AHMET ÜNAL
masonlarcerkezlerergenekon1
OSMANLI RUS SAVAŞLARINDA YAHUDİ - MASONLAR
İlk masonlarda Yahudi yoksa da, on sekizinci asırdan sonra Yahudiler masonluğa girmeğe ve orada müstesna mevkileri ele geçirmeğe muvaffak oldular. Farmasonluk Yahudiler için siyasi, sosyal ve kültürel davalarının tahakkukunda büyük bir vasıta oldu. [1] Viyanalı mahkeme reisi Holzinger, “Viyana’da her 100 mason arasında muhakkak ki 102 Yahudi vardır” [2] sözleriyle localardaki Yahudi yoğunluğuna nükteli bir şekilde dikkat çekmiştir.
19. yüzyılda, Osmanlı da, Çarlık Rusyası da Yahudilerin üzerine hesap yaptığı ve yönetimlerine müdahale ettiği ülkelerdir. Peki, Yahudilerin Osmanlı ve Çarlık Rusyası ile ne alıp veremediği vardı? “Çarlık Rusya’sında ortaçağdan beri Yahudilere karsı bir husumet mevcuttur. Ortodoks Hıristiyanlar, Yahudilerin İsa’nın düşmanı olduğuna ve bunların Hıristiyanları Yahudileştirmek istediklerine inanırlardı. Bu nedenle Çar, Hıristiyanlığın koruyucusu olarak Yahudi tüccarların topraklarına girmesine çoğu zaman izin vermezdi. Polonya’nın büyük bir kısmının Rusya topraklarına katılmasıyla, burada bulunan büyük Yahudi nüfusu Rusya sınırları içerisinde kaldı. Yüz binlerce Yahudi’nin Rusya’nın yönetimi altına girmesi Rus Yöneticiler tarafından “Yahudi sorunu” olarak ele alındı.” [3] 1804 yılında I. Alexander, Yahudileri asimile etmek ve onların mallarına el koymak için bir girişimde bulundu. Bu dönemde Yahudiler kamu ve ekonomik hayattan dışlanırken, devlet okullarına da alınmadılar. Bizim aşağıda ele alacağımız dönemi kapsayan 1880′li yıllara gelindiğinde Yahudiler ciddi surette dışlanmaya ve ayrımcılığa maruz kaldılar. 1881 yılında II.Alexander‘ın bir suikasta kurban gitmesi ve bu olaydan Yahudilerin mesul tutulması üzerine Yahudileri hedefleyen yeni bir şiddet dalgası boy gösterdi. 1882 Mayıs Kanunu ile Yahudiler Anti−Semitik hareketlere maruz kalmaya başladılar. Sonuçta meydana gelen olaylar birçok Yahudi’nin malına ve canına mal oldu. Bu tarihlerde Yahudilere karsı girişilen boykot ve pogromlar neticesinde birçok Yahudi basta ABD olmak üzere çeşitli ülkelere göç etmiştir. 1882 tarihinde başlayan bu göç dalgasıyla 1914 tarihine gelinceye kadar 2 milyonun üzerinde Yahudi Rusya’yı terk etmiştir. [4] Yahudilerin diğer toplumlar tarafından dışlanması Siyonist fikirlerin gelişimine sebep olmuştur. Siyonizm hareketi, aslında Avrupa’daki Yahudi düşmanı (antisemitist) hareketlere ve özellikle devletlerin Yahudiler üzerindeki baskılarına bir tepki olarak ortaya çıktı. [5] Siyonizmin ana hedefi de, dünyanın çeşitli bölgelerine dağılmış olan Yahudileri bir araya getirecek bir yurt bulmak ve böyle bir yurt üzerinde bir Yahudi devleti kurmaktı. [6] Osmanlı İmparatorluğunda yaşayan Yahudilerin en önemlilerinden biri Kanuni Sultan Süleyman döneminde yaşayan Yasef