal yönetimine bayrak çeken” Mustafa Kemal aynı şehirde kalmakta ve görüşmektedirler.
MANDACILIK VE KONGRELER DÖNEMİ
- 23 Temmuz – 7 Ağustos 1919 tarihleri arasında Erzurum Kongresi yapılır ve Mustafa Kemal amacına ulaşır. Erzurum Kongresi’nde seçilen temsilciler kurulunun başkanlığına getirilir. Alınan kararları da bir bildiriyle açıklar. “Rawlinson, Kongrenin son günü Mustafa Kemal ile üç buçuk saat süren bir görüşme yaptıklarını ve Mustafa Kemal‘in kendisine o gün kabul edilen “Milli Misak” [31] hakkında bilgi verdiğini ve ertesi gün son şeklini kendisine telleyeceğine söz verdiğini de kaydeder. Mustafa Kemal ile Rauf Bey‘in evinde görüşmüşler ve Rauf Bey de bir ara görüşmelere katılmıştır. Kuvay-ı Milliyecilerin emelleri ve gelecekle ilgili konular görüşülmüştür.”[32] “İstanbul’daki İngiliz işgal komutanlığı, 5 Ağustos’ta Rawlinson‘a ve ekibine, bütün adamlarını Türk toprakları dışına çıkarması ve kendisinin Kars’ta kalması bildirmiştir.(…) Ravvlinson ve ekibi 7 Ağustos Akşamı Sarıkamış’a ulaştığında, bir telgrafla İstanbul’a çağrılmış, 14 Ağustos’ta İstanbul’a ulaşan İngiliz subayı, Beyoğlu’ndaki genel karargaha gidip Doğu illerindeki durumu etraflıca anlatarak, Milli Misak’ın bir kopyasını İngiliz İşgal Kuvvetleri Komutanı’na vermiştir. (…) Rawlinson 28 Ağustos’ta Londra’da da Harbiye Bakanı ve diğer yetkililerle görüşerek değerlendirmelerini arz eder. (…)” [33]
- Ardından 4 Eylül 1919’da başlayan Sivas Kongresi’nde, Erzurum Kongresi’nin kararları onaylanır. Tam burada bir parantez açıp değerli araştırmacı Mustafa Armağan’ın yazdıklarına bir göz atmamız yerinde olacaktır: [34] “Sivas Kongresi tutanakları incelendiğinde 11 Eylül’deki kapanışa doğru “manda” tartışmasının kızıştığı görülür. Özellikle Kara Vasıf, Rauf (Orbay) ve Refet (Bele) beyler tarafından (ki üçü de masondur- e.k.) ciddi ciddi gündeme getirilen Amerikan mandacılığının o günlerde pek bir taraftar bulduğunu gözlemliyoruz. İster taktik gereği, isterse samimi olarak istensin, Amerika gibi güçlü ve tarafsız bir devletin yardımının arzulandığı açıktır. Nitekim Sivas Kongresi kararlarından 7. madde, manda konusundaki tartışmaların net bir yansıması olarak karşımıza çıkar: “Madde 7. Milletimiz asrî gayeleri tebcil ve fenni, sınai ve iktisadî hal ve ihtiyacımızı takdir eder. Binaenaleyh devlet ve milletimizin dahili ve harici istiklali ve vatanımızın tamamiyeti mahfuz kalmak şartıyla altıncı maddede musarrah hudud dahilinde milliyet esaslarına riayetkâr ve memleketimize karşı istila emeli beslemeyen herhangi devletin, fenni, sınai, iktisadi muavenetini memnuniyetle karşılarız.” (Nutuk, I, s. 67) Şimdi bu maddede masumane bir edayla bize bakan “her hangi devlet” hangisidir veya hangisi olabilir? Uluğ İğdemir’in yayına hazırladığı ve Türk Tarih Kurumu’nun yayınladığı Sivas Kongresi tutanaklarını inceleyince görüyoruz ki, bu devlet, kesinlikle Amerika Birleşik Devletleri’dir. Ancak Mustafa Kemal, Nutuk’da bunu sert bir dille inkâr etmiş ve hatta “manda”nın söz konusu olmadığını söylemiştir (yumuşatılmış ifade ‘müzâheret’tir). Ona göre bu madde, ecnebi sermayeye yönelik bir davetten ibarettir. Ancak gerek Rauf Orbay’ın hatıralarına, gerekse Kâzım Karabekir’in yazdıklarına bakıldığında, bu “herhangi devlet”in ABD olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. Peki Gazi Mustafa Kemal, 1927’de, 8 yıl önceki bu önemli ayrıntıyı neden unutturmak çabası içine girmiştir? İnkılap tarihçilerimizin zahmet edip cevaplandırması gereken çetin bir sorudur bu. Kendi payıma, bu sorunun cevabını, yine onunla alakalı bir başka ayrıntı üzerinden vereceğim. Yani 9 Eylül 1919 tarihli o meşhur mektup üzerinden. Sivas Kongresi sırasında Amerikan mandası fikri o kadar taraftar toplamıştır ki, başlarda mandaya taraftar olan Rauf Bey son anda fren koyup da, önce bir mektup yazılarak bir ABD heyeti davet etme fikri kabul görmese belki de tamamen mandacı bir karar çıkacaktır. Doğrusu Sina Akşin’in hayret ettiği kadar var: Mandacılığa karşı olduğunu bildiğimiz Başkan Mustafa Kemal, kürsüye çıkıp bu gidişe dur dememiş, işi oluruna bırakmayı tercih etmiştir. Nitekim kongre kararıyla Amerika’ya bir telgraf çekilmiş ve “ABD Kongresi üyelerinden oluşan bir kurul”un Anadolu’ya gelerek incelemelerde bulunması istenmiştir. Amaçlardan biri de, yaklaşan Sevr barış görüşmelerinde Amerika’nın tarafsız bir ülke olarak yakınlığını sağlamaktır. Mektupta ABD Senatosuna “Üyelerinizden oluşan bir komiteyi Osmanlı imparatorluğunun her köşesine göndermenizi diliyoruz” denilmektedir. Ve telgraf haline getirilerek çekilen mektubun altında 5 imza birden vardır. Kimler mi imzalamıştır bu mektubu? Bakalım beraberce: Sivas Milli Kongresi adına Mustafa Kemal Paşa (mason e.k.), Başkan Vekili Rauf Bey (mason e.k.), İkinci Başkan Vekili İsmail Fazıl Paşa (mason Ali Fuad Cebesoy’un babası e.k.) ve iki divan kâtibi. Bu mektup ABD Senatosu tarafından yayınlanmış olup, gerek Rauf Orbay, gerekse Kâzım Karabekir oradan alarak hatıratlarında kullanmışlardır. Şimdi sıra geldi meselenin bam teline dokunmaya.
BU MEKTUP YAZILDI MI YAZILMADI MI? Nutuk’taki ifade aynen şöyledir. 1927 baskısını kullanıyorum:
“Efendiler, pek uzun ve münakaşalı devam eden bu manda müzakeresi, taraftarlarını iskât edecek [susturacak] mutavassıt [orta yolcu] bir çare ile hitam buldu [sona erdi]; hem de bu çareyi teklif eden yine Rauf Bey oldu… Bu teklif ittifâk-ı ârâ [oybirliği] ile kabul olundu. Kongre divan riyasetinin [başkanlığının] imzalarıyla bu yolda bir mektup tesvid olunduğunu [müsveddesinin hazırlandığını] hatırlıyorsam da, bu mektubun gönderilebilip gönderilmediğini pek iyi hatırlamıyorum. Esasen bu mektuba suret-i mahsusada [özel olarak] ehemmiyet atf etmiş değildim.” (s. 68)
Kongre başkanı ve başkan vekillerinin imzaladıkları ve bir yabancı devletin senatosuna çekilen telgrafın gönderilip gönderilmediğini pek iyi hatırlamayan Gazi‘nin, aynı Nutuk’un 92-94. sayfalarına aldığı Kâzım Karabekir’e yazdığı bir cevapta bu mektubun yazıldığını ve kendisinin imzaladığını gayet güzel hatırladığını görmekteyiz. Mektupta geçen ifadeleri şöyledir Mustafa Kemal’in:
“Yalnız Amerika senatosuna yazılan ve malumunuz olan bir mektuba kongre kararıyla 5 kişi vaz’-ı imza etmiştir [imza atmıştır] ki, bu meyanda bendenizin de imzam vardır.” (s. 92)
Kaldı ki, gönderilip gönderilmediğini pek iyi hatırlayamadığı mektubun hemen arkasından, yani sadece 10 gün sonra, ABD Kongresi’nin Sivas’a inceleme yapmak ve rapor tutmak maksadıyla gönderdiği General Harbord’la görüşen de Mustafa Kemal’den başkası değildir (bu görüşmede Rauf Bey de tercümanlık yapmıştır). Dolayısıyla mektubun gönderilip gönderilmediğini en azından onun doğurduğu bu ziyaretten hatırlayabilirdi. Ancak ben Gazi’nin, bu biraz kafa karıştıracak ayrıntıyı Nutuk’un resmi tarih oluşturma amacını göz önünde tutarak hatırlamak ve hatırlatmak istemediğini düşünüyorum. Nereden mi çıkartıyorum bunu? Şaşıracaksınız belki ama yine gerçek bir hazine olan Nutuk’tan.
Zamanın Matbuat Cemiyeti Başkanı olan Velid Ebuzziya, bir söyleşi yapacaktır Mustafa Kemal’le. Mustafa Kemal Paşa’nın Tasvir-i Efkâr gazetesi adına 13 Ekim 1919’da yollanan 21 sorudan sadece 12 numaralı soruya cevap vermediği dikkatlerden kaçmaz. Bu soru ise tahmin edebileceğiniz gibi, General Harbord’la görüşmesinde ne konuştukları üzerinedir.(“General Harbord ile ne mülakat ettiniz?”) (Nutuk, 1927 baskısı, cilt II, s. 145-146.) Epeyce şaşırtıcı değil mi? Bütün sorular içinden sadece Amerikalı General ile yaptığı görüşme hakkındakini cevapsız bırakan Mustafa Kemal, aynı kitapta Harbord’u gönderen ABD Senatosu’na yazdığı ve altında imzası bulunan mektubun gönderilip gönderilmediğini pek iyi hatırlayamadığını söylemekteydi. Neydi işin sırrı acaba?
Nutuk’ta Kurtuluş Savaşı tarihi yeniden yazılırken bazı ayrıntılar neden atlanmıştı?”
