AHMET ÜNAL
hzpeygamber
Mekke’nin soylu Haşimoğulları ailesinden gelir. 571 yılında Mekke’de doğmuştur. Annesinin adı Amine, babasının adı Abdullah’ tır. Hz. Muhammed (s.a.v) daha
doğmadan babası öldü. Yetiştirilmesini dedesi Abdülmuttalip üzerine aldı ve torununa o zamana kadar kimseye verilmemiş olan Muhammed (s.a.v) adını verdi.
Mekke önde gelenlerinin çocukları, saf çöl arapçası ve törelerini öğrenmeleri için genellikle dışarıdan tutulan sütannelerle yetiştirildiklerinden, Muhammed (s.a.v) 'de aynı amaçla o sıralarda Mekke’ de bulunan Beni Sa’d kabilesinden Halime adlı bir kadına teslim edildi. Muhammed (s.a.v)’i ondan önce Ebu Leheb’in cariyesi Süveybe emzirmişti. Muhammed (s.a.v), beş yaşına kadar Halime’nin yanında kaldıktan sonra annesine döndü. Yakınlarının ve kocasının mezarlarını ziyaret etmek üzere Medine’ye giden annesi, Muhammed (s.a.v)’i de yanında götürdü; ancak dönüşte yolda öldü. Cariyeleri Ümmü Eymen Muhammed (s.a.v)’i Mekke’ye getirip dedesi Abdülmuttalip’e teslim etti. Dedesi, yetiştirmesi için onu, oğlu Ebu Talip’e bıraktı. Ebu Talip ona çok iyi baktı. Hz. Muhammed (s.a.v)'in anlattığına göre yengesi de kendisine çok iyi davrandı; çocukları aç olsalar bile önce onu doyurdu. Hz. Muhammed (s.a.v) “O, benim annem gibiydi.” der. Muhammed (s.a.v), dokuz yaşındayken amcası ticaret yapmak için gittiği Suriye’ yeonu da götürdü. İslam kaynaklarında, konakladıkları Busra kasabasında bir rahibin, O’nun peygamber olacağını haber verdiği rivayetleri yer alır. Muhammed (s.a.v) on yedi yaşındayken de amcası Zübeyr ile Yemen’e gitti. Bu geziler, bilgi ve görgüsünü artırmasının yanı sıra ruhsal yapısının gelişmesinde de etkin rol oynadı. Bu arada da amcaları ile birlikte Kureyş ve Kays kabileleri arasındaki Ficar Savaşı’na katıldı. Ticaretle olan ilgisi Hatice ile tanışmasına neden oldu ve onun sermayesi ile ticarete başladı. Suriye’ye yaptığı ilk seferde çok kazanç elde etti. Dürüstlüğü ile Hatice üzerinde iyi bir izlenim bıraktı ve sonunda onunla evlendi. Evlendiklerinde Muhammed (s.a.v) 25, Hatice ise 40 yaşındaydı. Muhammed (s.a.v) çevresinden gelen dinsel görüş ve uygulamalarla ilgilenmedi. Kendisi, aynı dönemde herhangi bir puta tapmamakla birlikte, başkalarının tapınmalarına da karşı çıkmadı. Onun bu dönemdeki tutumu Kuran’da “...oysa, vahiyden önce, kitap nedir, iman nedir sen bilmezdin” (Şura 52) ve “Rabbin seni yorulmuş halde buldu ve doğru yola iletmedimi ?.” (Duha 7) ifadeleriyle açıkça gösterilir. Bununla birlikte, gerek kendi ülkesinde, gerekse gezip gördüğü ülkelerdeki toplumlarda dinsel inanç ve ahlak bakımından gözüne çarpan büyük çöküntü, sapkınlık ve bozulmalar, yaradılışı dolayısıyla kendisini topluma yabancı kabul etmeyen ve onun her türlü derdini dert, sorununu sorun edinen Muhammed (s.a.v)üzerinde çok derin izler bıraktı ve onu bu konularda uzun uzun düşünmeye sürükledi. Nitekim, peygamber olmadan önce bu sorunlara çare bulmak amacıyla toplumdan uzaklaşıp Mekke’nin yaklaşık 6 km kuzeyinde bulunan Hira dağındaki bir mağaraya çekilmeyi ve ramazan ayını burada geçirmeyi adet edindi. Bu mağaraya kaç yıl gidip geldiği bilinmemektedir. 40 yaşındayken 610 yılında, büyük bir olasılıkla ramazan ayının 26’sını 27’sine bağlayan gece ( Kadir Gecesi ) , kendi toplumunun puta taparlığı ile hristiyanlık ve musevilik gibi, tek tanrıcı dinlerin de sapkınlıklara uğradığını saptayıp bunlara ne gibi bir çare bulunabileceğini düşünürken, olağanüstü bir ruhsal duruma ulaştığı sırada Cebrail adlı melek geldi ve Hz. Muhammed (s.a.v)’e “Oku!" dedi. O da, “okumasını bilmem, ne okuyayım?” dedi. Bunun üzerine Cebrail, Hz. Muhammed (s.a.v)’i sıkarak, yine “oku!” dedi. Hz. Muhammed (s.a.v) tekrar okuması olmadığını söyleyince, Cebrail onu sararak aynı şekilde sıktı ve geri salarak “oku!” dedi. Hz. Muhammed (s.a.v)’den aynı cevabı alınca: “Ey Muhammed ! (s.a.v) İnsanı bir kan damlasından yaratan Rabbinin adıyla oku! Oku! İnsana bilmediğini bildiren Rabbin, en büyük kerem sahibidir.” (Alak,1,2,3) Cebrail bunları söyledikten sonra gitti. Hz. Muhammed (s.a.v), dehşet içinde uyandı. Sanki kalbine bir kitap işlenmişti. Bu şekilde Hz. Muhammed (s.a.v)’e ilk vahiy gelmiş, peygamberlikle görevlendirilmişti. Cebrail’in getirdiği bu ilk ayetlerin ilahi tesirinde, dehşet ve hayrete düşmüş olan Hz. Muhammed (s.a.v), hemen evine dönmek üzere yerinden kalktı. Vücudunu korku ve heyecan kaplamıştı. Öyle bir havaya bürünmüştü ki, bir an için: “Acaba cinler mi çarptı, acaba şair mi oluyorum?” diye aklından geçirdi. O anda Cebrail: “Ey Muhammed, sen Allah’ın Resulüsün!” dedi. Hz. Muhammed (s.a.v) mağaradan çıkmış, hafif adımlar atıyordu. Her adım atışında, binlerce ses, “Ey Muhammed selam olsun! Ya Resulullah, sana selam olsun!” diyordu. Her defasında geriye dönüyor, taş ve ağaçlardan başka bir şey göremiyordu. Dağın ortasında yine Cebrail göründü. Ufuk ile sema arasını kaplamıştı. Hz. Muhammed (s.a.v), olduğu yerde durdu; ne bir adım ileriye ne de geriye atabiliyordu. Cebrail’in heybetine dalmıştı. Cebrail konuştu: “Sana selam olsun ey Muhammed! Sen Allah’ın Resulüsün! O’nun peygamberisin!” Cebrail bu sözleri söyledikten sonra kayboldu. Hz. Muhammed (s.a.v), hala olduğu yerde duruyordu. Ona peygamberlik verilmişti. Allah (C.C) onu kendi Peygamberi, Resulü yani insanlara elçi olarak seçmişti. Yoğun bir ruhsal gerilimin ardından, kesin olarak inandığı bu gerçeği yakınlarına duyurmaya başladı. Gelen bu ilk vahiy üzerine, peygamberliğini ilk olarak Hatice’ye bildirdi. Hatice de durumu akrabası Varaka’ya açtı. Bir süre vahiy kesildi. Çok geçmeden, onu doğrudan doğruya göreve çağıran “...Kalk, insanlara tuttukları yolun kötü olduğunu