AHMET ÜNAL
osmanliyakurulantuzak
OSMANLI İMPARATORLUĞUNA KURULAN TUZAK VE CUMHURİYET 1
Eskiden beri, ülke veya kurumları ele geçirmeye çalışan güç odakları hedeflerine ulaşmak için her türlü yolu denemişlerdir. Eskiden, doğrudan işgal, katliam, sürgün, köleleştirme ile yaptıklarını, bugün artık daha kamuflajlı bir şekilde devlet adamlarını ve kurum yöneticilerini elde ederek yapmaktadırlar. Bu metodun dünya üzerindeki en iyi uygulayıcısı da Yahudilerdir. Yahudiler bu gibi operasyonlarda daha ziyade mason localarını taşeron olarak kullanmaktadırlar. Dünyayı ağ gibi sarmış bu fesat ocakları vasıtasıyla, insanların makam arzularını, menfaat hırslarını, ideolojik zaaflarını kolayca lehlerine kullanabiliyorlar. Nitekim Birinci Cihan Harbi, Büyük İsrail´in kurulabilmesi için siyonistlerce çıkartılmıştır. Bunun için de bir mason devleti olan İngiltere ile kontrol altında tuttukları diğer ülkelerdeki mason localarını kullanmışlardır. İsrail devletini kurmayı hedefledikleri Filistin topraklarının anahtarını elinde tutan Osmanlıyı da mason yöneticileri kullanarak savaşın içine çekmişlerdi. İngiliz gazeteci-yazar Douglas Reed konuyla ilgili olarak şunları söylüyor: “1914 yılında Birinci Dünya Harbi çıktı. Hafızası kuvvetli olanların hatırlayacakları gibi çıkış nedenleri arasında, Belçika´nın ırzına geçilmiş olması, Prusya´nın saldırganlığına son verilmesi ve güvenli bir dünyada demokrasinin yerleşmesi gibi şeyler sayılmıştı. Harbin başlarında Baron Edmond ve Rotchild, savaşın Orta Doğuya yayılacağını ve politik siyonizmi ilgilendiren önemli gelişmeler olacağını Weizmann’a söylemişti.” [1] Yazar kitabının bir diğer bölümünde ise şunları ifade ediyor: “Bu gelişmelerden vatandaşların haberi yoktu ve sanıyorlardı ki katıldıkları harp, insanların ve milletlerin hürriyetlerini kazanmaları için yapılmaktadır. Bu harbin esas maksadının küçük, zararsız ve dost olan insanları (Filistinlileri) ata yurtlarından sürerek, o topraklara Doğu Avrupalı yabancıları yerleştirmek olduğu akıllarının ucundan bile geçmiyordu.”[2] Weizmann ise o dönemle ilgili olarak şunları ifade ediyor: “Rahatça söyleyebiliriz ki, eğer Filistin İngiltere´nin nüfuz alanına girer de, İngiltere de orada kendisine bağlı bir Yahudi toplumunun oluşmasına olanak sağlarsa, yirmi ya da otuz yıl içinde oraya bir milyon, belki daha fazla Yahudi toplarız.”[3] Filistin topraklarının Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılmasının ardından harekete geçen Lord Rothschild, İngiliz hükümetine baskı uygulayarak, İsrail’in kurulmasına start veren Balfour Bildirisi’nin yayınlanmasında etkili oldu. [4 İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Balfour 2 Kasım 1917´de İngiltere siyonist dernekleri başkanı Lord Rothschild´e daha sonra “Balfour Beyannamesi” adını alacak bir mektup yazdı. Mektupta, “Majestelerinin hükümeti, Filistin´de Yahudi halkı için bir milli yurt oluşturulmasını uygun karşılamaktadır ve bunun gerçekleşmesi için her türlü çabayı harcayacaktır” [5] denilmekteydi.
“Balfour Deklarasyonu’nun ilanından üç hafta sonra General Allenby komutasındaki İngiliz ve Arap birlikleri Kudüs’ü Osmanlılardan teslim aldı (11 Aralık 1917). Bunu Osmanlı birliklerinin Suriye cephelerinde yenilgiye uğratılması izledi.” [6] Sultan Vahdeddin, ne Mustafa Kemal’in Nablustan, yani bugünkü İsrail’den hızlı çekilmesini; ne de yeni hükûmette Bahriye Nâzırı yaptığı Rauf Bey’in fazla direnmeden 30 Ekim’de ağır bir mütareke (Mondros) imzalamasını hazmedememişti. Nitekim, yıllar sonra Mekke’de yayınladığı bir bildiride şunları söyler: “Ne yazıp imza ettiği mütarekenin uygulaması demek olan felâketlere karşı sonraları muhalefete ön ayak olmak küstahlığını gösteren Rauf Bey için, ne de devletin belli başlı mevcud kuvvetlerinden çoğunu esir vererek, zilletle Toros eteklerine iltica etmesi yüzünden mütarekenin imzalanmasını kaçınılmaz bir hale getiren Mustafa Kemâl için kabul edilebilecek hiç bir mazaret yoktur!” [7] “Bu ağır yenilginin ardından 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Mütarekesi ile tüm Filistin Britanya’nın kontrolüne bırakıldı. Ardından Britanya yetkilileri, Mekke Şerifi Hüseyin’i temin ettiler ki, Yahudi yerleşimlerine sadece Arap nüfusun ekonomik ve politik özgürlükleri ile uyumlu olduğu sürece izin verilecekti. Şerif Hüseyin, böylece Filistin’e Yahudi göçünün sürmesine izin verdi.“[8] “Kaidedir ki, işgal topraklarında hususî mülkiyete dokunulmaz. Ama devlet arazisi, yeni devletin olur. Filistin’de ise bugünleri düşünülerek tapulanmış Sultan Hamid’e ait araziler, İttihatçılarca devletleştirildiği için doğrudan İngilizler’e geçti.” [9] Lord Rothschild, Yahudi Devleti’nin siyasi oluşumuna zemin ararken diğer yandan da kurduğu 2 milyon sterlinlik fon ile Filistin topraklarının satın alınmasını organize etti. Çok kısa bir zaman içinde Filistin topraklarının en verimli bölgeleri bu fon sayesinde Yahudilerin eline geçti. [10] “1919’da Filistin’de Arapların sayısı Yahudilerin 16 misliydi. 1922’de 600 bin Araba karşılık 80 bin Yahudi bulunuyordu. Yahudi göçü, 1932’den sonra hızlandı ve Hitler’in Almanya’da iktidara gelişi ve Yahudi aleyhtarı politikası sonrasında Yahudilerin Filistin’e göçleri aşırı derecede arttı. 1947’de ise Yahudi nüfusu ile Arap nüfusu artık eşit duruma gelmişti.” [11] Osmanlı´nın yok yere bu harbe sokulması ve ardından dayatılan Sevr Anlaşması hep bu planın parçalarıdır ve mason yöneticiler üzerinden icra edilmiştir. “Üç beyinsiz” olarak sıfatlandırılan Enver, Talat ve Cemal Paşalar bilerek veya bilmeyerek bu projeye en ciddi desteği vermişlerdir. 1917´deki Balfour beyannamesi, 1918’de Osmanlı Ordularının Filistinde uğradığı bozgun ve Birinci Cihan harbinin hemen ardından Yahudilerin İsrail´e yerleşmeye başlamaları ve ardından da 1948´de İsrail´in kurulması. Tamamının bir projenin aşamaları olduğuna şüphe yok. Ve bütün bu aşamalar Yahudiler tarafından mason yöneticilerin taşeronluğuyla icra edilmiştir.
Eskiden beri Osmanlı devleti ve devamı Türkiye Cumhuriyeti üzerindeki Yahudi operasyonları üç kanaldan yapılmaktadır:
- Birincisi bizzat Yahudiler;
- İkincisi Müslüman olduklarını söyleyen ama yahudi kimliklerini koruyan Sabataycılar,
- Ve üçüncü olarak da köken itibariyle Yahudi olmayan ama onların ideallerine hizmet eden masonlar. [12]
Bu şer odakları, hedef aldıkları ülke, kurum ya da şahısları, zaaflarını tespit edip -yoksa oluşturup- o nokta üzerinden yüklenerek çökertmektedir. Çok milletli bir yapıya sahip olan ve gelişmelere ayak uydurup kendini yenileyememesi sebebiyle ciddi bir krize giren Osmanlı imparatorluğu da, Yahudi, dönme ve masonlar marifetiyle milliyetçilik girdabına çekilerek kısa sürede dağıtılmıştır. Türkçülük bu süreçte bir Yahudi ve mason projesi olarak aktive edilmiştir.
OSMANLI’DAN CUMHURİYETE TÜRKÇÜLÜK
Türkçülüğün temelleri Osmanlı dışında atılmış, ardından Osmanlı’ya ithal edilmiştir. [13] “Osmanlı dünya görüşünde “ırk” ve “ulus” kavramları yoktu. Emevîler devrinde Araplarda olduğu gibi, Arap kökenli olmayan Müslümanları “Mevali” sıfatı ile küçülten bir ayrım Osmanlılara yabancı idi. Şer’î ilimlerden ve yardımcı disiplinlerden oluşan kapalı bir manevî dünya Osmanlı düzeninde XIX. yüzyıl ikinci yarısına kadar egemen olmuştur. Osmanlılarda tarih anlayışı, silsilenameler şeklinde hikâye edilen kutsal bir tarihti. Bu anlayış içinde şecerelerini Hazreti Nuh’un oğlu Yafes’e kadar götürüyorlardı” [14] Hatta 19. yüzyıla kadar Osmanlı edebiyatında Türk terimine nadiren rastlanırdı. Yüzyıllar boyunca Türk sözcüğünü, Osmanlıları kast ederek sadece Batılılar kullanmışlardı. [15] Bu dönemde Batı’daki siyasî hayat, kültür hayatı, ticarî hayat, bütün sosyal kurumlar, “millet”, “halk”, “vatan” gibi yeni kavramlar etrafında kurulmuştu. [16] Ümmet anlayışının hakim olduğu Osmanlı aydınları bu kavramlarla Tanzimattan sonra tanışmaya başladı. “Osmanlılarda “kimlik sorunu”nun ortaya çıkışı, XVIII. yüzyıl sonlarından itibaren Osmanlı düzeninin varlığını devam ettirebilmekte karşılaştığı ciddi sorunlarla ilgilidir. Osmanlıların savaşlarda yenilmeye ve bağımsızlıklarını kaybetmeye başladıkları dönemde, bünyelerindeki “milletler” de, Batı’daki ulusal hareketlerin etkisiyle kıpırdanmaya başlamışlardı. Osmanlı bütünlüğü açısından tehlikeli olan bu hareketleri, Osmanlılar kısmen baskı ile kısmen de bazı “reform”larla önlemeye çalışmışlardır. Bununla beraber, aynı zamanda, Osmanlıların etnik kökeni ile ilgili bir düşünce süreci de başlamıştır.”[17
TÜRK OLMAYAN TÜRKÇÜLER
Başlangıçta Türkçülük üzerinde uğraşanlar Türkler değil, Avrupalı Yahudiler ve Macarlardı. [18] “Osmanlılar, ‘kimlik sorunu’ üzerinde düşünmeye başladıkları zaman, kültürlerinde bu konuda kendilerine yardımcı olabilecek düşünce araçları yoktu. Oysa, Batı, kütüphane ve kataloglarıyla, bilimsel dernek ve kurumlarıyla, uzmanlaşmış yayınlarıyla bütün dünyaya egemen olacak bir düşünce arsenali oluşturmuştu. Osmanlı aydınları da bu kültür kıtasında düşünmeye başladılar.” [19] “Bölücü niteliği dolayısıyla, uzun süre siyasal akım haline gelemeyen bu eğilim, ‘Türklerin aslı’, ‘Türklerin tarihi’, ‘Türklerin dili’ gibi sorunlar etrafında yoğunlaşmıştır. Bu konuda çalışanlar Batı’daki antropoloji, filoloji ve daha ziyade Türkoloji araştırmalarından faydalandılar.”[20] Türkoloji ise, XVII. yüzyılda Cizvit papazlarının başlattığı Sinoloji (Çin araştırmaları) disiplinine bağımlı olarak gelişmişti. Gerçekten Çin uygarlığı ile bilgilerin artışı ve Çin kaynaklarının tanınması Orta Asya Türkleri ve bunların tarihi ile ilgili birçok bilginin ortaya çıkmasına yol açmıştı. İşte, kendisi de sinolog olan ve bu konudaki bilgileri değerlendiren Fransız tarihçilerinden De Guignes (1721-1800), 1756-58′de eski Türklerle ilgili ilk eser olan “Hunların, Türklerin, Moğolların vesair Tatarların Tarih-i Umumisi” (Histoire generale des Huns, des Turcs, des Mogols et des autres Tartares occidentaux, Paris 1756-58) adlı kitabını yayınladı. [21] “1822′de “Asya Derneği (Societe Asiatique)”ni kuran ve 1828′ de Journal Asiatique’i çıkararak şarkiyatçı çalışmalara hız kazandıran iki âlim, J. Klaproth(Alman Yahudisi) ve A. Rémusat, Türkoloji bakımından ayrı bir önem taşıyorlardı. Bu yazarlar, çağdaş antropologların Türkleri Kafkas ırkından sayan tasniflerini kabul etmemekle beraber, onları Moğollardan ve Tatarlardan da ayırıyorlardı. Klaproth bu açıdan Ebülgazi Bahadır Han’ın “Şecere-i Türk”ünde dahi, Türklerin “beyaz Tatarlar” adı altında ayrı ele alındığına dikkati çekmiştir. A. Rémusat da Rus yazarların Türkleri yanlış olarak Tatar saydığını ileri sürmüş ve fizyolojik kriterlerle tamamlanması gereken dil tasnifleri ileri sürmüştür. Fakat bu konuda en popüler olan ve Osmanlı devletinde Türkçülüğün doğuşunu en çok etkileyen eser, Leon Cahun’un (1841-1900) 1896′da yayınlanan eseri olmuştu. Leon Cahun gerçek anlamıyla bir Türkolog değildi. Fransız kaynakları da kendisini «edebiyatçı» olarak tanımlamaktadır. Eserinin etkisinin büyüklüğünde, herhalde orijinalliğinden çok üslûbu ve yayınlanma zamanı rol oynamıştır. Gerçekten XIX. yüzyıl sonlarında Türkçülüğün, kültürel plandan politik bir hareket haline dönüşmesi için ortamın hazır olduğu görülüyor.
Ziya Gökalp Türkçülüğün Esasları’nda Türkçülük tarihini anlatırken, Leon Cahun’un eseri hakkında şunları yazmaktadır: “1896′da İstanbul’a geldiğim zaman, ilk aldığım kitap, Leon Cahun’un tarihi olmuştu. Bu kitap adeta pan-türkizm mefkûresini teşvik etmek üzere yazılmış gibidir. Avrupa’daki Osmanlı muhalefeti ile uzun temasları olan ve onları etkilemeye çalışan L. Cahun’un siyasal bir misyonu var mıydı? Bu dikkatle incelenmesi gereken bir konudur.”[22] “L. Cahun bu fikri çok sistemli bir biçimde geliştirmemiştir. Ancak mesajı son derece açıktır ve Türkçülere “gerçek Türk ruhu”nun İslâm’ın dışında, Orta Asya’da olduğunu söylemektedir. Osmanlı devletinin son döneminde, Türkçüleri etkileyen başka bir şarkiyatçı da, Yahudi asıllı bir Macar olan ve Osmanlı devletinde uzun yıllar geçiren A. Vambéry (1832-1913)’dir. Vambéry de, L. Cahun gibi, Orta Asya Türklerine büyük bir ilgi duymuş, Ruslara karşı İngiliz çıkarlarını savunmuş ve bu amaçla sahte bir derviş kıyafetiyle Orta Asya’ya seyahatler yapmış ve Türklerle ilgili bir sürü bilgi toplamıştır. Türkçe ile Macarcanın ilişkisine ilk defa dikkati çeken bu yazar, Yahudi davasını da desteklemiş ve Siyonizmin kurucusu Theodore Herzl’i 1901′de Abdülhamid’le görüştürmüştür.”[23]
Cemil Meriç, bu süreci şöyle özetliyor: “Bu milliyetçilik hareketi iki kaynaktan geldi bize. Birisi batı kaynağı. Batı’dan gelen bu tehlikeli fikir bir kaç isim etrafında toplanabilir; Josephe De Guignes, Leon Cahun, Vambery. De Guignes 18. asırda yaşamış, o devrin kifayetsiz bilgileriyle Çin uzmanıdır. Kendisi hariciyeye, Fransız polisine mensup bir adamdır. Ve mesela Çinlilerin, Mısır’dan gelen bir koloninin devamı olduğunu söyleyecek kadar bilgisizdir bu konuda. De Guignes bizi bizden fazla düşünmüştür, çok eski bir mazimiz olduğunu, Hunların, Moğolların çocuğu olduğumuzu, sekiz cilt halinde yazmış. De Guignes İslamiyet’e, Osmanlı’ya düşmandır. Güya bizi Osmanlı’dan ve İslamiyet’ten kurtarmak için Hunlarla, Moğollarla akraba yapmış. Hakikatte bu, tarihen hiçbir zaman sabit olmamıştır. Ve Avrupa, onun bizi kardeş yaptığı bu kavimleri lanetle yad eder. En son tarihler Hunlardan ‘medeniyetin kendilerine yalnız harabeler borçlu olduğu Hunlar’ diye bahseder. Medeniyet tahripçileri, yırtıcı, hunhar bir sürü olarak bahseder. De Guignes’den Süleyman Paşa (mason e.k.) bahsetmiştir. Eserinde De Guignes’den parçalar nakletmiştir. Süleyman Paşa De Guignes’yi nereden tanıdı? Nasıl tanıdı? Hangi karanlık kaynaktan geliyor De Guignes’yi tanıması? Belli değil. Ondan sonra Ziya Gökalp (mason e.k.)’in tavsiyesi ile Hüseyin Cahit (dönme, mason e.k.) tercüme etmiş. Hunlarla, Tatarlarla, ismini bilmediğimiz birçok milletlerle, Vizigotlarla, Ostorogotlarla vs. tanımadığımız atalarımızla münasebetlerimizi De Guignes’den öğrendik.“[24] “ Bir diğeri de Leon Cahun’dur. Leon Cahun Yahudidir. “Asya Tarihine Giriş” diye bir kitabı var. Türkiye’de milliyetçiliğin kaynağıdır bu kitap. Önsözünü tercüme ettim onun. Diyor ki ‘Türkler hiçbir medeniyet kurmamışlardır. Kuramazlar da. Bilakis yıkarlar. O kadar budaladırlar ki Çin medeniyeti ile uzun zaman temas etmişler fakat bu medeniyeti bir türlü nakledememişlerdir. Düşünce kabiliyetleri yoktur bunların. Sadece yıkmışlardır.’ Bu kitap Türk milliyetçiliğinin Kur’an-ı Kerim’i oluyor. Bütün Türkçülerin üzerinde birleştikleri isimlerin başlıcalarından biridir Leon Cahun. 19. asrın sonu, 20. asrın başında yaşamıştır. Vambery ise doğrudan doğruya casustu zaten.”[25] “A Grammer of the Turkısh Language” (1816) çalışmasını III. Selim’e ithaf eden kişi ise bir İngiliz Yahudisi olan Arthur Lumley Davids’dir. “Kitab’ül İlm’in Nâfi” adıyla anılan ve Sultan Mahmut devrinde Fransızcaya da çevrilen bu genel Türk dilbilgisi, Türk aydınları üzerinde büyük bir tesir bıraktı.[26] (Daha sonra mason Ali Suavi, kendisini Türkçülük hareketinin öncüleri arasına sokan Ulûm gazetesindeki eski Türk tarihiyle ilgili yazılarını yazarken Arthur Lumley Davids’in bu kitabından yararlanmıştı. [27]) Türkçülüğün içinden yerlileri ve Rusya göçmenlerini ayırdığımızda iki unsur kalıyor. İlki Macaristan’dır. Nitekim “Turan” davası Macar asıllıdır. İkincisi Polonya’dan Osmanlı topraklarına göçüp zorunlu Müslüman olanlardır ki, biyografileri, Türkçülüklerinin Türk olmalarından önce olduğunu belirtmektedir. Galatasaray Sultanîsi’nin kuruluşunda rol oynayan Polonyalı Hayrettin ve Konstantin Borzencky ilk göze çarpanlardır. Bütün Türkçü Macar ve Polonyalılar’ın 1848 Devrimine katıldıkları ve devrimin bastırılması üzerine Türkiye’ye sığındıkları not ediliyor. Rusya bunların iadesini isteyince de Müslüman oluyorlar. (…)
Bu iki kaynaktan gelen Türkçülük içinde milletten çok bir “siyaset” var ve bu “siyaset”in kendini “Türkçülük” olarak kodladığını düşünebiliriz.(…) Macaristan’daki Türkçü hareket içinde ve Polonya göçmenlerinin bütününde bir “Yahudi etkisi” net şekilde görülüyor. Macaristan’da Vambery ve Polonyalı göçmenlerde Konstantin Borzencky bu etkinin temsili karakterleridir. (…) Yahudi asıllı olan Konstantine Borzencky (sonraki isim ve ünvanı Mustafa Celâleddin Paşa, ki Nazım Hikmet’in anne tarafından dedesidir- e.k.) 1869’da “Les Turcs Anciens et Modernes” adlı bir kitap yazarak Türklerin Ari olduğunu, İslamlaştıktan sonra Sami medeniyetiyle birleşerek ana medeniyetlerinden ayrıldığını iddia ediyordu. Eski Yunan ve Latin kaynaklarına dayanarak ilk çağ kavimleri arasında Türklerin çok geniş bir yeri olduğunu iddia eden ve filolojik bazı kayıtlara dayanan yazar, ilkçağın kökleri bilinmeyen birçok kavimlerinin Türk kökünden geldiklerini söylüyordu. (…) Celalettin de tıpkı Cahun gibi bir jön’dür. Bu onların “devrimci milliyetçi” olduğuna işaret ediyor. Ancak ne Cahun’un ne de Celalettin’in “ne milliyetçisi” olduğu saptanamıyor.Polonya’da, Macaristan’da denedikleri, olmayınca Türkiye’ye yöneldikleri açıktır. (…) İçeridekilerin hepsinin Siyonizmle ilişkisi var mı, bilemiyoruz. Ancak, 1908 tarihinin -bu Jöntürk devrimi demek oluyor- siyonizm açısından önemli olduğu açıktır. [28] “Dünya Siyonist Örgütü içindeki belli başlı akımlar, Herzl’in Filistin’in akıbetini Osmanlı sultanıyla görüşmesi örneğinde olduğu gibi, öteden beri kendilerine Filistin’in kapılarını açacak anahtarın İstanbul’da olduğuna inanmaktaydılar. Ne var ki, II. Abdülhamid’in rejiminde bu konuda somut bir başarı elde edilememişti. Durum 1908 Devrimi’yle değişti. Aynı kaynakta bildirildiğine göre bundan 3 yıl sonra (1911) İstanbul’daki Yahudi gençlerinin yüzde 90’ı Siyonist olmuştu.”[29] “Yeni Osmanlılar’ın Polonya’dan da sıcak ilgi gördüğü belirtilmektedir. Berkes, Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin nizamnamesinin yapılışında ve cemiyetin propaganda faaliyetlerinin yürütülmesinde Polonyalı göçmenlerin “yardımcı” olduğunu haber veriyor.[30] (…) Yeni Osmanlıların her adımda bunlarla karşılaşmasını rastlantı saymak yersizdir. Namık Kemal ve arkadaşları Paris’e sürgüne geldiklerinde devrimci basın tarafından alkışlanmışlardır. Türkçüler’in başyapıtı sayılan kitapların yazarı Yahudi Leon Cahun, Namık Kemal ve arkadaşlarının buradaki karşılayıcısı olmuştur. Kemal, Cahun’un aracılığıyla Viyanalı Simon Deutsch (Yahudi) ile tanışıyor. Deutsch, Komün Devrimi’ne katılmış ve Marx’tan sonra Uluslararası İşçiler Birliği başkanı olmuştur. Ancak, komünist fikirlerini Namık Kemal’e hiç açmamış olmalıdır, çünkü böyle bir etki göremiyoruz. Namık Kemal’in yakını Deutsch’un, Paris Komününden önce 1867’de, Yeni Osmanlılarla yakınlığı olduğu ve İstanbul’da öldüğü de notlar arasındadır. Deutsch, Namık Kemal’in yardımıyla geçirdiği İstanbul günlerinde de geriye “ihtilalci” bir miras bırakmamayı tercih ediyor. Bu durumda ne düşünebiliriz?” [31] Deutsch’un da yeni bir İsrail peşinde olduğunu düşünürsek hata mı etmiş oluruz? Sonra Vambery, Abdülhamid’le Filistin pazarlığına giden Teodor Herzl’in de kılavuzudur ki, yaptığı her işin ötesinde hep bir siyonist olarak kaldığından şüphe yoktur. [32] İlerleyen satırlarda göreceğimiz gibi, daha sonraları da Alman Yahudisi Aleksandr Helpland Parvus ortaya çıkacaktır. İlginç olan şudur ki, bunların hiçbirisi Türk değildir ve Türklükle ilgilendikleri zaman aralığında Türklerde Türklüğe karşı bir ilgi yoktur.
RUSYA VE TÜRKÇÜLÜK
“Şimdi Rusya’ya bakalım ve Rusya göçmeni Akçura’nın, “Türkçülük hareketinin 1820 tarihlerine doğru İstanbul’da ortaya çıkmış olmasına bir sebep de, o tarihlerde Doğu Türklerinin başına gelen felaketli olaylarla Rusların genişlemesine karşı İngiliz siyasetinin bu olaylardan Batı Türklerini haberdar kılmaya ve etkilemeye çalışması olmuştur”[33] sözlerinin izini sürelim. Bu durumda Vambery ve Cahun’un ön saflarında olduğu Türkçülüğün ortaya çıkması ile Rusya’nın yayılmasını durdurmak arasında bir ilişki kurmak yadırganmamaktadır. Vambery İngiliz casusu mudur? Buna kesin şekilde evet diyebileceğimizi biliyoruz. (…) Akçura’ya göre “Vambery, Reşit Efendi adıyla ve derviş kıyafetiyle Orta Asya’da üç yıl dönüp dolaştıktan sonra, yine İstanbul üzerinden Macaristan’a dönmüş ve oradan doğru Londra’ya gitmiştir.” Yani sahte derviş, ilmi ve fenni incelemelerinin ürünlerini ilk önce Macarlara değil, İngilizlere sunmuştur.”[34] Bunun anlamı ise gayet açıktır. Demek ki ilgilerinin bir sebebi de budur, yani siyasidir.
Peki hepsi bu mudur?
“19. Yüzyıl boyunca Rusya’da sadece Doğu Türkleri değil, 5 milyona yakın Yahudi nüfus da felaketli günler yaşamaktadır. Türkçülük operasyonu sırasında Rusya’da pogrom var ve Yusuf Basalel’in “Yahudi Tarihi”ne göre, Rusya dünya Yahudi nüfusunun yarısı olan 5 milyon Yahudi’yi barındırmaktadır. Bu dönemde Çarlar Yahudi nüfusu çok sert bir baskı altında tutmaktadır. Askerlik süresi Yahudileri asimile etmek için 25 yıla kadar uzatılabilmektedir. Ele geçirilen topraklardaki Yahudilerin yer değiştirmelerine izin verilmemektedir. Bu arada Yahudiler pogroma karşı savunma milisleri oluşturmakta ancak bunlar savunma için yeterli olamamaktadır. [35] Yani İngilizlerin genişlemesini durdurmak istedikleri Rusya, Siyonizm için de büyük bir sorun haline gelmiştir. “[36] Bu arada Vambery bütün Orta Asya’yı derviş kıyafetiyle dolaşıp Türk kavmi aramaktadır. Aradığı yer Rusya topraklarıdır ve bulunacak her Türk kavminin Rusya’yı sıkıntıya sokması kaçınılmazdır. Cahun ise gitmediği toprakları ve o toprakların insanlarını şehvetle yazmaktadır.”[37] “Cahun-Vambery ikilisinin Rusya siyasetine karşı bir Osmanlı siyaseti geliştirdikleri açıktır. Polonya ve Macaristan üzerinden yürütülen bu operasyonun önemli bir parçası, Rusya’nın kıyılarında, onu kemirecek bir etnik dalga yaratmaktır.
Asya içlerinde Türk aramanın başka nasıl bir açıklaması olabilir?
(…) Hedef radikal olunca, Cahun-Vambery ikilisinin “Türkçülük” konusunda Yeni Osmanlılardan daha radikal olması da şaşırtıcı değildir.”[38] Türklere gösterilen bu ‘akademik ilginin’ ardında siyasal hesaplar yatmaktadır: Siyonizm karşıtlarını (Osmanlı ve Rusya) birbiriyle vuruşturarak zayıflatmak; Rusya’daki Yahudileri bu Siyonist devletin kuruluşunu şiddetle arzular hale getirmek, Osmanlıyı Filistin’den çıkartarak kurulması planlanan İsrail devletinin önünü açmak. Türkçülüğün, bir Yahudi hareketi olarak başlamasının nedeni bunlardır. Ancak bütün gayretlere rağmen 1890’lara kadar ne yazık ki Türkler henüz Türkçü değildir ve Yeni Osmanlılar “Türk” soydaşlarına karşı oldukça kayıtsızdır.
TÜRKÇÜLÜĞÜN OSMANLIDA ZEMİN BULMASI
“Osmanlı’da Türkler’e yönelik ilgi 1890′larda başladı. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde Türk milliyetçiliğinin doğuşuna dışarıdan yapılan katkılarda en önemli paya sahip olan, hiç şüphesizki yukarıda ismini zikrettiğimiz Fransız Yahudisi yazar ve tarihçi Leon Cahun’dur. Leon Cahun’un “Asya Tarihine Giriş: Türkler ve Moğollar” adlı eserinin Necip Asım tarafından yapılan Türkçe çevirisi (1896) Türkçü hareketin dönüm noktalarından biri idi.” [39] Necip Asım bu dönemde İkdam gazetesini de Türkçülüğün yayın organı haline getirmişti. [40] Cahun’un teorik olmaktan uzak “İntroduction a L’histoire de L’Asie: Turcs et Mongols des Origines a 1405″ başlıklı çalışmasında, Avrupa’ya uygarlığı getiren ırkın Türk ırkı olduğu şatafatlı bir dille ileri sürülerek, Turancılık yeniden ele alınmış ve bu düşünce, Yahudi Vambery gibi insanlar tarafından, o zamanın elit Türkleri arasında yayılmaya çalışılmıştır. Ayrıca Cahun’un çalışması, Türkçülüğü popülarize etmek ve siyasal sahneye çıkararak resmi ideoloji haline getirmek açısından son derece önemli olmuştur.”[41] Daha önce Türkçe’de özel bir anlam taşımayan Turan kavramı Cahun’un eseri sayesinde yaygınlık kazanmıştır. “1904′te (bir mason olan-e.k.) Yusuf Akçura’nın, Osmanlıcılık ve islamcılık akımlarına karşı Türkçülüğü savunan “Üç Tarz-ı Siyaset” adlı etkili kitapçığı yayımlandı.” [42]
Akçura kitabında özetle şu fikirleri dile getirmekte idi.
“-Avrupa, Osmanlıcılık düşüncesiyle Türkiye’yi tam bir koloni olarak kullanmak istemektedir.
- Başa getirilecek Türk olmayan hainler, Avrupa’nın her türlü malını ülkeye sokarak ekonomiyi öldürecek ve millet ezilmeye başlayacaktır.
- Azınlıkların devletin yönetimini ele geçirme çabalarının önü alınamamaktadır.(Bu amaçla 450 tane azınlık vakıf derneği bulunmaktadır.)
- Ülkenin üniter yapısını savunan sadece Türkler’dir. Vatanın bekası için Türklerin azminin artırılması ve teşviki zorunludur. Bu nedenle yönetimin baştan aşağı Türkleştirilmesi gerekir.
- Türklüğün ve Türk tarihinin İslamiyet’ten önce de var olduğu bilinmektedir.
- Rusya çok güçlü bir devlettir. Ancak yıkılamayacak bir kale değildir.” [43]
II. MEŞRUTİYET DÖNEMİNDE TÜRKÇÜLÜK
Türkçülüğün revaç bulması için dışarıdan yapılan bütün zorlamalara rağmen II. Meşrutiyet’in ilan edildiği tarihe kadar hakim düşünce hep Osmanlıcılık olmuştur. Bu çalışmaların akademik düzeyden siyasal düzeye çıkarak, devletin iç ve dış politikalarının ideolojisi haline gelmesi 1908′den sonradır. “…İmparatorluğun çöküşünden kaynaklanan “kimlik sorunu”nu, batı kültürünün kendilerine sunduğu düşünce dağarcığı içinde çözmeye çalışan ve Türk dilini, ırkını, tarihini keşfetmeye başlayan “aydınlar” (!) resmi ideolojilerin yetersizliğini kavradıkları anda, temel ilkeleri Cahun’da bulunan Türkçülüğü bir siyasal programa dönüştürdüler. [44] 1908’e kadar olan “çalışmalar siyasal bir söylem-hareket haline dönüşmemiş olsa da, “Türklük-Türkçülük” alanında yapılan ilk çalışmalar olduğu için daha sonraki Türkçülük çalışmalarına “kaynak” oluşturmuşlardır. Örneğin, II. Abdülhamid döneminde Türkçe’yi Osmanlıca’dan ayrı bir dil olarak ele alan ve Türk Tarihinin Osmanlılar’dan başlamadığını, ondan önceki Türk kavimlerini de içermesi gerektiğini ifade eden Ahmet Vefik Paşa (mason e.k.) ve “Büyük Türkçü” Süleyman Paşa (mason e.k.), 1908 ve sonrası Türkçüleri tarafından, amaçlarının öncüsü “iki Türkçülük Klavuzu” olarak kabul edilmişlerdir.”[45]
RUSYA’DAN GELEN TÜRKÇÜLER
Türkçülüğü esas olarak Rusya’da yaşayan Türkler geliştirmiştir.[46] “Rusya’nın Osmanlılara kıyasla Batı’ya daha açık olması, Türk toplulukların Rusların yönetimi altına sonradan girmeleri, iyi kötü bir Müslüman burjuvazinin varlığı vb. nedenlerle çarlık yönetimi altındaki Türkler milliyetçi ideolojiyi Osmanlı Türklerine kıyasla daha erken bir dönemde, 1860′larda benimsemişlerdi. Başta Kırım ve Kafkasya olmak üzere Rusya’dan Osmanlı ülkesine göç edenler burada Osmanlı olmayan Türkler konusunda bir bilinçlenmeyi başlattılar. Gene de Türkçülük, parçalanmaya yol açacağı korkusuyla milliyetçilik akımına karşı çıkan Osmanlı aydınlarına uzun süre Orta Asya Türklerinin algıladıkları anlamı ifade etmedi. 1893′de yayın hayatına giren ve kısa sürede İstanbul’un en çok satan gazetesi haline gelen İkdam’ın ser levhasında Türk Gazetesidir yazmasına rağmen, II. Meşrutiyet’in ilk yıllarında dahi “Türkçülük” bilinçli olarak benimsenen bir fikir değildi.”[47] Türkçülüğün kurucu kadrolarında sayabileceğimiz Yusuf Akçura (mason e.k.), İsmail Gaspıralı (mason e.k.), Ahmet Ağaoğlu (Kafkas kökenli bir Yahudi’nin oğludur. Rus gizli servisinde çalıştı. 1914′de Ruslar adına Bakü ‘de Ermeni katliamını organize etti; mason e.k.) ve Ziya Gökalp (mason e.k.) gibi aydınların hepsi de Türkçülüğü, bizzat Avrupalı Türkologların çalışmalarından esinlenerek ve faydalanarak geliştirmişlerdir. [48] Cemil Meriç onların ruh halini şöyle özetliyor: “Rusya’dan gelen Türkler, Osmanlı’ya hem dostturlar, hem düşman. Dostturlar, çünkü aynı medeniyet camiası, aynı ruh iklimi içindeler. Düşmandırlar, çünkü Osmanlı kendi dışlarında. Kırım’dan ayrıldıktan sonra onlarla bir münasebetimiz kalmadı. Bu itibarla Türkler İslam medeniyetinde, İslam faktörü üzerinde değil, daha çok Türk motifi üzerinde durmuşlardır. Ve milliyetçi hareket, Türk Yurdu etrafında halkalanmış, Türk Yurdu etrafında gelişmiştir. Yusuf Akçura, ayrıca -garip bir milliyetçimiz- Ağaoğlu Ahmet’i anlatmak bütün Rusya’dan gelen Türkleri anlatmak için kafidir. Prototipidir onların. Hepsi aynı vaziyetteler. Çünkü Rus terbiyesi görmüşler, Rusya’da yetişmişler. Orada Türklük gururları kırılmış. Burada yeni bir vatan bulmuşlar. Fakat bu vatanda söz sahibi olmak, büyük söz sahibi olmak arzusuna kapılmışlar. Yusuf Akçura, biliyorsunuz, Tarih Kurumu’nun başkanı oldu Mustafa Kemal devrinde. Milletvekiliydi. Mustafa Kemal’in çok sevdiği adamdı ve bütün emellerine sadakatle hizmet etti. Osmanlı’nın yıkılışında onun büyük rolü vardır, hissesi vardır. ”[49]
“Rusya Türklerinden Kırım’lı İsmail Gaspıralı (mason e.k.)’nın çıkardığı Tercüman gazetesi, tüm Rusya Türklerinin kullanacağı ortak bir yazı dili oluşturmaya çalışıyordu. Bu dilin belkemiğini Türkiye Türkçesi oluşturacak, ancak tarihi Türk lehçelerinden de faydalanılacaktı. 1905 Rus Devrimi sırasında Gaspıralı, Azerbaycanlı Ali Hüseyinzade (Turan) (İ.T. kurucusu, mason e.k.), Kazan Tatarları’ndan Yusuf Akçura (mason e.k.), Başkırt’lardan Zeki Velidi (Togan) Nijni Novgorod kentinde Tüm Rusya Müslümanları Kongresi’ni topladılar (15-28 Ağustos 1905). Kongre hareketinin diğer ünlü isimleri Azerbaycanlı Ahmet Ağaoğlu (dönme, mason e.k.), Kazanlı Sadri Maksudi (Arsal) ve Hiveli Mustafa Çokayef (Çokay) idi. Rusya’da 1906 devrim hareketinin başarısızlığa uğramasından sonra bu kişilerin birçoğu Rusya dışına kaçtı. 1908 Jön Türk ihtilalinden sonra da çoğu Türkiye’ye gelerek İttihat ve Terakki hareketi içinde yer aldılar.”[50] “1908′de “Türk diye anılan bütün kavimlerin geçmişteki ve günümüzdeki durum, etkinlik ve eserlerini öğrenmek ve öğretmek” amacıyla İstanbul’da Türk Derneği kuruldu. Derneğin kurucuları Yusuf Akçura, Necip Asım Yazıksız, Velet Çelebi (İzbudak), Rıza Tevfik (Bölükbaşı) ve İstanbul Üniversitesi profesörlerinden Agop Boyacıyan idi”[51] ve tamamı masondu. “1911′de yine İstanbul’da kurulan Türk Yurdu Cemiyeti, kültürel çalışmaların yanısıra Orta Asya Türklerine yönelik doğrudan doğruya siyasi görüşler de ileri sürdü. Mehmet Emin (Yurdakul, mason e.k.)’in önderlik ettiği cemiyetin kurucuları Yusuf Akçura (mason e.k.), Ahmet Ağaoğlu (dönme ve mason e.k.)ve Hüseyinzade Ali Turan (mason e.k.) gibi Rusya göçmenleri idi.” [52] “Öte yandan, Selanik’te, Ömer Seyfettin (mason e.k.), Ali Canip (mason e.k.) gibi edebiyatçılar tarafından kurulan ve başlangıçta yalnızca dilde Türkçülüğü savunan “Genç Kalemler Dergisi”, Ziya Gökalp (mason e.k.)’in katılımı ile birlikte kısa sürede Türkçülüğün ve Turancılığın yayın organı haline geldi.”[53] “15 Mart 1912′de kurulan Türk Ocağı, Türkçü ve Turancı hareketin asıl odak noktası oldu.”[54] “1912 Balkan Savaşı’nda Selanik’in Yunanlılar’da kalmasıyla birlikte bu elit İstanbul’a yerleşerek, faaliyetleri ile buradaki Türk Milliyetçiliği akımının önemli sözcüleri durumuna geldiler. (…) Milliyetçiliklerini ırkçı-turancı temeller üzerinde inşa ettiler. (…) O dönemin önemli Türkçü-Milliyetçilerine -Ziya Gökalp (mason e.k.), Mehmet Emin Yurdakul (mason e.k.), Halide Edip Adıvar (sabataycı e.k.), Ömer Seyfettin (mason e.k.) vd.- baktığımızda, Türklerin birliği düşüncesine ne denli rağbet ettiklerini görebiliriz.” [55] “1912 ile 1930 yılları arasında bu örgüt, Türkiye’nin en etkili siyasi/ideolojik düşünce merkezi olarak hizmet verdi. Türk Ocağı’nın kurucuları arasında, yukarıda adı geçen kişilere ek olarak Zeki Velidi (Togan), Reşit Galip (mason e.k.), Ferit Tek (mason e.k.), Hamdullah Suphi (mason e.k.) ve Adnan Adıvar (sabataycı, mason e.k.) gibi isimler bulunuyordu.” [56] İttihat ve Terakki Balkan savaşlarından sonra yoğun bir şekilde Türkçülüğe yöneldi. “23 Ocak 1913 Babıali Baskını ile iktidarı tamamen ve tek başına ele geçiren İttihat ve Terakkiciler, ilk iş olarak, benimsedikleri Türkçü-Milliyetçi ideoloji doğrultusunda kültür ve ekonominin Türkleştirilmesi politikasını uygulamaya başladılar.”[57] “İttihat ve Terakki hareketinin “resmi” ideologu olan Ziya Gökalp, Turancı düşüncenin başlıca sözcüsü idi. Ziya Gökalp’in yanısıra, yine bir mason olan hikâyeci Ömer Seyfettin Turan fikrinin popülerleşmesine katkıda bulundu. Mason şair Mehmet Emin Yurdakul’un 1918′de “Turana Doğru” adıyla derlediği şiirler, Sabataycı Halide Edip’in “Yeni Turan” romanı, yine Ömer Seyfettin’in “Yarınki Turan Devleti” adlı risalesi, Fuad Köprülü’nün “Turan” başlıklı ilkokul okuma kitabı, 1913-1918 aralığında Turan fikrini yaydılar. “[58]
TÜRKÇÜLER ALMANLARIN KONTROLÜNE GİRİYOR
“İlk kez Türk Ocağı, millet kavramından sadece siyasal aidiyetin anlaşılmayacağını dile getirdi ve milleti sadece siyasal bağlılık temelinde kurmak isteyen Tanzimatçıların “Osmanlı Milleti” projesini kıyasıya eleştirdi. Akçura, artık gönlünde yatanın Alman etnik milliyetçilik anlayışı olduğunu açıkça ifade etmeye başladı.”[59] Bu konuda bir çalışma yapan Orhan Gökdemir şöyle demektedir: “Osmanlının son döneminde, ulusal bir bilinç yaratma konusundaki fikir çabalarına bakarsak, bunların Batı’da aynı konulardaki kültürel ürünlere göre hazin bir fakirlik içinde olduklarını görürüz. Osmanlı aydınları bu kültüre üniversalist bir biçimde yaklaşamamışlar, savunma kompleksi ile hareket etmişler ve farkına varmadan Batının en kötü ideolojisinin etki alanına düşmüşlerdir. Cahun’da temel ilkeleri bulunan bu Türkçülük, siyasal program halini alarak Alman pan-germen hareketinin bir aracı olmuş; Parvus (Yahudi) gibi Alman militarizminin ajanları Türkçülere yol göstermişler, Osmanlı ordusu Alman komutanlara teslim edilmiştir.”[60] “I. Dünya Savaşı başlangıcında yayınlanarak (1914) İttihat ve Terakki yönetimi tarafından çeşitli dillere çevirilen “Türkler bu Muharebede Ne Kazanabilirler” adlı propaganda risalesinin yazarı Yahudi Munis Tekinalp (asıl adı Moiz Kohen), savaşın ana hedefinin Turan’ı kurtarmak olduğunu savunuyordu.”[61] “Başlangıçta sadece söylem düzeyindeki Turan düşüncesi, 1. Dünya Savaşı öncesinde tamamen siyasal bir niteliğe büründü. Bu siyasal nitelik, Osmanlı Devleti’nin iç ve dış politikasını oluşturdu. (…) Çarlık Rusyası’nı hedef alan Turan düşüncesi, yayılmacı Alman Emperyalizmi’nin işine geliyor ve doğrudan doğruya Almanlar tarafından destekleniyordu.”[62] “Birinci savaştan önce, Rusya bir taraftadır ve “siyonizmin koruyucu meleği” Almanya diğer tarafta.”[63] Bu dönemde İttihat ve Terakki içinde güçlü bir hizip olan “Milliyetçilik” desteklenmiş, Rusya’yı durdurma siyaseti öne çıkarılarak Osmanlı Rusya karşısında ve Almanya’nın yanında savaşa teşvik edilmiştir. Öyle ki; Osmanlı İmparatorluğu’nun dış politikasını oluşturan Turan düşüncesi, “M. A. Ağaoğulları’nın söylemiyle; “Alman Pan-cermen Hareketi’nin bir aracı durumuna indirgenmiş oldu.”[64] Yine aynı araştırmacının belirttiğine göre, Parvus[65] adıyla tanınan Alexandre Helphand (Asıl adı İsrael Helphand olan Yahudi) gibi Alman ajanlarının, Yusuf Akçura gibi Alman sempatizanlarının faaliyetleri, İttihat ve Terakki Partisi ile onun en popüler önderi Enver Paşa üzerinde olumlu etkiler bıraktı. Bunun üzerine Enver Paşa, Çarlık Rusyası’nda yaşayan Türkler arasında propaganda ve örgütlenme faaliyetlerini yürütmek için, Teşkilat’ı Mahsusa adında gizli bir örgüt kurdu. (…) Alman Emperyalizmi’ne bağlı Turancılık, Balkanlar’daki bozgunlarla moral olarak güçsüz düşmüş askeri kadrolara itici bir güç verecektir.”[66] Bu işbirliği o kadar ilerledi ki, “1. Dünya Savaşı çıktığında, Osmanlı İmparatorluğu izlediği dış politikasının sonucu olarak tamamen Alman Emperyalizmi’nin yanında yer aldı ve onun yenilgisi, kendi yenilgisi oldu. (…) Bu arada tabii Rusya’daki “anti-semit” iktidar da bir iç ihtilalle yıkılmıştı.”[67]
ŞEYHLER, TEKKELER, SABATAYCILAR ve MASONLAR
“Türkçülük hareketinin kaynağı, sadece Batı’dan gelen milliyetçilik akımı değildi, “İttihad-ı İslâm” (Pan-İslâmizm) hareketinin de milliyetçi fikirlerin yayılmasında değişik sebeplerle payı vardı. İslâm birliği fikrinin öncülerinden olan Şeyh Cemaleddîn-i Efganî’nin[68] (mason e.k.) faaliyetleri de bu akımın hızlanmasına zemin hazırlamıştı.”[69] “Cemâleddîn-i Efgânî, İstanbulda bulunduğu sırada bâzı yazar ve şâirler üzerinde etkili oldu.”[70] “Efgani, hem Türkçü, hem İslamcı görünmeyi başarmıştır. “[71] “Bilhassa Türkçülük ve İslâmcılık düşünceleri ile hareket edenler, ayrı fikir ve inançta olmalarına rağmen onu hoca kabul etmişlerdir.”[72] “Mehmet Emin Yurdakul, Ziya Gökalp, A. Agayef hep Efgani’den destek görmüştür. Mesela M. Emin Yurdakul’un, “Ben bir Türküm, dinim cinsim uludur” şiirini Efgani çok beğenmişti.”[73] “O zamanki İslamcı Sebilürreşad dergisi, ırkçılığı tenkit eden makaleler neşrederken, ırkçılar da, Efgani’nin ırkçılığı öven makalesini tercüme edip yayınlayınca İslamcıların sesleri, solukları kesilmişti. Efgani, makalesinde diyordu ki: ‘Irkçılık dışında saadet yoktur. İnsanları birbirine bağlıyan iki bağ vardır: Biri dil, biri de din birliğidir. Dil birliği, ırk ve milliyet birliği demektir. Şüphesiz, bu birliğin dünyadaki beka ve sebatı dinden daha devamlıdır.’ Efgani, Mısır’da da Arap ırkçısıdır. ‘Arap ırkının sınırını belirleyecek ölçü din ve mezhep değil, Araplık ölçüsüdür’ demiştir. “[74] “Bu tavrı cemiyette ayrılıklara yol açmıştır. Cemâleddîn-i Efgânî’nin asıl gâyesi de budur. Hayâtına bakılınca, gidip gezdiği yerlerde dâimâ tefrikadan yana olmuş ve fitneler çıkarmıştır.” [75] Bu fitneciliği sebebi ile olmalıdır ki, Mimar Sinan adlı Mason dergisinde Afgani hakkında uzun bir övgü makalesi yayınlanmıştır. [76] II. Abdülhamid Han, hatıratında diyor ki: “Hilafetin elimde olması İngilizleri hep tedirgin etti. Blund adlı bir İngiliz ile Efgani adlı bir maskaranın el birliği ile İngiliz hariciyesinde hazırladıkları bir plan elime geçti. Efgani’yi yakından tanırdım. Tehlikeli bir adamdı. Bana bir ara Mehdilik iddiasıyla bütün Orta Asya müslümanlarını ayaklandırmayı teklif etmişti. Derhal reddettim. Bu sefer Blund ile işbirliği yaptı. Kendisini İstanbul’a çağırttım. Bir daha İstanbul’dan çıkmasına izin vermedim.”[77] Efgani, Mısır’da Şeyh Muhammed Abduh’u[78] (ki o da bir mason idi – e.k.), şimal Türkleri arasında da Ziyaeddin bin Fahreddin’i yetiştirmiştir.[79]
“Osmanlı İmparatorluğu’nun son yüz yılı içerisinde bazı tekkeler ile istihbarat örgütleri iç içe olmuştur. Bu tekkelerin bir kısmı Osmanlı İmparatorluğu’nun tüm yeniliklerine karşı çıkarak İmparatorluğu zayıf düşürmüş ve çöküşü hızlandırmıştır. Tekkelerin, İmparatorluğun çöküşünü hızlandıran bir başka etkileri de Osmanlı’ya karşı bağımsızlık mücadelesine giren halkı tahrik etmeleri olmuştur.”[80] Bu dönemlerde dünyanın süper gücü İngiltere idi. İngiliz istihbaratı o dönemde tarikatlara büyük önem vermiş ve Osmanlı sınırları dahilindeki tekkelere sirayet ederek kullanmıştır. Çünkü tarikatlerdeki hiyerarşik yapı yeryüzündeki en disiplinli yapılardır. Şeyh ne derse tüm tekke mensupları şeyhin dediğini sorgulamadan itaat eder. Böyle bir yapıya devletlerin ve o devletler üzerine hesapları olan örgütlerin kayıtsız kalmaları elbetteki mümkün değildir. [81] Yahudiler ve masonlar Osmanlı’da, ekonomiden politikaya ve eğitime kadar birçok alanda etkin olmalarının yanısıra sünni ve alevi tarikatlarının içine de sızmışlardı. “Özellikle Mevlevi, Melami ve Bektaşi tekkelerinde 19. yy.dan itibaren Sabataycıların şeyh, mürşid, dede, dedebaba gibi en üst makamlara kadar ulaştıklarını görüyoruz. Sabatay Sevi müslüman olduktan sonra bağlılarına ‘müslümanların görünürdeki adet ve geleneklerine riayet etmelerini’ öğütlemiştir. Bu da onların kendilerini en rahat ifade edebilecekleri çeşitli tarikatların dergah, hanekah, tekke ve zaviye gibi mekanlarına rağbet etmelerine yol açmıştır. Merkezi Selanik olan bu cemaatin Selanik’te özellikle Mevlevi ve Bektasi dergahlarında yoğunlaştıklarını görüyoruz. (…) Ilgaz Zorlu, Sabataycı cemaatlerin İslam mutasavvıflarıyla ilişkilerinin özellikle İstanbul, İzmir ve Selanik’te yoğunlaştığını belirtiyor.[82] İstanbul da Yenikapı Mevlevihanesi, Kasımpaşa Mevlevihanesi, Aziz Mahmud Hüdai’nin Üsküdar’daki dergahı Sabataycıların etkin olduğu dergahlar olarak dikkat çekmektedir. Yahudi mistizmi olarak tanımlanan Kabbala öğretisine dayanan Sabataycı yorum, İslamın gevşek mistik yorumu olarak Mevlevilik, Bektaşilik ve Melamilik ile paralellikler arz eder ve ortak buluşma noktaları bulur. Sabataycı asıllı Yunan yazar Starolakis, “Salonika, Jews and Dervishes” isimli kitabında Yahudi-Sabataycı kökenden olup Selanikteki dergahlarda etkili olan ve hatta bir kısmının uzantıları İstanbul’a kadar gelen dönme şeyhlerden bahsediyor. Bunlardan biri de müflis işadami Halil Bezmen’in dedesi Esad Efendi’dir. Esad Efendi 1920’lerde Kasımpaşa Mevlevihanesi’nin şeyhidir. Ankara Bektaşi Dergahı’nın şu andaki Dedebabası yani şeyhi de Sabataycıdır. Yine Dedebabalardan Bedri Noyan da Yahudi dönmesidir (Tv program yapımcı ve sunucu Engin Noyan’ın ağabeyidir).” [83] “II. Meşrutiyet sonrası dönemde özellikle Bektaşî tarikatı mensupları, Halifelik konusunda “Şiîlerin imamlık ilkesine daha yakın olmaları” ve Tanzimat öncesi yaşadıkları bazı olaylar sebebiyle İttihat ve Terakki hareketine destek vermişlerdir. Zaten bazı Jön Türkler Bektaşî, bazıları da (Talât Paşa, Rıza Tevfik, Şeyhülislâm Musa Kâzım Efendi gibi) hem Bektaşî, hem de masondu.”[84] Dikkat çeken diğer bir ocak da Üsküdar’daki Özbekler Tekkesidir. Bu Tekke Nakşibendiliğin Halidî kolundan. Eskiden beri çift taraflı istihbarat ilişkilerinin içinde olduğu iddia edilmektedir. “Buhara’da doğarak 1847′de İstanbul’a gelen ve Özbekler Tekkesi’ne Şeyhi olan Türkçülerin pek değer verdikleri ve öncülerden saydıkları Süleyman Efendi 1877′de bir heyetle Macaristan’a gitmiş ve 1882′de meşhur Çağatay Lûgatı’nı neşretmiştir. İçinde 8 bin kadar kelime bulunan sözlük, Nevâî, Ahmet Yesevî ve Munis’in şiirlerinden seçilen örneklerle süslenmiştir. Şeyh Süleyman Efendi Çağatay Türkçesi ve Osmanlı Türkçesinin bir büyük dilin iki kolu olduğunu ve birliğini belirtmiştir.”[85] “Özbekler tekkesinin ilginç girift ilişkileri vardı. İngiliz belgelerine göre Özbekler Tekkesi postnişini Şeyh Süleyman Efendi (1821-1890), konuk olarak dergaha gelen kişilerden topladığı istihbaratı, ingiliz büyükelcisi Henry Layard’a para karşilığı veriyordu ( Tarih ve Toplum Dergisi Nisan 1992 s.12-16)”[86] Nitekim araştırmacı Azmi Özcan da konuyla ilgili olarak arşiv belgelerine dayanarak yaptığı çalışmada Süleyman Efendi’nin ajanlığını açıkça ifade etmektedir.[87] Öte yandan Süleyman Efendi’nin Yahudi kökenli Macar Osman Paşa ailesi ile yakın ilişkide olduğu, aynı aileyle İngiliz ajanı Yahudi Vambery’nin de içli dışlı olduğu, Osman Paşa’nın kızı şaire Nigar Hanım’ın hatıralarında dile getiriliyor. Bu bağlantılar da ayrıca incelemeye değerdir. “Özbekler Tekkesi’nin görünümü Milli Mücadele yıllarında da karışıktır. Tekke, Kurtuluş Savaşı’nda İstanbul’dan Anadolu’ya sandıklarla silah ve cephane sevkiyatının yapıldığı tekkedir. Milli Mücadele’ye katılmak için Anadolu’ya geçeceklerin buluşma ve dağıtım noktası, Anadolu ile İstanbul arasında bir haberleşme merkezi idi.(…) Tekkenin son şeyhi Ata Efendi bir Sabataycı, yani dönme idi. Ata Efendi Kuva-yı Milliye hareketine destek vermiş; Amerikan mandacısı Karakol Cemiyeti’ne üye olarak İstanbul’dan Anadolu’ya silah kaçırılmasında, gönüllülerin Anadolu’ya kaçmasında tekkenin önemli bir rol üstlenmesini sağlamıştı.” [88] “Tekke, işgal yıllarında tam bir materyalist (mistisizimden uzak) yapılanma içerisinde faaliyet gösteriyordu. Tekkenin en önemli müdavimleri arasında İngilizler de vardı. Rivayet odur ki, tekke, para karşılığı İngilizler’e istihbarat da servis etmişdir.”[89] Zaten geçmişinde böyle bir sabıkası vardır Özbekler Tekkesinin. “Özbekler’e yolu düşmemiş Millî Mücadele kahramanı yok gibi.”[90] Anlatılanlara göre Tekke’nin Mustafa Kemal’in Samsun’a gidişinde de büyük etkisi vardır.”[91] “Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Samsun’a gitmesine izin veren İngiliz belgesinin altında 1919′da İstanbul’a gelen, başta Özbekler Tekkesi olmak üzere bazı dergahlarla –güya- tasavvuf düşüncesini öğrenmek için ilişki kuran John Godolphin Bennett’in imzası vardı. Yıllar sonra İstanbul’a dönen Bennett ilk olarak yine Özbekler Tekkesi’ni ziyaret etti.
Ne anlama geliyor bu?
Hani Mustafa Kemal gizlice Samsun’a gitmişti!
Kurtuluş Savaşı’nı destekleyen Amerikancı Karakol Cemiyeti de burada; İngiliz istihbaratçılar da… Biz Kurtuluş Savaşı’nı İngilizlere karşı vermemiş mi idik? Vahdettin, Mustafa Kemal’i İngilizlere karşı vatan müdafaası için Samsun’a göndermiyor mu idi? Bu İngiliz kaşesi de ne oluyor?” [92] Görüldüğü gibi durum epeyce karışık. Ancak Ata Efendi’nin 33. dereceden bir mason olduğunu, tekkeyle ilişki kuranların da neredeyse tamamının mason olduğunu söylersek her şey bir anlam kazanır. “Bir şeyhin, masonluk gibi uluslararası karanlık bir yapılanma içerisinde yer alması çok ilginç değil mi! Daha da enteresanı Aytunç Altındal’ın, dünyanın en eski ve tehlikeli yeraltı cemiyeti İlluminati üyeleri arasında ismini teşhis edip ifşa ettiği 3-5 kişiden birinin de ilginçtir ki Özbek Tekkesi Şeyhi Ata Efendi olmasıdır.”[93] Bir prototip olması itibarıyla Özbekler Tekkesi’nin izini sürmeye devam edelim. Şeyh Ata Efendi’nin kardeşi Münir Ertegün’dür. Anneleri Şeyh İbrahim Edhem Efendi’nin kızı Ayşe Hamide hanımdır.[94] “Münir Ertegün İstanbul Hükümeti tarafından Ankara Hükümeti’yle görüşmeler yapması için Anadolu’ya gönderilen Ahmet İzzet Paşa heyetinde görevliydi.”[95] “Ve daha sonra Ankara’da kalmış, ardından Lozan Konferansı’na katılan Türk delegasyonunda hukuk danışmanı olmuş, ardından da ABD’de 11 yıl Türkiye’nin büyükelçilik görevlerinde bulunmuştur.”[96] “Dünya Savaşı ile başlayan Türkiye-ABD yakınlaşmasının mimarı olarak kabul edilen Münir Ertegün, ABD Başkanlarından Franklin Rooseveld ve Truman’la ailece görüşecek kadar yakın bir ilişki içerisindedir.”[97] Washington’da 1944 yılında ölen Münir Ertegün’ün kemikleri 1946′da, ünlü Missouri Zırhlısı ile İstanbul’a getirilerek Özbekler Tekkesi’nde dedesi Şeyh İbrahim Edhem Efendi’nin bulunduğu kabristana defnedilmiştir.[98] “1972′de İstanbul’da vefat eden Münir Ertegün’ün eşi Hayrünnisa Hanım ile 1989′da New York’ta vefat eden oğlu Nasuhi Ertegün de bu tekkedeki mezarlığa defnedildi.”[99] Münir Bey’in diğer oğlu ABD’de yaşayan ve birkaç yıl önce ölen ünlü müzik adamı, 500. Yıl Vakfı’nın kurucusu [100], üst düzey mason Ahmet Ertegün de Özbekler Tekkesi’nde toprağa verilmiştir. [101] “Ahmet Ertegün’ün eşi Macar göçmeni bir Yahudi ailesinin kızı Mika Ertegün [102] olduğunu belirtmemiz de açıklayıcı olacaktır. Özbekler Tekkesi “Kurtuluş Savaşı’ndaki katkılarından ötürü” 1925′te çıkan Tekke ve Zaviyeler Kanunu’ndan etkilenmedi. Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bağlanarak 1994′te restore ettirilen ve sonrasında açılışı Henry Kissinger tarafından yapılan tekke halen “Münir Ertegün Vakfı” ismiyle bir kültür merkezi olarak faaliyetlerini sürdürüyor. Vakıf Ahmet Ertegün’ün kızkardeşi Selma Göksel tarafından yönetiliyor. [103] (Ek bilgi olarak bugüne kadar sayısız başarılı reklama imza atan Ali Taran’ın da Ata Efendi’nin torunlarından olduğunu ekleyelim. Ata Efendi, Taran’ın anne tarafından dedesidir). [104] Bu kısa flash backten sonra Osmanlı’nın son dönemindeki tabloyu kısaca özetleyelim.
- Devletin tüm kadroları masonların kontrolündedir,
- Ordu ve iletişim masonların kontrolündedir,
- Bir Yahudi enjeksiyonu olan hakim ideoloji Türkçülük masonların kontrolündedir,
- Dini otorite (şeyhülislamlık) masonların kontrolündedir.
[1] Douglas Reed, Milletlerin Aldatılması, Kayıhan Yayınları, sf. 46
[2] Douglas Reed, Milletlerin Aldatılması, Kayıhan Yayınları, sf. 51- 52
[3] Trial and Error: The Autobiography of Chaim Weizmann, Chaim Weizmann, sf. 49
[4] Anti-Network Rothschild: Soros’un Ağababası, Fabrika Dergisi, Temmuz 2005
[5] Documents and readings in the History of Europe since 1918, Walter C. Langsam, sf. 377
[6] Ayşe Hür, 90 Yıldır Kanayan Yara:Filistin(2),Taraf, 07.01.2009
[7] Kadir Mısıroğlu, Geçmişi ve Geleceğiyle Hilafet, Sebil Yayınları, İstanbul-1993,sh:190
[8] Ayşe Hür, 90 Yıldır Kanayan Yara:Filistin(2),Taraf, 07.01.2009
[9] Prof.Dr. Ekrem Buğra Ekinci, Saultan Hamid’in Tahtına Mal Olan Filistin, Türkiye, 19/08/2009
[10] Mayer Amschel Rothschild maddesi, tr.wikipedia.org
[11] Filistin (Siyonizm ve Osmanlı),dallog.net
[12] Türkiye’de Yahudi Lobiciliği, vahdet.com
[13] Kerem Dağlı, Milliyetçilik, Irkçılık ve “Türklük” Kavramı Marksist Tutum dergisi, no: 35, Şubat 2008
[14] Pierre Loti, Aziyade, s. 111’den nakleden Doç.Dr. Galip Baldıran, Pierre Loti’nin Aziyade’sinde Osmanlı Başkentine Tarihsel Bir Bakış, Hacettepe Omversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi Cilt: 17, Sayı:1, Sh:23.
[15] Sacit Kutlu, İkinci Meşrutiyet Dönemi’nin Düşünce Akımları,OB müze.com
[16] Prof.Dr. Rıza Filizok,Mmillî Edebiyat Dönemini Hazırlayan Tarihî ve Kültürel Olgulara Genel Bir Bakış, www.ege-edebiyat.org
[17] Batı İdeolojisi, Irkçılık ve Ulusal Kimlik Sorunumuz,www.genbilim.com
[18] Sacit Kutlu, İkinci Meşrutiyet Dönemi’nin Düşünce Akımları,OB müze.com
[19]-[20]- [21] -[22]Batı İdeolojisi, Irkçılık ve Ulusal Kimlik Sorunumuz,www.genbilim.com
[23] Batı İdeolojisi, Irkçılık ve Ulusal Kimlik Sorunumuz,www.genbilim.com
[24] -[25]Cemil Meriç, Cemil Meriç ile söyleşi Cogito, sayı: 32, 2002.
[26] Prof. Dr Orhan Türkdoğan, “Biz kimiz?” Gerçeğine Sosyolojik Bir Bakış, 2023 Aylık Dergi,Temmuz 2005
[27] Prof.Dr. Rıza Filizok,Millî Edebiyat Dönemini Hazırlayan Tarihî ve Kültürel Olgulara Genel Bir Bakış, www.ege-edebiyat.org
[28] Orhan Gökdemir,Türkçülüğün Kökenleri ya da Milli Türkçülüğe Giriş, Fabrika, Aralık 2005, sh: 6 v.d.
[29] Orhan Gökdemir,Türkçülüğün Kökenleri ya da Milli Türkçülüğe Giriş, Fabrika, Aralık 2005, sh:15
[30] Berkes, Niyazi. Türkiye’de Çağdaşlaşma. Doğu-Batı Y. İstanbul. Sh. 279
[31] Orhan Gökdemir,Türkçülüğün Kökenleri ya da Milli Türkçülüğe Giriş, Fabrika, Aralık 2005, sh:7
[32] Orhan Gökdemir,Türkçülüğün Kökenleri ya da Milli Türkçülüğe Giriş, Fabrika, Aralık 2005, sh:9
[33] Akçura, Yusuf. Türkçülüğün Tarihi. Kaynak Y. İstanbul 1988. s.41.
[34] Orhan Gökdemir,Türkçülüğün Kökenleri ya da Milli Türkçülüğe Giriş, Fabrika, Aralık 2005, sh:8-9
[35] Basalel, Yusuf. Yahudi Tarihi. İstanbul 2000. s.84.
[36] Orhan Gökdemir,Türkçülüğün Kökenleri ya da Milli Türkçülüğe Giriş, Fabrika, Aralık 2005, sh:8
[37] Orhan Gökdemir,Türkçülüğün Kökenleri ya da Milli Türkçülüğe Giriş, Fabrika, Aralık 2005, sh:9
[38] Orhan Gökdemir,Türkçülüğün Kökenleri ya da Milli Türkçülüğe Giriş, Fabrika, Aralık 2005, sh:9
[39] Türkçülük,www.wikipedia.org
[40] Prof. Dr. Rıza Filizon, Millî Edebiyat Dönemini Hazırlayan Tarihî ve Kültürel Olgulara Genel Bir Bakış, www.ege-edebiyat.org
[41] Derya Güneyli, Türk Milliyetçiliği, Sosyalist Barikat, Nisan 2000, Sayı:5
[42] www.tr.wikipedia.org
[43] Fuat Uçar, Türkçülüğün Manifestosu, Osmanlıcılık-İslamcılık-Türkçülük, Fark Yayınları-2008
[44] M.A. Ağaoğulları, “Geçiş Sürecinde Türkiye” S. 193’den nakleden Derya Güneyli, Türk Milliyetçiliği, Sosyalist Barikat, Nisan 2000, Sayı:5
[45] Derya Güneyli, Türk Milliyetçiliği, Sosyalist Barikat, Nisan 2000, Sayı:5
[46] Gencay Saylan, “Milliyetçilik deolojisi ve Türk Milliyetçiligi”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, C. VII, stanbul, letisim Yayınları, 1983, s.1948.
[47] Sacit Kutlu, İkinci Meşrutiyet Dönemi’nin Düşünce Akımları,OB müze.com
[48] Kerem Dağlı, Milliyetçilik, Irkçılık ve “Türklük” Kavramı Marksist Tutum dergisi, no: 35, Şubat 2008
[49] Cemil Meriç, Cemil Meriç ile söyleşi Cogito, sayı: 32, 2002.
[50]-[51]-[52]- [54]-[56]- [58]-[61] Türkçülük,www.wikipedia.org
[53]-[55]-[57] Derya Güneyli, Türk Milliyetçiliği, Sosyalist Barikat, Nisan 2000, Sayı:5
[59] Sacit Kutlu, İkinci Meşrutiyet Dönemi’nin Düşünce Akımları,OB müze.com
[60] Orhan GÖKDEMİR, Türkçülüğün Kökenleri ya da Milli Türkçülüğe Giriş,Fabrika Dergisi, Aralık 2005
[62] Derya Güneyli, Türk Milliyetçiliği, Sosyalist Barikat, Nisan 2000, Sayı:5
[63] Orhan Gökdemir,Türkçülüğün Kökenleri ya da Milli Türkçülüğe Giriş, Fabrika, Aralık 2005, sh:12
[64] Derya Güneyli, Türk Milliyetçiliği, Sosyalist Barikat, Nisan 2000, Sayı:5
[65] Alman Yahudisi Alexandre Helpland Parvus Rusya’da 1905 Devrimi başarısız olunca, 1910 yılında Türkiye’ye gelip hem İttihat ve Terakki’ye, hem de Türkçü akıma desteğini sunar. Rus muhalif çevreleri ile ilişkisinin sadece bir devrim hizmeti olmadığı Parvus’un bu operasyonunardından birdenbire zengin olmasından bellidir. Bu büyük hizmeti karşılığında Almanya’dan Türkiye’de vagon ticareti, Avrupa’da kömür ve çelik işleri tekeli alıyor. Büyük servet ediniyor. Almanya-Rusya ve Türkiye arasında dolaşan bu adam, başlangıçta Rus devrimci hareketinin önde gelen simalarından biri. Iskra’nın ve Arbaiter Zeitung’un başyazarı. Weimar, Cumhurbaşkanı Ebert’in akıl hocası. Parvus’un bir de Fransızca olarak yayınlanan Jeune Turc adlı bir derginin yazarı olduğunu öğreniyoruz.
Türkçü Celal Nuri (dönme, mason) ve Ahmet Ağaoğlu(dönme,mason) bu derginin yazarları arasındadır ve kaynaklarda gazetenin sahibinin Sami Hirtzberg veya Günzberg adlı bir Musevi olduğu not edilmektedir. Bir başka kaynak ise Le Jeune Turc’un, İbranice Ha-Mevaser ile birlikte siyonistler tarafından yayınlandığını haber vermektedir.
Troçki’nin deyişiyle “daima garip ve kararsız bir hal” sergileyen bu adam, Alman Ordusu ile de gizli kapaklı işler çeviriyordu. Payının ne kadar olduğunu bilemiyoruz; Rus rejimi bir ihtilalle yıkıldı ve Osmanlı’da iktidar değişimi sağlandı. İki ülkenin kaderi de Yahudi siyasetinin öngörüsü doğrultusunda gelişti. Rusya’dan üçüncü Aliya dalgası başladığında, Filistin artık Osmanlıların değildi.
[66]-[67] Derya Güneyli, Türk Milliyetçiliği, Sosyalist Barikat, Nisan 2000, Sayı:5
[68] İran Esedâbâd doğumlu Cemaleddin Efganî, İngiliz belgelerine göre “tanrıya inanma” şartı koşan İskoç Mason Locası’na üye iken, buradan “tanrısızlık” ithamıyla kovulmuş, o da “tanrı tanımazlık”ın makbul sayıldığı Fransız Grand Orient Locası’na reis olmuştur. Efgani, aynı zamanda Kahire Mason locasını kurdu ve oranın reisi oldu… (Muhammed Reşad, Cemaleddin Efgani Hakkında Makaleler, İstanbul 1996, s. 21)
Ahmet Davudoğlu “Din Tahripçileri” adlı kitabında onun için şöyle yazmaktadır: “1355 numara ile Şarkın Yıldızı Locası’na kayıtlı bir mason olan, İslâm’a duyduğu güvensizliği açığa vurmaktan çekinmeyen ve Peygamberlik sanatlardan bir sanattır diyen Efgani, bir ilim adamı değil, siyasetle uğraşan bir nankördür. Fesatçılığı sezilince ulema tarafından İstanbul’dan kovulmuş, Mısır’a kaçmıştır.”
[69] Prof. Dr. Rıza Filizok, Millî Edebiyat Dönemini Hazırlayan Tarihî ve Kültürel Olgulara Genel Bir Bakış, ege-edebiyat.org, sh:3
[70-[72]- [75] ansiklopedi.turkcebilgi.com/Cemaleddin_Efgani
[71]-[73]-[74] Cemaleddin Efgani, www.dinimizislam.com
[76] Mimar Sinan dergisi, sayı: 127, Mart 2003
[77] Bkz. Abdulhamid Han, Sultan Abdulhamidin Hatıra Defteri (Haz. İsmet Bozdağ), İstanbul 1986 (8. Baskı), Pınar Yay. S. 73
[78] Efgani’nin talebesi olan Muhammed Abduh Mısır doğumlu. Abduh gibilerinin kimler tarafından destek gördüğüne dair zamanında İngiltere’nin Mısır sömürge valisi Lord Cromer’in söylediği şu söz ibretliktir: “Kuşkusuz İslâmî reformist hareketin geleceği Şeyh Muhammed Abduh’un çizdiği yolda ümit vaad ediyor. Ve o yolun yolcuları Avrupa’nın her türlü yardım ve teşviklerine lâyıktırlar”. Abduh, Osmanlı’ya karşı Urabi veya A’rabi Paşa isyanında elebaşı ve fetvacıbaşı rolü de üstlenerek Mısır’ın İngiliz birlikleri tarafından 1882 yılında işgal edilmesine ciddi katkılar sağladı. Efganî’nin reisliğini yaptığı Kahire Mason Locası üyeleri, İngilizlerle işbirliği hâlinde faâliyette bulunuyordu. Bu yüzden Abduh’a üç yıllık sürgün cezası verildi.
[79] Prof. Dr. Rıza Filizon, Millî Edebiyat Dönemini Hazırlayan Tarihî ve Kültürel Olgulara Genel Bir Bakış, www.ege-edebiyat.org
[80]-[81] Mustafa Özdemir, Tarikat Örgüt İlişkileri, www.muvazene.com
[82] Ilgaz Zorlu, Evet, Ben Selanikliyim, S.40-41
[83] Gültekin Zoroğlu, Türkiyedeki Yahudiler ve Sabataycılar, Hicran Dergisi, www.hicrandergisi.com/Version6/content/view/65/62/
[84] RAMSAUR (l942), Ernest Edmonson. “The Bektashi Dervishes and The Young Turks”, Moslem World, c. XXXII, Ocak l942, s. 7-l4. den nakleden www.turkleronline.com
[85] Geçmişten Günümüze Türk Milliyetçiliğinin Tarihi Gelişim Süreci, www.y-tm.com
[86] Soner Yalçın, Efendi 2, s:49
[87] Azmi Özcan, “Özbekler Tekkesi Postnişini “, Tarih ve Toplum, no. 100, Nisan 1992.
[88] Abdurrahman Dilipak, Özbekler Tekkesi’nin Sırrı, Vakit Gazetesi, 22/12/2006
[89]-[90] Mustafa Özdemir, Tarikat Örgüt İlişkileri, www.muvazene.com
[91]-[92] Abdurrahman Dilipak, Özbekler Tekkesi’nin Sırrı, Vakit Gazetesi, 22/12/2006
[93] Mustafa Özdemir, Tarikat Örgüt İlişkileri, www.muvazene.com
[94] Soner Yalçın, Efendi 2, İstanbul-2006
[95] Oray Yeğin, Ahmet Ertegün Ne kadara Türk’tü, Akşam, 12.03.2009
[96] Abdurrahman Dilipak, Özbekler Tekkesi’nin Sırrı, Vakit Gazetesi, 22/12/2006
[97] Mustafa Özdemir, Tarikat Örgüt İlişkileri, www.muvazene.com
[98] Ehmet Akif Ak,Bir Başka Ertegün Portresi, Yeni Şafak, 07.01.2007
[99] Erdal Şafak, Ahmet Bey ve Babası, Sabah, 09.07.2006
[100] Kardeşinin külleriyle aynı mezara kondu!, yenicağ gazetesi,29.12.2006
[101] Zaman,19.12.2006
[102] Soner Yalçın, Efendi 2, İstanbul-2006
[103] Abdurrahman Dilipak, Özbekler Tekkesi’nin Sırrı, Vakit Gazetesi, 22/12/2006
[104] Soner Yalçın, Efendi 2, İstanbul-2006
Eskiden beri, ülke veya kurumları ele geçirmeye çalışan güç odakları hedeflerine ulaşmak için her türlü yolu denemişlerdir. Eskiden, doğrudan işgal, katliam, sürgün, köleleştirme ile yaptıklarını, bugün artık daha kamuflajlı bir şekilde devlet adamlarını ve kurum yöneticilerini elde ederek yapmaktadırlar. Bu metodun dünya üzerindeki en iyi uygulayıcısı da Yahudilerdir. Yahudiler bu gibi operasyonlarda daha ziyade mason localarını taşeron olarak kullanmaktadırlar. Dünyayı ağ gibi sarmış bu fesat ocakları vasıtasıyla, insanların makam arzularını, menfaat hırslarını, ideolojik zaaflarını kolayca lehlerine kullanabiliyorlar. Nitekim Birinci Cihan Harbi, Büyük İsrail´in kurulabilmesi için siyonistlerce çıkartılmıştır. Bunun için de bir mason devleti olan İngiltere ile kontrol altında tuttukları diğer ülkelerdeki mason localarını kullanmışlardır. İsrail devletini kurmayı hedefledikleri Filistin topraklarının anahtarını elinde tutan Osmanlıyı da mason yöneticileri kullanarak savaşın içine çekmişlerdi. İngiliz gazeteci-yazar Douglas Reed konuyla ilgili olarak şunları söylüyor: “1914 yılında Birinci Dünya Harbi çıktı. Hafızası kuvvetli olanların hatırlayacakları gibi çıkış nedenleri arasında, Belçika´nın ırzına geçilmiş olması, Prusya´nın saldırganlığına son verilmesi ve güvenli bir dünyada demokrasinin yerleşmesi gibi şeyler sayılmıştı. Harbin başlarında Baron Edmond ve Rotchild, savaşın Orta Doğuya yayılacağını ve politik siyonizmi ilgilendiren önemli gelişmeler olacağını Weizmann’a söylemişti.” [1] Yazar kitabının bir diğer bölümünde ise şunları ifade ediyor: “Bu gelişmelerden vatandaşların haberi yoktu ve sanıyorlardı ki katıldıkları harp, insanların ve milletlerin hürriyetlerini kazanmaları için yapılmaktadır. Bu harbin esas maksadının küçük, zararsız ve dost olan insanları (Filistinlileri) ata yurtlarından sürerek, o topraklara Doğu Avrupalı yabancıları yerleştirmek olduğu akıllarının ucundan bile geçmiyordu.”[2] Weizmann ise o dönemle ilgili olarak şunları ifade ediyor: “Rahatça söyleyebiliriz ki, eğer Filistin İngiltere´nin nüfuz alanına girer de, İngiltere de orada kendisine bağlı bir Yahudi toplumunun oluşmasına olanak sağlarsa, yirmi ya da otuz yıl içinde oraya bir milyon, belki daha fazla Yahudi toplarız.”[3] Filistin topraklarının Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılmasının ardından harekete geçen Lord Rothschild, İngiliz hükümetine baskı uygulayarak, İsrail’in kurulmasına start veren Balfour Bildirisi’nin yayınlanmasında etkili oldu. [4 İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Balfour 2 Kasım 1917´de İngiltere siyonist dernekleri başkanı Lord Rothschild´e daha sonra “Balfour Beyannamesi” adını alacak bir mektup yazdı. Mektupta, “Majestelerinin hükümeti, Filistin´de Yahudi halkı için bir milli yurt oluşturulmasını uygun karşılamaktadır ve bunun gerçekleşmesi için her türlü çabayı harcayacaktır” [5] denilmekteydi.
“Balfour Deklarasyonu’nun ilanından üç hafta sonra General Allenby komutasındaki İngiliz ve Arap birlikleri Kudüs’ü Osmanlılardan teslim aldı (11 Aralık 1917). Bunu Osmanlı birliklerinin Suriye cephelerinde yenilgiye uğratılması izledi.” [6] Sultan Vahdeddin, ne Mustafa Kemal’in Nablustan, yani bugünkü İsrail’den hızlı çekilmesini; ne de yeni hükûmette Bahriye Nâzırı yaptığı Rauf Bey’in fazla direnmeden 30 Ekim’de ağır bir mütareke (Mondros) imzalamasını hazmedememişti. Nitekim, yıllar sonra Mekke’de yayınladığı bir bildiride şunları söyler: “Ne yazıp imza ettiği mütarekenin uygulaması demek olan felâketlere karşı sonraları muhalefete ön ayak olmak küstahlığını gösteren Rauf Bey için, ne de devletin belli başlı mevcud kuvvetlerinden çoğunu esir vererek, zilletle Toros eteklerine iltica etmesi yüzünden mütarekenin imzalanmasını kaçınılmaz bir hale getiren Mustafa Kemâl için kabul edilebilecek hiç bir mazaret yoktur!” [7] “Bu ağır yenilginin ardından 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Mütarekesi ile tüm Filistin Britanya’nın kontrolüne bırakıldı. Ardından Britanya yetkilileri, Mekke Şerifi Hüseyin’i temin ettiler ki, Yahudi yerleşimlerine sadece Arap nüfusun ekonomik ve politik özgürlükleri ile uyumlu olduğu sürece izin verilecekti. Şerif Hüseyin, böylece Filistin’e Yahudi göçünün sürmesine izin verdi.“[8] “Kaidedir ki, işgal topraklarında hususî mülkiyete dokunulmaz. Ama devlet arazisi, yeni devletin olur. Filistin’de ise bugünleri düşünülerek tapulanmış Sultan Hamid’e ait araziler, İttihatçılarca devletleştirildiği için doğrudan İngilizler’e geçti.” [9] Lord Rothschild, Yahudi Devleti’nin siyasi oluşumuna zemin ararken diğer yandan da kurduğu 2 milyon sterlinlik fon ile Filistin topraklarının satın alınmasını organize etti. Çok kısa bir zaman içinde Filistin topraklarının en verimli bölgeleri bu fon sayesinde Yahudilerin eline geçti. [10] “1919’da Filistin’de Arapların sayısı Yahudilerin 16 misliydi. 1922’de 600 bin Araba karşılık 80 bin Yahudi bulunuyordu. Yahudi göçü, 1932’den sonra hızlandı ve Hitler’in Almanya’da iktidara gelişi ve Yahudi aleyhtarı politikası sonrasında Yahudilerin Filistin’e göçleri aşırı derecede arttı. 1947’de ise Yahudi nüfusu ile Arap nüfusu artık eşit duruma gelmişti.” [11] Osmanlı´nın yok yere bu harbe sokulması ve ardından dayatılan Sevr Anlaşması hep bu planın parçalarıdır ve mason yöneticiler üzerinden icra edilmiştir. “Üç beyinsiz” olarak sıfatlandırılan Enver, Talat ve Cemal Paşalar bilerek veya bilmeyerek bu projeye en ciddi desteği vermişlerdir. 1917´deki Balfour beyannamesi, 1918’de Osmanlı Ordularının Filistinde uğradığı bozgun ve Birinci Cihan harbinin hemen ardından Yahudilerin İsrail´e yerleşmeye başlamaları ve ardından da 1948´de İsrail´in kurulması. Tamamının bir projenin aşamaları olduğuna şüphe yok. Ve bütün bu aşamalar Yahudiler tarafından mason yöneticilerin taşeronluğuyla icra edilmiştir.
Eskiden beri Osmanlı devleti ve devamı Türkiye Cumhuriyeti üzerindeki Yahudi operasyonları üç kanaldan yapılmaktadır:
- Birincisi bizzat Yahudiler;
- İkincisi Müslüman olduklarını söyleyen ama yahudi kimliklerini koruyan Sabataycılar,
- Ve üçüncü olarak da köken itibariyle Yahudi olmayan ama onların ideallerine hizmet eden masonlar. [12]
Bu şer odakları, hedef aldıkları ülke, kurum ya da şahısları, zaaflarını tespit edip -yoksa oluşturup- o nokta üzerinden yüklenerek çökertmektedir. Çok milletli bir yapıya sahip olan ve gelişmelere ayak uydurup kendini yenileyememesi sebebiyle ciddi bir krize giren Osmanlı imparatorluğu da, Yahudi, dönme ve masonlar marifetiyle milliyetçilik girdabına çekilerek kısa sürede dağıtılmıştır. Türkçülük bu süreçte bir Yahudi ve mason projesi olarak aktive edilmiştir.
OSMANLI’DAN CUMHURİYETE TÜRKÇÜLÜK
Türkçülüğün temelleri Osmanlı dışında atılmış, ardından Osmanlı’ya ithal edilmiştir. [13] “Osmanlı dünya görüşünde “ırk” ve “ulus” kavramları yoktu. Emevîler devrinde Araplarda olduğu gibi, Arap kökenli olmayan Müslümanları “Mevali” sıfatı ile küçülten bir ayrım Osmanlılara yabancı idi. Şer’î ilimlerden ve yardımcı disiplinlerden oluşan kapalı bir manevî dünya Osmanlı düzeninde XIX. yüzyıl ikinci yarısına kadar egemen olmuştur. Osmanlılarda tarih anlayışı, silsilenameler şeklinde hikâye edilen kutsal bir tarihti. Bu anlayış içinde şecerelerini Hazreti Nuh’un oğlu Yafes’e kadar götürüyorlardı” [14] Hatta 19. yüzyıla kadar Osmanlı edebiyatında Türk terimine nadiren rastlanırdı. Yüzyıllar boyunca Türk sözcüğünü, Osmanlıları kast ederek sadece Batılılar kullanmışlardı. [15] Bu dönemde Batı’daki siyasî hayat, kültür hayatı, ticarî hayat, bütün sosyal kurumlar, “millet”, “halk”, “vatan” gibi yeni kavramlar etrafında kurulmuştu. [16] Ümmet anlayışının hakim olduğu Osmanlı aydınları bu kavramlarla Tanzimattan sonra tanışmaya başladı. “Osmanlılarda “kimlik sorunu”nun ortaya çıkışı, XVIII. yüzyıl sonlarından itibaren Osmanlı düzeninin varlığını devam ettirebilmekte karşılaştığı ciddi sorunlarla ilgilidir. Osmanlıların savaşlarda yenilmeye ve bağımsızlıklarını kaybetmeye başladıkları dönemde, bünyelerindeki “milletler” de, Batı’daki ulusal hareketlerin etkisiyle kıpırdanmaya başlamışlardı. Osmanlı bütünlüğü açısından tehlikeli olan bu hareketleri, Osmanlılar kısmen baskı ile kısmen de bazı “reform”larla önlemeye çalışmışlardır. Bununla beraber, aynı zamanda, Osmanlıların etnik kökeni ile ilgili bir düşünce süreci de başlamıştır.”[17
TÜRK OLMAYAN TÜRKÇÜLER
Başlangıçta Türkçülük üzerinde uğraşanlar Türkler değil, Avrupalı Yahudiler ve Macarlardı. [18] “Osmanlılar, ‘kimlik sorunu’ üzerinde düşünmeye başladıkları zaman, kültürlerinde bu konuda kendilerine yardımcı olabilecek düşünce araçları yoktu. Oysa, Batı, kütüphane ve kataloglarıyla, bilimsel dernek ve kurumlarıyla, uzmanlaşmış yayınlarıyla bütün dünyaya egemen olacak bir düşünce arsenali oluşturmuştu. Osmanlı aydınları da bu kültür kıtasında düşünmeye başladılar.” [19] “Bölücü niteliği dolayısıyla, uzun süre siyasal akım haline gelemeyen bu eğilim, ‘Türklerin aslı’, ‘Türklerin tarihi’, ‘Türklerin dili’ gibi sorunlar etrafında yoğunlaşmıştır. Bu konuda çalışanlar Batı’daki antropoloji, filoloji ve daha ziyade Türkoloji araştırmalarından faydalandılar.”[20] Türkoloji ise, XVII. yüzyılda Cizvit papazlarının başlattığı Sinoloji (Çin araştırmaları) disiplinine bağımlı olarak gelişmişti. Gerçekten Çin uygarlığı ile bilgilerin artışı ve Çin kaynaklarının tanınması Orta Asya Türkleri ve bunların tarihi ile ilgili birçok bilginin ortaya çıkmasına yol açmıştı. İşte, kendisi de sinolog olan ve bu konudaki bilgileri değerlendiren Fransız tarihçilerinden De Guignes (1721-1800), 1756-58′de eski Türklerle ilgili ilk eser olan “Hunların, Türklerin, Moğolların vesair Tatarların Tarih-i Umumisi” (Histoire generale des Huns, des Turcs, des Mogols et des autres Tartares occidentaux, Paris 1756-58) adlı kitabını yayınladı. [21] “1822′de “Asya Derneği (Societe Asiatique)”ni kuran ve 1828′ de Journal Asiatique’i çıkararak şarkiyatçı çalışmalara hız kazandıran iki âlim, J. Klaproth(Alman Yahudisi) ve A. Rémusat, Türkoloji bakımından ayrı bir önem taşıyorlardı. Bu yazarlar, çağdaş antropologların Türkleri Kafkas ırkından sayan tasniflerini kabul etmemekle beraber, onları Moğollardan ve Tatarlardan da ayırıyorlardı. Klaproth bu açıdan Ebülgazi Bahadır Han’ın “Şecere-i Türk”ünde dahi, Türklerin “beyaz Tatarlar” adı altında ayrı ele alındığına dikkati çekmiştir. A. Rémusat da Rus yazarların Türkleri yanlış olarak Tatar saydığını ileri sürmüş ve fizyolojik kriterlerle tamamlanması gereken dil tasnifleri ileri sürmüştür. Fakat bu konuda en popüler olan ve Osmanlı devletinde Türkçülüğün doğuşunu en çok etkileyen eser, Leon Cahun’un (1841-1900) 1896′da yayınlanan eseri olmuştu. Leon Cahun gerçek anlamıyla bir Türkolog değildi. Fransız kaynakları da kendisini «edebiyatçı» olarak tanımlamaktadır. Eserinin etkisinin büyüklüğünde, herhalde orijinalliğinden çok üslûbu ve yayınlanma zamanı rol oynamıştır. Gerçekten XIX. yüzyıl sonlarında Türkçülüğün, kültürel plandan politik bir hareket haline dönüşmesi için ortamın hazır olduğu görülüyor.
Ziya Gökalp Türkçülüğün Esasları’nda Türkçülük tarihini anlatırken, Leon Cahun’un eseri hakkında şunları yazmaktadır: “1896′da İstanbul’a geldiğim zaman, ilk aldığım kitap, Leon Cahun’un tarihi olmuştu. Bu kitap adeta pan-türkizm mefkûresini teşvik etmek üzere yazılmış gibidir. Avrupa’daki Osmanlı muhalefeti ile uzun temasları olan ve onları etkilemeye çalışan L. Cahun’un siyasal bir misyonu var mıydı? Bu dikkatle incelenmesi gereken bir konudur.”[22] “L. Cahun bu fikri çok sistemli bir biçimde geliştirmemiştir. Ancak mesajı son derece açıktır ve Türkçülere “gerçek Türk ruhu”nun İslâm’ın dışında, Orta Asya’da olduğunu söylemektedir. Osmanlı devletinin son döneminde, Türkçüleri etkileyen başka bir şarkiyatçı da, Yahudi asıllı bir Macar olan ve Osmanlı devletinde uzun yıllar geçiren A. Vambéry (1832-1913)’dir. Vambéry de, L. Cahun gibi, Orta Asya Türklerine büyük bir ilgi duymuş, Ruslara karşı İngiliz çıkarlarını savunmuş ve bu amaçla sahte bir derviş kıyafetiyle Orta Asya’ya seyahatler yapmış ve Türklerle ilgili bir sürü bilgi toplamıştır. Türkçe ile Macarcanın ilişkisine ilk defa dikkati çeken bu yazar, Yahudi davasını da desteklemiş ve Siyonizmin kurucusu Theodore Herzl’i 1901′de Abdülhamid’le görüştürmüştür.”[23]
Cemil Meriç, bu süreci şöyle özetliyor: “Bu milliyetçilik hareketi iki kaynaktan geldi bize. Birisi batı kaynağı. Batı’dan gelen bu tehlikeli fikir bir kaç isim etrafında toplanabilir; Josephe De Guignes, Leon Cahun, Vambery. De Guignes 18. asırda yaşamış, o devrin kifayetsiz bilgileriyle Çin uzmanıdır. Kendisi hariciyeye, Fransız polisine mensup bir adamdır. Ve mesela Çinlilerin, Mısır’dan gelen bir koloninin devamı olduğunu söyleyecek kadar bilgisizdir bu konuda. De Guignes bizi bizden fazla düşünmüştür, çok eski bir mazimiz olduğunu, Hunların, Moğolların çocuğu olduğumuzu, sekiz cilt halinde yazmış. De Guignes İslamiyet’e, Osmanlı’ya düşmandır. Güya bizi Osmanlı’dan ve İslamiyet’ten kurtarmak için Hunlarla, Moğollarla akraba yapmış. Hakikatte bu, tarihen hiçbir zaman sabit olmamıştır. Ve Avrupa, onun bizi kardeş yaptığı bu kavimleri lanetle yad eder. En son tarihler Hunlardan ‘medeniyetin kendilerine yalnız harabeler borçlu olduğu Hunlar’ diye bahseder. Medeniyet tahripçileri, yırtıcı, hunhar bir sürü olarak bahseder. De Guignes’den Süleyman Paşa (mason e.k.) bahsetmiştir. Eserinde De Guignes’den parçalar nakletmiştir. Süleyman Paşa De Guignes’yi nereden tanıdı? Nasıl tanıdı? Hangi karanlık kaynaktan geliyor De Guignes’yi tanıması? Belli değil. Ondan sonra Ziya Gökalp (mason e.k.)’in tavsiyesi ile Hüseyin Cahit (dönme, mason e.k.) tercüme etmiş. Hunlarla, Tatarlarla, ismini bilmediğimiz birçok milletlerle, Vizigotlarla, Ostorogotlarla vs. tanımadığımız atalarımızla münasebetlerimizi De Guignes’den öğrendik.“[24] “ Bir diğeri de Leon Cahun’dur. Leon Cahun Yahudidir. “Asya Tarihine Giriş” diye bir kitabı var. Türkiye’de milliyetçiliğin kaynağıdır bu kitap. Önsözünü tercüme ettim onun. Diyor ki ‘Türkler hiçbir medeniyet kurmamışlardır. Kuramazlar da. Bilakis yıkarlar. O kadar budaladırlar ki Çin medeniyeti ile uzun zaman temas etmişler fakat bu medeniyeti bir türlü nakledememişlerdir. Düşünce kabiliyetleri yoktur bunların. Sadece yıkmışlardır.’ Bu kitap Türk milliyetçiliğinin Kur’an-ı Kerim’i oluyor. Bütün Türkçülerin üzerinde birleştikleri isimlerin başlıcalarından biridir Leon Cahun. 19. asrın sonu, 20. asrın başında yaşamıştır. Vambery ise doğrudan doğruya casustu zaten.”[25] “A Grammer of the Turkısh Language” (1816) çalışmasını III. Selim’e ithaf eden kişi ise bir İngiliz Yahudisi olan Arthur Lumley Davids’dir. “Kitab’ül İlm’in Nâfi” adıyla anılan ve Sultan Mahmut devrinde Fransızcaya da çevrilen bu genel Türk dilbilgisi, Türk aydınları üzerinde büyük bir tesir bıraktı.[26] (Daha sonra mason Ali Suavi, kendisini Türkçülük hareketinin öncüleri arasına sokan Ulûm gazetesindeki eski Türk tarihiyle ilgili yazılarını yazarken Arthur Lumley Davids’in bu kitabından yararlanmıştı. [27]) Türkçülüğün içinden yerlileri ve Rusya göçmenlerini ayırdığımızda iki unsur kalıyor. İlki Macaristan’dır. Nitekim “Turan” davası Macar asıllıdır. İkincisi Polonya’dan Osmanlı topraklarına göçüp zorunlu Müslüman olanlardır ki, biyografileri, Türkçülüklerinin Türk olmalarından önce olduğunu belirtmektedir. Galatasaray Sultanîsi’nin kuruluşunda rol oynayan Polonyalı Hayrettin ve Konstantin Borzencky ilk göze çarpanlardır. Bütün Türkçü Macar ve Polonyalılar’ın 1848 Devrimine katıldıkları ve devrimin bastırılması üzerine Türkiye’ye sığındıkları not ediliyor. Rusya bunların iadesini isteyince de Müslüman oluyorlar. (…)
Bu iki kaynaktan gelen Türkçülük içinde milletten çok bir “siyaset” var ve bu “siyaset”in kendini “Türkçülük” olarak kodladığını düşünebiliriz.(…) Macaristan’daki Türkçü hareket içinde ve Polonya göçmenlerinin bütününde bir “Yahudi etkisi” net şekilde görülüyor. Macaristan’da Vambery ve Polonyalı göçmenlerde Konstantin Borzencky bu etkinin temsili karakterleridir. (…) Yahudi asıllı olan Konstantine Borzencky (sonraki isim ve ünvanı Mustafa Celâleddin Paşa, ki Nazım Hikmet’in anne tarafından dedesidir- e.k.) 1869’da “Les Turcs Anciens et Modernes” adlı bir kitap yazarak Türklerin Ari olduğunu, İslamlaştıktan sonra Sami medeniyetiyle birleşerek ana medeniyetlerinden ayrıldığını iddia ediyordu. Eski Yunan ve Latin kaynaklarına dayanarak ilk çağ kavimleri arasında Türklerin çok geniş bir yeri olduğunu iddia eden ve filolojik bazı kayıtlara dayanan yazar, ilkçağın kökleri bilinmeyen birçok kavimlerinin Türk kökünden geldiklerini söylüyordu. (…) Celalettin de tıpkı Cahun gibi bir jön’dür. Bu onların “devrimci milliyetçi” olduğuna işaret ediyor. Ancak ne Cahun’un ne de Celalettin’in “ne milliyetçisi” olduğu saptanamıyor.Polonya’da, Macaristan’da denedikleri, olmayınca Türkiye’ye yöneldikleri açıktır. (…) İçeridekilerin hepsinin Siyonizmle ilişkisi var mı, bilemiyoruz. Ancak, 1908 tarihinin -bu Jöntürk devrimi demek oluyor- siyonizm açısından önemli olduğu açıktır. [28] “Dünya Siyonist Örgütü içindeki belli başlı akımlar, Herzl’in Filistin’in akıbetini Osmanlı sultanıyla görüşmesi örneğinde olduğu gibi, öteden beri kendilerine Filistin’in kapılarını açacak anahtarın İstanbul’da olduğuna inanmaktaydılar. Ne var ki, II. Abdülhamid’in rejiminde bu konuda somut bir başarı elde edilememişti. Durum 1908 Devrimi’yle değişti. Aynı kaynakta bildirildiğine göre bundan 3 yıl sonra (1911) İstanbul’daki Yahudi gençlerinin yüzde 90’ı Siyonist olmuştu.”[29] “Yeni Osmanlılar’ın Polonya’dan da sıcak ilgi gördüğü belirtilmektedir. Berkes, Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin nizamnamesinin yapılışında ve cemiyetin propaganda faaliyetlerinin yürütülmesinde Polonyalı göçmenlerin “yardımcı” olduğunu haber veriyor.[30] (…) Yeni Osmanlıların her adımda bunlarla karşılaşmasını rastlantı saymak yersizdir. Namık Kemal ve arkadaşları Paris’e sürgüne geldiklerinde devrimci basın tarafından alkışlanmışlardır. Türkçüler’in başyapıtı sayılan kitapların yazarı Yahudi Leon Cahun, Namık Kemal ve arkadaşlarının buradaki karşılayıcısı olmuştur. Kemal, Cahun’un aracılığıyla Viyanalı Simon Deutsch (Yahudi) ile tanışıyor. Deutsch, Komün Devrimi’ne katılmış ve Marx’tan sonra Uluslararası İşçiler Birliği başkanı olmuştur. Ancak, komünist fikirlerini Namık Kemal’e hiç açmamış olmalıdır, çünkü böyle bir etki göremiyoruz. Namık Kemal’in yakını Deutsch’un, Paris Komününden önce 1867’de, Yeni Osmanlılarla yakınlığı olduğu ve İstanbul’da öldüğü de notlar arasındadır. Deutsch, Namık Kemal’in yardımıyla geçirdiği İstanbul günlerinde de geriye “ihtilalci” bir miras bırakmamayı tercih ediyor. Bu durumda ne düşünebiliriz?” [31] Deutsch’un da yeni bir İsrail peşinde olduğunu düşünürsek hata mı etmiş oluruz? Sonra Vambery, Abdülhamid’le Filistin pazarlığına giden Teodor Herzl’in de kılavuzudur ki, yaptığı her işin ötesinde hep bir siyonist olarak kaldığından şüphe yoktur. [32] İlerleyen satırlarda göreceğimiz gibi, daha sonraları da Alman Yahudisi Aleksandr Helpland Parvus ortaya çıkacaktır. İlginç olan şudur ki, bunların hiçbirisi Türk değildir ve Türklükle ilgilendikleri zaman aralığında Türklerde Türklüğe karşı bir ilgi yoktur.
RUSYA VE TÜRKÇÜLÜK
“Şimdi Rusya’ya bakalım ve Rusya göçmeni Akçura’nın, “Türkçülük hareketinin 1820 tarihlerine doğru İstanbul’da ortaya çıkmış olmasına bir sebep de, o tarihlerde Doğu Türklerinin başına gelen felaketli olaylarla Rusların genişlemesine karşı İngiliz siyasetinin bu olaylardan Batı Türklerini haberdar kılmaya ve etkilemeye çalışması olmuştur”[33] sözlerinin izini sürelim. Bu durumda Vambery ve Cahun’un ön saflarında olduğu Türkçülüğün ortaya çıkması ile Rusya’nın yayılmasını durdurmak arasında bir ilişki kurmak yadırganmamaktadır. Vambery İngiliz casusu mudur? Buna kesin şekilde evet diyebileceğimizi biliyoruz. (…) Akçura’ya göre “Vambery, Reşit Efendi adıyla ve derviş kıyafetiyle Orta Asya’da üç yıl dönüp dolaştıktan sonra, yine İstanbul üzerinden Macaristan’a dönmüş ve oradan doğru Londra’ya gitmiştir.” Yani sahte derviş, ilmi ve fenni incelemelerinin ürünlerini ilk önce Macarlara değil, İngilizlere sunmuştur.”[34] Bunun anlamı ise gayet açıktır. Demek ki ilgilerinin bir sebebi de budur, yani siyasidir.
Peki hepsi bu mudur?
“19. Yüzyıl boyunca Rusya’da sadece Doğu Türkleri değil, 5 milyona yakın Yahudi nüfus da felaketli günler yaşamaktadır. Türkçülük operasyonu sırasında Rusya’da pogrom var ve Yusuf Basalel’in “Yahudi Tarihi”ne göre, Rusya dünya Yahudi nüfusunun yarısı olan 5 milyon Yahudi’yi barındırmaktadır. Bu dönemde Çarlar Yahudi nüfusu çok sert bir baskı altında tutmaktadır. Askerlik süresi Yahudileri asimile etmek için 25 yıla kadar uzatılabilmektedir. Ele geçirilen topraklardaki Yahudilerin yer değiştirmelerine izin verilmemektedir. Bu arada Yahudiler pogroma karşı savunma milisleri oluşturmakta ancak bunlar savunma için yeterli olamamaktadır. [35] Yani İngilizlerin genişlemesini durdurmak istedikleri Rusya, Siyonizm için de büyük bir sorun haline gelmiştir. “[36] Bu arada Vambery bütün Orta Asya’yı derviş kıyafetiyle dolaşıp Türk kavmi aramaktadır. Aradığı yer Rusya topraklarıdır ve bulunacak her Türk kavminin Rusya’yı sıkıntıya sokması kaçınılmazdır. Cahun ise gitmediği toprakları ve o toprakların insanlarını şehvetle yazmaktadır.”[37] “Cahun-Vambery ikilisinin Rusya siyasetine karşı bir Osmanlı siyaseti geliştirdikleri açıktır. Polonya ve Macaristan üzerinden yürütülen bu operasyonun önemli bir parçası, Rusya’nın kıyılarında, onu kemirecek bir etnik dalga yaratmaktır.
Asya içlerinde Türk aramanın başka nasıl bir açıklaması olabilir?
(…) Hedef radikal olunca, Cahun-Vambery ikilisinin “Türkçülük” konusunda Yeni Osmanlılardan daha radikal olması da şaşırtıcı değildir.”[38] Türklere gösterilen bu ‘akademik ilginin’ ardında siyasal hesaplar yatmaktadır: Siyonizm karşıtlarını (Osmanlı ve Rusya) birbiriyle vuruşturarak zayıflatmak; Rusya’daki Yahudileri bu Siyonist devletin kuruluşunu şiddetle arzular hale getirmek, Osmanlıyı Filistin’den çıkartarak kurulması planlanan İsrail devletinin önünü açmak. Türkçülüğün, bir Yahudi hareketi olarak başlamasının nedeni bunlardır. Ancak bütün gayretlere rağmen 1890’lara kadar ne yazık ki Türkler henüz Türkçü değildir ve Yeni Osmanlılar “Türk” soydaşlarına karşı oldukça kayıtsızdır.
TÜRKÇÜLÜĞÜN OSMANLIDA ZEMİN BULMASI
“Osmanlı’da Türkler’e yönelik ilgi 1890′larda başladı. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde Türk milliyetçiliğinin doğuşuna dışarıdan yapılan katkılarda en önemli paya sahip olan, hiç şüphesizki yukarıda ismini zikrettiğimiz Fransız Yahudisi yazar ve tarihçi Leon Cahun’dur. Leon Cahun’un “Asya Tarihine Giriş: Türkler ve Moğollar” adlı eserinin Necip Asım tarafından yapılan Türkçe çevirisi (1896) Türkçü hareketin dönüm noktalarından biri idi.” [39] Necip Asım bu dönemde İkdam gazetesini de Türkçülüğün yayın organı haline getirmişti. [40] Cahun’un teorik olmaktan uzak “İntroduction a L’histoire de L’Asie: Turcs et Mongols des Origines a 1405″ başlıklı çalışmasında, Avrupa’ya uygarlığı getiren ırkın Türk ırkı olduğu şatafatlı bir dille ileri sürülerek, Turancılık yeniden ele alınmış ve bu düşünce, Yahudi Vambery gibi insanlar tarafından, o zamanın elit Türkleri arasında yayılmaya çalışılmıştır. Ayrıca Cahun’un çalışması, Türkçülüğü popülarize etmek ve siyasal sahneye çıkararak resmi ideoloji haline getirmek açısından son derece önemli olmuştur.”[41] Daha önce Türkçe’de özel bir anlam taşımayan Turan kavramı Cahun’un eseri sayesinde yaygınlık kazanmıştır. “1904′te (bir mason olan-e.k.) Yusuf Akçura’nın, Osmanlıcılık ve islamcılık akımlarına karşı Türkçülüğü savunan “Üç Tarz-ı Siyaset” adlı etkili kitapçığı yayımlandı.” [42]
Akçura kitabında özetle şu fikirleri dile getirmekte idi.
“-Avrupa, Osmanlıcılık düşüncesiyle Türkiye’yi tam bir koloni olarak kullanmak istemektedir.
- Başa getirilecek Türk olmayan hainler, Avrupa’nın her türlü malını ülkeye sokarak ekonomiyi öldürecek ve millet ezilmeye başlayacaktır.
- Azınlıkların devletin yönetimini ele geçirme çabalarının önü alınamamaktadır.(Bu amaçla 450 tane azınlık vakıf derneği bulunmaktadır.)
- Ülkenin üniter yapısını savunan sadece Türkler’dir. Vatanın bekası için Türklerin azminin artırılması ve teşviki zorunludur. Bu nedenle yönetimin baştan aşağı Türkleştirilmesi gerekir.
- Türklüğün ve Türk tarihinin İslamiyet’ten önce de var olduğu bilinmektedir.
- Rusya çok güçlü bir devlettir. Ancak yıkılamayacak bir kale değildir.” [43]
II. MEŞRUTİYET DÖNEMİNDE TÜRKÇÜLÜK
Türkçülüğün revaç bulması için dışarıdan yapılan bütün zorlamalara rağmen II. Meşrutiyet’in ilan edildiği tarihe kadar hakim düşünce hep Osmanlıcılık olmuştur. Bu çalışmaların akademik düzeyden siyasal düzeye çıkarak, devletin iç ve dış politikalarının ideolojisi haline gelmesi 1908′den sonradır. “…İmparatorluğun çöküşünden kaynaklanan “kimlik sorunu”nu, batı kültürünün kendilerine sunduğu düşünce dağarcığı içinde çözmeye çalışan ve Türk dilini, ırkını, tarihini keşfetmeye başlayan “aydınlar” (!) resmi ideolojilerin yetersizliğini kavradıkları anda, temel ilkeleri Cahun’da bulunan Türkçülüğü bir siyasal programa dönüştürdüler. [44] 1908’e kadar olan “çalışmalar siyasal bir söylem-hareket haline dönüşmemiş olsa da, “Türklük-Türkçülük” alanında yapılan ilk çalışmalar olduğu için daha sonraki Türkçülük çalışmalarına “kaynak” oluşturmuşlardır. Örneğin, II. Abdülhamid döneminde Türkçe’yi Osmanlıca’dan ayrı bir dil olarak ele alan ve Türk Tarihinin Osmanlılar’dan başlamadığını, ondan önceki Türk kavimlerini de içermesi gerektiğini ifade eden Ahmet Vefik Paşa (mason e.k.) ve “Büyük Türkçü” Süleyman Paşa (mason e.k.), 1908 ve sonrası Türkçüleri tarafından, amaçlarının öncüsü “iki Türkçülük Klavuzu” olarak kabul edilmişlerdir.”[45]
RUSYA’DAN GELEN TÜRKÇÜLER
Türkçülüğü esas olarak Rusya’da yaşayan Türkler geliştirmiştir.[46] “Rusya’nın Osmanlılara kıyasla Batı’ya daha açık olması, Türk toplulukların Rusların yönetimi altına sonradan girmeleri, iyi kötü bir Müslüman burjuvazinin varlığı vb. nedenlerle çarlık yönetimi altındaki Türkler milliyetçi ideolojiyi Osmanlı Türklerine kıyasla daha erken bir dönemde, 1860′larda benimsemişlerdi. Başta Kırım ve Kafkasya olmak üzere Rusya’dan Osmanlı ülkesine göç edenler burada Osmanlı olmayan Türkler konusunda bir bilinçlenmeyi başlattılar. Gene de Türkçülük, parçalanmaya yol açacağı korkusuyla milliyetçilik akımına karşı çıkan Osmanlı aydınlarına uzun süre Orta Asya Türklerinin algıladıkları anlamı ifade etmedi. 1893′de yayın hayatına giren ve kısa sürede İstanbul’un en çok satan gazetesi haline gelen İkdam’ın ser levhasında Türk Gazetesidir yazmasına rağmen, II. Meşrutiyet’in ilk yıllarında dahi “Türkçülük” bilinçli olarak benimsenen bir fikir değildi.”[47] Türkçülüğün kurucu kadrolarında sayabileceğimiz Yusuf Akçura (mason e.k.), İsmail Gaspıralı (mason e.k.), Ahmet Ağaoğlu (Kafkas kökenli bir Yahudi’nin oğludur. Rus gizli servisinde çalıştı. 1914′de Ruslar adına Bakü ‘de Ermeni katliamını organize etti; mason e.k.) ve Ziya Gökalp (mason e.k.) gibi aydınların hepsi de Türkçülüğü, bizzat Avrupalı Türkologların çalışmalarından esinlenerek ve faydalanarak geliştirmişlerdir. [48] Cemil Meriç onların ruh halini şöyle özetliyor: “Rusya’dan gelen Türkler, Osmanlı’ya hem dostturlar, hem düşman. Dostturlar, çünkü aynı medeniyet camiası, aynı ruh iklimi içindeler. Düşmandırlar, çünkü Osmanlı kendi dışlarında. Kırım’dan ayrıldıktan sonra onlarla bir münasebetimiz kalmadı. Bu itibarla Türkler İslam medeniyetinde, İslam faktörü üzerinde değil, daha çok Türk motifi üzerinde durmuşlardır. Ve milliyetçi hareket, Türk Yurdu etrafında halkalanmış, Türk Yurdu etrafında gelişmiştir. Yusuf Akçura, ayrıca -garip bir milliyetçimiz- Ağaoğlu Ahmet’i anlatmak bütün Rusya’dan gelen Türkleri anlatmak için kafidir. Prototipidir onların. Hepsi aynı vaziyetteler. Çünkü Rus terbiyesi görmüşler, Rusya’da yetişmişler. Orada Türklük gururları kırılmış. Burada yeni bir vatan bulmuşlar. Fakat bu vatanda söz sahibi olmak, büyük söz sahibi olmak arzusuna kapılmışlar. Yusuf Akçura, biliyorsunuz, Tarih Kurumu’nun başkanı oldu Mustafa Kemal devrinde. Milletvekiliydi. Mustafa Kemal’in çok sevdiği adamdı ve bütün emellerine sadakatle hizmet etti. Osmanlı’nın yıkılışında onun büyük rolü vardır, hissesi vardır. ”[49]