Sivas’ta 16 kişilik Heyeti Temsiliye belirlenir. Erzurum Kongresi’nde “Şarki Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Heyet-i Temsiliyesi” ne seçilen 9 kişi olduğu gibi listede kalırken, yurdun öteki bölgelerinden seçilen 7 yeni üye listeye ilave edilerek “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Heyet-i Temsiliyesi” haline dönüştürülür. İstanbul üzerinden gelip “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Heyet-i Temsiliyesi”ne giren ve kontrolü elinde tutan ekibin hemen tamamının İttihat Terakkici ve mason olması dikkat çekicidir:
1.Mustafa Kemal Paşa, Mason
2.Hüseyin Rauf Bey, Mason
3.Eyyüpzade İzzet Bey
4.Hoca Raif Efendi
5.Hacı Salihzade Servet Bey
6.Sadullah Efendi
7.Hacı Fevzi Efendi
8.Hacı Musa Bey
9.Bekir Sami Bey, Mason
10.Refet Bey, Mason
11.Kara Vasıf Bey, Mason-Bektaşi
12.Mazhar Müfit Bey,
13.(Tambi)Ömer Mümtaz Bey
14.Hüsrev Sami Bey, Mason
15.Hakkı Behiç Bey
16.Ratipzade Mustafa Bey
Sivas ve daha sonra Ankara’da, Mustafa Kemal yönetiminde kurulan Anadolu hükümeti, olumsuz şartlarda bir barış antlaşmasını kabul etmeyeceğini bildirir ve direniş hazırlıklarına başlar. [35] Anadolu’da gerçekleşen bu gelişmeler 02 Ekim 1919’da Damat Ferit hükümetinin istifasını doğurmuştur. Bu istifayı müteakip, Anadolu hareketiyle uyumluluk sergileyecek olan Ali Rıza Paşa (mason e.k.) hükümeti kurulmuş ve ilk iş olarak da tarihe “Amasya Mülakatı” olarak geçen, Mustafa Kemal ile Amasya’da önemli bir görüşme yapılmıştır (20 Ekim 1919). Bu görüşmenin temel konusu, Osmanlı Mebuslar Meclisi (Meclis-i Mebusan)’nin toplanmasını kararlaştırmak olmuştur. [36] Bu mecliste Mustafa Kemal’e Erzurum milletvekilliği verilir (7 Kasım 1919). [37] “Bu arada Londra’da hükümet ve askeri yetkililerle görüşmelerde bulunan Rawlinson, Lord Curzon‘la ikinci defa görüşerek, 20 Ekim’de Londra’dan hareketle, 6 Aralık’ta Trabzon’a ve yirmi gün sonra da tekrar Erzurum’a ulaşır. Albay Rawlinson Londra’dan ayrılmadan önce Lord Curzon‘la yaptığı son görüşmede Curzon‘dan; “mümkünse Mustafa Kemal‘i tekrar ziyaret etmesi ve imkansız olarak görülen Misak hükümleri dışında partisinin barış için ne gibi şartları kabule hazır olduğunu açık olarak tespit etmesi talimatını almıştır. (…) 26 Aralık’ta Erzurum’a gelen Rawlinson, eski İran konsolosluğu binasına yerleşmiş, 28 Aralık’ta Kazım Karabekir ile bir görüşme yapmıştır. Almış olduğu talimatları Karabekir‘e bildirmiş, Mustafa Kemal ile görüşmek isteğini yinelemiştir. Karabekir, Mustafa Kemal‘in Sivas’a, oradan da Ankara’ya gittiğini söylemiş, Ankara’da Milli Hükümeti kurmakta olduğunu, teklifini kendisine ileteceğini, ancak kış sebebiyle Ankara-Erzurum yolculuğunun mümkün olmadığını bildirmiştir. Aynı görüşmede Rusya hakkında konuştuklarını da belirten Ravvlinson, Karabekir‘in Avrupa ile bir anlaşmazlık çıktığında Türklerin, ister istemez Bolşeviklerin kollarına atılacağını saklamamakla birlikte, Müttefikler ve özellikle İngiltere ile dostluk kurmayı daha çok istediğini söylemekten çekinmediğini de kaydetmiştir.
20 Kolordu Kumandanlığı aracılığıyla Kazım Karabekir durumu ve görüşmeyi teferruatlı bir şekilde 28 Aralık 1919′da, Mustafa Kemal Paşa’ya şifre telgrafla bildirmiştir. Bu telgrafta özetle; Rawlinson‘un görünürde XIII. ve XV. Kolordularda Mütareke şartlarının yerine getirilip getirilmediğini araştırdığı, asıl amacının ise, dikkat çekmeden Karabekir‘den sonra Mustafa Kemal ile görüşmek olduğu belirtilmiş, Curzon’un, Türkiye’de şimdiye kadar kuvvetli bir hükümet görmediklerinden barışın mümkün olamadığını, milletin güvenini kazanan Mustafa Kemal Paşa’nın barış konferansında bulunmasını istediklerini söylediği ve konunun kendisine yazılmasını rica ettikleri yazılmıştı. Ayrıca Ravvlinson‘un, İngiltere’de pek çok partinin Türkiye’nin varlığı ve bağımsızlığına taraf olduğunu, Asya’daki müstemlekelerinin huzurunun buna bağlı olduğunu İngiliz Hükümeti’nin de kabul ettiğini, onun için diğer devletlerin Türkiye’yi taksim planlarına İngiltere’nin izin vermeyeceğini bildirdiği de belirtilmişti. Rawlinson‘un ağzından İngiltere’de, birçok fedakarlıktan sonra Türkiye’nin İngiltere’nin düşmanları tarafına geçmesinden korkulduğunu, yanında getirdiği mühendisle Erzurum ve Gümüşhane bölgesinde maden işletmesi ve demiryolu inşası ile Türkiye’ye külliyetli paralar dökeceklerini ve memleketi mamur hale getireceklerini de söylemiştir. Ancak Ravvlinson hatıratında bu konulardan bahsetmediği gibi; Karabekir’in Ravvlinson‘un sorduğunu iddia ettiği “Cumhuriyet mi padişahlık mı? İstanbul ülkeyi yönetmeye devam edecek mi? Anadolu’nun İstanbul’dan yönetilmesi mümkün mü? Halifelik idareden ayrılacak mı?” gibi sorulara da değinmemiştir. Bu telgrafa Ankara’dan verilen cevapta ise; Rawlinson‘un ancak resmi yetkili olması durumunda kendisiyle görüşülebileceği cevabı verilmiştir.” [38] Bütün bu görüşmelerin ve beyan edilen düşüncelerin satır aralarından okunan mesaj, İngilizlerin bütün planının Hilafetin ve İstanbul yönetiminin tasfiyesi üzerine kurulduğu, yerine de “yörüngede bir Anadolu yönetimi”nin oluşturmaya çalışıldığıdır. Bu arada Mustafa Kemal, milletvekili atandığı ve Ankara’da toplanmasını istediği Meclis (Meclis-i Mebusan) İstanbul’da toplanınca (12 Ocak 1920) bu oturuma katılmaz. Mustafa Kemal‘in katılmadığı bu son Osmanlı Meclisi misakı milli (milli yemin) ilkelerini kabul eden meclistir (17 Şubat 1920). Bilindiği gibi Misak-ı Milli, bugünkü Türkiye toprakları dışında güneydoğuda, Trakya’da ve Kafkasya hattında daha geniş sınırları kapsıyordu. [39] - 5 Nisan 1920’de yeniden sadrazamlığa getirilen Damat Ferit Paşa, Anadolu’daki ulusal hareketi “isyan”; bu hareketi yönetenleri de “eşkiya” diye niteleyerek, “hilafet ordusu” adı altında toplanan muvazaalı birliklerini Mustafa Kemal’e bağlı kuvvetlerle savaşmak üzere Anadolu’ya gönderdi. Çerkes Ahmet Anzavur komutasındaki birlikler gösterdikleri kısmi başarıların ardından Çerkes Ethem birlikleri tarafından tamamen dağıtılmıştır. - 16 Mart 1920’de İstanbul’un işgali üzerine, işgal kuvvetlerinin baskısıyla Vahdettin Han 11 Nisan 1920′de meclisi mebusanı feshetmiş ve bundan sonra memleketi saltanatı boyunca kararnamelerle idare etmiştir.
OLAYLARIN PERDE ARKASI
“Kont Sforça, bu mütarekeden bahsederken (Mondros mütarekesi), İngilizlerin kara ordusuna karşı mutedil davrandığını söylüyor. Donanmanın hemen teslimi istendiği halde kara ordusunun ilgasından veya hemen terk-i silah etmesinden bahsedilmiyormuş. Bilakis sadece seferberliğin ilgası taleb olunurken, dahilde asayişin temini ve hududların muhafazası bunun için lazım gelen ordu miktarı terhisten istisna ediliyormuş!.. Kont Sforça bunda gizli bir maksad görüyor ve diyor ki: “İngiltere hükümeti, Osmanlı devletinin mirasçıları arasında şimdiden bir ihtilaf görüyor ve mutad olan ikiyüzlü siyasetiyle şunu istiyor: Eğer müttefiklerin talebleri İngilizleri sıkacak bir şekil alırsa, henüz mukavemet kabiliyeti olan Türkleri kendi menfaatleri için kullanabilir bir mevkiye koyabilsinler.” [40] “Bu durumdan anlaşılıyor ki, daha mütarekenin imzası günü, yani padişahın Anadolu’da bir kuvvet teşkilini hayalinden bile geçirmediği bir zamanda İngilizler (Kont Sforça’nın fikrine göre) bu kuvvetin teşkilini düşünmeye başlamışlar, hatta bunun için Mustafa Kemal Paşa’yı, Sultan Vahideddin’den evvel bulmuşlardır. Sultan Vahideddin ve Sadrazam Ferit Paşa, Mustafa Kemal Paşa’yı, “Memlekette büyük şöhreti vardır. İtimat edilecek namuslu bir adamdır” diye İngilizlere karşı müdafaa edip Anadoluya göndermeye çalışırken, Mustafa Kemal Paşa’da İstanbul’da İtilaf Kuvvetleri İleri gelenleri ile münasebette bulunuyor ve onlardan talimat alıyordu.” [41] Sanki gizli bir el Mustafa Kemal’i koruyor Anadoludaki mücadele gücünü kontrolü altına alması için çalışıyordu. Mesela, “Üçüncü Ordu Kumandanı Cevad Paşa tarafından tayin edilen miralay Selahaddin Bey’i Anadoluya bir İngiliz gemisi götürmüştü.” [42] Niçin? “Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a muvasalatı sırasında Sadrazam Ferit Paşa ve Erkanı Harbiye Reisi Cevad Paşa’ya yazarak Samsun müfettişliğine Hamid Bey isminde bir zatı tayin ettirmiştir. [43] Bu zatın daha sonra Dahiliye Nazırı ile arası bozulduğu için azline karar verildiği halde, İngilizler yerinde bırakılması için İstanbul hükümetine müracaat etmişlerdir” [44] Niçin? “25 Eylül 1919 tarihinde yani daha Kuvay-ı Milliye’nin herhangi bir mevcudiyeti görülmeden General Salliklad, Fuat Paşa nezdine, bir erkan-ı harb binbaşısı ile İngiliz kontrol zabitanından mürekkep bir heyeti Eskişehir’e gönderdi. Bu hey’et “İngilizlerin Ahval-i Dahiliye’ye ve Kuvay-ı Milliye’ye katiyen müdahale etmeyeceklerine “ dair söz verdi. [45]” [46] Niçin? 1919 yılı yazında Sultan Vahideddin Anadolu’daki isyanı bastırmak üzere güvenilir kuvvetlerinden iki fırka teşkil edip Anadoluya sevk edileceğini söyleyince, İtilaf Devletleri mümessilleri buna asla müsaade etmediler. “ Bu mütareke şartlarına aykırıdır, terhis yerine yeniden silahlanma mı yapacağız? [47] dediler. Niçin? “Yine aynı tarihlerde İngilizler Merzifon’da bulunan İngiliz kuvvetlerinin geriye alınması halinde, “Kuvay-ı Milliye’nin memnun olup olmayacağını” sordular. Kuvay-ı Milliyece”Pek memnun oluruz” cevabı verildi. Onlar da hemen Merzifon’daki kuvvetlerini ağırlıkları ile birlikte evvela Samsun’a, oradan’da İstanbul’a çektiler. [48] Niçin? Dagobert Von Mikusch bu hususa dikkat çekerek, “Hakikaten şayan-ı hayret bir şey” diyor ve ilave ediyor: “Galipler General’e (Yani Mustafa Kemal’e) hazırlıklarını yapması için lazım gelen bütün rahatı ve kafi vakti verdiler ki, bunun neticesi kendi sulh muahedelerinin bozulmasını mucip olacaktı.” İngiliz siyasetinin zahir görünüşüne zıt düşen ve örnekleri çoğaltılabilecek bu hadiseler, niçin ve nasıl oluyor da bu tarzda cereyan ediyordu? Dagobert Von Mikush’a bakarsanız: “Mustafa Kemal’in İngilizlerle gizli bir anlaşma yapmakta olduğunu ve bu anlaşmanın daima da gizli kalacağını” [49] kabul etmek gerektir. Anlaşılmaktadır ki, Mustafa Kemal Paşa, harici görünüşe rağmen “İngiliz siyasetine uygun bir harekat tarzı” takip etmiştir.”[50] Niçin? “Erzurum ve Sivas Kongreleriyle Büyük Millet Meclisi’nin ilk zamanlarında “Makam-ı Hilafet” ve hatta Sultan Vahideddin’in şahsına hududsuz bir surette bağlı gözüken M. Kemal Paşa, kendini sağlama aldıktan sonra artık meydan okumaya başlamıştır. Bu devredeki beyanlarının hakim manası şudur: “Halife ve O’na bağlı olanlar düşmanlarla beraberdirler, binaanaleyh haindirler.” İngilizlerin bu ifadeye mukabeleleri de “Halife bizimle, hatta Yunanla beraberdir!” tarzında oluyordu, ki bu da mefhum-i muhalif yoluyla aynı kapıya çıkıyordu. Gerçekten İngilizler Padişah’ı hain gösterebilmek için bir takım hareketlere icbar ediyorlardı. Halifenin İngiltereye karşı güya bir muvazaa silahı olarak başvurduğu “Kuvay-ı İnzibatiye” [51] ve mahud “fetva”lar [52] gibi.” “Dikkat edilirse İstanbul’daki silah depolarının kapılarına Hindli Müslümanları koyarak “din kardeşliği” saikasıyla Kuvay-ı Milliyeciler’in bu depolardan, Anadolu harekatını muvaffak kılacak silahları kaçırmalarına göz yummak da İngiliz siyasetinin bir gafleti değil, mahirane bir surette ortaya çıkarılmış bir siyasi taktiği idi. O kadar ki, İngilizler Kuvay-ı milliye ile ilk temas hattı olan Eskişehir havalisindeki kuvvetlerini de bu Hind Müslümanlarından seçmiş bulunuyorlardı!. Diğer taraftan, Mustafa Kemal Paşa da İstanbul Hükümeti, Hilafet ve Saltanat Makamı ile Anadolu’nun arasını açmak için hudutsuz bir gayret sarfetmişti. Çünkü bu devleti ele geçirmeyi çoktan kafasına koymuştu” [53-54]
Dünya’da masonluk, Yahudiler, İngiltere ve ABD’nin çıkarlarını korumak ve geliştirmek için kullanılmaktadır. 19. yy ortalarından sonra Osmanlı ülkesinde de ciddi şekilde örgütlendiler. Kısa sürede Osmanlı Hükümetinde söz sahibi olanların büyük çoğunluğu Masonluğa geçti. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde de yönetim hep masonların elinde oldu. Türkiye’de katı laiklik ve ateizmden kaynaklanan “Atatürkçülük” söylemlerinin arkasında da hep bu mason çevreler vardır.