Nasi’dir. “Osmanlı sarayında çok önemli görevlere ulaşmış Yasef Nasi siyasal siyonizmden 350 yıl önce İsrail ülkesinde özerk bir Yahudi kolonisi kurmayı tasarlamıştır.” [7] Yasef Nasi, Tiberya’ya Sultan tarafından muhtariyet verileceğini umuyor, burada büyük bir Yahudi yerleşim merkezi kurma hayali besliyordu.” [8] “Nasi bütün Yahudileri, imtiyazını aldığı Tiberya’a göçe çağırdı.” [9] ”Yasef Nasi, Tiberya’nın etrafını kale duvarları ile çevirmiş, fakat yeterli sayıda Yahudiyi buraya toplayamamıştır. Bunun üzerine padişahtan Kıbrıs Krallığını istemiştir.” [10]
19. Yüzyılın ikinci yarısında gerçekleştirilen Dünya Siyon liderleri toplantısında çeşitli tekliflerden sonra planlanan Yahudi devletinin Filistin toprakları üzerinde kurulması ve Yahudilerin gruplar halinde bu topraklara yerleştirilmesi için çalışılmasına karar verildi. [11] Kendilerini Osmanlı topraklarında gayet rahat hisseden Yahudiler başlangıçta siyonizm hareketine fazla ilgi göstermediler. Hatta II. Abdülhamid, Rusya’da zulüm gören Yahudileri kabul ederek İstanbul ve Anadolu’ya yerleştirmiştir. [12] Ancak Siyonizm düşüncesini teşkilatlı bir şekilde sahneye çıkaran Yahudi önderleri, zaman içerisinde Osmanlı topraklarında yaşayan Yahudilerin ileri gelenlerini de yanlarına alarak belirlemiş oldukları hedef doğrultusunda çalıştırmaya başlamışlardır. [13]
Siyonizmin belirlemiş olduğu hedefe ulaşılabilmesi için, ilk olarak Filistin topraklarını elinde tutan Osmanlı yönetimine yanaşılması yolu denendi. Aşağıda anlatılacağı gibi bu yoldaki bütün çabalar boşa çıktı ve Sultan II. Abdülhamid Siyonistlere hiçbir taviz vermedi. [14] Siyonistler, Osmanlı’dan Filistin’de bir toprak koparma çabalarının tümünün başarısızlıkla sonuçlandığını görünce Osmanlı devletini yıkma girişimlerini başlattılar. İşte aşağıda bahsedeceğimiz İttihad ve Terakki Cemiyeti, Jöntürkler (Genç Osmanlılar) Hareketi hep Osmanlı devletini yıkma girişimlerinin ürünleridir. [15] Yahudiler bu yapılanmaları oluşturmada ve yönetmede masonluğu taşeron olarak kullanmışlardır. 19. yüzyılın siyonist fikirlerin henüz programlı bir şekle dönüşmediği dönemlerinde, Yahudi diasporasının % 65’inin yaşadığı fakat Yahudileri baskı altında tutan Çarlık Rusyası ile “vaat edilmiş toprakları” elinde tutan ve Yahudi yerleşimine izin vermeyen Osmanlı imparatorluğu Yahudiler için “halledilmesi gereken problemler” durumundaydı. Hem Osmanlı ve Rus ülkelerindeki iç karışıklıkların; hem de 1855 ve 1877’deki Osmanlı-Rus savaşlarının arkasında, Yahudiler, Yahudilerin kontrolündeki İngilizler ile Osmanlı ve Rusya’daki mason locaları vardır. Nitekim Abdülhamit Han hatıralarında, “İngiltere, tıpkı Osmanlı ülkesinde yaptığı gibi, Rusya’da da Çar’ı meşrutî idareye zorlamak için ayaklanmalar düzenliyordu” [16] sözleriyle üzerlerine oynanan oyunu deşifre etmektedir.