“Rusya Türklerinden Kırım’lı İsmail Gaspıralı (mason e.k.)’nın çıkardığı Tercüman gazetesi, tüm Rusya Türklerinin kullanacağı ortak bir yazı dili oluşturmaya çalışıyordu. Bu dilin belkemiğini Türkiye Türkçesi oluşturacak, ancak tarihi Türk lehçelerinden de faydalanılacaktı. 1905 Rus Devrimi sırasında Gaspıralı, Azerbaycanlı Ali Hüseyinzade (Turan) (İ.T. kurucusu, mason e.k.), Kazan Tatarları’ndan Yusuf Akçura (mason e.k.), Başkırt’lardan Zeki Velidi (Togan) Nijni Novgorod kentinde Tüm Rusya Müslümanları Kongresi’ni topladılar (15-28 Ağustos 1905). Kongre hareketinin diğer ünlü isimleri Azerbaycanlı Ahmet Ağaoğlu (dönme, mason e.k.), Kazanlı Sadri Maksudi (Arsal) ve Hiveli Mustafa Çokayef (Çokay) idi. Rusya’da 1906 devrim hareketinin başarısızlığa uğramasından sonra bu kişilerin birçoğu Rusya dışına kaçtı. 1908 Jön Türk ihtilalinden sonra da çoğu Türkiye’ye gelerek İttihat ve Terakki hareketi içinde yer aldılar.”[50] “1908′de “Türk diye anılan bütün kavimlerin geçmişteki ve günümüzdeki durum, etkinlik ve eserlerini öğrenmek ve öğretmek” amacıyla İstanbul’da Türk Derneği kuruldu. Derneğin kurucuları Yusuf Akçura, Necip Asım Yazıksız, Velet Çelebi (İzbudak), Rıza Tevfik (Bölükbaşı) ve İstanbul Üniversitesi profesörlerinden Agop Boyacıyan idi”[51] ve tamamı masondu. “1911′de yine İstanbul’da kurulan Türk Yurdu Cemiyeti, kültürel çalışmaların yanısıra Orta Asya Türklerine yönelik doğrudan doğruya siyasi görüşler de ileri sürdü. Mehmet Emin (Yurdakul, mason e.k.)’in önderlik ettiği cemiyetin kurucuları Yusuf Akçura (mason e.k.), Ahmet Ağaoğlu (dönme ve mason e.k.)ve Hüseyinzade Ali Turan (mason e.k.) gibi Rusya göçmenleri idi.” [52] “Öte yandan, Selanik’te, Ömer Seyfettin (mason e.k.), Ali Canip (mason e.k.) gibi edebiyatçılar tarafından kurulan ve başlangıçta yalnızca dilde Türkçülüğü savunan “Genç Kalemler Dergisi”, Ziya Gökalp (mason e.k.)’in katılımı ile birlikte kısa sürede Türkçülüğün ve Turancılığın yayın organı haline geldi.”[53] “15 Mart 1912′de kurulan Türk Ocağı, Türkçü ve Turancı hareketin asıl odak noktası oldu.”[54] “1912 Balkan Savaşı’nda Selanik’in Yunanlılar’da kalmasıyla birlikte bu elit İstanbul’a yerleşerek, faaliyetleri ile buradaki Türk Milliyetçiliği akımının önemli sözcüleri durumuna geldiler. (…) Milliyetçiliklerini ırkçı-turancı temeller üzerinde inşa ettiler. (…) O dönemin önemli Türkçü-Milliyetçilerine -Ziya Gökalp (mason e.k.), Mehmet Emin Yurdakul (mason e.k.), Halide Edip Adıvar (sabataycı e.k.), Ömer Seyfettin (mason e.k.) vd.- baktığımızda, Türklerin birliği düşüncesine ne denli rağbet ettiklerini görebiliriz.” [55] “1912 ile 1930 yılları arasında bu örgüt, Türkiye’nin en etkili siyasi/ideolojik düşünce merkezi olarak hizmet verdi. Türk Ocağı’nın kurucuları arasında, yukarıda adı geçen kişilere ek olarak Zeki Velidi (Togan), Reşit Galip (mason e.k.), Ferit Tek (mason e.k.), Hamdullah Suphi (mason e.k.) ve Adnan Adıvar (sabataycı, mason e.k.) gibi isimler bulunuyordu.” [56] İttihat ve Terakki Balkan savaşlarından sonra yoğun bir şekilde Türkçülüğe yöneldi. “23 Ocak 1913 Babıali Baskını ile iktidarı tamamen ve tek başına ele geçiren İttihat ve Terakkiciler, ilk iş olarak, benimsedikleri Türkçü-Milliyetçi ideoloji doğrultusunda kültür ve ekonominin Türkleştirilmesi politikasını uygulamaya başladılar.”[57] “İttihat ve Terakki hareketinin “resmi” ideologu olan Ziya Gökalp, Turancı düşüncenin başlıca sözcüsü idi. Ziya Gökalp’in yanısıra, yine bir mason olan hikâyeci Ömer Seyfettin Turan fikrinin popülerleşmesine katkıda bulundu. Mason şair Mehmet Emin Yurdakul’un 1918′de “Turana Doğru” adıyla derlediği şiirler, Sabataycı Halide Edip’in “Yeni Turan” romanı, yine Ömer Seyfettin’in “Yarınki Turan Devleti” adlı risalesi, Fuad Köprülü’nün “Turan” başlıklı ilkokul okuma kitabı, 1913-1918 aralığında Turan fikrini yaydılar. “[58]
TÜRKÇÜLER ALMANLARIN KONTROLÜNE GİRİYOR
“İlk kez Türk Ocağı, millet kavramından sadece siyasal aidiyetin anlaşılmayacağını dile getirdi ve milleti sadece siyasal bağlılık temelinde kurmak isteyen Tanzimatçıların “Osmanlı Milleti” projesini kıyasıya eleştirdi. Akçura, artık gönlünde yatanın Alman etnik milliyetçilik anlayışı olduğunu açıkça ifade etmeye başladı.”[59] Bu konuda bir çalışma yapan Orhan Gökdemir şöyle demektedir: “Osmanlının son döneminde, ulusal bir bilinç yaratma konusundaki fikir çabalarına bakarsak, bunların Batı’da aynı konulardaki kültürel ürünlere göre hazin bir fakirlik içinde olduklarını görürüz. Osmanlı aydınları bu kültüre üniversalist bir biçimde yaklaşamamışlar, savunma kompleksi ile hareket etmişler ve farkına varmadan Batının en kötü ideolojisinin etki alanına düşmüşlerdir. Cahun’da temel ilkeleri bulunan bu Türkçülük, siyasal program halini alarak Alman pan-germen hareketinin bir aracı olmuş; Parvus (Yahudi) gibi Alman militarizminin ajanları Türkçülere yol göstermişler, Osmanlı ordusu Alman komutanlara teslim edilmiştir.”[60] “I. Dünya Savaşı başlangıcında yayınlanarak (1914) İttihat ve Terakki yönetimi tarafından çeşitli dillere çevirilen “Türkler bu Muharebede Ne Kazanabilirler” adlı propaganda risalesinin yazarı Yahudi Munis Tekinalp (asıl adı Moiz Kohen), savaşın ana hedefinin Turan’ı kurtarmak olduğunu savunuyordu.”[61] “Başlangıçta sadece söylem düzeyindeki Turan düşüncesi, 1. Dünya Savaşı öncesinde tamamen siyasal bir niteliğe büründü. Bu siyasal nitelik, Osmanlı Devleti’nin iç ve dış politikasını oluşturdu. (…) Çarlık Rusyası’nı hedef alan Turan düşüncesi, yayılmacı Alman Emperyalizmi’nin işine geliyor ve doğrudan doğruya Almanlar tarafından destekleniyordu.”[62] “Birinci savaştan önce, Rusya bir taraftadır ve “siyonizmin koruyucu meleği” Almanya diğer tarafta.”[63] Bu dönemde İttihat ve Terakki içinde güçlü bir hizip olan “Milliyetçilik” desteklenmiş, Rusya’yı durdurma siyaseti öne çıkarılarak Osmanlı Rusya karşısında ve Almanya’nın yanında savaşa teşvik edilmiştir. Öyle ki; Osmanlı İmparatorluğu’nun dış politikasını oluşturan Turan düşüncesi, “M. A. Ağaoğulları’nın söylemiyle; “Alman Pan-cermen Hareketi’nin bir aracı durumuna indirgenmiş oldu.”[64] Yine aynı araştırmacının belirttiğine göre, Parvus[65] adıyla tanınan Alexandre Helphand (Asıl adı İsrael Helphand olan Yahudi) gibi Alman ajanlarının, Yusuf Akçura gibi Alman sempatizanlarının faaliyetleri, İttihat ve Terakki Partisi ile onun en popüler önderi Enver Paşa üzerinde olumlu etkiler bıraktı. Bunun üzerine Enver Paşa, Çarlık Rusyası’nda yaşayan Türkler arasında propaganda ve örgütlenme faaliyetlerini yürütmek için, Teşkilat’ı Mahsusa adında gizli bir örgüt kurdu. (…) Alman Emperyalizmi’ne bağlı Turancılık, Balkanlar’daki bozgunlarla moral olarak güçsüz düşmüş askeri kadrolara itici bir güç verecektir.”[66] Bu işbirliği o kadar ilerledi ki, “1. Dünya Savaşı çıktığında, Osmanlı İmparatorluğu izlediği dış politikasının sonucu olarak tamamen Alman Emperyalizmi’nin yanında yer aldı ve onun yenilgisi, kendi yenilgisi oldu. (…) Bu arada tabii Rusya’daki “anti-semit” iktidar da bir iç ihtilalle yıkılmıştı.”[67]
ŞEYHLER, TEKKELER, SABATAYCILAR ve MASONLAR
“Türkçülük hareketinin kaynağı, sadece Batı’dan gelen milliyetçilik akımı değildi, “İttihad-ı İslâm” (Pan-İslâmizm) hareketinin de milliyetçi fikirlerin yayılmasında değişik sebeplerle payı vardı. İslâm birliği fikrinin öncülerinden olan Şeyh Cemaleddîn-i Efganî’nin[68] (mason e.k.) faaliyetleri de bu akımın hızlanmasına zemin hazırlamıştı.”[69] “Cemâleddîn-i Efgânî, İstanbulda bulunduğu sırada bâzı yazar ve şâirler üzerinde etkili oldu.”[70] “Efgani, hem Türkçü, hem İslamcı görünmeyi başarmıştır. “[71] “Bilhassa Türkçülük ve İslâmcılık düşünceleri ile hareket edenler, ayrı fikir ve inançta olmalarına rağmen onu hoca kabul etmişlerdir.”[72] “Mehmet Emin Yurdakul, Ziya Gökalp, A. Agayef hep Efgani’den destek görmüştür. Mesela M. Emin Yurdakul’un, “Ben bir Türküm, dinim cinsim uludur” şiirini Efgani çok beğenmişti.”[73] “O zamanki İslamcı Sebilürreşad dergisi, ırkçılığı tenkit eden makaleler neşrederken, ırkçılar da, Efgani’nin ırkçılığı öven makalesini tercüme edip yayınlayınca İslamcıların sesleri, solukları kesilmişti. Efgani, makalesinde diyordu ki: ‘Irkçılık dışında saadet yoktur. İnsanları birbirine bağlıyan iki bağ vardır: Biri dil, biri de din birliğidir. Dil birliği, ırk ve milliyet birliği demektir. Şüphesiz, bu birliğin dünyadaki beka ve sebatı dinden daha devamlıdır.’ Efgani, Mısır’da da Arap ırkçısıdır. ‘Arap ırkının sınırını belirleyecek ölçü din ve mezhep değil, Araplık ölçüsüdür’ demiştir. “[74] “Bu tavrı cemiyette ayrılıklara yol açmıştır. Cemâleddîn-i Efgânî’nin asıl gâyesi de budur. Hayâtına bakılınca, gidip gezdiği yerlerde dâimâ tefrikadan yana olmuş ve fitneler çıkarmıştır.” [75] Bu fitneciliği sebebi ile olmalıdır ki, Mimar Sinan adlı Mason dergisinde Afgani hakkında uzun bir övgü makalesi yayınlanmıştır. [76] II. Abdülhamid Han, hatıratında diyor ki: “Hilafetin elimde olması İngilizleri hep tedirgin etti. Blund adlı bir İngiliz ile Efgani adlı bir maskaranın el birliği ile İngiliz hariciyesinde hazırladıkları bir plan elime geçti. Efgani’yi yakından tanırdım. Tehlikeli bir adamdı. Bana bir ara Mehdilik iddiasıyla bütün Orta Asya müslümanlarını ayaklandırmayı teklif etmişti. Derhal reddettim. Bu sefer Blund ile işbirliği yaptı. Kendisini İstanbul’a çağırttım. Bir daha İstanbul’dan çıkmasına izin vermedim.”[77] Efgani, Mısır’da Şeyh Muhammed Abduh’u[78] (ki o da bir mason idi – e.k.), şimal Türkleri arasında da Ziyaeddin bin Fahreddin’i yetiştirmiştir.[79]
“Osmanlı İmparatorluğu’nun son yüz yılı içerisinde bazı tekkeler ile istihbarat örgütleri iç içe olmuştur. Bu tekkelerin bir kısmı Osmanlı İmparatorluğu’nun tüm yeniliklerine karşı çıkarak İmparatorluğu zayıf düşürmüş ve çöküşü hızlandırmıştır. Tekkelerin, İmparatorluğun çöküşünü hızlandıran bir başka etkileri de Osmanlı’ya karşı bağımsızlık mücadelesine giren halkı tahrik etmeleri olmuştur.”[80] Bu dönemlerde dünyanın süper gücü İngiltere idi. İngiliz istihbaratı o dönemde tarikatlara büyük önem vermiş ve Osmanlı sınırları dahilindeki tekkelere sirayet ederek kullanmıştır. Çünkü tarikatlerdeki hiyerarşik yapı yeryüzündeki en disiplinli yapılardır. Şeyh ne derse tüm tekke mensupları şeyhin dediğini sorgulamadan itaat eder. Böyle bir yapıya devletlerin ve o devletler üzerine hesapları olan örgütlerin kayıtsız kalmaları elbetteki mümkün değildir. [81] Yahudiler ve masonlar Osmanlı’da, ekonomiden politikaya ve eğitime kadar birçok alanda etkin olmalarının yanısıra sünni ve alevi tarikatlarının içine de sızmışlardı. “Özellikle Mevlevi, Melami ve Bektaşi tekkelerinde 19. yy.dan itibaren Sabataycıların şeyh, mürşid, dede, dedebaba gibi en üst makamlara kadar ulaştıklarını görüyoruz. Sabatay Sevi müslüman olduktan sonra bağlılarına ‘müslümanların görünürdeki adet ve geleneklerine riayet etmelerini’ öğütlemiştir. Bu da onların kendilerini en rahat ifade edebilecekleri çeşitli tarikatların dergah, hanekah, tekke ve zaviye gibi mekanlarına rağbet etmelerine yol açmıştır. Merkezi Selanik olan bu cemaatin Selanik’te özellikle Mevlevi ve Bektasi dergahlarında yoğunlaştıklarını görüyoruz. (…) Ilgaz Zorlu, Sabataycı cemaatlerin İslam mutasavvıflarıyla ilişkilerinin özellikle İstanbul, İzmir ve Selanik’te yoğunlaştığını belirtiyor.[82] İstanbul da Yenikapı Mevlevihanesi, Kasımpaşa Mevlevihanesi, Aziz Mahmud Hüdai’nin Üsküdar’daki dergahı Sabataycıların etkin olduğu dergahlar olarak dikkat çekmektedir. Yahudi mistizmi olarak tanımlanan Kabbala öğretisine dayanan Sabataycı yorum, İslamın gevşek mistik yorumu olarak Mevlevilik, Bektaşilik ve Melamilik ile paralellikler arz eder ve ortak buluşma noktaları bulur. Sabataycı asıllı Yunan yazar Starolakis, “Salonika, Jews and Dervishes” isimli kitabında Yahudi-Sabataycı kökenden olup Selanikteki dergahlarda etkili olan ve hatta bir kısmının uzantıları İstanbul’a kadar gelen dönme şeyhlerden bahsediyor. Bunlardan biri de müflis işadami Halil Bezmen’in dedesi Esad Efendi’dir. Esad Efendi 1920’lerde Kasımpaşa Mevlevihanesi’nin şeyhidir. Ankara Bektaşi Dergahı’nın şu andaki Dedebabası yani şeyhi de Sabataycıdır. Yine Dedebabalardan Bedri Noyan da Yahudi dönmesidir (Tv program yapımcı ve sunucu Engin Noyan’ın ağabeyidir).” [83] “II. Meşrutiyet sonrası dönemde özellikle Bektaşî tarikatı mensupları, Halifelik konusunda “Şiîlerin imamlık ilkesine daha yakın olmaları” ve Tanzimat öncesi yaşadıkları bazı olaylar sebebiyle İttihat ve Terakki hareketine destek vermişlerdir. Zaten bazı Jön Türkler Bektaşî, bazıları da (Talât Paşa, Rıza Tevfik, Şeyhülislâm Musa Kâzım Efendi gibi) hem Bektaşî, hem de masondu.”[84] Dikkat çeken diğer bir ocak da Üsküdar’daki Özbekler Tekkesidir. Bu Tekke Nakşibendiliğin Halidî kolundan. Eskiden beri çift taraflı istihbarat ilişkilerinin içinde olduğu iddia edilmektedir. “Buhara’da doğarak 1847′de İstanbul’a gelen ve Özbekler Tekkesi’ne Şeyhi olan Türkçülerin pek değer verdikleri ve öncülerden saydıkları Süleyman Efendi 1877′de bir heyetle Macaristan’a gitmiş ve 1882′de meşhur Çağatay Lûgatı’nı neşretmiştir. İçinde 8 bin kadar kelime bulunan sözlük, Nevâî, Ahmet Yesevî ve Munis’in şiirlerinden seçilen örneklerle süslenmiştir. Şeyh Süleyman Efendi Çağatay Türkçesi ve Osmanlı Türkçesinin bir büyük dilin iki kolu olduğunu ve birliğini belirtmiştir.”[85] “Özbekler tekkesinin ilginç girift ilişkileri vardı. İngiliz belgelerine göre Özbekler Tekkesi postnişini Şeyh Süleyman Efendi (1821-1890), konuk olarak dergaha gelen kişilerden topladığı istihbaratı, ingiliz büyükelcisi Henry Layard’a para karşilığı veriyordu ( Tarih ve Toplum Dergisi Nisan 1992 s.12-16)”[86] Nitekim araştırmacı Azmi Özcan da konuyla ilgili olarak arşiv belgelerine dayanarak yaptığı çalışmada Süleyman Efendi’nin ajanlığını açıkça ifade etmektedir.[87] Öte yandan Süleyman Efendi’nin Yahudi kökenli Macar Osman Paşa ailesi ile yakın ilişkide olduğu, aynı aileyle İngiliz ajanı Yahudi Vambery’nin de içli dışlı olduğu, Osman Paşa’nın kızı şaire Nigar Hanım’ın hatıralarında dile getiriliyor. Bu bağlantılar da ayrıca incelemeye değerdir. “Özbekler Tekkesi’nin görünümü Milli Mücadele yıllarında da karışıktır. Tekke, Kurtuluş Savaşı’nda İstanbul’dan Anadolu’ya sandıklarla silah ve cephane sevkiyatının yapıldığı tekkedir. Milli Mücadele’ye katılmak için Anadolu’ya geçeceklerin buluşma ve dağıtım noktası, Anadolu ile İstanbul arasında bir haberleşme merkezi idi.(…) Tekkenin son şeyhi Ata Efendi bir Sabataycı, yani dönme idi. Ata Efendi Kuva-yı Milliye hareketine destek vermiş; Amerikan mandacısı Karakol Cemiyeti’ne üye olarak İstanbul’dan Anadolu’ya silah kaçırılmasında, gönüllülerin Anadolu’ya kaçmasında tekkenin önemli bir rol üstlenmesini sağlamıştı.” [88] “Tekke, işgal yıllarında tam bir materyalist (mistisizimden uzak) yapılanma içerisinde faaliyet gösteriyordu. Tekkenin en önemli müdavimleri arasında İngilizler de vardı. Rivayet odur ki, tekke, para karşılığı İngilizler’e istihbarat da servis etmişdir.”[89] Zaten geçmişinde böyle bir sabıkası vardır Özbekler Tekkesinin. “Özbekler’e yolu düşmemiş Millî Mücadele kahramanı yok gibi.”[90] Anlatılanlara göre Tekke’nin Mustafa Kemal’in Samsun’a gidişinde de büyük etkisi vardır.”[91] “Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Samsun’a gitmesine izin veren İngiliz belgesinin altında 1919′da İstanbul’a gelen, başta Özbekler Tekkesi olmak üzere bazı dergahlarla –güya- tasavvuf düşüncesini öğrenmek için ilişki kuran John Godolphin Bennett’in imzası vardı. Yıllar sonra İstanbul’a dönen Bennett ilk olarak yine Özbekler Tekkesi’ni ziyaret etti.