BİR MASON DAYATMASI SEVR ANLAŞMASI
İtilâf Devletleri 18 Nisan 1920′de San Remo Konferansı’nda Osmanlı Devleti’ne uygulanacak barış şartlarını hazırladı. 22 Nisan’da Osmanlı Hükümetini Paris’te toplanacak barış konferansına davet ettiler. Padişah, eski sadrazam Ahmet Tevfik Paşa‘nın başkanlığında bir heyeti Paris’e gönderdi. [55] Bu durum karşısında Mustafa Kemal, ertesi gün 23 Nisan 1920′de Ankara’da ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni toplayıp, meclisin seçtiği 11 kişilik icra vekilleri heyetinin başkanlığına geçti (24 Nisan 1920). [56] 30 Nisan günü taraf devletlerin dışişleri bakanlıklarına gönderilen bir yazıyla İstanbul’dan ayrı bir hükümetin kurulduğu bildirildi. [57] “Paris’te barış şartlarını öğrenen Ahmet Tevfik Paşa, İstanbul’a gönderdiği telgrafta barış şartlarının “devlet mefhumu ile kabil-i telif olmadığını” (devlet kavramı ile bağdaşmadığını) bildirerek görüşmelerden çekildi. Bunun üzerine 21 Haziran’da (1920) İtilaf Devletleri Türk Milletinin direnişini kırmak için, İzmir’de bulunan Yunan kuvvetlerini Anadolu içlerine sürmeye karar verdiler. Balıkesir, Bursa, Uşak ve Trakya kısa sürede Yunan ordusu tarafından işgal edildi.” [58] Bu ilerleyişten ürken İstanbul hükümeti 22 Haziran’da İstanbul’da toplandı ve Paris’e Sadrazam Damat Ferit Paşa başkanlığında ikinci bir heyet göndermeye karar verdi. Eski maarif nazırı (milli eğitim bakanı) Hadi Paşa, eski Şura-yı Devlet (Danıştay) reisi Rıza Tevfik Bey (Mason) ve Bern Sefiri Reşat Halis Bey‘den oluşan bu heyet, 10 Ağustos 1920′de Sevr Antlaşması’nı imzaladı. [59] Ankara’daki Büyük Millet Meclisi antlaşmayı sert bir bildiri ile kınadı. [60] “ABD, Osmanlı’nın parçalanmasını ve paylaşılmasını esas alan Sevr anlaşması üzerinde Anadolu’nun doğusu, kuzey Irak ve Kafkasya’nın önemli bir kısmını “kontrol bölgesi” olarak gösteren haritayı hazırladı. Sevr bir mason dayatmasıdır ve Osmanlı’nın önemli petrol kaynaklarını elde etmek istiyordu. ABD’nin mason Başkanı Woodrov Wilson’un da onay verdiği harita üzerindeki kartal görünüşlü devlet mührünün aynı zamanda “masonluğun”da simgesi” [61] olduğu gözlerden kaçırılmamalıdır. Ayrıca Sevr’i imzalattıran Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın da hem İngiliz Muhipler Cemiyeti üyesi, hem de bir mason [62] olduğu da unutulmamalıdır. “Sevr’in yürürlüğe girmesi için önce Meclis-i Mebusan’ın antlaşmayı görüşüp kabul etmesi, sonra da imzalamak üzere Vahdettin‘e göndermesi gerekiyordu. Fakat antlaşma imzalandığı tarihte Meclis-i Mebusan kapalı olduğundan antlaşma mecliste görüşülemedi ve padişahın önüne de hiç gelmedi. Dolayısıyla antlaşma hiçbir zaman yürürlüğe girmedi. Saltanat Şurası’nda yaşananlar ise günümüzde hala tartışılmaktadır. Nutuk’ta bu toplantıda Vahdettin’le ilgili “Sevr muahedesini bizzat ayağa kalkmak suretiyle kabul etmiştir.” denmektedir. Saray Başmabeyncisi Lütfi Simavi‘ye göre ise Vahdettin açılış nutkunu okuduktan sonra başkanlığı Damat Ferit Paşa’ya bırakarak salonda durmamış, çıkıp gitmiştir. Son Sadrazam Tevfik Paşa’nın oğlu İsmail Hakkı Okday‘ın anlatımı ise şöyledir: “Nihayet Sevr’i kabul edenler ayağa kalksın denildi. Damat Ferid Paşa bu sırada Padişah’a salonu terk etmesi için işaret verdi. Vahdettin dışarı çıktı, yandaki odaya geçti. Padişah ayağa kalkınca da salondakiler Hünkâra bir saygı eseri olarak ayağa kalktılar. Kendisini bu suretle selamladılar. Öyle ki, bu ayağa kalkışın Sevr’in kabulü anlamına mı geldiği, yoksa Padişah’a hürmeten kıyam mı edilmiş olduğu açık olarak belirmedi. Hatta Ayandan Topçu Feriki Rıza Paşa, ‘Biz Padişaha hürmeten ayağa kalktık, Sevr’i kabul ettiğimizden değil’ diye haykırarak Damat Ferid’in oyununu açıkça protesto dahi etti.” [63]
ANADOLU AYAKLANMASI. ETHEM BEY VE İNÖNÜ
1918-1920 tarihleri arasında iki yılı aşkın bir süre ile Anadolu’da tek önemli vurucu güç Ethem Bey’in Kuvva-yı Seyyare’si idi. Ethem Bey, Ankara’da Kolordu Komutanı olan Ali Fuat Paşa ile istişare ederek İngiliz ve Yunan birliklerinin ilerlemesine karşı koyuyordu. Düzenli ordunun olmadığı dönemlerde TBMM’ye karşı girişilen ayaklanmaları (Anzavur, Düzce, Yozgat) hep o bastırdı. Gözde bir gerillacı ve halk kahramanı idi. Mart 1920’de 9-10 saat süren bir yoğun çatışma sürecinin ardından Anzavur Ahmet‘in kuvvetlerini büyük bir bozguna uğrattıktan sonra Genel Kurmay Başkanı İsmet İnönü ile Ethem bey arasında geçen şu telgraf konuşması Ethem Bey’in ehemmiyetini ortaya koymaktadır.
“İnönü: Merhaba Ethem Bey! Nasılsınız, iyisiniz inşallah. Gazanız mübarek olsun.
Ethem: Merhaba Efendim. Teşekkür ederim. Ben iyiyim. Siz nasılsınız?
İnönü: Genel durumumuz iyi değil. Mustafa Kemal Paşa ve Reşit Bey yanımdalar. Makine başındayız. Size genel durumu izah ederken bazı acı haberler de vereceğim.
Ethem: Söyleyiniz efendim. Acı da olsa gerçeği bilmek daha iyidir.
İsmet Bey: Sizinle şu görüşmeyi temin edebilmek için çok zorluğa uğradık. Bazı yerlerde şimendifer tellerinden yararlandık. Birçok yerde itibarımız yoktur. Merkezde ise kuvvetimiz kalmadı. Bulunduğunuz yerde ikinci derecedeki işleri tümen komutanı Kâzım Bey‘e bırakarak, Geyve Boğazı’nda Ali Fuat Paşa‘nın yardımına koşmanızı rica ederiz.
Ethem: Yarın Geyve’ye hareket edeceğim. ” [64] Ethem, dediği gibi yapar. Geyve’ye ulaşır ulaşmaz hemen bir taarruz planı yapar. Çerkez Ethem‘in kuvvetleri ile İstanbul hükümetinin gücü olan Kuvva-yı İnzibatiye Kuvvetleri arasında, Geyve Boğazı’nın gerisinde şiddetli bir çatışma yaşanır. Kuvay-i Seyyare büyük bir başarı kazanır. [65] Bütün isyanlardaki tablo budur. Çaresiz ve aciz Ankara imdat ister; Ethem bey yetişir ve tehlikeyi bertaraf ederek işleri yoluna koyar. “Ethem, isyanları büyük bir maharet ve sür’atle bastırırken başarısız bazı kumandanların kıskançlık ve rekabet hislerine hedef olmaktan da kurtulamaz. Birinci çatlak burada ortaya çıkar. Ethem Bey Yozgat isyanını (Aralık 1920) bastırdıktan sonraki araştırmalarında isyanların Ankara Valisi Yahya Galip’in kötu idaresinden doğduğunun anlaşıldığını, valinin derhal Yozgat’a gönderilerek mahallinde muhakemesini ister. Fakat Mustafa Kemal Paşa, daha sonra Nutuk’ta anlattığına göre, bunun hükümet üzerinde bir nüfuz denemesi ve selahiyetini aşmak gibi gördüğünden kabul etmez. Ethem’de ısrar etmez. Fakat burada çatlak derinleşir. Çünkü, bazı mebuslar Yozgat’ta Ethem‘in; Ankara’ya dönüşümde Mustafa Kemal‘i Meclis’in kapısında asacağım gibi sözler söylendiğini duymuşlardı. Bu da Nutuk’ta söz edilir. Bunun üzerine Ethem Bey, Yozgat’ta iken İsmet Paşa‘dan aldığı çok acele kayıtlı bir telgrafla Yunan Cephesi’ne çağrılır. Aniden Yunan taarruzu başlamıştır. “Ethem Bey, kısa zaman içinde Alaşehir Ovası’na kadar olan sahayı düşmandan temizler ve Mustafa Kemal Paşa‘dan bir tebrik telgrafı alır. Daha sonra Gediz’de münferit halde bulunan bir Yunan kuvvetine taarruz planı yapılır. Bunu o zaman Alanyund istasyonunda bir araya gelen (Ethem’de dahil) kumandanlar kararlaştırmıştır. Bu taarruzu nizami kuvvetlerle Ethem‘in kuvvetleri müştereken yapmıştır. Ethem Bey o dönemde yaptığı işlerde Ali Fuat Paşa ile istişarelerde bulunmaktadır.
