İNANÇ VE BİLGİ EKSENLERİ
Koordinat sistemindeki x ve y eksen tasvirleri, malum, sade pozitif x ve y yönlerini değil, negatif x ve y cihetlerini de ihtiva eder. Başlıktaki isimleri pozitif değerler varsayarsak, onların negatiflerini ‘inançsızlık’ ve ‘belirsizlik’ diye tanımlayabiliriz. Dolayısıyla mezkur eksenleri ‘inanç-inançsızlık’ ve ‘bilgi-belirsizlik’ olarak da tavsif edebiliriz. Bu iki eksen x ve y gibi birbirine ‘diktir’. (Negatif’in ‘olumsuz/menfi’, ‘kötü’ demek olmadığını vurgulayayım.)
İnsan zihni binlerce yıllık alışkanlıkların, korkuların, düşmanlıkların, menfaatlerin.. etkisiyle inanmak-inanmamak ekseninde/düzleminde işler. Mümin, ‘gayba inanmayı’ ve iman sahibi olmayı adeta bir erdem kabul eder, ‘inançsız’ olmayı tasavvur dahi edemez, ‘aslında ateist insan yoktur’ der. (1)
Astrolog, kanıt sual edildiğinde ‘önce inanmak gerekir’ der. (2)
‘Dinsiz’ bilim insanı, soyut matematikle ve zayıf-dolaylı gözlemlerle teşkil edilmiş kuramları tabiat kanunu/hakikat gibi vazeder ve fakat onlara ‘inandığını’ söyler (3)
Farklı neviden sayısız inanç ve buna ilişkin tavırlar, tepkiler, klişe/ezber cümleler vardır ki yukarıdakilerle yetinip yalnızca not düşelim (4).
y ekseninde yaşayan, düşünen, yorumlayan, müşahede ve analiz eden, akıl yürüten.. insanlara, ‘inanmıyor musun’, ‘neye inanıyorsun’ soruları anlamsız gelir. Çünkü onların zihni bilmek-bilmemek/belirsizlik düzeninde çalışır. Bil(e)emek/belirsizlik durumu onları metafizik arayışlara yöneltecek şekilde ve ölçüde rahatsız etmez (İnananlar ile aralarındaki en bariz fark.).
İman etmekten değil, bilmekten (keşfetmekten, öğrenmekten, yaratmaktan, üretmekten…) zevk alır, huzur bulurlar. Zihinleri ‘iman ettim’ diyenler gibi atalet halinde değildir; ‘bilme-öğrenme’ merakı sayesinde dinamiktir. (5)
Her şeyi sorgularlar; her iddiayı (söylemi, inancı, tezi, teoriyi) kaynakları, hangi vasatta ve coğrafyada ortaya çıktığı, hangi koşullarda neşvünema bulduğu, onu yaratan ve destekleyenlerin psikolojileri, farklı zaman ve şartlarda tekrarlanabilirliği, onu doğrulayan/yanlışlayan maddi deliller, tarihsel/dilbilimsel/kültürel vs. mukayeseler gibi pek çok hususu araştırırlar. Bütün bunların sonucunda, iddiayı ya ‘bilgi’ kategorisine yerleştirerek kabul ederler yahut ‘belirsiz/tartışmalı’ kategorisine yerleştirirler veyahut ‘iman’ kategorisinde değerlendirirler.
Bu, ne kadarsa özgün sınıflama/fikir ümit ederim hem ‘inananların’, (onlara göre) ‘inanmayanları’ (en azından bir kısmını-‘y grubunu’-) hakkaniyetli biçimde tavsif ve tahlil etmelerini; hem de ‘y grubundaki’ ve ‘y grubuna’ yakın insanların kendilerini daha iyi tanımalarını ve tanımlamalarını/tanıtmalarını sağlar. (6)
Temennim, ‘bilgi-inanç eksenlerini’ (veya ‘bilgi ve inanç düzlemlerini’), bir üstadın ilmi -lakin ‘anlaşılır’- bir dille kaleme almasıdır.
Yazıyı, bu çerçevedeki (evvelce yayınladığım, savımı bütünleyeci mahiyette idiklerini düşündüğüm) sözlerimle nihayetlendiriyorum:
• ‘Bilmek’ emek, sabır, cesâret ister, çünkü bilgiye ulaşmak için fizîkî, özellikle zihinsel çaba gerekir; üstelik her ulaşılan bilgi bilinmeyenleri artırır, belirsizliği çoğaltır. ‘Îmân etmek’ ise, mutlak bilgiyi (hakîkati) bildiğini sanmaktır, belirsizliği kabûl etmemektir; o yüzden inananlar bilgi okyanusuna açılamazlar, yapay gölleri umman zannederler.
• Her şeyi, çok şeyi veyâ bir şeyi mutlak anlamda bildiğini zannetmek, sorgulama metodundan, keşfetme fikrinden ve belirsizlikten bîhaber olmaktan kaynaklanır.
• Kimi iddiâlı, karizmatik, hırslı.. insanların ‘bilgi’ diye sunduklarının bâzıları, aslında onların şahsî görüşleri, kanâatleri, zevkleri, inançları doğrultusunda serdettikleri sözlerdir. Dolayısıyla böylelerinin analizleri ve yargıları maval hükmündedir.
• Kimi insan cinlerin var olmadığını, bunları insan zihninin yarattığını söylüyor; pek çok inanan, cinlerin varlığı kabûl etmesine rağmen hiç yokmuş gibi hayatını idâme ettirebiliyor; sâdece bir takım insan ise cinlerden muzdarip. Bu son grup incelenip, insanüstü özellikleri mi, yoksa psikolojik rahatsızlıkları mı var, tespît edilmeli; netîce 1.si çıkarsa ‘cin var’, 2.si çıkarsa ‘cin yok’ demektir.
• Birileri “dinsiz toplum olmaz,” ve hattâ “ateistler aslında inanıyordur,” diyor. O hâlde, pagan, animist.. toplumların dinlerini meşrû görmekteler mi; bir ateist ‘ben aynı zamanda/aslında şamanım,’ derse, rahatlayacaklar mı; kendi îmanlarına saygı beklemelerine karşılık, bu tür inançlara saygı duyacaklar mı.
• İnanmak, daha fazla inanmak veyâ başka bir şeye inanmakla yol alır; bilmek ise, daha derinlemesine ve yeni şeyler öğrenmekle tekemmül eder.
• Ne her görüneni gerçek bil, ne hiç görünmeyeni külliyen reddet.
• Dîne, ideolojiye, bilime, hülâsa her şeye dâir sonuçlarda gariplikler, ikilemler, kötülükler ortaya çıkıyorsa köke, aksiyoma, referansa gidiniz; sorun çok büyük ihtimâlle oradadır.
• Ne zaman, hangi türden olursa olsun sırlardan bahsedildiğini duysam; yalancı, sahtekâr, soyguncu, riyâkâr, ben merkezci, tahrikçi, narsist, kâtil, ‘rûhen’ hasta, çıkarcı, sinâmeki, mantıksız, sorgulamayı müstağnî, korkak, aldatılmış insanlar; dillerinde meşreplerini tavsîf eden nakaratlar, gözlerinde-yüzlerinde niteliklerini tanımlayan bakışlar-mimikler, sırtlarında-başlarında sınıflarını belirten elbiseler-şapkalar, ellerinde sır dedikleri palavralar veyâ kendi dünyâlarınca anlamlı şeyleri gösteren kâğıtlar ve eşyâ olmak üzere, gözümün önünden sıra sıra geçerler.
• Dindarlar yazılmış metinlerde sır ararlar, bilimciler ‘gizemli’ metinler yazarlar.
• Metafizik mavallarla halkı kandıran ve sömüren sahtekârların gönderileceği iki yer vardır: tımarhâne yâhut mahpushâne.
• Marduk, Maya takvimi ve benzerî iddiâlara inanan, verilen kıyâmet târihlerini endişeyle bekleyen, bu konulardaki yayınları ilgiyle ve korkuyla tâkip edenler… Bütün bu davranışlarını ve duygularını yazıp kâğıdı saklasınlar. O târihler gelip geçtiğinde o kâğıdı çıkarıp altına ‘kendilerini tanımlayan’ uygun sözler not etsinler. Kâğıdı, bu kez saklamak yerine duvara asıp, yazdıklarını her gün okusunlar. Böylece, belki, ondan sonra, çok basit sorular sormayı akıllarına getirerek sahtekârların, fırsatçıların tuzaklarına yakalanıp, not ettikleri durumlara düşmekten kurtulurlar.
• Öğrenme açısından bilimle din arasındaki bir fark şudur: Birincisinde özü anlamak zordur, teferruatla/sonuçlarla iktifâ edilir; ikincisinde özü anlamak çok kolaydır, teferruat/yorumlar beyni köreltir. [ Devamı ]
|