bildir, Rabbini ulu tanı ve yüce tut. Üstünü dünya kir ve pasından temizle, putları terk et!” ayeti (Müddessir, 1-5) indi. Hz. Muhammed (s.a.v)’inİslam dinine çağrısına ilk uyan, eşi Hatice oldu. Onu amcası Talip’in oğlu Ali, azatlı kölelerden Zeyd bin Harise ve Ebu Bekir izledi. Bir süre yine vahiy kesildikten sonra on bir ayetten oluşan Duha suresi (1-11) indi. Bu surede, Allah (C.C)’ın Hz. Peygamber’i yalnız bırakmadığı, yetimken barındırdığı, bu nedenle yoksullara yardım edilmesi ve iyi davranılması gerektiği üzerinde duruldu. Bu dönemde islam dinini kabul edenlerin büyük bir çoğunluğu üst düzeyden, mal ve canlarını vermekten çekinmeyen kişiler oldukları halde, dinlerini gizlemek zorunda kaldılar. Belli bir süre sonra Hz. Peygamber (s.a.v) önce akrabalarını, ardından Safa tepesine çıkarak tüm Mekke halkını açıktan açığa müslüman olmaya çağırdı. İlk müslümanlar çok ağır hakaret ve işkencelere katlanmak zorunda kaldılar. Hz. Muhammed (s.a.v)’in halkı müslüman olmaya çağrısı, bulundukları mevki ve ellerindeki güçleri yitirebilecekleri kaygısıyla müşrikleri tedirgin etti. Kabe’den putların kaldırılmasının, ticareti engelleyeceği ve birtakım alışkanlıklara son verileceği için büyük tepki ile karşılandı. Bir bölük müslüman, kendilerine yapılan işkenceler artınca Habeşistan’a (Etyopya) göç etmek zorunda kaldı. İki dalga halinde göç edenler, bir süre sonra Hz. Peygamber’in Mekkeli müşriklerle anlaştığı yolunda aldıkları bir haber üzerine geri döndülerse de Mekke’ye geldiklerinde bunun doğru olmadığını öğrenince yeniden gittiler. Bu arada Ömer ve Hamza’nın müslümanlığı kabul etmeleri müslümanların moral ve cesaretlerini artırdı; Kabe’de açıkça namaz kıldılar. Hz. Muhammed (s.a.v)’in, amcası Ebu Leheb dışındaki akrabalarından yardım görmesi ve Mekke önde gelenlerinden bazılarının müslüman olmaları, müşriklerin tepkilerini daha da artırdı. Hz. Peygamber (s.a.v), eşi Hatice ve amcası Ebu Talip’in ölmeleri üzerine Mekkeliler’in müslüman olmaları konusunda ümitsizliğe kapılarak Taif’e yerleşmek istedi. Ancak burada tepki daha da büyük oldu ve Hz. Muhammed (s.a.v) geri dönmek zorunda kaldı. Tüm bu olaylara karşın, peygamberliğine olan inancı, düşüncelerini sürekli yaymasını sağladı. Bu inancından cesaret alarak din alanındaki çalışmalarını Mekke dışına taşımaya yöneldi. Hac mevsiminde Mekke’ye gelen Medineliler ile anlaştı. Medineliler, dinsel bir vaizden çok, kabile savaşlarında kendilerine önderlik edecek birini arıyorlardı. Hz. Peygamber’de bu iki niteliğin de bulunduğu, Hicret’ten (622) sonra anlaşılacaktı. Hz. Muhammed (s.a.v), Medine’ye gitmeden bir süre önce, Miraç olayı meydana geldi: Kuran’da ve hadislerde verilen bilgilere göre bu gecede, Hz. Peygamber, Cebrail’in eşliğinde, önce Mescid-i Aksa’ya gitti. Orada, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve diğer peygamberlerden bazılarıyla karşılaşarak, onlarla görüştü. Sidretu’l-Münteha’da, kendisine gösterilmek istenen Allah (C.C) ’ın ayetlerini gördükten sonra, aynı gecede Mekke’ye döndü. Bu semavi gece yolculuğunda, Hz. Peygamber’e Cennet ve Cehennem ve bu ikisine girenlerin hali gösterildi. Bu yolculuk esnasında, diğer bazı hükümler yanında beş vakit namaz da farz kılındı. Hz. Peygamber (s.a.v) Mekke’ye dönünce, bu yolculuğunu anlattı. Bunun üzerine Kureyş, daha da alay etmeye başladı. Hatta Hz. Ebu Bekir’e giderek dediler ki: “Senin adamın dün gece Kudüs’e, oradan da semaya çıkıp tekrar Mekke’ye döndüğünü söylüyor, ne dersin?” Hz. Ebu Bekir de: “O dediyse doğrudur!” dedi. Fakat inanmayanlar, yine alay ediyor, inkarlarına devam ediyorlardı. Hz. Muhammed (s.a.v), bir hac mevsiminde Akabe’de Yesribliler (Medineliler) ile görüştü. Medinelilerden, önce altı, sonra on iki kişi müslüman oldu. Medineliler İslam’ı kabul edip memleketlerine döndüler ve İslam’ı anlatmaya başladılar. Ertesi yıl aynı yerde yetmiş üç erkek, iki kadın Medineli müslüman, Hz. Peygamber (s.a.v) Medine’ye gelip bu kente yerleşirse kendisini koruyacaklarına söz verdiler. Bu anlaşma Mekke’de öğrenilince müslümanlara baskı ve zulüm daha da arttı ve müslümanlar büyüklü küçüklü topluluklar halinde Medine’ye göç etmeye başladılar. Medine’nin, Mekke ticaret yolu üzerinde bulunması ve burada müslümanların giderek çoğalması, Mekkeliler’in çıkarlarına aykırı düştü; bu nedenle müslümanların Medine’ye göç etmelerine engel olmaya çalıştılar. Müslümanlığa karşı olan Mekkeli müşrikler, her türlü baskıyla, Hz. Peygamber (s.a.v)’i davasından vaz geçiremeyince ve Mekke dışında, yani Medine’de müslümanların giderek kuvvetlendiğini görünce; durumun kendileri için tehlike yaratacağı düşüncesiyle, o zaman Kabe’ye yakın bir yerde bulunan Daru’n-Nedve dedikleri meclislerinde toplanarak meseleyi görüşmeye başladılar. Görüşler, İslam denen hareketin hızla büyüdüğü ve Muhammed (s.a.v)’in bu çalışmalarını durdurmak gerektiği merkezinde birleşiyordu; puta taparlık tehlikeye girmişti ve İslam, Mekke’nin düzenini bozabilecek güçteydi. Mekke’nin ileri gelenleri bu kararı alınca, nasıl hareket edecekleri ve hangi yöntemleri uygulayacakları konusunda görüşmeye başladılar. İlk önce şu görüş ortaya atıldı: “Muhammed (s.a.v)’i prangaya vurup hapsedelim!” Bu kabul edilmeyince: “Onu memleketimizden sürgün edelim; ne hali varsa görsün!” denildi. Bu görüş de kabul edimeyince, azılı İslam düşmanı Ebu Cehil atılarak: “Benim görüşüme göre, onu öldürmekten başka çaremiz yoktur. Bunun için de, her kabileden birer genç seçelim. Her birine de birer keskin kılıç verelim. Bunların hepsi birden, kararlaştırdığımız yer ve zamanda Muhammed (s.a.v)’i pusuya düşürerek öldürsünler; biz de ondan kurtulalım! Böyle olursa, onun kan davası bütün kabilelere düşeceğinden ve ailesi olan Benu Abdi Menaf, herkese savaş açamayacağından, diyete razı olurlar, biz de diyetlerini veririz!” dedi. Bu görüş kabul edildi. O gece suikastçiler, Hz. Muhammed (s.a.v)’in evini sararak, onu öldürmek için uyumasını beklediler. Cebrail, onların oyununu Hz. Peygamber (s.a.v)’e bildirdi. Bunun üzerine Hz. Muhammed (s.a.v), evden kaçarak Hz. Ebu Bekir’in evine gitti. Hz. Muhammed (s.a.v) hicret için geldiğini söyleyince, Ebu Bekir sevinçten ağlamaya başladı. Hz. Muhammed (s.a.v), Ebu Bekir’in evinde bir süre oturduktan sonra beraberce, Mekke’nin güneybatısında bulunan Sevr dağındaki mağaraya hareket ettiler. Mekkeliler, Hz. Peygamber (s.a.v) hicret edecek olursa, bir kısmı İslam’ı kabul etmiş olan Medine’ye gideceğini biliyorlardı. Hz.Muhammed (s.a.v), bunu düşünerek, kuzeydeki Medine yoluna değil, Mekke’nin güneybatısına düşen Sevr dağına hareket etti. Hz. Muhammed (s.a.v), Hz. Ebu Bekir ile Sevr mağarasında üç gün geçirdi. Mağaraya önce Hz. Ebu Bekir girmiş ve içinde akrep, yılan gibi zehirli hayvanların olup olmadığını yoklamıştı. Bu kontrolden sonra Hz. Peygamber (s.a.v) içeri girdi. Hz. Muhammed (s.a.v)’in hicret ettiğini öğrenen Mekke Hükümeti, her tarafa asker seferber etmiş, onları bulup getirene yüz deve ödül vadetmişti. Hükümet askerleri ve Ebu Cehil her tarafta Peygamber ve sadık arkadaşı Hz. Ebu Bekir’i arıyordu. Nihayet askerler Hz. Ebu Bekir’in evine gelince Ebu Bekir’in kızı Esma, onlara Ebu Bekir ve Hz. Muhammed (s.a.v)’in nerede oldukları konusunda birşey söylemedi. Bunun üzerine Ebu Cehil Esma’ya şiddetli bir tokat attı. Bu sırada Mekkeliler, her tarafta Hz. Muhammed (s.a.v)’i arıyordu. Hatta becerikli bir iz sürücüsü, Mekke askerlerini Sevr mağarasına kadar getirmişti. Ancak bu sırada bir mucize olmuş ve bir örümcek, mağaranın ağzına ağ örmüştü. Askerler mağaranın yanına gelince, Hz. Ebu Bekir endişenmeye başladı. Hz. Muhammed (s.a.v), onu teselli ediyordu: “Tasalanma, Allah bizimle beraberdir.” Bu sırada askerler, mağara girişindeki örümcek ağını görünce içeride kimse olamayacağını düşünerek çekip gittiler. Hz. Muhammed (s.a.v) ve Hz. Ebu Bekir 20 Eylül 622’de, Medine yakınlarındaki Kuba’ya ulaştılar. Hz. Peygamber (s.a.v), tekbir ve ilahilerle karşılandı; Kuba’ya varır varmaz Kuba Mescidi’ni inşa ettirdi. Burada Külsüm bin Hedm’e konuk oldu. Hz. Muhammed (s.a.v), on gün dinlendikten sonra, yanında bulunan ashabı ile beraber Medine’ye hareket etti. Bu sırada Hz. Ali de Kuba’ya vardı. Hz. Muhammed(s.a.v) Medine’de, Beni Salim mahallesinde Cuma namazı'nı kıldı ve ilk hutbesini verdi. Medine’de Ebu Eyyub el-Ensari’nin konuğu oldu. Buraya gelmeden önce devesinin ilk çöktüğü yerde bir mescid ve kendi ailesinin kalması için mescide bitişik odalar yaptırdı. Sonraları, Hz. Peygamber (s.a.v)’in ailesi genişlediçe bu odaların sayıları arttı. Mescidin bir yanına da barınaksız kişilerin kalabilmeleri için “suffe”adı verilen bir yer yapuldı. Aynı zamanda islam dünyasının ilk yatılı okulu sayılan bu yurtta kalanlara “Eshab us-suffe” denildi. Medine halkı, dinleri uğruna Mekke’den göçenlerden (muharicun) ve bunlara yardımcı olduklarından dolayı ensar adını alan yerli halk (Evs ve Hezrec kabileleri) ile Yahudiler’den oluşuyordu. Bunlar arasında birlik sağlamak oldukça güçtü. Medine sınırları yakınlarında Heyber vb. yerlerde yaşayan Yahudiler, varlıklı kişiler olduklarından, çevre üzerinde etkiliydiler. Evs ve Hezrec kabileleri arasındaki geleneksel düşmanlığın yeniden alevlenme olasılığı da vardı. Ayrıca ensar ile muharicunu kaynaştırmak, çözülmesi gereken bir sorundu. Hz. Muhammed (s.a.v), bütün bu kesimleri birleştirip bağdaştırmak amacındaydı. Ancak her şeyden önce çok yoksul olan göçmenlerin durumlarının düzeltilmesi gerekiyordu. Hz. Peygamber (s.a.v)muhacirleri ensar ile kardeş ilan ederek, ensarın onlara yardım etmesini sağladı. Yahudiler ile açılan aralarını düzeltmek için bu kavmi, hıristiyan ve müşrikleri de müslümanlarla birlikte içine alan Medine kent devletini kurdu. Bu kesimlerin hak ve yükümlülüklerini saptayan 47 maddelik bir tür anayasa benimsendi. 10 muharrem oruç ve barış günü, Kudüs de kıble olarak kabul edildi. Daha önce farz kılınan, ancak Hz. Peygamber (s.a.v)’in açıkça uygulayamadığı Cuma namazı nın bundan böyle toplu olarak kılınması emredildi. Kendi dinleri ile birçok benzerlikler göstermesine karşın, Yahudiler müslümanlığa karşı çıktılar. Hz. Peygamber (s.a.v) onlara, İslam dininin kendinden önceki peygamberlerin söylediklerine uygun ve onların da bildirdiği, dolayısıyla onların dininin devamı olan bir din olduğunu ifade etti. Yahudiler yine de İslam dinine ve müslümanlara karşı olumsuz tutumlardan vazgeçmediler. Medine’de Hz. Peygamber (s.a.v)’e karşı olanlar yalnızca bunlar değildi; bir de münafıklar, yani müslümanlık perdesi altında Hz. Muhammed (s.a.v) ve çevresindekilere karşı olan iki yüzlüler vardı. Hz. Peygamber (s.a.v), musevilik ve hıristiyanlığı din olarak tanımakla birlikte, dönemindeki musevi ve hıristiyanların bu dinleri bozduklarını belirterek, onları yeniden tevhit dinine çağırdı. Hicret in ikinci yılında ( 624) Kudüs yerine, Mekke kıble olarak kabul edildi. Müslümanlar hac farizasını yerine getiremediklerinden, kurban, musalla denilen açık alanda kesildi; ertesi yıl ise Ramazan ayı, oruç ayı olarak kabul edildi ve Hac farz kılındı. |
|||
MEKKE DÖNEMİ | |||
Dünya'ya Gelmeden Öncesi | Dünyaya Gelişi/Çocukluğu | ||
Gençlik Yılları | Risaletten önce Dünya | ||
Peygamberliğin Verilişi | İlk Müslümanlar | ||
Aleni Davet | Şakk-ı Kamer Mucizesi | ||
Mirac | Hicret |
MEDİNE DÖNEMİ
Bugün 68 ziyaretçi (87 klik) kişi buradaydı.