Yunan Genelkurmay Başkanlığı’ndan Albay Leonidas Duvas tarafından kaleme alınan ve 11 Mart 1949 tarihinde “Gizlidir- Yalnızca Kurmay Subaylara Mahsustur” kaydıyla yayınlanan yüz yirmi sekiz sahifelik “İdimurgi Tu İslavo Komonistiku” adındaki eserin 15 ve 25’nci sahifeleri arasında yer alan bilgiler ilgi çekicidir: “19’ncu asır yalnız Osmanlılar için değil bütün dünya milletleri için hengamelerle dolu bir asırdır. Yahudilerin ve uşakları Farmasonların devletleri teşkilatlandırdıkları, ihtilallere ve tedhişlere mali yardım yaptıkları dönemin başlangıcıdır bu asır. Siyon liderleri bu asırda Filistin’e hakim olmak ve milli bir hükümet kurmak için azimli kararlar almışlardır. (Bu maksatla) Paris’te “Alliance Universelle Israelite – Dünya Yahudi Dayanışması” komitesi kurulmuştur. İlk hedefleri Osmanlı imparatorluğunu tarih sahnesinden silmektir. Bunu yapabilmek için de Osmanlı imparatorluğu’nun rakipleri olan Rus Çarlığı, Alman Kayzerliği ve Büyük Britanya imparatorluğunu, Osmanlılara karşı kışkırtmak ve aralarında mevcut olan istikrarlı siyaseti iptal etmek zaruri idi.” [17] Yine Makedonya Halk Meclisi’nin 8/4/1954 Tarih ve 1180 sayılı kararıyla o günkü Yugoslavya Makedonyası’ndaki ilkokullarda okutulan Yordan Dimovski ile Spasef Cucek adlarındaki tarihçilerin kaleme aldığı tarih kitabındaki şu ifadeler de aydınlatıcıdır: “Irk itibariyle Slav menşeinden olan halk topluluklarını, Slav Birliği fikri etrafında toplayıp, Slav birliğini tahakkuk ettirmek ve İslam alemini mütemadi surette bunaltmak için Hırvat papazlarından Georbio Kriyaniç (Slav alemine farmasonluğu sokan Yahudi asıllı 33 dereceli mason) 1654’de pan-Slavizm fikrini ortaya koymuştur. Denebilir ki, uyuşuk Slavlara yeni bir hareket bahşeden bu adam olmuştur. Georgia Kriyaniç, 1654’de Slav birliği fikrini va’z etmesine rağmen uzun müddet bu ideal ele alınmamıştır. Nihayet Çar I. Nikola, Moskova’da 1843’de Birinci Slav Birliği Kongresini toplamıştır. Çar Nikola’yı bu harekete sevk eden Osmanlı İmparatorluğu’ndaki siyasi, iktisadi, kültürel hareketlerdir. Sultan Abdulmecid tarafından “Gülhane”de ilan edilen ıslahatçı “Tanzimat-ı Hayriye Fermanı” biz balkanlardaki Slavlara geniş faaliyet imkanları bahşederken, Osmanlı İmparatorluğunu da nihai bir çöküşe sevk ediyordu. Nihayet Çarlık şuna kani oldu ki, Slav birliği resmen ele alınmalıdır. Zira Osmanlı İmparatorluğu’nda meydana gelen parlamenter hareket arzusu, Osmanlı birliğini yıkacak ve Slav Birliği’ne Balkanlarda ve Kafkaslarda jeopolitik, jeo teknik tavizler verecektir. 1845’de Moskova Üniversitesi’nde Çarın resmi emriyle M. Soliev, Katkov, Khomyakov ve Aksakov (Bu Slav politikacılarının hepsi 33 dereceli masondur) adlarındaki Slav birliği mütefekkirlerince, hudutlara ilişkin plan ve projeler tanzim edilmeğe, bu fikirler münevverlere empoze edilmeğe başlandı.” [18]
Bir mason organizasyonu olan 1789 Fransız ihtilaliyle birlikte milliyetçi duygular çok öne çıkarılmıştı. İslami esaslara göre yönetilen Osmanlının o tarihlere kadar milliyetçilikten kaynaklanan sorunları yoktu. Çünkü, yönetimin umdelerini koyan ve renkler ve ırklar üstü olan İslam; insan iradesi dışında ve yaratılıştan gelen, dolayısıyla idealize edilemeyecek farklılıklar olarak kabul ettiği renkler, ırklar veya benzer bütün farklılıkları, iman ve evrensel ahlaki değerler potasında eritiyor; bir değerler sistemi olarak birleştiriyordu. [19] Farklılıklar hiçbir zaman şemsiye görevi gören ortak değerlerin önüne çıkmıyor; daha geri planda “ait olduğu çevrelerin bir değeri olarak” yaşıyor, varlığını sürdürüyordu. Fransız ihtilali sonrasında Yahudiler ve taşeronu masonlar Osmanlı toplumundaki bu ahengi hedef aldılar. Milliyetçi refleksleri kışkırttılar. Meydana gelen istikrarsızlıklarından da kendi lehlerine sonuçlar devşirdiler. Osmanlı Devleti’nin yönettiği topraklarda ilk milliyetçilik hareketleri, Balkanlar’ın Hıristiyan unsurlarında görülmüştür. [20]
Vatan, millet, hürriyet ve eşitlik gibi istismar edilen yüce kavramlar, klasik Osmanlı sistemini sarsmış, Batılı ülkelerin de yönlendirmeleri ile Hıristiyan unsurlar arasında milliyetçilik ve ayrılıkçılık hareketleri görülmüş, çözülme ilk olarak bu unsurlardan başlamıştır. Osmanlının parçalanmasını hızlandıran kavmiyetçi hareketleri Yahudiler taşeronları masonlar üzerinden kışkırtmışlardır. Hatta daha sonra ele alacağımız gibi Türk milliyetçiliğinin teorisyenleri arasında önemli sayıda Yahudi dönmesi vardır. İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin “milli iktisat” politikasının teorisyeni, Cumhuriyet döneminde de CHP’nin ideologlarından olan Tekin Alp (Mois Kohen) bunlardan biridir. Pantürkist (aşırı Türkçü) olarak bilinen Tekin Alp (Mois Kohen), Cumhuriyet döneminde Atatürk’ün sağ kolu durumundaydı. [21] Bu ön bilgiden sonra Albay Leonidas Duvas’ın raporundan Yahudi ve masonların Rusya’daki faaliyetlerini okumaya devam edelim:
“Slavların Balkanlara, Ege’ye ve Akdeniz’e inebilmesi ve Akdeniz havzasına hakim olması için Osmanlı İmparatorluğunu ortadan kaldırmak İcab ediyordu… Çarlık tarafından Osmanlılara karşı vaki olan 1855 ve 1877—78 harpleri bu maksatla yapılmıştır. 1867’de Moskova’da 33 dereceli Farmason Slav Yahudisi Panslavist Polit‘in başkanlık ettiği Moskova’daki ikinci Slav Birliği Kongresi’ne Baltık, Kafkasya, Silezya ve Balkanlardan gelen 75 delege iştirak etmiştir ki, bunlardan 65’ini 33 dereceli Farmason Yahudilerteşkil ediyordu.” [22]
“Çarlığın “OHRANA” servisi ile Büyük Britanya’nın “Secret Intelligence Service (Gizli Haberalma Servisi)”i İstanbul, İzmir, Selanik, Manastır, Beyrut ve buna benzer vilayet merkezlerinde Farmason locaları açmış ve birçok gafil aydını milli menfaatleri aleyhine kullanmıştır. Biz Yunanlılar da İstanbul’daki “PRODOS” Farmason Locası’ndan, Balkan ve 1. Dünya Harbi yıllarında azami derecede istifade etmişizdir.” [23] Yukarıda isimlerini zikrettiğimiz Makedon tarihçiler ise şunları söylüyor: “Osmanlı İmparatorluğuna “Hasta Adam” teşhisi koyulduğunda, bu hasta adamı bir an evvel öldürmek lehimizde idi. Zira milli hedefimize vasıl olmak için yıllardan tasarruf yapmak zaruri idi. Bu zaruret İstanbul’daki Jön Türklerle, Çarlığın kıymetli sefiri İgnatyev ile sıkı bir surette işbirliğini elzem kıldı.” [24] Sultan Aziz yıllarında İstanbul nezdinde sefirlikte temayüz eden Prens İgnatyef de 33 dereceli bir Farmason idi. [25] Burada ismi geçen Nikolay Pavloviç İgnatyev 1864′te İstanbul’a büyükelçi olarak atanmıştı. Panslavizmden büyük ölçüde etkilenmiş olan İgnatyev bu görevi sırasında, Osmanlı Devleti içindeki Hıristiyan Slavları kurtarmak umuduyla, özerk Sırbistan Prensliği’nin Osmanlılara karşı açtığı savaşı (1876-1877) ve Bulgarların başlattığı ayaklanmayı (1876) desteklemiştir. [26] “Bu küstah Farmasonu adice hareketlere teşvik edenler İstanbul’daki Yahudi dönmeleriyle, jön Türk namındaki Masonlar olmuştu.” [27] İgnatyev, Rusya’nın zaferiyle sonuçlanan 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra imzalanan ve Rusya açısından daha olumsuz koşullar içeren Berlin Antlaşması’nın (1878) imzalanmasını engelleyemeyince istifa etmek zorunda kaldı ve Rusya’ya döndü. III. Aleksandr‘ın tahta çıkmasından sonra, içişleri bakanlığına getirildi. Bu görevi sırasında Yahudilere karşı sürdürülen Pogrom’lara (Planlı katliamlar) (1881) göz yummasıyla dikkat çekti. [28] Şüphe yok ki İgnatyev bu pogromlara kayıtsız kalmakla kendisine localardan verilen görevi yerine getiriyordu. Çünkü bu tür katliamlar Yahudiler arasında Siyonist fikirlerin gelişmesi ve Osmanlı elindeki Filistin topraklarına dönüş arzusunun artmasına katkı sağlıyordu. “Birçok jön Türk OHRANA servisi tarafından maddeten takviye edilerek, İmparatorluğa karşı faaliyetleri artırıldı. Birçoklarının Avrupa’ya firar etmesine azami derecede yardım edildi. Böylelikle Osmanlı Birliği baltalanmış oldu.” [29] “Osmanlı imparatorluğu günden güne mukadder akibeti olan çöküşe gidiyordu… Balkanlarda Orta Şark’ta, Anadolu’da imparatorluğun bütün vilayetlerinde yabancılara hizmeti mukaddes vazife olarak” kabul eden Farmasonlar tarafından localar kurulmuştu. Bu merkezlerin her biri gece gündüz hiç durmaksızın çalışıyor, huzur ve sükunu ihlal edici faaliyetlerini imparatorluğun en küçük kasabalarına kadar yayıyorlardı.” [30]
Bütün bu çalışmalar sonucu “1876 yılının Nisan ayında başlayan Bulgar İsyanları bütün Orta Dağ bölgesine yayılmıştı. Bu dönemde bölgeye Rusya tarafından Kafkasya’daki yurtlarından zorla atılmış birçok Kafkasyalı (Çerkes, Abaza, vs.) Müslüman yerleştirilmişti. Ruslar gibi Slav olan Bulgarlarla, Ruslardan büyük eziyet çekmiş Kafkasyalı Müslümanlar arasında karşılıklı katliamlar yaşandı. Osmanlılar bu isyanları kısa zamanda bastırdı. Ancak batı dünyasında Osmanlı Devleti’nin bu isyanların bastırılmasında kullandığı yöntemler büyük eleştirilere neden oldu. [31] Bulgarların uğradığı katliamlar tek taraflı olarak yansıtıldı. Müslümanların uğradığı katliamlar ise göz ardı edildi. [32] İngiliz meclisinde eline Kuran-ı Kerim’i alarak “Bu kitap müslümanların elinde oldukça, biz onlara hakiki hakim olamayız. Ya bu kitabı müslümanların elinden almalıyız; ya da müslümanları ondan soğutmalıyız” [33] diyen İngiltere eski başbakanı William Ewart Gladstone (Yahudi), bilim adamı Charles Darwin (Yahudi), yazar Oscar Wilde (Mason) ve yazar Victor Hugo (Mason), İtalyan siyasetçi Giuseppe Garibaldi (Mason) gibi etkili kişiler Osmanlı Devleti aleyhinde tek taraflı yazılar yazarak Avrupa’da Bulgarların lehinde bir kamuoyu oluşmasını sağladılar.” [34]
II. Abdülhamid Döneminde Masonlar
Tüm bu kargaşanın ortasında, V. Murat’ın bunalıma girmesi II. Abdülhamid’in önünü açtı. Abdülhamid Han 31 Ağustos 1876’da, mason Mithat Paşa ve ekibine anayasayı ilân edeceğine dair söz vererek tahta çıktı. [35] Abdülhamit‘in cülusundan sonra, Abdülaziz Han’ı halleden ekibin başında yer alan mason Mithat Paşa, localardan aldığı gücü kullanarak ilk Osmanlı Kanun-ı Esasî’sini (anayasa) hazırlayan encümenin başına geçti. 17 Aralık 1876′da yine bir mason olan Rüştü Paşa’nın istifası üzerine de sadrazamlığa (başbakanlığa) atandı. [36] Bu arada Balkanlardaki karışıklıklar üzerine İngiltere’nin öncülüğüyle İstanbul’da bir konferans toplanmasına karar verilmişti. Tersane Konferansı adıyla tarihe geçen ve 23 Aralık 1876′da gerçekleşen bu toplantıya Prusya, İngiltere, Rusya, