AHMET ÜNAL
siyonizm4
GİZLİ DÜNYA DEVLETİ VE SİYONİZM 4
Ülkelerdeki önemli ekonomik kararların, acı reçetelerin ve hatta pek çok ihtilallerin ve hükümet değişikliklerinin, IMF merkezinde planlandığı araştırmacıların özellikle üzerinde durdukları bir husustur. Venezuella Cumhurbaşkanı'nın: "Ülkemizdeki ekmek ve benzin fiyatlarından memur ve işçi maaşlarına, yatırım alanlarından ihracat ve ithalat kotalarına kadar her sahada etkili olan bu kuruluşun, siyasi iktidarları değiştirme yetkisinin de olacağını düşünüyorum" sözü bu açıdan dikkat çekicidir.
Türkiye ve IMF Türkiye 1947 yılında IMF'e üye olmuştur. 1970 yılından itibaren ise IMF'in istek ve önerileri doğrultusunda ekonomik istikrar programları hazırlamıştır. Şimdiye kadar 17 stand by anlaşması imzalamıştır. İmzaladığı 16 stand-by anlaşması ile IMF'in mali imkanlarından ve kendi SDR'sinden 4 milyar 362 milyon dolar kredi almıştır. Bunun karşılığında IMF tarafından dayatılan ve Türkiye'yi ekonomik yönden bayağı gerilere götüren, çeşitli alanlardaki üretimlerine kota koyan, dış ticaretini sınırlandıran pek çok programı uygulamak zorunda kalmıştır. 1947'den buyana ve 16 stand-by anlaşmasına imza atarak aldığı kredilerin toplamı ise Amerika'nın İsrail'e bir yılda verdiği yardımdan sadece 1 milyar dolar fazladır. Değer olarak düşünürsek aldığı toplam kredi 215 adet orta halli savaş uçağına tekabül etmektedir. Türkiye'nin kullandığı kredilere üyelik karşılığında yatırmak zorunda olduğu katılım payı karşılığındaki para çekme hakkı yani SDR'si de dahildir.
Dünya Bankası Dünya Bankası, IMF'in bir kardeş kuruluşu olarak bilinir. Merkezi Washington'dadır. IMF ile aynı binada ve tam bir koordinasyon içinde çalışır. Birleşmiş Milletler'e bağlı mali kuruluş olan Dünya Bankası 1944 yılının Temmuz ayında, Birleşmiş Milletler Para ve Maliye Konferansı'nda alınan kararlar doğrultusunda kurulmuştur. Ancak resmi kuruluşu Haziran 1946'da gerçekleşti. Dünya Bankası, öncelikli olarak II. Dünya Savaşı sonrası imar etkinliklerini desteklemeye yönelik krediler vermiştir. Yani II. Dünya Savaşı'nın yol açtığı yıkım ve tahribat sebebiyle Gizli Dünya Devleti'nin de finansörleri olan siyonist finansörlere gün doğmuştu. Üstelik işin hamallığını başkalarına yaptırıyor kendileri sadece para ve kredi temin etmek suretiyle servetlerine servet katıyorlardı. Paralarının herhangi bir şekilde riske girmemesi için de onu uluslararası güvenceye sokmak amacıyla BM'e bağlı bir uluslararası banka kurdurmuşlardı ve kanal olarak onu kullanıyorlardı. Dünya Bankası kredilerini 1949'dan sonra ekonomik kalkınma amaçlı projelere kaydırmıştır. Dünya Bankası'nın en yetkili organı Guvernörler Konseyi'dir. 20 kişiden oluşur ve borç para verme işlemleri üzerinde karar alır. Mevcut sermayesi 171 milyar dolardır.
Kredi vereceği zaman şu kriterlere bakar:
1) Kredinin doğrudan devlete veya hükümetlerin güvencesi altında olmak şartıyla özerk
kuruluşlara verilmesi,
2) Genellikle 15 veya 20 yıl vadeli verilmesi
3) Mali piyasadaki faiz oranına yakın faizle verilmesi
NATO ve Gizli Dünya Devleti NATO, II. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan bir askeri bloktur. Ancak gerçekte Gizli Dünya Devleti'nin askeri kanadı niteliği taşımaktadır. Kuruluşunun gerekçesi Sovyet tehdidiydi. Yani Sovyet tehdidiyle karşı karşıya ülkeleri bir ortak savunma bloku içinde bir araya getiriyordu. Dolayısıyla bloka girecek ülkelerden herhangi birine yönelecek tehdit ya da saldırı tümüne yönelik kabul edilecek ve ortak savunma yapılacaktı. Bunlara bakılırsa gerekçe masum gibidir. Fakat arka plana baktığımızda yine o karanlık örgütlerin elleriyle karşılaşıyoruz. Jean Monnet adlı araştırmacının Memoires adlı eserinde şöyle denir: "NATO, Amerika'daki en güçlü yahudi lobilerinden biri olan CFR tarafından kurulmuştur... Kurucuları arasında Bilderberg, Trilateral ve CFR üyesi Joseph Luns, CFR ve Bilderberg üyesi George Marshall, yine CFR ve Bilderberg üyesi Dean Acheson bulunmaktadır." Alle E. Roberts'in Brother Truman adlı eserinde de şöyle denir: "(NATO'nun) öncülüğünü yahudi ve mason ABD başkanı Truman yapmıştır." İlk NATO başkumandanı da CFR üyesi ve yahudi lobilerine önemli katkıları olan General Eisenhower'di. Historia Hors Serie'de yazdığına göre sonraki başkomutanlarından General Lemnitzer de bir yahudi ve masondur. İlhami Soysal'ın Dünya'da ve Türkiye'de Masonlar ve Masonluk adlı kitabında yazdığına göre yine NATO başkomutanlarından Omar Bradley de bir masondur. Bunlar NATO'nun üst kademelerinde görev almış masonların sadece birkaçı. Bunların dışında da NATO'nun üst kademelerinde görev almış daha birçok isim mason teşkilatlarına üyeydi. Bunların tamamının Gizli Dünya Devleti'nin geri planda durup dünyaya yön vermeye çalışan örgütleriyle doğrudan irtibatı vardı.