Ne anlama geliyor bu?
Hani Mustafa Kemal gizlice Samsun’a gitmişti!
Kurtuluş Savaşı’nı destekleyen Amerikancı Karakol Cemiyeti de burada; İngiliz istihbaratçılar da… Biz Kurtuluş Savaşı’nı İngilizlere karşı vermemiş mi idik? Vahdettin, Mustafa Kemal’i İngilizlere karşı vatan müdafaası için Samsun’a göndermiyor mu idi? Bu İngiliz kaşesi de ne oluyor?” [92] Görüldüğü gibi durum epeyce karışık. Ancak Ata Efendi’nin 33. dereceden bir mason olduğunu, tekkeyle ilişki kuranların da neredeyse tamamının mason olduğunu söylersek her şey bir anlam kazanır. “Bir şeyhin, masonluk gibi uluslararası karanlık bir yapılanma içerisinde yer alması çok ilginç değil mi! Daha da enteresanı Aytunç Altındal’ın, dünyanın en eski ve tehlikeli yeraltı cemiyeti İlluminati üyeleri arasında ismini teşhis edip ifşa ettiği 3-5 kişiden birinin de ilginçtir ki Özbek Tekkesi Şeyhi Ata Efendi olmasıdır.”[93] Bir prototip olması itibarıyla Özbekler Tekkesi’nin izini sürmeye devam edelim. Şeyh Ata Efendi’nin kardeşi Münir Ertegün’dür. Anneleri Şeyh İbrahim Edhem Efendi’nin kızı Ayşe Hamide hanımdır.[94] “Münir Ertegün İstanbul Hükümeti tarafından Ankara Hükümeti’yle görüşmeler yapması için Anadolu’ya gönderilen Ahmet İzzet Paşa heyetinde görevliydi.”[95] “Ve daha sonra Ankara’da kalmış, ardından Lozan Konferansı’na katılan Türk delegasyonunda hukuk danışmanı olmuş, ardından da ABD’de 11 yıl Türkiye’nin büyükelçilik görevlerinde bulunmuştur.”[96] “Dünya Savaşı ile başlayan Türkiye-ABD yakınlaşmasının mimarı olarak kabul edilen Münir Ertegün, ABD Başkanlarından Franklin Rooseveld ve Truman’la ailece görüşecek kadar yakın bir ilişki içerisindedir.”[97] Washington’da 1944 yılında ölen Münir Ertegün’ün kemikleri 1946′da, ünlü Missouri Zırhlısı ile İstanbul’a getirilerek Özbekler Tekkesi’nde dedesi Şeyh İbrahim Edhem Efendi’nin bulunduğu kabristana defnedilmiştir.[98] “1972′de İstanbul’da vefat eden Münir Ertegün’ün eşi Hayrünnisa Hanım ile 1989′da New York’ta vefat eden oğlu Nasuhi Ertegün de bu tekkedeki mezarlığa defnedildi.”[99] Münir Bey’in diğer oğlu ABD’de yaşayan ve birkaç yıl önce ölen ünlü müzik adamı, 500. Yıl Vakfı’nın kurucusu [100], üst düzey mason Ahmet Ertegün de Özbekler Tekkesi’nde toprağa verilmiştir. [101] “Ahmet Ertegün’ün eşi Macar göçmeni bir Yahudi ailesinin kızı Mika Ertegün [102] olduğunu belirtmemiz de açıklayıcı olacaktır. Özbekler Tekkesi “Kurtuluş Savaşı’ndaki katkılarından ötürü” 1925′te çıkan Tekke ve Zaviyeler Kanunu’ndan etkilenmedi. Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bağlanarak 1994′te restore ettirilen ve sonrasında açılışı Henry Kissinger tarafından yapılan tekke halen “Münir Ertegün Vakfı” ismiyle bir kültür merkezi olarak faaliyetlerini sürdürüyor. Vakıf Ahmet Ertegün’ün kızkardeşi Selma Göksel tarafından yönetiliyor. [103] (Ek bilgi olarak bugüne kadar sayısız başarılı reklama imza atan Ali Taran’ın da Ata Efendi’nin torunlarından olduğunu ekleyelim. Ata Efendi, Taran’ın anne tarafından dedesidir). [104] Bu kısa flash backten sonra Osmanlı’nın son dönemindeki tabloyu kısaca özetleyelim.
- Devletin tüm kadroları masonların kontrolündedir,
- Ordu ve iletişim masonların kontrolündedir,
- Bir Yahudi enjeksiyonu olan hakim ideoloji Türkçülük masonların kontrolündedir,
- Dini otorite (şeyhülislamlık) masonların kontrolündedir.
[1] Douglas Reed, Milletlerin Aldatılması, Kayıhan Yayınları, sf. 46
[2] Douglas Reed, Milletlerin Aldatılması, Kayıhan Yayınları, sf. 51- 52
[3] Trial and Error: The Autobiography of Chaim Weizmann, Chaim Weizmann, sf. 49
[4] Anti-Network Rothschild: Soros’un Ağababası, Fabrika Dergisi, Temmuz 2005
[5] Documents and readings in the History of Europe since 1918, Walter C. Langsam, sf. 377
[6] Ayşe Hür, 90 Yıldır Kanayan Yara:Filistin(2),Taraf, 07.01.2009
[7] Kadir Mısıroğlu, Geçmişi ve Geleceğiyle Hilafet, Sebil Yayınları, İstanbul-1993,sh:190
[8] Ayşe Hür, 90 Yıldır Kanayan Yara:Filistin(2),Taraf, 07.01.2009
[9] Prof.Dr. Ekrem Buğra Ekinci, Saultan Hamid’in Tahtına Mal Olan Filistin, Türkiye, 19/08/2009
[10] Mayer Amschel Rothschild maddesi, tr.wikipedia.org
[11] Filistin (Siyonizm ve Osmanlı),dallog.net
[12] Türkiye’de Yahudi Lobiciliği, vahdet.com
[13] Kerem Dağlı, Milliyetçilik, Irkçılık ve “Türklük” Kavramı Marksist Tutum dergisi, no: 35, Şubat 2008
[14] Pierre Loti, Aziyade, s. 111’den nakleden Doç.Dr. Galip Baldıran, Pierre Loti’nin Aziyade’sinde Osmanlı Başkentine Tarihsel Bir Bakış, Hacettepe Omversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi Cilt: 17, Sayı:1, Sh:23.
[15] Sacit Kutlu, İkinci Meşrutiyet Dönemi’nin Düşünce Akımları,OB müze.com
[16] Prof.Dr. Rıza Filizok,Mmillî Edebiyat Dönemini Hazırlayan Tarihî ve Kültürel Olgulara Genel Bir Bakış, www.ege-edebiyat.org
[17] Batı İdeolojisi, Irkçılık ve Ulusal Kimlik Sorunumuz,www.genbilim.com
[18] Sacit Kutlu, İkinci Meşrutiyet Dönemi’nin Düşünce Akımları,OB müze.com
[19]-[20]- [21] -[22]Batı İdeolojisi, Irkçılık ve Ulusal Kimlik Sorunumuz,www.genbilim.com
[23] Batı İdeolojisi, Irkçılık ve Ulusal Kimlik Sorunumuz,www.genbilim.com
[24] -[25]Cemil Meriç, Cemil Meriç ile söyleşi Cogito, sayı: 32, 2002.
[26] Prof. Dr Orhan Türkdoğan, “Biz kimiz?” Gerçeğine Sosyolojik Bir Bakış, 2023 Aylık Dergi,Temmuz 2005
[27] Prof.Dr. Rıza Filizok,Millî Edebiyat Dönemini Hazırlayan Tarihî ve Kültürel Olgulara Genel Bir Bakış, www.ege-edebiyat.org
[28] Orhan Gökdemir,Türkçülüğün Kökenleri ya da Milli Türkçülüğe Giriş, Fabrika, Aralık 2005, sh: 6 v.d.
[29] Orhan Gökdemir,Türkçülüğün Kökenleri ya da Milli Türkçülüğe Giriş, Fabrika, Aralık 2005, sh:15
[30] Berkes, Niyazi. Türkiye’de Çağdaşlaşma. Doğu-Batı Y. İstanbul. Sh. 279
[31] Orhan Gökdemir,Türkçülüğün Kökenleri ya da Milli Türkçülüğe Giriş, Fabrika, Aralık 2005, sh:7
[32] Orhan Gökdemir,Türkçülüğün Kökenleri ya da Milli Türkçülüğe Giriş, Fabrika, Aralık 2005, sh:9
[33] Akçura, Yusuf. Türkçülüğün Tarihi. Kaynak Y. İstanbul 1988. s.41.
[34] Orhan Gökdemir,Türkçülüğün Kökenleri ya da Milli Türkçülüğe Giriş, Fabrika, Aralık 2005, sh:8-9
[35] Basalel, Yusuf. Yahudi Tarihi. İstanbul 2000. s.84.
[36] Orhan Gökdemir,Türkçülüğün Kökenleri ya da Milli Türkçülüğe Giriş, Fabrika, Aralık 2005, sh:8
[37] Orhan Gökdemir,Türkçülüğün Kökenleri ya da Milli Türkçülüğe Giriş, Fabrika, Aralık 2005, sh:9
[38] Orhan Gökdemir,Türkçülüğün Kökenleri ya da Milli Türkçülüğe Giriş, Fabrika, Aralık 2005, sh:9
[39] Türkçülük,www.wikipedia.org
[40] Prof. Dr. Rıza Filizon, Millî Edebiyat Dönemini Hazırlayan Tarihî ve Kültürel Olgulara Genel Bir Bakış, www.ege-edebiyat.org
[41] Derya Güneyli, Türk Milliyetçiliği, Sosyalist Barikat, Nisan 2000, Sayı:5
[42] www.tr.wikipedia.org
[43] Fuat Uçar, Türkçülüğün Manifestosu, Osmanlıcılık-İslamcılık-Türkçülük, Fark Yayınları-2008
[44] M.A. Ağaoğulları, “Geçiş Sürecinde Türkiye” S. 193’den nakleden Derya Güneyli, Türk Milliyetçiliği, Sosyalist Barikat, Nisan 2000, Sayı:5
[45] Derya Güneyli, Türk Milliyetçiliği, Sosyalist Barikat, Nisan 2000, Sayı:5
[46] Gencay Saylan, “Milliyetçilik deolojisi ve Türk Milliyetçiligi”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, C. VII, stanbul, letisim Yayınları, 1983, s.1948.
[47] Sacit Kutlu, İkinci Meşrutiyet Dönemi’nin Düşünce Akımları,OB müze.com
[48] Kerem Dağlı, Milliyetçilik, Irkçılık ve “Türklük” Kavramı Marksist Tutum dergisi, no: 35, Şubat 2008
[49] Cemil Meriç, Cemil Meriç ile söyleşi Cogito, sayı: 32, 2002.
[50]-[51]-[52]- [54]-[56]- [58]-[61] Türkçülük,www.wikipedia.org
[53]-[55]-[57] Derya Güneyli, Türk Milliyetçiliği, Sosyalist Barikat, Nisan 2000, Sayı:5
[59] Sacit Kutlu, İkinci Meşrutiyet Dönemi’nin Düşünce Akımları,OB müze.com
[60] Orhan GÖKDEMİR, Türkçülüğün Kökenleri ya da Milli Türkçülüğe Giriş,Fabrika Dergisi, Aralık 2005
[62] Derya Güneyli, Türk Milliyetçiliği, Sosyalist Barikat, Nisan 2000, Sayı:5
[63] Orhan Gökdemir,Türkçülüğün Kökenleri ya da Milli Türkçülüğe Giriş, Fabrika, Aralık 2005, sh:12
[64] Derya Güneyli, Türk Milliyetçiliği, Sosyalist Barikat, Nisan 2000, Sayı:5
[65] Alman Yahudisi Alexandre Helpland Parvus Rusya’da 1905 Devrimi başarısız olunca, 1910 yılında Türkiye’ye gelip hem İttihat ve Terakki’ye, hem de Türkçü akıma desteğini sunar. Rus muhalif çevreleri ile ilişkisinin sadece bir devrim hizmeti olmadığı Parvus’un bu operasyonunardından birdenbire zengin olmasından bellidir. Bu büyük hizmeti karşılığında Almanya’dan Türkiye’de vagon ticareti, Avrupa’da kömür ve çelik işleri tekeli alıyor. Büyük servet ediniyor. Almanya-Rusya ve Türkiye arasında dolaşan bu adam, başlangıçta Rus devrimci hareketinin önde gelen simalarından biri. Iskra’nın ve Arbaiter Zeitung’un başyazarı. Weimar, Cumhurbaşkanı Ebert’in akıl hocası. Parvus’un bir de Fransızca olarak yayınlanan Jeune Turc adlı bir derginin yazarı olduğunu öğreniyoruz.
Türkçü Celal Nuri (dönme, mason) ve Ahmet Ağaoğlu(dönme,mason) bu derginin yazarları arasındadır ve kaynaklarda gazetenin sahibinin Sami Hirtzberg veya Günzberg adlı bir Musevi olduğu not edilmektedir. Bir başka kaynak ise Le Jeune Turc’un, İbranice Ha-Mevaser ile birlikte siyonistler tarafından yayınlandığını haber vermektedir.
Troçki’nin deyişiyle “daima garip ve kararsız bir hal” sergileyen bu adam, Alman Ordusu ile de gizli kapaklı işler çeviriyordu. Payının ne kadar olduğunu bilemiyoruz; Rus rejimi bir ihtilalle yıkıldı ve Osmanlı’da iktidar değişimi sağlandı. İki ülkenin kaderi de Yahudi siyasetinin öngörüsü doğrultusunda gelişti. Rusya’dan üçüncü Aliya dalgası başladığında, Filistin artık Osmanlıların değildi.
[66]-[67] Derya Güneyli, Türk Milliyetçiliği, Sosyalist Barikat, Nisan 2000, Sayı:5
[68] İran Esedâbâd doğumlu Cemaleddin Efganî, İngiliz belgelerine göre “tanrıya inanma” şartı koşan İskoç Mason Locası’na üye iken, buradan “tanrısızlık” ithamıyla kovulmuş, o da “tanrı tanımazlık”ın makbul sayıldığı Fransız Grand Orient Locası’na reis olmuştur. Efgani, aynı zamanda Kahire Mason locasını kurdu ve oranın reisi oldu… (Muhammed Reşad, Cemaleddin Efgani Hakkında Makaleler, İstanbul 1996, s. 21)
Ahmet Davudoğlu “Din Tahripçileri” adlı kitabında onun için şöyle yazmaktadır: “1355 numara ile Şarkın Yıldızı Locası’na kayıtlı bir mason olan, İslâm’a duyduğu güvensizliği açığa vurmaktan çekinmeyen ve Peygamberlik sanatlardan bir sanattır diyen Efgani, bir ilim adamı değil, siyasetle uğraşan bir nankördür. Fesatçılığı sezilince ulema tarafından İstanbul’dan kovulmuş, Mısır’a kaçmıştır.”
[69] Prof. Dr. Rıza Filizok, Millî Edebiyat Dönemini Hazırlayan Tarihî ve Kültürel Olgulara Genel Bir Bakış, ege-edebiyat.org, sh:3
[70-[72]- [75] ansiklopedi.turkcebilgi.com/Cemaleddin_Efgani
[71]-[73]-[74] Cemaleddin Efgani, www.dinimizislam.com
[76] Mimar Sinan dergisi, sayı: 127, Mart 2003
[77] Bkz. Abdulhamid Han, Sultan Abdulhamidin Hatıra Defteri (Haz. İsmet Bozdağ), İstanbul 1986 (8. Baskı), Pınar Yay. S. 73
[78] Efgani’nin talebesi olan Muhammed Abduh Mısır doğumlu. Abduh gibilerinin kimler tarafından destek gördüğüne dair zamanında İngiltere’nin Mısır sömürge valisi Lord Cromer’in söylediği şu söz ibretliktir: “Kuşkusuz İslâmî reformist hareketin geleceği Şeyh Muhammed Abduh’un çizdiği yolda ümit vaad ediyor. Ve o yolun yolcuları Avrupa’nın her türlü yardım ve teşviklerine lâyıktırlar”. Abduh, Osmanlı’ya karşı Urabi veya A’rabi Paşa isyanında elebaşı ve fetvacıbaşı rolü de üstlenerek Mısır’ın İngiliz birlikleri tarafından 1882 yılında işgal edilmesine ciddi katkılar sağladı. Efganî’nin reisliğini yaptığı Kahire Mason Locası üyeleri, İngilizlerle işbirliği hâlinde faâliyette bulunuyordu. Bu yüzden Abduh’a üç yıllık sürgün cezası verildi.
[79] Prof. Dr. Rıza Filizon, Millî Edebiyat Dönemini Hazırlayan Tarihî ve Kültürel Olgulara Genel Bir Bakış, www.ege-edebiyat.org
[80]-[81] Mustafa Özdemir, Tarikat Örgüt İlişkileri, www.muvazene.com
[82] Ilgaz Zorlu, Evet, Ben Selanikliyim, S.40-41
[83] Gültekin Zoroğlu, Türkiyedeki Yahudiler ve Sabataycılar, Hicran Dergisi, www.hicrandergisi.com/Version6/content/view/65/62/
[84] RAMSAUR (l942), Ernest Edmonson. “The Bektashi Dervishes and The Young Turks”, Moslem World, c. XXXII, Ocak l942, s. 7-l4. den nakleden www.turkleronline.com
[85] Geçmişten Günümüze Türk Milliyetçiliğinin Tarihi Gelişim Süreci, www.y-tm.com
[86] Soner Yalçın, Efendi 2, s:49
[87] Azmi Özcan, “Özbekler Tekkesi Postnişini “, Tarih ve Toplum, no. 100, Nisan 1992.
[88] Abdurrahman Dilipak, Özbekler Tekkesi’nin Sırrı, Vakit Gazetesi, 22/12/2006
[89]-[90] Mustafa Özdemir, Tarikat Örgüt İlişkileri, www.muvazene.com
[91]-[92] Abdurrahman Dilipak, Özbekler Tekkesi’nin Sırrı, Vakit Gazetesi, 22/12/2006
[93] Mustafa Özdemir, Tarikat Örgüt İlişkileri, www.muvazene.com
[94] Soner Yalçın, Efendi 2, İstanbul-2006
[95] Oray Yeğin, Ahmet Ertegün Ne kadara Türk’tü, Akşam, 12.03.2009
[96] Abdurrahman Dilipak, Özbekler Tekkesi’nin Sırrı, Vakit Gazetesi, 22/12/2006
[97] Mustafa Özdemir, Tarikat Örgüt İlişkileri, www.muvazene.com
[98] Ehmet Akif Ak,Bir Başka Ertegün Portresi, Yeni Şafak, 07.01.2007
[99] Erdal Şafak, Ahmet Bey ve Babası, Sabah, 09.07.2006
[100] Kardeşinin külleriyle aynı mezara kondu!, yenicağ gazetesi,29.12.2006
[101] Zaman,19.12.2006
[102] Soner Yalçın, Efendi 2, İstanbul-2006
[103] Abdurrahman Dilipak, Özbekler Tekkesi’nin Sırrı, Vakit Gazetesi, 22/12/2006
[104] Soner Yalçın, Efendi 2, İstanbul-2006
Bugün 419 ziyaretçi (588 klik) kişi buradaydı.