Ancak çatlak bu taarruzla daha da derinleşir. Çünkü Erkan-ı Harbiye Reisi (İsmet Paşa) buna taraftar değildir ve Gediz muharebesinden sonra mühim bir münakaşa başlar. Çerkez Ethem ve arkadaşları nizamiye kıtalarının vazifelerini yapmadıklarını ve Kuvva-yı Seyyareye yardımda bulunmadıklarını; buna karşılık nizamiye kıt’a kumandanları da Kuvva-yı Seyyare’nin ciddi muharebeye girişmediğini iddia etmektedir. Bu münakaşa gittikçe büyür. İşte bugünlerde Ali Fuat Paşa Ankara’ya alınır.” [66] “Fuat Paşa, Çerkes Ethem ile yakınlığından dolayı ve Gebze yenilgisinden sorumlu tutulur ve cephe görevinden alınarak ve Moskova’ya büyükelçi olarak tayin edilir.” [67] “Ali Fuat Paşa‘dan boşalan Garp Cephesi ikiye ayrılarak Kuzey kısmına Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisliği uhdesinde kalmak üzere İsmet Bey (Paşa); Güney kısmına da Dahiliye Vekilliği uhdesinde kalmak üzere Refet Bey tayin olunur. Herşey Garp Cephesi’ne İsmet Paşa‘nın gelmesiyle başlar. Daha evvel cephede ihtilaf değil tam bir uyum ve intibak vardır. Ethem hatıratında şu kanaatini söyler: “Ben zannediyorum ki, Ali Fuat Paşa‘nın Garp Cephesi Kumandanlığı’ndan ayrılmasının hakiki sebebi, İsmet ve Refet beylerin benim için düşündüklerini tatbik etmeye Mustafa Kemal Paşa‘yı ikna etmeleri ve vaziyeti müsait bulmalarıdır.” [68] İsmet Bey ilk olarak Çerkez Ethem’in yetkilerini kısar. Ethem’in emrindeki kuvvetleri teftiş etmek ister. Ethem Bey, kendi kuvvetlerini teftiş ettirmez. Daha sonra cephe komutanını atlayarak doğrudan doğruya Meclis Başkanı ile haberleşmeye başlar. “Ethem Bey, her türlü ayrılık ve huzursuzluğun İsmet Paşa ile başladığı hususunda ısrar eder. Hatta kendisine (ÇERKEZ) lakabının takılmasının bile İsmet Paşa’dan sonra olduğunu söyler. Halbuki ırkçılık gayreti gütmediğini belirtir ve: “Hepimiz Osmanlı idik. Eğer milliyet ve ırk tefriki yapılmaya kalkışılsa idi yedi göbek seceresi karışmamış, vatanda kim kalırdı” der. Garp cephesindeki değişiklikten sonra, kumandanı olduğu “Kuvva-i Seyyare”yi çok ustaca bir programla tasfiye etme planının tatbikata konulduğunu gören Ethem Bey, kendisine ilk planda İsmet Paşa‘nın muhatap olacağını düşünerek görüşmek ister, Eskişehir’e gelir. O akşam ziyaretçi kabul etmeyeceğini bildiren İsmet Paşa‘nın makam odasına gider ve kapıyı vurmasıyla girmesi bir olur. Aniden Ethem‘i karşısında bulan İsmet Paşa’ya, “Samimiyetten eser kalmayan müşterek mesaimize son vermeye geldim. Niçin böyle yapılıyor, anlayamıyorum. Aleyhimize gizli-açık birçok tedbirlere başvuruluyor. Ricam şudur: Eğer kendinize ait olmasını istediğiniz, fakat açıkça ifade edemediğiniz hususlar varsa bunları işte karşı karşıyayız, cesaretle söyleyiniz.” der. İsmet Paşa Ethem‘i çok başarılı şekilde teskin eder: “Allah fesatcıların cezasını versin.” diyerek başlar: “Ethem Beyefendi, itimad ediniz ki ben sizin gibi arkadaşlarımın mevcudiyetine güvenerek Garp Cephesi Kumandanlığı’nı aldım. Ordu içinde menfi propaganda yapanları teker teker araştıracağım ve cezalandıracağım. Ben bu hizmeti beraberce yürüteceğimize samimiyetle inanıyorum. Sizin de aynı hisde olduğunuzu çok iyi biliyorum.” diye bitirir konuşmasını.” [69] Ethem’i o an idare eden İnönü, kendisini savuşturduktan sonra Ethem’in birliklerinin kesin olarak disiplin altına alınması yönündeki kararını icraya geçer emrindeki kuvvetleri Kuvva-yı Seyyare’nin üstüne sürer. [70] “Batı cephesinin harekete geçtiğini gören Ethem T.B.M.M. Reisliğine, Meclisi de aşağılayan ve Mustafa Kemal‘in Bilecik’ten dönerken Ankara’ya götürdüğü İstanbul Hükümetinin temsilcilerinin hemen serbest bırakılmasını isteyen bir telgraf çeker. Bunu üzerine Meclis de Kuvvay-i Seyyareye tavır alır.
Batı Cephesi komutanlığı Ethem ve Tevfik Beylerin vatana ihanet suçu işlediklerini öne sürerek teslim olmalarını ister. Düzenli ordu İsmet Bey ve Refet Bey‘ in (Bele) komutasında 1921 yılı ocak ayında Kuvayı Seyyare’nin tuttuğu Gediz-Kütahya üstüne yürür.” [71] “Kısa bir zaman sonra Ethem Bey ve kuvvetleri arkadan nizami kuvvetlerle, önden de Yunan ordusu ile sıkıştırılmaya başlanır. Ethem Bey kıskacın gittikçe daralmakta olduğunu görür. Bunun üzerine kardeş kanı dökmemek için emrindeki kuvvetleri, arkadan gelen İsmet Paşa‘nın gönderdigi nizami kuvvetlere teslim olmaları hususunda ikna eder. ‘Silahlarını, toplarını, malzemelerini teslim mevzuunda da Parti Pehlivanı vazifelendirir. Kendisi çaresizlik içinde kalır ve neticede görünen akibetten kurtulmak için mebus Reşit Bey‘in de kendilerine katılmasıyla iki kardeşiyle birlikte Uşak’ta Yunanlılarla görüşür ve kendisine bir koridor açılarak geçiş müsaadesi verilmesini ister. [72] Yunanlılar, sonradan riayet etmeyecekteri bir geçiş protokolünü imzalarlar. Ethem gibi bir kumandanın cepheyi terketmesi onlar için arayıp da bulamayacakları bir nimettir.” [73] İşin doğrusu, “ordunun seyyar birlikler etrafında örgütlenmesi, Kuvayı Seyyarelerin güçlendirilmesi Çerkes Ethem’e, ordunun muntazam birlikler halinde örgütlenmesi ise Mustafa Kemal’e ciddi bir siyasal güç sağlayacaktı. Böylece Mustafa Kemal ordudaki gücüne dayanarak Ankara üzerinde etkili olmaya çalışan/çalışacak tüm alternatif güç odaklarını bertaraf edebilecek yeni, potansiyel alternatif siyasal güçlerin ise ortaya çıkmasını engelleyebilecekti. İşte bu nedenle de gerek ordu, gerekse de Ankara üzerinde siyasal güç sahibi olmayı hedefleyen her iki önder de orduyu, Milli Mücadele içersinde kendi siyasal güçlerini maksimize edecek tarzda örgütlemeye çalışıyorlardı. Özetle, siyasal ve sosyolojik olarak olayı analiz ettiğimizde, Milli Mücadele’nin askeri ve siyasal örgütlenmesi konusunda fikir ayrılığında olan ve bu anlamda birbiriyle çatışan iki gücün olduğunu ve bu çekişme ve çatışmadan Mustafa Kemal’in galip çıktığını söylemek mümkündür.” [74] Görünen o ki, bu tarihe kadar savaş meydanlarında olmayan Ankara hükümeti, kendinde biraz güç görünce, kontrol edemeyeceği mücadele önderlerini tasfiyeye başlamıştır.
HİÇ OLMAMIŞ BİR SAVAŞ 1. İNÖNÜ SAVAŞI
Resmi tarihe göre, daha sonra İsmet İnönü, Çerkes Ethem‘in arkasında bırakıp gittiği kuvvetlerin de büyük yardım ve desteğiyle 1.İnönü savaşını kazanmış ve Yunanlılar geri çekilmek zorunda kalmıştır (10 Ocak 1921). Ancak “gerçek tarihte 1. İnönü Zaferi diye bir şey yoktur. Tamamen İsmet Paşa’nın Cumhurbaşkanı olmasından sonra uydurulmuş, hayali bir meydan muharabesidir. O tarihlerde Yunanlılar ile meydana gelen çatışmalar da, aslında başkalarının gayreti ile kazanılmıştır. Ali Fuat Paşa Moskova’ya gidip, Sivastapol’daki 5 milyon mavzer fişeğini alıp, kaçakçılar vasıtasıyla 24 saatte Sakarya Nehri ağzına taşıtmıştı. Eğer Ali Fuat Paşa bu cephaneyi yetiştirmeseydi, Yunanlar tüfeklerini omuzlarına asıp istedikleri yere gidebilirlerdi. Çünkü ordumuzun atacak mermisi yoktu!.. Mermiler oradan kağnılarla cepheye yetişmiş, 2 gün sonra 1. İnönü Savaşı diye bilinen çatışmalar başlamıştır!. Ama İnönü ovasında iki büyük ordunun kıyasıya döğüşmesi gibi bir şey olmamıştır. (9.1.1921)” [75] Olaylar şöyle gerçekleşmiştir: ” İsmet bey, Ethem Bey’i tepeleme konusunu kafasına öyle takmıştı ki, Bursa’daki Yunan kuvvetlerine karşı sadece bir piyade tümeni bırakarak, iki piyade tümeni ve bir süvari tugayını Kütahya yönünde toplamıştı… Yine Uşak’ta bulunan Yunan ordusunun karşısında da yalnız bir tabur bırakarak iki piyade tümeni ve yedi süvari alayını da Kütahya’ya çekmişti. Türk güçlerinin birbirine girmesi üzerine Yunan generali Meneta, Çerkez Ethem’in işini kolaylaştırmak üzere 4 günlük mütareke aktetti Bu suretle serbest kalan Ethem’in güçleri Gediz’e giren İsmet Paşa’nın askerlerine saldırdı. (8.1.1921) Yunan ordusu dinlenirken, İsmet Bey’in iki tümeni bozularak Kütahya’ya doğru çekilmeye başladı… Çerkez Ethem onları kovalarken Yunan uçakları da durumu fırsat bilerek İsmet’in ordusunu bombalamaya girişti… İsmet Bey ancak Alanyunt, Kütahya dolaylarında sırtını demiryoluna dayayarak ve taze kuvvetler alarak bir savunma hattı kurabildi… Ethem ise geceden yararlanarak 150 kişilik bir süvari birliğini İsmet Bey savunma hattının arkasına geçirmişti… Çatışma sürdükçe İsmet Bey’in birliklerinden Ethem Bey’in saflarına sığınanların sayısı arttı. Aynı gün öğleden sonra İsmet Bey’in askeri talihi parlamadan sönmek üzere iken, Refet Bey’in süvarileri yetişti. Çerkez Ethem’in sağından ve arkasından saldırdılar. Lâkin kurt bir savaşçı olan Ethem bunu düşünmüş, tedbirini almıştı… Refet Bey’in güçlerini püskürttü. Ancak bu sırada Ethem’in Yunan güçleri karşısında bıraktığı taburdan haber geldi… Uşak ve Bursa’daki Yunan birlikleri İnönü’ye doğru saldırıya geçmişlerdi. İsmet onların önünü açık bıraktığı için fırsatı değerlendirmek istiyorlardı!.. Çerkez Ethem bunun üzerine İsmet’le uğraşmayı bırakıp Gediz yönüne çekildi. İsmet bir kere daha paçayı kurtardı!.. Çekilen Ethem güçlerini savaşmadan takibe başladı. Bu arada Yunan birliklerinin İnönü’ye doğru yürüdükleri haberini aldı. Aklı başından gitti!.. Çünkü hemen bütün ordu Ethem’in peşinde ve Gediz civarında idi.Eğer Yunan ordusu hızlı bir yürüyüş temposu tutturursa, İnönü’ye varır, Eskişehir’i ele geçirebilirdi!.. Böylece Ankara yolu onlara açılmış olurdu! İsmet, bunun üzerine yine karar değiştirdi… Kestirmeden gidebilmek için yazın bile üstü karlarla örtülü Murat Dağı’nı dolaşarak İnönü’ye inmeye karar verdi… Türk askerleri toplarla, bütün ağırlıklarla 18 saatlik zorlu bir yürüyüşle menzile vardıklarında, düşmanın henüz gelmemiş olduğunu görerek sevindiler… İsmet’in düşman önünde bıraktığı 24. Tümen gibi küçük kuvvetlerin direnmesi ve yavaş yavaş gerilemesi, Yunan ordusunu engellemiş, Türk birliklerine zaman kazandırmıştı!. Türk ordusunda 8.500 er, 417 subay, 6.000 tüfek, 18 hafif, 48 ağır makinalı tüfek, 28 top vardı… Arkadan gelen bazı taburlarla asker sayısı biraz daha arttı. Yunan ordusunda ise 15.816 er, 427 subay, 12.000 tüfek, 270 hafif, 80 ağır makinalı tüfek ve 72 top vardı.
Yunanlar İnönü yönündeki ilk saldırıyla birlikte önemli bazı tepeleri ele geçirdiler… Albay İsmet Bey’in yürüyüşü engellemek için yaptığı saldırılar etkisiz kaldı. Durumu Ankara’ya bildirdi… Mustafa Kemal hemen müdahale ederek cepheyi belirli bölgelere ayırdı. Orta cepheyi zayıf bulduğu için bir alay daha gönderdi. Ne varki, İsmet’in tanzimiyle orta cephede zayıf kalmış birlikler, yoğun sisten düşman askerlerinin kendileriyle kanatlar arasına sızdığını farkedemediler ve birden Türk ordusunun sağ ve sol kanadı arasındaki bağlantı koptu!… Durum ancak sis kalkınca fark edildi… Bunun üzerine İsmet Bey ÇEKİLME emri verdi!.. Yunan kuvvetleri bizim askerlerin İnönü ovasında bıraktığı siperlere girdiler, ancak yeni savunma hattına saldıramadılar… Onlar da yıpranmıştı!.. 8 Ocak’ta çatışmadan çekinen İsmet, 11 Ocak 1921′de RİCAT (geri çekilme) emri vermeye hazırlanıyordu ki, güneş doğduğunda Yunan birliklerinin çekilmekte olduğunu gördüler!.. Düşman daha fazla savaşmaktan vazgeçerek, ölülerini, bir kısım silah ve malzemeyi harp sahasında bırakarak batıya doğru harekete geçmişti!. Bu bakımdan eğer bir “zafer” varsa, bu zafer İsmet Bey’e değil; cephane yetiştiren Ali Fuat Paşa’ya, Karadeniz takalı denizcilere, kağnılı köylülere, o soğukta çıplak ayak düşmana direnen 24. tümene ve isimsiz askerlere, ve yetişip İsmet’i Çerkez Ethem’in elinden kurtaran Refet Bey’e mal edilmelidir.” [76] “23 Ocak 1921`de Çerkez Ethem kuvvetleri İzzettin Paşa (Çalışlar) komutasındaki güçler karşısında kesin yenilgiye uğradı ve dağıldı. Ethem bir süre Sındırgı Bölgesi`nde dolaştı. Ordu birliklerinin kendisini yakalamak için baskıları artınca yukarıda belirttiğimiz şekilde kendi adamlarını serbest bıraktı ve bir geçiş koridoru isteyerek Yunanlılara teslim oldu. Çerkez Ethem bu hareketiyle ilgili olarak şu yorumu yaptı: `Beni ihanetle itham edenlere soruyorum: Ben ne zaman, hangi tarihte ve mevzide esasen müdafaa ettiğim cepheden bir adım dönmüşümdür, bir tek kardeş kanı dökmüşümdür?`” [77] Ethem Bey Niçin Tasfiye Edildi?
Çerkez Ethem gibi değerli bir insanla ordusu, Yunan savaşının en kritik günlerinde silahla bertaraf edilmese, kendisi Yunan kollarına itilmese, olmaz mıydı?. Başka bir çare yok muydu? Hele İsmet’in, Ethem kuvvetleri Yunan ordusu ile savaşırken onlara arkadan saldırması ve topa tutmasını nasıl yorumlamak lazım? Ethem Bey’in tasfiyesinde rol alan aktörlerin hepsinin, yani Mustafa Kemal, İsmet İnönü, Refet Bele ve Ali Fuat Cebesoy’un mason olmalarını nasıl yorumlamalıyız? Masonik hegomonya, iktidarı ele geçirip ülkede kendi sistemini inşa ederken, ayaklarına dolaşma ihtimali bulunan kontrol dışı güçleri de tasfiye mi ediyordu?
BİR BELEŞ ZAFER DAHA 2. İNÖNÜ SAVAŞI
“Bu arada Yunanistan’da seçimler oldu. Kralı sürmüş olan Venizelos’un partisi yenildi, Kral ülkesine geri döndü. İngilizler’in desteğini alan Yunan ordusu bir daha taarruza geçti. Böylece 2. İnönü savaşı başladı (23.3.1921). Güçlendirilmiş Yunan ordusunda 41.1150 tüfek, 750 ağır, 3134 hafif makinalı tüfek, 220 top ve 2.000 kılıç vardı. Türk Ordusu’nda ise 30.108 tüfek, 235 ağır, 55 hafif makinalı tüfek, 102 top ve 4.000 kılıç vardı. Savaş 7-8 gün sürdü. Türk ordusu sürekli savunmada kaldı, elindekini korumaya çalıştı. Karşı saldırılar ancak düşman ilerlemesini durdurmak amacıyla yapılıyordu. İki tarafta iyice yıpranmıştı. İsmet Bey Yunan ordusundaki durgunluğu bir genel saldırı hazırlığı diye yorumlayarak “TAM RİCAT” emri verdi ve bu kararını 31 Mart’ta Ankara’ya telgrafla bildirdi!. Telgrafı yemek yerken alan Mustafa Kemal, “Okumaya gerek yok, savaşı yitirmişiz!” dedi. Oysa aynı anda Yunan ordusu da savaştan bıkmış, yenemiyeceğini zannederek geri çekilmeye başlamıştı!.. O sırada cephede, ön saflarda olan bir subay, Yunanlıların çekildiğini görüp, İsmet Paşa’ya haber göndermiş, “Aman geri çekilme emrini geri alınız!. Birlikleri ileri sürün, çünkü Yunan çekiliyor!” dedi. İsmet gene tereddüt etti.. Ama sonunda buna uydu ve böylece “zafer” kazanılmış oldu!.. İsmet Bey 1 Nisan günü çektiği telgrafta şöyle der: “Saat 6.30′da Metristepe’den gördüğüm durum: Artçı olduğu sanılan bir düşman müfrezesi sağ kanat grubunun saldırısıyla gayrımuntazam çekiliyor. Düşman savaş meydanını silahlarımıza bırakıyor.” Sanki silahlarıyla bir şey yapmış gibi!.. Görüldüğü gibi, 2. İnönü Zaferi de haksız yere İsmet’e mal edilir. Refet Paşa’ya göre, İnönü zaferinin gerçek kahramanı cephedeki haberi getiren o subay, yani Miralay Fethi Bey’dir.“ [78]
İNÖNÜ’NÜN ALTINTAŞ BOZGUNU
“2. İnönü Muharebesinden sonra Garp Cephesi kuvvetleri 15 piyade ve 4 süvari tümeni gibi muazzam bir kuvvete yükseltilmişti. İsmet “paşa” olmuş, ancak yüklendiği bu büyük vazifenin önünde şaşırmış ve aldığı yanlış savunma tedbirleriyle ordusunu, tekrar toparlanan düşman ordusu karşısında adeta baştan muvaffakiyetsizliğe mahkum etmişti!.. Nitekim Yunan Kralı’nın İzmir’i ziyareti ve verdiği destekle 80.000 kişiye ulaşan Yunan ordusu Bursa’ya girdi. Hemen ardından Eskişehir-Afyon cephesinde, Altıntaş’da ağır bir yenilgi aldık!.. Bu mağlubiyet İsmet’in saplantısındandır!.. Yunan’ın tekrar İnönü’den saldıracağı hesabına göre askeri düzen aldı, siper kazdırıp tahkimat yaptı. Halbuki bu savaştan 2 ay önce Temps gazetesinde General Delarcl adında bir Fransız çok açık şekilde, “Yunanlılar büyük bir hücum yapacaklar!.. Böyle büyük bir hücum için silah, cephane ve erzak gereklidir. Bunun için muhakkak hücumu Afyon’dan yapacaklardır. Çünkü İzmir’den oraya tren var.” diye yazmıştı. İsmet Paşa, Afyon yönünden taarruz başlamasına rağmen bunu aldatmaca sandı. Güneyi boş bıraktı. Solda Deli Halit Paşa, onun sağında Albay Nazım’ın kuvvetleri vardı, hepsi kırıldı. Ancak 5 gün dayanabildiler. İsmet yine de takviye güç göndermedi. Halbuki Fevzi Çakmak, Mustafa Kemal’e ve İsmet’e “saldırının Afyon üzerinden olacağını” söylemişti. Albay Nazım şehit düştü. Nazım’ın sağında Çolak Kemal’in kuvvetleri de kırıldı. İsmet kendisi zor kaçtı!.. Neden sonra İsmet uyandı, ama gene bir hata yapıp birlikleri mağlubiyetin üzerine gönderdi, sanki onlar da yenilsin diye!. Halbuki saldıran Yunan’ın soluna yüklenmesi gerekirdi. Gerçekte Altıntaş muharabesinde 13 fırkamız hiç çarpışmamış, oradan oraya koşturup durmuştur!..“ [79]
“10 Temmuz 1921′de Yunanlılar bir genel saldırıya geçince, Mustafa Kemal Garp Cephesi karargâhına giderek, İsmet Paşa‘ya, orduyu Sakarya’nın doğusuna geçirme buyruğu verdi.” [80] “Ordunun büyük kayıplar ile Sakarya gerisine çekilmesi, Ankara’da gizlenmesi mümkün olmayan bir sarsıntı yaratmıştı!. 23.7.1921 – 5.8.1921 tarihleri arasında Meclis’te gizli celseler, uzun toplantılar yapılmıştı. Bu Mağlubiyet üzerine, Yunan kuvvetleri Polatlı’ya yaklaştığı için aileler Kayseri’ye gönderildi. Ancak erkeklerden Milli Eğitim Bakanı mason Hamdullah Suphi Tanrıöver ile mason Yunus Nadi dışında kaçan olmadı. Olsaydı, bütün Millet paniğe düşerdi!.. Çünkü 125.000 kişilik ordu dağılmış, geriye 25.000 kişi kalmıştı!.. Yunan ordusu 5 fırka ile zafer kazanmıştır. Eğer İsmet saldırıda ısrar etseydi, o ordu da yenilir, elimizde hiç kuvvet kalmazdı!.. Bereket bundan çabuk vazgeçip “topyekün çekilme” emri verilmiştir!.. (25.7.1921) Bu savaşta askerlerimiz öyle bir kaçtılar ki, köprüleri demiryolunu bile imha edemediler. Oralardaki sığır ve koyun sürülerini sürüp getiremediler. Bu yüzden Sakarya Savaşı’nda Yunan hem kolay asker sevk etti, hem de beslendi. Bu sürüler olmasa Sakarya’da 20 gün duramazlardı. Oysa Yunanlar Sakarya’dan kaçarken, tren hattını hallaç pamuğu gibi atmışlardı da, aylarca tamir edememiştik. İsmet’in bu savaştaki hatası Divan-ı Harp’lik, hatta idamlıktır!. Üstelik Sakarya’ya varınca, “gösterilen mevzide durmadılar” diye iki teğmeni idam etmiştir. Halbuki bütün ordu, bütün komutanlar kaçmıştı. Sabahattin Selek bu hezimetin sonuçlarını şöyle anlatır: “1921 Temmuz ayında Türk ordusu Kütahya-Eskişehir muharebelerini kaybederek Sakarya gerisine çekilmiştir. Yunan birlikleri Polatlı’ya kadar gelmişti.” İsmet’in bu mağlubiyeti üzerine hakkında bir araştırma komisyonu kurulmuş, ancak o “Mustafa Kemal’in emirlerini uyguladığını” söyleyerek kurtulmuştur!.. Ayrıca Meclis’te İsmet’i Divan-ı Harb’e sevketmek istiyenler olmuş, Mustafa Kemal İsmet’i korumak için kendini siper etmiştir. Nutuk’ta da bu mağlubiyeti geçiştirmiştir. Inkilab Tarihi kitaplarında falan “stratejik geri çekilme” diye yutturulmak istenir.
Kütahya-Eskişehir yenilgisi, kaybedilen topraklar ve şehirler, tehlikenin Ankara yakınlarına gelmesi Meclis’te sorumlu aranmasına yol açmıştı. Tenkitler Mustafa Kemal Paşa üzerinde yoğunlaşıyordu. 5 Ağustos’da Başkumandanlık Kanunu çıkartıldı” [81] ve Mustafa Kemal olağanüstü yetkilerle, Büyük Millet Meclisi Orduları Başkomutanlığı’na getirildi. [82] Sakarya Meydan Muharebesi öncesi ordunun ihtiyacını karşılamak ve Sakarya Savaşı’na hazırlanmak için “M. Kemal Başkomutanlık Kanunu’nun kendisine tanıdığı yasa yapma yetkisini kullanarak 7-8 Ağustos 1921′de, halkı maddi ve manevi bütün kaynaklarıyla Milli Mücadele’ye katılmaya çağıran “Tekalif-i Milliye Emirleri”(Milli Yükümlülük Emirleri)ni yayınladı. Toplamı on maddedir. Buna göre:
-Her ilçede bir tane Tekalif-i Milliye Komisyonu kurulacak.
-Halk, elindeki silah ve cephaneyi 3 gün içinde orduya teslim edecek.
-Her aile bir askeri giydirecek.
-Yiyecek ve giyecek maddelerinin %40′ına el konacak ve bunların karşılığı daha sonra geri ödenecek.
-Ticaret adamlarının elindeki her türlü giyim eşyasının %40′ına el konacak ve bunların karşılığı daha sonra geri ödenecek.
-Her türlü makineli aracın %40′ına el konacak.
-Halkın elindeki binek hayvanlarının ve taşıt araçlarının %20′sine el konacak.
-Sahipsiz bütün mallara el konacak.
-Tüm demirci, dökümcü, nalbant, terzi ve marangoz gibi iş sahipleri ordunun emrinde çalışacak.
-Halkın elindeki araçlar aylık 100 km. askeri ulaşım yapacaklar.” [83] Mustafa Kemal, meşhur İstiklal Mahkemelerinin 2. Dönem faaliyetlerine Tekalif-i Milliye vergi kanunlarının uygulanması için başladığını Nutuk’ta şu sözlerle belirtmektedir: “Efendiler, emirlerimin ve bildirdiklerimin yerine getirilmesi için kurduğum İstiklal Mahkemeleri’ni Kastamonu, Samsun, Konya, Eskişehir, bölgelerine gönderdim.” [84] İstiklal Mahkemeleri görev süresince bütün ülkede devlet terörü estirmiş, sudan sebeplerle yüzlerce insanın hayatına son verilirken, Mustafa Kemal’e en küçük muhalefet gösteren kadrolar bu mahkemeler kanalıyla tasfiye edilmiştir. “İstiklâl Mahkemelerinin ilk üç yıllık süresi içinde (1920-1923) yargıladıkları insan sayısı 60.000’i buldu. Bunlardan 3000’i îdam, 2000’i kalebentlik ve kürek cezâlarına çarptırılmış, 10.000 kadarı berâat etmiş, diğerleri de para ve hapis cezâlarına çarptırılmışlardır. İstiklâl Mahkemeler çalışmalarının bu ilk devresine âit dosyaların âkıbeti meçhuldür. Bu devrede kurulan yirmi üç İstiklâl Mahkemesinden hangilerinin dosyaları mevcut, hangilerinin ki kayıp bilinememektedir.
Ancak İstiklâl Mahkemeleri hakkında o devirde görev yapmış olanların yayınladıkları hâtıratlardan bilgi sâhibi olunabilmektedir. Bunlardan İbrâhim Arvas’ın hâtıratına göre: “Elazığ’da çeşitli suçlarla mahkemeye sevk edilenler îdam cezâsına çarptırılıyor ve sonra da 500 altın getirmesi karşılığında serbest bırakılıyordu. Bu sûretle Şark İstiklâl Mahkemesi Reisliğinden Ankara’ya dönen Ali Saib Bey’in yanında 60.000 altını olmuştu.(…) İstiklâl Mahkemelerince verilen îdâm cezâları Kolordu komutanlıklarınca tasdik edilerek infaz edilmiştir. Halbuki bu tasdik yetkisi 1924 Anayasasının 26. maddesine göre açıkça TBMM’ye âit bir yetkidir. Netice îtibâriyle bu mahkemeler gerek kuruluş, gerekse çalışma düzenleri îtibâriyle Anayasaya açıkça aykırıydılar. Mecliste bir çok hukukçu bulunduğu halde mahkeme üyeliğine özellikle hukukçu olmayan kimselerin seçilmiş olması izâhı mümkün olmayan bir durumdur.” [85] Sonraki bölümlerde bu konuya tekrar temas edeceğiz.
SAKARYA SAVAŞI
İsmet Paşa uğradığı mağlubiyetle sebep olduğu karışıklıklara rağmen, kendisine Sakarya Savaşı’nda görev verilmiştir. “Mustafa Kemal Yunan ordusunun 23 Ağustos 1921′de yeniden başlattığı genel saldırıya karşı, aralıksız 22 gün 22 gece süren çetin Sakarya Meydan Savaşında cepheyi bizzat yönetip, Sakarya’nın doğusundaki bütün Yunan birliklerinin geri çekilmesini sağladı.” [86] “Yirmi küsur gün süren Sakarya Savaşı’nda, Müşir (Mareşal) Fevzi (Çakmak) Paşa askerleri gayrete getirmek için siperlerde sürekli olarak yüksek sesle Fetih sûresini okumuştur.”[87] Mustafa Kemal 19 Eylül 1921′de Büyük Millet Meclisi tarafından müşirliğe (mareşal) yükseltildi ve “gazi” unvanı verildi. [88] Sakarya Meydan Savaşı’ndan sonra Eskişehir-Kütahya-Afyon’un doğusundan geçen bir hatta güçlü biçimde mevzilenen Yunan ordusunu kesin yenilgiye uğratmayı tasarlayan Mustafa Kemal 26 Ağustos 1922 sabahı “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir ileri!” komutuyla Büyük Taarruz’u başlattı ve ilk Türk birliklerinin 9 Eylül’de İzmir’e girmeleriyle, üç buçuk yıldır işgal altındaki Anadolu toprağı düşmandan temizlenmiş oldu. [89] “Ne Sakarya Savaşı’nda, ne de Büyük Taarruz’da en ufak bir rolü olmayan İsmet, Zafer’den sonra Mudanya Mütarekesi’ni yapmakla görevlendirildi. Orada kendisine İngilizler tarafından “Edirne ile birlikte Karaağaç’ı da alacağımız” söylenmiş, ancak gaflet gösterip bunu yazdırmadığı için, daha sonra Lozan’da bir belge ibraz edememiştir!..” [90] Milli mücadele 11 Ekim 1922′de imzalanan Mudanya Mütarekesi ile sona erdi.
MALTA SÜRGÜNLERİ
Bu bölümü bitirmeden önce Milli Mücadelenin kadrolarını oluşturan Malta sürgünlerinden de birkaç satırla bahsetmemiz gerekir. “Malta sürgünleri, İstanbul’un işgali sonrasında, 1919-1920 yıllarında işgal kuvvetlerince tutuklanarak bir İngiliz sömürgesi olan Malta’ya sürülen (veya gıyabında tutuklama kararı çıkarılarak sürgüne gönderilecekleri bildirilen) 145 Türk devlet adamı, asker, idareci ve aydın için kullanılan terimdir. Tutuklama ve sürgünler, Mart 1919′da, Irak cephesinden çekilişi yürütmüş Ali İhsan Sabis Paşa ile başlamış ve Ekim 1920′ye kadar sürmüştür.” [91] Misak-ı Milli’nin kabulü üzerine 16 Mart 1920′de İstanbul Müttefiklerce resmen işgal edilmiştir. İngiliz işgal kuvvetleri meclisi basar ve kısmi tutuklamalarla birlikte meclisin kapatılmasını sağlar ve bazı milletvekilleri tutuklanarak Malta Adası’na sürülür (18 Mart 1920). Bu son tutuklamalarla birlikte tamamı İttihat ve Terakki mensubu ve hemen hemen tamamı mason olan ve Cumhuriyet döneminin kadrolarını teşkil edecek pek çok isim Malta’da toplanmıştır. Hüseyin Rauf Orbay, Ali İhsan Sabis , Ali Fethi Okyar , Mehmet Arif Bey(Ayıcı), Mithat Şükrü Bleda , Faik Kaltakkıran, Mersinli Mehmet Cemal Paşa, İsmail Canpolat , Şükrü Kaya , Kara Kemal Hasan Tahsin Uzer, Org. İsmail Cevat Çobanlı, Kara Vasıf (Vasıf Karakol), Ali Çetinkaya, Ali Sait Akbaytogan, Celal Nuri İleri, Aka Gündüz, Süleyman Nazif, Mustafa Abdülhalik Renda, Ali Cenani, Yakup Şevki Subaşı, İlyas Sami Muş, Eşref Sencer Kuşçubaşı, Kazım Fikri Özalp, Mürsel Bakü, Yunus Nadi Abalıoğlu, Hüseyin Cahit Yalçın, Mehmet Ziya Gökalp bu isimlerden bazılarıdır. Bu son “tutuklamalar üzerine, İtilaf Komiseri ve İngiliz gizli servis görevlisi Ravvlinson da rehin olarak Erzurum’da tutuklanmıştır. (…) Bu gelişmelerden sonra Türk-İngiliz ilişkileri Malta’daki Türklerle Anadolu’daki İngilizlerin mübadelesi konusunda yoğunlaşmıştır. Ravvlinson da kendisinin serbest bırakılması konusunda Karabekir‘e mektuplar yazmış ve bu gerçekleşirse barış için Türk çıkarlarını koruyacak kişinin de kendisi olacağını beyan etmiştir. Durumu Heyet-i Temsiliye’ye bildiren Karabekir, Erzurum İngiliz temsilcisinin, sürekli kendisine “beni bırakın arabuluculuk edeyim” şeklinde mektuplar yazdığını, 31 Mart tarihli olanın İstanbul İngiliz Karargahına da yazıldığını ve bunun üzerine, Ravvlinson‘un arabuluculuk yapmasının kabul edildiğini bildirmiştir.
Kazım Karabekir durumu Ankara’ya bildirmiş ve Ravvlinson‘un isteklerinden Mustafa Kemal‘i haberdar etmişti. Karabekir mektup trafiğini 18 Temmuz 1920′de de TBMM’de mübadele ile ilgili ilk tartışma yapılmış, Mecliste Ravvlinson‘un arabuluculuk görevini üstlenmeye hazır olduğunu bildiren mektup okunmuştu. (Bkz. TBMM Zabıt Cerideleri II, s.335).” [92] “İngiltere’nin Malta’daki Türkleri bırakma işi de hemen anlaşmadan sonra gerçekleşmemiş, İngilizler Yunan saldırısının sonucunu beklemişlerdir. “II. İnönü zaferinden” sonra Türk-Yunan savaşında göstermelik bir tarafsızlık ilan ederler. Böylece Türklere bazı ödünler verilmesinin benimsediği havasını yayar. Londra’da yapılan anlaşma şartlarını yerine getirme konusunda ayak sürüyen İngilizler, Yunan saldırısı başarısız olunca Ankara ile yakınlaşmaya çalışır. 41 kişilik bir sürgün grubu Malta’dan 30 Mayıs 1921 günü serbest bırakılır. Bunların dördü daha önce çeşitli yollardan kurtulduğu için bu grupta 37 kişi vardır. Bunlar İngilizlerce ılımlı görülenlerdir. 29 Eylül’de Rumbold ile Hamit Bey görüşmeleri tekrar başlattı. Bu oturumda Malta’daki Türklerin tamamının salıverilmesi ve görüşmelerin resmi temsilcilerle yapılması kararlaştırıldı. 1 Ekim 1921 günü yapılan toplantıda Rumbold bütün sürgünlerin geri verileceğini açıkladı.” [93] İnebolu’ya gönderilen mübadeleye tabi şahıslar listesi de şöyle belirlenmişti. Bunlar Türk tarafının listeleriydi ve İngilizlere teslim edilecek İngiliz tutsakları; Trabzon’daki Yarbay Rawlinson ve üç arkadaşı ile Zonguldak’taki 17 aileden başka, İnebolu’daki Yüzbaşı Chambell olmak üzere 24 kişi, İngilizlerden teslim alınacak Türkler ise tahminen 13 mebus, 12 mülki memur, 25 asker olmak üzere toplam 59 kişiydi.” Londra Konferansı’nda başlayan resmi sürecin bazı aksaklıklara rağmen yürümesi ve İngiltere’nin Malta’daki Türkleri bırakmayı kabul etmesi sonucu mübadele anlaşması yapılmış ve 2 Ekim’de, üç gün sonra mübadele edilmek üzere Trabzon’a hareket edileceği bildirilmiş, 14 Ekim’de Trabzon’a gelen kafile dul bir Rum olan Madam Kosvekis‘in evine yerleştirilmiş, 31 Ekim öğleden sonra limana gelen bir İngiliz zırhlısı ile İnebolu’ya götürülmüş ve 1 Kasım 1921 tarihinde İnebolu’da mübadele gerçekleştirilmiştir.
Burada da İngilizlerin bir takım soru işaretleri oluşturan tavırlar dikkat çekmektedir. “İngilizler o kadar mahirane bir siyaset takip ettiler ki: İstanbul’daki Meclis-i Mebusan’ı basıp dağıtmaları bile mebusların Ankara’ya gitmeleri ve bu suretle İstanbul’u çökerterek orasının takviyesini temin içindi. Hatta Ankara’ya kaçacak mebusların pek çoğunu “heyet-i Nasiha” namı altında yine kendileri götürmüşlerdir.” [94] “Hakikaten İstanbul’daki Meclis-i Mebusan’ın dağıtılmasında Ankara’nın kuvvetlenmesini ve siyasi faaliyetlerin merkezi haline gelmesini istemek gibi anlaşılması güç bir İngiliz siyasetinin dahli olduğundan şüphe yoktur. Ancak ehemmiyetli olanı şudur ki, İngilizler bu hareketi M. Kemal Paşa ve Rauf Orbay ile anlaşarak yapmışlardı. Rauf bey bu anlaşmayı, adeta ifşa edercesine şöyle ifade etmektedir: “Rauf Bey’in bu işte de üzerine aldığı “Anadolu’da Milli Meclis’in ve dolayısıyla Milli Hükümet’in kurulmasını temin için İngilizler’i İstanbul’da toplanacak meclis’i basmağa tahrik için gerekirse nefsini feda etmek” vazifesini yine bir büyük fedekarlık.” [95]”[96] “Daha ehemmiyetli olanı şudur ki, Rauf bey Anadolu’da milli bir kıyam hazırlayan Erzurum ve Sivas Kongrelerinin “Heyeti Temsiliye” namı verilen icra heyetine dahil olduğu ve bu bapta Mustafa Kemal Paşa’dan sonra ikinci derecede faal bir şahsiyet bulunduğu halde 12 Ocak 1920’de İstanbul’da açılan Meclis’i Mebusan’a “Sivas Mebusu” sıfatıyla girmiştir. İngilizler Kuvvayı Milliyecilere yardım edenlerin idam edileceklerine dair sokaklara çarşaf gibi ilanlar asmış bulundukları halde M. Kemal Paşa’nın bu en yakın arkadaşını daha İstanbul’a adım attığı anda tevkif etmek yerine O’na manidar bir hareket olarak Meclis’in dağıtılmasına kadar dokunmadılar!.. Malta dönüşünde İstanbul’a uğrayan bir gemiden çıkmayarak İnebolu’dan M. Kemal Paşa’nın yanına gitmesine de ses çıkarmadılar. Aynı şekilde İsmet Paşa da –zorla götürülmüş olsa bile- bir kere Ankara’ya iltihak ettikten ve bu iltihak alayişli bir surette efkarı umumiyeye ilan edildikten sonra elini kolunu sallayarak İstanbul’a gelip Ankara’ya dönmüştür. Bu manidar ziyarete de İngilizler seyirci kalarak O’nu tevkif etmeyi acaba niçin düşünmemişlerdir.” [97] İstanbul-Ankara rekabetinde Ankara bu Malta sürgünlerinin İngiliz esirler ile trampesi başarısıyla çok önemli derecede prestij kazandı. Ayrıca Milli Mücadele’nin başına geçen Mustafa Kemal, alt kadroları için asker ve sivil bir çok eleman kazandı. GELECEK BÖLÜM.Lozan’da Mason ve Yahudiler
[1] Ahmet Anapalı, Yine, Yeniden ve Son Kez Sultan Vahidettin Han,Altınova Gazetesi, 10 Haziran 2008
[2] Çerkez Ethem,tr.wikipedia.org
[3] Atatürk, iso.ankara.edu.tr
[4] Mustafa Armağan, Resmî tarihin Sultan Vahdettin saplantısı,Zaman, 27.11.2007
[5] “Price’ın Extra-Special Correspondent (Çok Özel Yazışmalar) adlı kitabından (1957, sayfa 104) aktaran Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri, Çeviren: Cemal Köprülü, Ankara 1991, Türk Tarih Kurumu Yayınları, s. 98” den aktaran Mustafa Armağan, Resmî tarihin Sultan Vahdettin saplantısı, Zaman, 27.11.2007
[6] Mustafa Armağan, Resmî tarihin Sultan Vahdettin saplantısı,Zaman, 27.11.2007
[7] Sultan Vahdettin Hain mi, Değil mi?-2-, www.angelfire.com
[8] M. Emin Erler, Kazım Karabekir-Mustafa Kemal İlişkileri ve Ayrılan Yollar, Tarih Medeniyet Dergisi,Haziran 1997, Sayı:39
[9] Kadir Mısıroğlu, Geçmişi ve Geleceğiyle Hilafet, İstanbul-1993,sy: 157
[10] Sevr Anlaşması, www.bibilgi.com
[11] Çerkez Ethem, tr.wikipedia.org
[12] Kadir Mısıroğlu, Geçmişi ve Geleceğiyle Hilafet, İstanbul-1993,sy: 160
[13] M. Çetin Baydar, Halktan Çalınmış Bir Kongrenin Yıldönümü, http://www.erzurumluyum.net
[14] Kadir Mısıroğlu, Geçmişi ve Geleceğiyle Hilafet, İstanbul-1993,sy: 160
[15] Kadir Mısıroğlu, Geçmişi ve Geleceğiyle Hilafet, İstanbul-1993,sy: 161
[16] Çerkez Ethem, tr.wikipedia.org
[17] M. Çetin Baydar, Halktan Çalınmış Bir Kongrenin Yıldönümü, http://www.erzurumluyum.net
[18] 1919-1921 tarihleri arasında (bir bölümü tutsak olarak) Erzurum ve çevresinde bulunmuş olan Rawlinson, 1918 Bakü harekatına katılmış bir ingiliz subayıdır. İngiliz aristokrasisinden bir aileye mensup olan bu subay, bölgede gezdiği yerlerin sosyal, siyasi ve iktisadi yapısı hakkındaki gözlemlerini hatıra olarak kaleme almış, bu hatırat, daha 1923′te Londra’da, hemen sonrasında da Amerika’da basılmıştı (A.Rawlinson, The Adventures ın the Near East, New York, 1925). 1919 yılının başlarında sözde Mondros Mütarekesi’nin uygulanışını denetlemek göreviyle Doğu Anadolu ve Kafkasya’ya gönderilmişti. Bölgeye yönelik İngiliz politikalarının alt yapısını oluşturma misyonu ise gizli tutulmuştu. (Yrd. Doç. Dr. Rahmi DOĞANAY, İngiltere’nin Ankara İle İlişki Kurma Çabaları veRawlinson’un Rolü, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi S 29-30, Mayıs-Kasım 2002, sh. 57)
[19] M. Çetin Baydar, Halktan Çalınmış Bir Kongrenin Yıldönümü, http://www.erzurumluyum.net
[20] S. Tansel, Mondros’tan Mudanya’ya II, İstanbul 1991, s.46
[21] M. Çetin Baydar, Halktan Çalınmış Bir Kongrenin Yıldönümü, http://www.erzurumluyum.net
[22] Harb Tarihi Vesikaları Dergisi, Yıl 1, Sayı 1, Vesika No:16. Dan Yrd. Doç.Dr. Osman Akandere, Millî Mücadelenin Başlarında Mustafa Kemal Paşa’da Sine-i Millet Düşüncesi ile Askerlikten İstifası Öncesi ve Sonrası Kendisine Gösterilen Bağlılıklar, s. 283
[23] Harb Tarihi Vesikaları Dergisi,Yıl:1, Sayı:1, Vesika No: 19; Kurtuluş Savaşına Dair Belgeler, Belge No: 42, s.153-155’ den Yrd. Doç.Dr. Osman Akandere, Millî Mücadelenin Başlarında Mustafa Kemal Paşa’da Sine-i Millet Düşüncesi ile Askerlikten İstifası Öncesi ve Sonrası Kendisine Gösterilen Bağlılıklar, s. 283
[24] Askerî Tarih Belgeleri Dergisi, Yıl:30, Sayı 79, Vesika No: 1732’den Yrd. Doç.Dr. Osman Akandere, Millî Mücadelenin Başlarında Mustafa Kemal Paşa’da Sine-i Millet Düşüncesi ile Askerlikten İstifası Öncesi ve Sonrası Kendisine Gösterilen Bağlılıklar, s. 283
[25] Kazım Karabekir Paşa -Özgeçmiş-, kazımkarabekirvakfi.org
[26] M. Çetin Baydar, Halktan Çalınmış Bir Kongrenin Yıldönümü, http://www.erzurumluyum.net
[27] Yrd. Doç. Dr. Rahmi Doğanay, İngiltere’nin Ankara İle İlişki Kurma Çabaları ve Rawlinson’un Rolü, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi S 29-30, Mayıs-Kasım 2002, s.61
[28] M. Çetin Baydar, Halktan Çalınmış Bir Kongrenin Yıldönümü, http://www.erzurumluyum.net
[29] Yrd. Doç.Dr. Osman Akandere, Millî Mücadelenin Başlarında Mustafa Kemal Paşa’da Sine-i Millet Düşüncesi ile Askerlikten İstifası Öncesi ve Sonrası Kendisine Gösterilen Bağlılıklar, s. 283
[30] Hatıraları ve Söyleyemedikleri İle Rauf Orbay, s.44.
[31] Rawlinson’un burada “Milli Misak” tan kasdı Erzurum Kongresi kararlarıdır. Rawlinson bu kararın Türk Milli Mücadelesi için taşıdığı anlamın farkında olduğunu başkaca ifadelerinde de dile getiriyor. Ancak bu sırada Ravvlinson’un “Misak-ı Milli” tabirini kullanması ilginçtir. Belki de hatıratını yazarken bu tabiri tercih etmiş olabilir. (Yrd. Doç. Dr. Rahmi Doğanay, İngiltere’nin Ankara İle İlişki Kurma Çabaları veRawlinson’un Rolü, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi S 29-30, Mayıs-Kasım 2002, sh. 63)
[32]Yrd. Doç. Dr. Rahmi Doğanay, İngiltere’nin Ankara İle İlişki Kurma Çabaları veRawlinson’un Rolü, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi S 29-30, Mayıs-Kasım 2002, sh. 63
[33] Yrd. Doç. Dr. Rahmi Doğanay, İngiltere’nin Ankara İle İlişki Kurma Çabaları veRawlinson’un Rolü, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi S 29-30, Mayıs-Kasım 2002, sh. 64-65
[34] Mustafa Armağan, Zaman, 10/01/2007
[35] Sevr Anlaşması, tr.wikipedia.org
[36] Dr. Hasan YAĞAR, İrtica, İnkılap, Laiklik,
[37] 1919 Kronoloji, www.Erzurumkulturturizm.gov.tr
[38] Yrd. Doç. Dr. Rahmi DOĞANAY, İngiltere’nin Ankara İle İlişki Kurma Çabaları veRawlinson’un Rolü, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi S 29-30, Mayıs-Kasım 2002, sh. 67
[39] Misakı Milli,tr.wikipedia.org
[40] Dagobert Von Mikush, Gazi Mustafa Kemal, sh: 149’dan aktaran Kadir Mısıroğlu, Geçmişi ve Geleceğiyle Hilafet, İstanbul-1993,sy: 162
[41] Dagobert Von Mikush, Gazi Mustafa Kemal, sh: 164’den Kadir Mısıroğlu, Geçmişi ve Geleceğiyle Hilafet, İstanbul-1993,sy: 162
[42] Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, sh:32’den Kadir Mısıroğlu, Geçmişi ve Geleceğiyle Hilafet, İstanbul-1993,sy: 163
[43] Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, sh:32
[44] Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, sh:35’de yer alan Rafet Paşa’nın telgrafı, Kadir Mısıroğlu, Geçmişi ve Geleceğiyle Hilafet, İstanbul-1993,sy: 163
[45] Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, sh:101
[46] Kadir Mısıroğlu, Geçmişi ve Geleceğiyle Hilafet, İstanbul-1993,sy: 164
[47] Dagobert Von Mikush, Gazi Mustafa Kemal, sh: 184’den Kadir Mısıroğlu, Geçmişi ve Geleceğiyle Hilafet, İstanbul-1993,s : 164
[48] Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, sh:101
[49] Dagobert Von Mikush, Gazi Mustafa Kemal, sh: 224
[50] Kadir Mısıroğlu, Geçmişi ve Geleceğiyle Hilafet, İstanbul-1993,sy: 165
[51] Kuva-yı İnzibatiye hareketinin mutlak manasıyla bir muvazaadan ibaret olduğunu anlamak için bakınız: Tarık Mümtaz Göztepe, Sultan Vahideddin Mütareke Gayyasında, İstanbul, 1969, Sh: 269 vd.
[52] Mustafa Kemal’i asi ve bagi ilan eden mahud fetvanın tamamen İngilis süngüsünün zoruyla temin edilmiş ve neşrettirilmiş olduğunu Fevzi Paşa(Çakmak)’nın Ankaraya iltihakinde Büyük Millet Meclisi’nde irad ettiği nutuk kat’i bir surette ortaya koymaktadır. Bakınız : Zabıt Ceridesi, c:1, Ankara 1940,sh. 90 vd.
[53] Kadir Mısıroğlu, Geçmişi ve Geleceğiyle Hilafet, İstanbul-1993,sh. 172-173
[54] Kadir Mısıroğlu, Geçmişi ve Geleceğiyle Hilafet, İstanbul-1993,sy: 175
[55] Sevr Anlaşması, tr.wikipedia.org
[56] Atatürk’ün Hayatı,www.bilgilik.com
[57] 30 Nisan, www.tr.wikipedia.org
[58] Sevr Anlaşması, tr.wikipedia.org
[59] Atatürk’ün Hayatı, www.bilgilik.com
[60] Sevr Anlaşması, tr.wikipedia.org
[61] Cezmi Yurtsever, Sevr Haritası Üzerindeki Mason Mührü, www.cezmiyurtsever.com
[62] Necip Fazıl Kısakürek, Sahte Kahramanlar, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul
[63] Sevr Anlaşması, tr.wikipedia.org
[64] Çerkez Ethem, tr.wikipedia.org
[65] Suavi Kemal, Bir Tasfiye Hikayesi: Çerkes Ethem, Milli Gazete, 14.11.2005
[66] Vehbi Vakkasoğlu, Bazan hazin, Bazan Rezil BU VATANI TERKEDENLER, Cihan Yayınları, 1984
[67] Batı Cephesi’nin Yeniden Düzenlenmesi ve Çerkes Ethem’in Ayaklanması, Türk Devrim Tarihi, www.inkilap.info
[68] Vehbi Vakkasoğlu, Bazan hazin, Bazan Rezil BU VATANI TERKEDENLER, Cihan Yayınları, 1984
[69] Vehbi Vakkasoğlu, Bazan hazin, Bazan Rezil BU VATANI TERKEDENLER, Cihan Yayınları, 1984
[70] Önemli Olaylar, Ayaklanmalar, www.ataturk.net
[71] Türk Kurtuluş Savaşı, turkcebilgi.com
[72] Ethem bey daha sonra çıkan ve kendisini de kapsayan yurda dönüş affıyla ilgili olarak hatıratında şunları yazar: “Ben milletime ve tarihe HAİN diye tanıtılmış, gıyabında idama mahkum ediImiş bir adamım. Ama hakikatte ben, asgari bana böyle diyenler kadar vatanperverim. Ve Milli Mücedele’de hepsinden kıdemliyim. Ben hain olmaya icbar edildim, buna rağmen hain olmadım. Şimdi hakikatleri açıkça konuşabilecek miyiz? Hepimiz adil ve bitaraf hakimler önüne çıkabilecek miyiz? Haydi bunlar oldu diyelim ya zihinlere yerleştirilmiş menfur kanaatIarı nasıl ıslah edeceğiz. Burada gurbette ölürüm, fakat hiç olmazsa günün birinde doğru tarihin hakikatları ele almasını ümit etmiş olarak gözIerimi kaparım.”
[73] Vehbi Vakkasoğlu, Bazan hazin, Bazan Rezil BU VATANI TERKEDENLER, Cihan Yayınları, 1984
[74] Dr. Mete Kaynar, Totem, Tabu, Mustafa Kemal ve Atatürkçülük,
[75] İsmet Paşa Gerçekleri, www.ajanlar.com
[76] İsmet Paşa Gerçekleri, www.ajanlar.com
[77] Suavi Kemal, Bir Tasfiye Hikayesi: Çerkes Ethem, Milli Gazete, 14.11.2005
[78] İsmet Paşa Gerçekleri, www.ajanlar.com
[79] İsmet Paşa Gerçekleri, www.ajanlar.com
[80] Atatürk’ün Hayatı, www.bilgininadresi.net
[81] İsmet Paşa Gerçekleri, www.ajanlar.com
[82] Atatürk’ün Hayatı, www.bilgininadresi.net
[83] Tekalifi Milliye Emirleri, tr.wikipedia.org
[84] Tekalifi Milliye Emirleri,www.turkcebilgi.com
[85] İstiklal Mahkemeleri, bizimsahife.com
[86] Atatürk’ün Hayatı, www.bilgininadresi.net
[87] Mehmet Şevket Eygi, Milli Gazete,27 Ağustos 2006
[88] M. Kemal Atatürk, tr.wikipedia.org
[89] M. Kemal Atatürk, tr.wikipedia.org
[90] İsmet Paşa Gerçekleri, www.ajanlar.com
[91] Malta Sürgünleri, www.tr.wikipedia.org
[92] Yrd. Doç. Dr. Rahmi DOĞANAY, İngiltere’nin Ankara İle İlişki Kurma Çabaları veRawlinson’un Rolü, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi S 29-30, Mayıs-Kasım 2002, sh. 67
[93] Yrd.Doç.Dr. Rahmi Doğanay, Milli Mücadele’de Türk İngiliz Esir Değişimi, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi “Fırat Universty Journal of Social Science” Cilt: 10 Sayı : 1, Sayfa: 69-78
[94] Kadir Mısıroğlu, Geçmişi ve Geleceğiyle Hilafet, İstanbul-1993,sh. 173
[95] Feridun Kandemir, Hatıraları ve söylemedikleri ile Rauf Orbay, İstanbul-1965, sh. 45.v.d.
[96] Kadir Mısıroğlu, Geçmişi ve Geleceğiyle Hilafet, İstanbul-1993,sh. 174
[97] Kadir Mısıroğlu, Geçmişi ve Geleceğiyle Hilafet, İstanbul-1993,sy: 174-175
Bugün 372 ziyaretçi (509 klik) kişi buradaydı.