Gladio ve Gizli Dünya Devleti Gladio, daha çok İtalya'daki siyasi cinayetleriyle adını duyurmuş bir gizli örgüttür. Ancak bu örgütün NATO'nun gözetiminde çalışan bir özel tim olduğu kesindir. NATO'nun doğrudan düşman ilan edemediği kişilere veya siyasi mekanizmalara karşı Gladio kullanılmıştır. Örgüt sadece siyasi cinayetler gerçekleştirmekle kalmamış, zaman zaman askeri darbelerin zeminlerini ve şartlarını da hazırlamış, hatta bu tür darbeleri yönlendirmiştir. Gladio NATO ile paralel kurulmuştur ve görünüşte amacı herhangi bir komünist saldırı karşısında gerilla savaşını organize etmekti. Örgütün finansmanı ise büyük ölçüde ABD tarafından sağlanmıştır. Bu arada bir yandan da medya kanalıyla antikomünist propaganda faaliyetlerini organize edecekti. Yöneticileri NATO üyesi ülkelerde eğitim görüyordu. Faaliyetlerini genellikle gizlice yürüten Gladio sadece NATO üyesi ülkelerde değil, Avusturya, İsveç, Norveç gibi NATO üyesi olmayan ülkelerde de örgütlenmiştir. Farklı ülkelerde farklı kod adlarıyla çalışma yapıyordu. Örneğin İtalya'da Gladio, Yunanistan'da B-8 ya da Sheep Skin (Koyun Postu), Belçika'da SDRA-8, Hollanda'da NATO Command, Almanya'da Gehlen harekatı (kurucusu General Reinhard Gehlen'e nispetle), Avusturya'da Schwert, İngiltere'de Secret British Network kod adıyla çalışma yapıyordu. Türkiye'deki kontrgerillanın da bir Gladio uzantısı olduğu iddia edilmektedir.
Gladio'nun şekillendirilmesinde rol oynayan önemli şahıslardan General Reinhard Gehlen aynı zamanda bir Naziydi. İşin ilginç tarafı ise bu kişinin İsrail'in gizli servisi MOSSAD'la da bağlantısının olmasıydı. Bütün bu bağlantılar Gizli Dünya Devleti'nin geri plandaki faaliyetleri hakkında önemli ip uçları veriyor olmalı. General Gehlen, Gladio'nun oluşturulması ve şekillendirilmesi merhalesinde önemli rol oynadı ve bu konuda Hitler'in yanında edindiği tecrübeden yararlandığı tahmin edilmektedir. Gladio'nun siyonizmle bağlantısı hakkında Richard Deacon, The Israeli Secret Service adlı eserinde şu işaretleri veriyor: "Almanya'daki kontrgerilla hareketi Gehlen Organizasyonu savaş sonrası dönemde istihbarat toplamak üzere kurulan bir örgüt. Örgütün başı Reinhard Gehlen, CIA yoluyla ABD'den destek alıyor. Bu örgüt için çalışan Alman yetkililerden biri Nasır'ın (Mısır'ın eski cumhurbaşkanı Abdünnasır'ın) danışmanlığını yapıyor. Gereken bilgileri yetkililere aktarıyor. Organizasyonda İsrail'le bağlantıdan haberi olan çok az kişi vardı. Bağlantılar daha ileriki safhalarda Fransız istihbarat servisindeki MOSSAD ajanına haber verilerek Paris'te yürütüldü. Fransa bir NATO üyesiydi ve bu MOSSAD ajanının da NATO ülkeleri arasında askeri istihbarat edinme yolları vardı." Aynı eserde General Reinhard Gehlen'in MOSSAD hesabına çalıştığı da özellikle vurgulanmaktadır. Richard Deacon'a göre Gehlen 1950'lerde soğuk savaş konusunda Amerika'nın en önemli elemanlarından biriydi.
Gladio'nun İtalya kanadının ise bu ülkenin en çok ismini duyuran P-2 Mason locasıyla yakın irtibat içinde olduğu, hukuki soruşturmalar neticesinde ortaya çıkmıştır. Bu locanın üstad-ı azamı Licio Gelli aynı zamanda İspanya iç savaşında faşistler adına savaşmış bir isimdi. İtalya'nın mafyayla ve Gladio ile yakın irtibatı olduğu tespit edilen eski başbakanı Giulio Andreotti de bu locanın üyesiydi. Meşhur Temiz Eller Operasyonu'nda sorguya çekilen Andreotti başbakanlığı döneminde Gladio'yu savunmuştu. P-2 locasının Gladio ve mafya bağlantısı araştırıldığında bu locanın üyeleri arasında 43 parlamenter, 54 üst düzey devlet görevlisi, başta Genelkurmay başkanı Amiral Giovanni Torrisi olmak üzere 8'i amiral 30'u general 183 askeri yetkili, 19 hakim, avukatlar, polis komiserleri, bankerler, gazete sahipleri, yazarlar, baş yazarlar, 58 profesör, siyasi parti liderleri ve haber alma servisinin 3 eski başkanı olduğu tespit edilmişti. Bu durum ülkede Gladio'ya destek veren mason locasının ne kadar geniş bir alana yayıldığını ortaya koyuyordu.
P2-Mafya-Gladio bağlantısının gün yüzüne çıkması sebebiyle başlatılan hukuki soruşturmada birtakım ilginç gerçeklerle de karşılaşıldı. Locanın başkanı Gelli, İtalya seçimlerinde Hıristiyan Demokrat Parti'nin seçimi kazanması için naylon operasyonlar düzenlemiş ve bunun için CIA'den yardım almıştı. Yeni Dünya Düzeni Yeni Dünya Düzeni dünya kamuoyunun gündemine daha çok Doğu blokunun çökmesinden sonra girdi. Oysa
Illuminati şebekesinin ve onun ortaya çıkardığı global gizli örgütlerin gündeminde yüzyıllardan beri vardır. Hatta Fransız devrimi öncesinde yürüttükleri çalışmalarında hedeflerini "Yeni Dünya Düzeni" olarak açıklamışlardı. Sonraki dönemlerde ise bunu muhtelif vesilelerle ve gelişmelerle bağlantılı olarak gündeme getirmişlerdir. Doğu blokunun çökmesinden sonra Amerika'nın tümdünya üzerinde kurmak istediği saltanatı "Yeni Dünya Düzeni" emeli olarak açıklaması da bir tesadüf değildir. Bunun Illuminati şebekesinin yüzyıllardan beridir vurguladığı Yeni Dünya Düzeni teorisiyle çok yakından irtibatı vardı. Zaten ABD'nin son dönemde üzerinde durduğu Yeni Dünya Düzeni'nin fikri temeli de Bilderberg ve CFR toplantılarında şekillendirilmiştir.
Amerika'nın öncülüğünde son dönemde ortaya atılan Yeni Dünya Düzeni teorisinin arkasında da Gizli Dünya Devleti'nin global örgütlerinin rolü vardır. Fakat bu örgütlerin hedefi siyasi güçlerden ziyade sermaye kuruluşlarının kıskacında bir dünya ortaya çıkarmaktır. Tabii bu konuda siyonist oluşumlar kendilerinin sermaye üzerindeki hakimiyetlerine biraz fazla güvenmekte ve sermayenin sultasında bir dünya düzeni kurmanın kendilerinin egemenliklerinin daha da güçlenmesine imkan vereceğini hesap etmektedirler. Bu konuda adından daha önce söz ettiğimiz ünlü yahudi David Rockefeller şöyle diyor: "Hükümetlerin yerini alacak birileri olmalı ve bana öyle görünüyor ki, bunu da en iyi şirketler yaparlar..." Bundan dolayıdır ki ünlü yazar Alev Alatlı'nın da dile getirdiği üzere Yeni Dünya Düzeni'ne muhalefet edenler bunun anlamının, dünyanın siyasi ve yasal hüviyetini tümüyle değiştirmek, ulus-devletlerin tarihi rollerini ortadan kaldırmak, kontrolü uluslar-ötesi tröstlere devretmek suretiyle millet kavramını ortadan kaldırarak, idareyi İngilizce konuşan Anglo-sever bir oligarşiye teslim etmek olduğundan eminler.
Siyonizmin Sultası Çöküşte 20. yüzyıl siyonizm için bir altın çağ olmuştur. Böyle bir çağı yaşamasının en önemli sebebi ise bu araştırmamızda üzerinde durduğumuz uluslararası gizli örgütler vasıtasıyla kurmuş oldukları saltanattır. Bu saltanatı kurmalarına imkan sağlayan en önemli etken ise para kaynaklarına hakim olmalarıdır. Özellikle Ortaçağ Avrupa'sında finansman ve faizle, borç verme yoluyla siyasi platformda da önemli işler çevirmeyi başarabilmişlerdir. Rockefeller ve Rothschild ailelerinin yürüttüğü faaliyetler bundan dolayı önem arz etmektedir. Fakat uluslararası siyonizmin siyasi mekanizmada sultasını kurması için şartları hazırlayanlar sadece bunlar değil. Bunlar sadece isimleri birçok yerde öne çıkan iki önemli aile. Bunların dışında daha pek çok yahudi aile para kaynaklarına hükmetmek suretiyle siyasi mekanizmayı etkileme imkanı elde edebilmiştir. Fakat dünyada hiç kimsenin sultası ebedi ve kalıcı değildir. Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır: "Bu günleri böyle aranızda döndürürüz." (Ali İmran, 3/140) Yirmi birinci yüzyılın başlangıcından itibaren siyonizmin sultası da bir çöküş dönemine girmiştir. İlk bakışta siyaset meydanında hala ABD vasıtasıyla uluslararası siyonizmin ve onun kontrol ettiği global organların hüküm sürdüğü görülmektedir. Ancak bu örgütlerin artık eski etkinliklerine sahip olmadıkları anlaşılıyor. Örneğin Bilderberg'in önemli kabul ettiği üyeler bazen ülkelerinde ciddi soruşturmalara tabi tutulabiliyorlar. Bu grubun toplantılarına katılmalarından dolayı siyaset meydanlarında parlayacakları sanılan kişilerin hiç de parlayamadıkları, gölgede kaldıkları müşahede ediliyor. Ayrıca özellikle entelektüel kesim, bu örgütleri bugün düne nispetle biraz daha yakın takibe almış durumdadır. Üstün ahlaki değerlere inanan kesim ise siyonizmin tarih boyunca insanlık için bir tehdit ve tehlike olduğunu görmüştür. Dolayısıyla söz konusu örgütlerle siyonizm bağlantısı kendilerini rahatsız etmektedir. Bu rahatsızlık zaman içinde daha da artacaktır.
Daha bugünden sadece İslami camiadan değil Batı'daki entelektüel kesimden de birçoklarının söz konusu örgütlerin faaliyetlerinden rahatsız olduklarını belli ettiklerine şahit oluyoruz. Bu rahatsızlık söz konusu örgütlerle irtibatlı kişilerin siyaset meydanlarında biraz daha çekingen hareket etmelerine sebep olacaktır. Ayrıca bu konuda kitlelerin biraz daha bilinçlendirilmesi durumunda, kitleler siyasi tercihlerinde söz konusu örgütlerle irtibatı bir eksi puan olarak kabul edeceklerdir. Bu arada söz konusu örgütlere yön verenlerin para kaynakları ve iktisadi kuruluşlar üzerindeki saltanatları da gittikçe zayıflamaktadır. Bu zayıflama tabii ki onların siyasi mekanizmayı yönlendirmelerini de zorlaştırmaktadır. Bu açıdan, zikredilen örgütlere yön verenlerin ekonomik saltanatlarını sarsabilmek için mutlaka alternatif iktisadi faaliyetlere ağırlık verilmesi gerekir. Toplumların hür ve bağımsız bir geleceğe doğru ilerlemelerini isteyenlerin de siyonizmin ekonomik kaynaklarını boykot ve alternatiflerine destek kampanyalarına katılmanın basite alınmaması, önemsenmesi gereken bir tavır olacağını bilmeleri gerekir. Burada vurgulanması gereken önemli bir husus da, Gizli Dünya Devleti'ni yönlendiren mekanizmaların çoğunun bugün ABD merkezli çalışmalarının dikkat çekmesidir. Bu durum karşısında ABD ile rekabet halindeki ülkeler veya bloklar o mekanizmalara mesafeli durmayı ve yaklaşınca da şüpheli yaklaşmayı tercih ediyorlar. Özellikle 11 Eylül olaylarından sonra ABD'nin tek merkezli bir dünya otoritesi oluşturma çabası içine girmesi ve bu çabanın arkasında da sözünü ettiğimiz Gizli Dünya Devleti'ne yön veren global örgütlerin bulunması, bu örgütler karşısında ihtiyatın biraz daha artırılması ihtiyacını doğurmuştur.
Bugün Gizli Dünya Devleti'nin geleceğini tehdit eden en önemli gelişme İslami bilinçlenmedir. Bu yüzden de İslami oluşumlar yeni düşman olarak ilan edilmiştir. Dolayısıyla İslami bilinçlenmenin yıpratılması amacıyla yoğun bir anti-propaganda faaliyeti
yürütülmektedir. Bu anti-propaganda faaliyetinde de ağırlıklı olan günümüz toplumlarının en çok nefret ettiği olgu durumundaki terör olgusundan ve terör kavramından yararlanılmaktadır. Bu konudaki propagandaların etkili olabilmesi için zaman zaman provokasyon amaçlı terör eylemleri de düzenlenebilmektedir. Hatta 11 Eylül saldırılarının bu tür bir saldırı olacağı, o olayı yakın takibe alanların büyük bir çoğunluğunun zihinlerinde oluşmuş tereddüttür. Birçokları bu tereddütlerini haklı kılan gerekçeler de ortaya koymuşlardır. Bunlar sadece İslamcı kesimden değildir. Hatta diyebiliriz ki çoğunluğu Batılı entelektüel kesimdendir. Bazı yerlerde ise bir yandan sosyal ve psikolojik şartlar oluşturulmakta, diğer yandan bu şartlardan etkilenebilecek oluşumların ortaya çıkmasına fırsat verilmektedir. Bu ikisi bir araya gelince de birtakım şiddet olaylarının vuku bulması zorunlu bir sonuç olarak ortaya çıkmakta ve bu sonuç anti-propaganda faaliyetinin malzemesi olarak kullanılmaktadır. Ama ne kadar ilginçtir ki bu antipropaganda çoğu zaman ilginin artmasına da sebep olabilmektedir.
İslami camianın gelişmeleri çok akıllıca ve hem kendi geleceklerini hem de tüm insanlığın geleceğini göz önünde bulundurarak değerlendirmesi zorunludur. Anti-propaganda ve fişlenme korkusu İslami faaliyetlerini kendi elleriyle baltalamalarının sebebi olmamalı. Ama belli amaçlar için oluşturulan sosyal ve psikolojik şartlar da kendilerini, İslami camianın aleyhine olacak fiillere itmemeli. Biz Allah'ın izniyle geleceğin İslam'ın olacağına inanıyoruz. İnsanı canlı tutan en önemli etken umuttur. Umutlarımızı mutlaka canlı tutmalıyız. Umudun kaybedilmesiyle hayat da manasını kaybeder. İnancına bağlı bir mü'minin ümidini kaybetmesi ise anlamsızdır. Çünkü Yüce Allah onun her hal-ü kârda kazançlı olduğunu bildiriyor. İhlasla yaptığı hiçbir şey karşılıksız kalmayacaktır. Bu dünyada alamasa bile ahirette Allah katında alacaktır. Bu dünyadaki sonucu belirleyen Allah'tır. Mü'mine düşen kendisinden istenen gayreti sarf etmektir. Ama ümit canlı tutulmazsa gayret aşkı da kaybedilir.
Not: Gizli Dünya Devleti'nin Türkiye kanadı hakkında fikir edinilmesi için daha önce yayınlanmış olan "Türkiye'de Yahudi Lobiciliği" başlıklı yazımızı mutlaka okumanızı tavsiye ediyoruz. Buradaki bilgileri oradaki bilgilerle birleştirmeniz durumunda hadisenin boyutları zihninizde biraz daha netlik kazanacaktır. Zikrettiğimiz yazıyı Web sitemizde ve "Bütün Yönleriyle Filistin" başlıklı CD-Rom çalışmamızda "Türkiye-İsrail İlişkileri" bölümünde bulabilirsiniz. Ayrıca Gizli Dünya Devleti'nin İslam dünyasına yönelik politikalarının nasıl işlediğinin öğrenilmesi için bizim Emperyalizmin Oyunları ve İslam Dünyası adlı kitabımızın okunmasına ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz. Mevcudu kalmayan bu kitabı da Allah'ın izniyle, güncelleyerek yeniden basmak için çalışmalarımızı sürdürüyoruz...Kaynak textara.com
Ülkelerdeki önemli ekonomik kararların, acı reçetelerin ve hatta pek çok ihtilallerin ve hükümet değişikliklerinin, IMF merkezinde planlandığı araştırmacıların özellikle üzerinde durdukları bir husustur. Venezuella Cumhurbaşkanı'nın: "Ülkemizdeki ekmek ve benzin fiyatlarından memur ve işçi maaşlarına, yatırım alanlarından ihracat ve ithalat kotalarına kadar her sahada etkili olan bu kuruluşun, siyasi iktidarları değiştirme yetkisinin de olacağını düşünüyorum" sözü bu açıdan dikkat çekicidir.
Türkiye ve IMF Türkiye 1947 yılında IMF'e üye olmuştur. 1970 yılından itibaren ise IMF'in istek ve önerileri doğrultusunda ekonomik istikrar programları hazırlamıştır. Şimdiye kadar 17 stand by anlaşması imzalamıştır. İmzaladığı 16 stand-by anlaşması ile IMF'in mali imkanlarından ve kendi SDR'sinden 4 milyar 362 milyon dolar kredi almıştır. Bunun karşılığında IMF tarafından dayatılan ve Türkiye'yi ekonomik yönden bayağı gerilere götüren, çeşitli alanlardaki üretimlerine kota koyan, dış ticaretini sınırlandıran pek çok programı uygulamak zorunda kalmıştır. 1947'den buyana ve 16 stand-by anlaşmasına imza atarak aldığı kredilerin toplamı ise Amerika'nın İsrail'e bir yılda verdiği yardımdan sadece 1 milyar dolar fazladır. Değer olarak düşünürsek aldığı toplam kredi 215 adet orta halli savaş uçağına tekabül etmektedir. Türkiye'nin kullandığı kredilere üyelik karşılığında yatırmak zorunda olduğu katılım payı karşılığındaki para çekme hakkı yani SDR'si de dahildir.
Dünya Bankası Dünya Bankası, IMF'in bir kardeş kuruluşu olarak bilinir. Merkezi Washington'dadır. IMF ile aynı binada ve tam bir koordinasyon içinde çalışır. Birleşmiş Milletler'e bağlı mali kuruluş olan Dünya Bankası 1944 yılının Temmuz ayında, Birleşmiş Milletler Para ve Maliye Konferansı'nda alınan kararlar doğrultusunda kurulmuştur. Ancak resmi kuruluşu Haziran 1946'da gerçekleşti. Dünya Bankası, öncelikli olarak II. Dünya Savaşı sonrası imar etkinliklerini desteklemeye yönelik krediler vermiştir. Yani II. Dünya Savaşı'nın yol açtığı yıkım ve tahribat sebebiyle Gizli Dünya Devleti'nin de finansörleri olan siyonist finansörlere gün doğmuştu. Üstelik işin hamallığını başkalarına yaptırıyor kendileri sadece para ve kredi temin etmek suretiyle servetlerine servet katıyorlardı. Paralarının herhangi bir şekilde riske girmemesi için de onu uluslararası güvenceye sokmak amacıyla BM'e bağlı bir uluslararası banka kurdurmuşlardı ve kanal olarak onu kullanıyorlardı. Dünya Bankası kredilerini 1949'dan sonra ekonomik kalkınma amaçlı projelere kaydırmıştır. Dünya Bankası'nın en yetkili organı Guvernörler Konseyi'dir. 20 kişiden oluşur ve borç para verme işlemleri üzerinde karar alır. Mevcut sermayesi 171 milyar dolardır.
Kredi vereceği zaman şu kriterlere bakar:
1) Kredinin doğrudan devlete veya hükümetlerin güvencesi altında olmak şartıyla özerk
kuruluşlara verilmesi,
2) Genellikle 15 veya 20 yıl vadeli verilmesi
3) Mali piyasadaki faiz oranına yakın faizle verilmesi
NATO ve Gizli Dünya Devleti NATO, II. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan bir askeri bloktur. Ancak gerçekte Gizli Dünya Devleti'nin askeri kanadı niteliği taşımaktadır. Kuruluşunun gerekçesi Sovyet tehdidiydi. Yani Sovyet tehdidiyle karşı karşıya ülkeleri bir ortak savunma bloku içinde bir araya getiriyordu. Dolayısıyla bloka girecek ülkelerden herhangi birine yönelecek tehdit ya da saldırı tümüne yönelik kabul edilecek ve ortak savunma yapılacaktı. Bunlara bakılırsa gerekçe masum gibidir. Fakat arka plana baktığımızda yine o karanlık örgütlerin elleriyle karşılaşıyoruz. Jean Monnet adlı araştırmacının Memoires adlı eserinde şöyle denir: "NATO, Amerika'daki en güçlü yahudi lobilerinden biri olan CFR tarafından kurulmuştur... Kurucuları arasında Bilderberg, Trilateral ve CFR üyesi Joseph Luns, CFR ve Bilderberg üyesi George Marshall, yine CFR ve Bilderberg üyesi Dean Acheson bulunmaktadır." Alle E. Roberts'in Brother Truman adlı eserinde de şöyle denir: "(NATO'nun) öncülüğünü yahudi ve mason ABD başkanı Truman yapmıştır." İlk NATO başkumandanı da CFR üyesi ve yahudi lobilerine önemli katkıları olan General Eisenhower'di. Historia Hors Serie'de yazdığına göre sonraki başkomutanlarından General Lemnitzer de bir yahudi ve masondur. İlhami Soysal'ın Dünya'da ve Türkiye'de Masonlar ve Masonluk adlı kitabında yazdığına göre yine NATO başkomutanlarından Omar Bradley de bir masondur. Bunlar NATO'nun üst kademelerinde görev almış masonların sadece birkaçı. Bunların dışında da NATO'nun üst kademelerinde görev almış daha birçok isim mason teşkilatlarına üyeydi. Bunların tamamının Gizli Dünya Devleti'nin geri planda durup dünyaya yön vermeye çalışan örgütleriyle doğrudan irtibatı vardı.
Gladio ve Gizli Dünya Devleti Gladio, daha çok İtalya'daki siyasi cinayetleriyle adını duyurmuş bir gizli örgüttür. Ancak bu örgütün NATO'nun gözetiminde çalışan bir özel tim olduğu kesindir. NATO'nun doğrudan düşman ilan edemediği kişilere veya siyasi mekanizmalara karşı Gladio kullanılmıştır. Örgüt sadece siyasi cinayetler gerçekleştirmekle kalmamış, zaman zaman askeri darbelerin zeminlerini ve şartlarını da hazırlamış, hatta bu tür darbeleri yönlendirmiştir. Gladio NATO ile paralel kurulmuştur ve görünüşte amacı herhangi bir komünist saldırı karşısında gerilla savaşını organize etmekti. Örgütün finansmanı ise büyük ölçüde ABD tarafından sağlanmıştır. Bu arada bir yandan da medya kanalıyla antikomünist propaganda faaliyetlerini organize edecekti. Yöneticileri NATO üyesi ülkelerde eğitim görüyordu. Faaliyetlerini genellikle gizlice yürüten Gladio sadece NATO üyesi ülkelerde değil, Avusturya, İsveç, Norveç gibi NATO üyesi olmayan ülkelerde de örgütlenmiştir. Farklı ülkelerde farklı kod adlarıyla çalışma yapıyordu. Örneğin İtalya'da Gladio, Yunanistan'da B-8 ya da Sheep Skin (Koyun Postu), Belçika'da SDRA-8, Hollanda'da NATO Command, Almanya'da Gehlen harekatı (kurucusu General Reinhard Gehlen'e nispetle), Avusturya'da Schwert, İngiltere'de Secret British Network kod adıyla çalışma yapıyordu. Türkiye'deki kontrgerillanın da bir Gladio uzantısı olduğu iddia edilmektedir.
Gladio'nun şekillendirilmesinde rol oynayan önemli şahıslardan General Reinhard Gehlen aynı zamanda bir Naziydi. İşin ilginç tarafı ise bu kişinin İsrail'in gizli servisi MOSSAD'la da bağlantısının olmasıydı. Bütün bu bağlantılar Gizli Dünya Devleti'nin geri plandaki faaliyetleri hakkında önemli ip uçları veriyor olmalı. General Gehlen, Gladio'nun oluşturulması ve şekillendirilmesi merhalesinde önemli rol oynadı ve bu konuda Hitler'in yanında edindiği tecrübeden yararlandığı tahmin edilmektedir. Gladio'nun siyonizmle bağlantısı hakkında Richard Deacon, The Israeli Secret Service adlı eserinde şu işaretleri veriyor: "Almanya'daki kontrgerilla hareketi Gehlen Organizasyonu savaş sonrası dönemde istihbarat toplamak üzere kurulan bir örgüt. Örgütün başı Reinhard Gehlen, CIA yoluyla ABD'den destek alıyor. Bu örgüt için çalışan Alman yetkililerden biri Nasır'ın (Mısır'ın eski cumhurbaşkanı Abdünnasır'ın) danışmanlığını yapıyor. Gereken bilgileri yetkililere aktarıyor. Organizasyonda İsrail'le bağlantıdan haberi olan çok az kişi vardı. Bağlantılar daha ileriki safhalarda Fransız istihbarat servisindeki MOSSAD ajanına haber verilerek Paris'te yürütüldü. Fransa bir NATO üyesiydi ve bu MOSSAD ajanının da NATO ülkeleri arasında askeri istihbarat edinme yolları vardı." Aynı eserde General Reinhard Gehlen'in MOSSAD hesabına çalıştığı da özellikle vurgulanmaktadır. Richard Deacon'a göre Gehlen 1950'lerde soğuk savaş konusunda Amerika'nın en önemli elemanlarından biriydi.
Gladio'nun İtalya kanadının ise bu ülkenin en çok ismini duyuran P-2 Mason locasıyla yakın irtibat içinde olduğu, hukuki soruşturmalar neticesinde ortaya çıkmıştır. Bu locanın üstad-ı azamı Licio Gelli aynı zamanda İspanya iç savaşında faşistler adına savaşmış bir isimdi. İtalya'nın mafyayla ve Gladio ile yakın irtibatı olduğu tespit edilen eski başbakanı Giulio Andreotti de bu locanın üyesiydi. Meşhur Temiz Eller Operasyonu'nda sorguya çekilen Andreotti başbakanlığı döneminde Gladio'yu savunmuştu. P-2 locasının Gladio ve mafya bağlantısı araştırıldığında bu locanın üyeleri arasında 43 parlamenter, 54 üst düzey devlet görevlisi, başta Genelkurmay başkanı Amiral Giovanni Torrisi olmak üzere 8'i amiral 30'u general 183 askeri yetkili, 19 hakim, avukatlar, polis komiserleri, bankerler, gazete sahipleri, yazarlar, baş yazarlar, 58 profesör, siyasi parti liderleri ve haber alma servisinin 3 eski başkanı olduğu tespit edilmişti. Bu durum ülkede Gladio'ya destek veren mason locasının ne kadar geniş bir alana yayıldığını ortaya koyuyordu.
P2-Mafya-Gladio bağlantısının gün yüzüne çıkması sebebiyle başlatılan hukuki soruşturmada birtakım ilginç gerçeklerle de karşılaşıldı. Locanın başkanı Gelli, İtalya seçimlerinde Hıristiyan Demokrat Parti'nin seçimi kazanması için naylon operasyonlar düzenlemiş ve bunun için CIA'den yardım almıştı. Yeni Dünya Düzeni Yeni Dünya Düzeni dünya kamuoyunun gündemine daha çok Doğu blokunun çökmesinden sonra girdi. Oysa
Illuminati şebekesinin ve onun ortaya çıkardığı global gizli örgütlerin gündeminde yüzyıllardan beri vardır. Hatta Fransız devrimi öncesinde yürüttükleri çalışmalarında hedeflerini "Yeni Dünya Düzeni" olarak açıklamışlardı. Sonraki dönemlerde ise bunu muhtelif vesilelerle ve gelişmelerle bağlantılı olarak gündeme getirmişlerdir. Doğu blokunun çökmesinden sonra Amerika'nın tümdünya üzerinde kurmak istediği saltanatı "Yeni Dünya Düzeni" emeli olarak açıklaması da bir tesadüf değildir. Bunun Illuminati şebekesinin yüzyıllardan beridir vurguladığı Yeni Dünya Düzeni teorisiyle çok yakından irtibatı vardı. Zaten ABD'nin son dönemde üzerinde durduğu Yeni Dünya Düzeni'nin fikri temeli de Bilderberg ve CFR toplantılarında şekillendirilmiştir.
Amerika'nın öncülüğünde son dönemde ortaya atılan Yeni Dünya Düzeni teorisinin arkasında da Gizli Dünya Devleti'nin global örgütlerinin rolü vardır. Fakat bu örgütlerin hedefi siyasi güçlerden ziyade sermaye kuruluşlarının kıskacında bir dünya ortaya çıkarmaktır. Tabii bu konuda siyonist oluşumlar kendilerinin sermaye üzerindeki hakimiyetlerine biraz fazla güvenmekte ve sermayenin sultasında bir dünya düzeni kurmanın kendilerinin egemenliklerinin daha da güçlenmesine imkan vereceğini hesap etmektedirler. Bu konuda adından daha önce söz ettiğimiz ünlü yahudi David Rockefeller şöyle diyor: "Hükümetlerin yerini alacak birileri olmalı ve bana öyle görünüyor ki, bunu da en iyi şirketler yaparlar..." Bundan dolayıdır ki ünlü yazar Alev Alatlı'nın da dile getirdiği üzere Yeni Dünya Düzeni'ne muhalefet edenler bunun anlamının, dünyanın siyasi ve yasal hüviyetini tümüyle değiştirmek, ulus-devletlerin tarihi rollerini ortadan kaldırmak, kontrolü uluslar-ötesi tröstlere devretmek suretiyle millet kavramını ortadan kaldırarak, idareyi İngilizce konuşan Anglo-sever bir oligarşiye teslim etmek olduğundan eminler.
Siyonizmin Sultası Çöküşte 20. yüzyıl siyonizm için bir altın çağ olmuştur. Böyle bir çağı yaşamasının en önemli sebebi ise bu araştırmamızda üzerinde durduğumuz uluslararası gizli örgütler vasıtasıyla kurmuş oldukları saltanattır. Bu saltanatı kurmalarına imkan sağlayan en önemli etken ise para kaynaklarına hakim olmalarıdır. Özellikle Ortaçağ Avrupa'sında finansman ve faizle, borç verme yoluyla siyasi platformda da önemli işler çevirmeyi başarabilmişlerdir. Rockefeller ve Rothschild ailelerinin yürüttüğü faaliyetler bundan dolayı önem arz etmektedir. Fakat uluslararası siyonizmin siyasi mekanizmada sultasını kurması için şartları hazırlayanlar sadece bunlar değil. Bunlar sadece isimleri birçok yerde öne çıkan iki önemli aile. Bunların dışında daha pek çok yahudi aile para kaynaklarına hükmetmek suretiyle siyasi mekanizmayı etkileme imkanı elde edebilmiştir. Fakat dünyada hiç kimsenin sultası ebedi ve kalıcı değildir. Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır: "Bu günleri böyle aranızda döndürürüz." (Ali İmran, 3/140) Yirmi birinci yüzyılın başlangıcından itibaren siyonizmin sultası da bir çöküş dönemine girmiştir. İlk bakışta siyaset meydanında hala ABD vasıtasıyla uluslararası siyonizmin ve onun kontrol ettiği global organların hüküm sürdüğü görülmektedir. Ancak bu örgütlerin artık eski etkinliklerine sahip olmadıkları anlaşılıyor. Örneğin Bilderberg'in önemli kabul ettiği üyeler bazen ülkelerinde ciddi soruşturmalara tabi tutulabiliyorlar. Bu grubun toplantılarına katılmalarından dolayı siyaset meydanlarında parlayacakları sanılan kişilerin hiç de parlayamadıkları, gölgede kaldıkları müşahede ediliyor. Ayrıca özellikle entelektüel kesim, bu örgütleri bugün düne nispetle biraz daha yakın takibe almış durumdadır. Üstün ahlaki değerlere inanan kesim ise siyonizmin tarih boyunca insanlık için bir tehdit ve tehlike olduğunu görmüştür. Dolayısıyla söz konusu örgütlerle siyonizm bağlantısı kendilerini rahatsız etmektedir. Bu rahatsızlık zaman içinde daha da artacaktır.
Daha bugünden sadece İslami camiadan değil Batı'daki entelektüel kesimden de birçoklarının söz konusu örgütlerin faaliyetlerinden rahatsız olduklarını belli ettiklerine şahit oluyoruz. Bu rahatsızlık söz konusu örgütlerle irtibatlı kişilerin siyaset meydanlarında biraz daha çekingen hareket etmelerine sebep olacaktır. Ayrıca bu konuda kitlelerin biraz daha bilinçlendirilmesi durumunda, kitleler siyasi tercihlerinde söz konusu örgütlerle irtibatı bir eksi puan olarak kabul edeceklerdir. Bu arada söz konusu örgütlere yön verenlerin para kaynakları ve iktisadi kuruluşlar üzerindeki saltanatları da gittikçe zayıflamaktadır. Bu zayıflama tabii ki onların siyasi mekanizmayı yönlendirmelerini de zorlaştırmaktadır. Bu açıdan, zikredilen örgütlere yön verenlerin ekonomik saltanatlarını sarsabilmek için mutlaka alternatif iktisadi faaliyetlere ağırlık verilmesi gerekir. Toplumların hür ve bağımsız bir geleceğe doğru ilerlemelerini isteyenlerin de siyonizmin ekonomik kaynaklarını boykot ve alternatiflerine destek kampanyalarına katılmanın basite alınmaması, önemsenmesi gereken bir tavır olacağını bilmeleri gerekir. Burada vurgulanması gereken önemli bir husus da, Gizli Dünya Devleti'ni yönlendiren mekanizmaların çoğunun bugün ABD merkezli çalışmalarının dikkat çekmesidir. Bu durum karşısında ABD ile rekabet halindeki ülkeler veya bloklar o mekanizmalara mesafeli durmayı ve yaklaşınca da şüpheli yaklaşmayı tercih ediyorlar. Özellikle 11 Eylül olaylarından sonra ABD'nin tek merkezli bir dünya otoritesi oluşturma çabası içine girmesi ve bu çabanın arkasında da sözünü ettiğimiz Gizli Dünya Devleti'ne yön veren global örgütlerin bulunması, bu örgütler karşısında ihtiyatın biraz daha artırılması ihtiyacını doğurmuştur.
Bugün Gizli Dünya Devleti'nin geleceğini tehdit eden en önemli gelişme İslami bilinçlenmedir. Bu yüzden de İslami oluşumlar yeni düşman olarak ilan edilmiştir. Dolayısıyla İslami bilinçlenmenin yıpratılması amacıyla yoğun bir anti-propaganda faaliyeti
yürütülmektedir. Bu anti-propaganda faaliyetinde de ağırlıklı olan günümüz toplumlarının en çok nefret ettiği olgu durumundaki terör olgusundan ve terör kavramından yararlanılmaktadır. Bu konudaki propagandaların etkili olabilmesi için zaman zaman provokasyon amaçlı terör eylemleri de düzenlenebilmektedir. Hatta 11 Eylül saldırılarının bu tür bir saldırı olacağı, o olayı yakın takibe alanların büyük bir çoğunluğunun zihinlerinde oluşmuş tereddüttür. Birçokları bu tereddütlerini haklı kılan gerekçeler de ortaya koymuşlardır. Bunlar sadece İslamcı kesimden değildir. Hatta diyebiliriz ki çoğunluğu Batılı entelektüel kesimdendir. Bazı yerlerde ise bir yandan sosyal ve psikolojik şartlar oluşturulmakta, diğer yandan bu şartlardan etkilenebilecek oluşumların ortaya çıkmasına fırsat verilmektedir. Bu ikisi bir araya gelince de birtakım şiddet olaylarının vuku bulması zorunlu bir sonuç olarak ortaya çıkmakta ve bu sonuç anti-propaganda faaliyetinin malzemesi olarak kullanılmaktadır. Ama ne kadar ilginçtir ki bu antipropaganda çoğu zaman ilginin artmasına da sebep olabilmektedir.
İslami camianın gelişmeleri çok akıllıca ve hem kendi geleceklerini hem de tüm insanlığın geleceğini göz önünde bulundurarak değerlendirmesi zorunludur. Anti-propaganda ve fişlenme korkusu İslami faaliyetlerini kendi elleriyle baltalamalarının sebebi olmamalı. Ama belli amaçlar için oluşturulan sosyal ve psikolojik şartlar da kendilerini, İslami camianın aleyhine olacak fiillere itmemeli. Biz Allah'ın izniyle geleceğin İslam'ın olacağına inanıyoruz. İnsanı canlı tutan en önemli etken umuttur. Umutlarımızı mutlaka canlı tutmalıyız. Umudun kaybedilmesiyle hayat da manasını kaybeder. İnancına bağlı bir mü'minin ümidini kaybetmesi ise anlamsızdır. Çünkü Yüce Allah onun her hal-ü kârda kazançlı olduğunu bildiriyor. İhlasla yaptığı hiçbir şey karşılıksız kalmayacaktır. Bu dünyada alamasa bile ahirette Allah katında alacaktır. Bu dünyadaki sonucu belirleyen Allah'tır. Mü'mine düşen kendisinden istenen gayreti sarf etmektir. Ama ümit canlı tutulmazsa gayret aşkı da kaybedilir.
Not: Gizli Dünya Devleti'nin Türkiye kanadı hakkında fikir edinilmesi için daha önce yayınlanmış olan "Türkiye'de Yahudi Lobiciliği" başlıklı yazımızı mutlaka okumanızı tavsiye ediyoruz. Buradaki bilgileri oradaki bilgilerle birleştirmeniz durumunda hadisenin boyutları zihninizde biraz daha netlik kazanacaktır. Zikrettiğimiz yazıyı Web sitemizde ve "Bütün Yönleriyle Filistin" başlıklı CD-Rom çalışmamızda "Türkiye-İsrail İlişkileri" bölümünde bulabilirsiniz. Ayrıca Gizli Dünya Devleti'nin İslam dünyasına yönelik politikalarının nasıl işlediğinin öğrenilmesi için bizim Emperyalizmin Oyunları ve İslam Dünyası adlı kitabımızın okunmasına ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz. Mevcudu kalmayan bu kitabı da Allah'ın izniyle, güncelleyerek yeniden basmak için çalışmalarımızı sürdürüyoruz...Kaynak textara.com
Bugün 348 ziyaretçi (470 klik) kişi buradaydı.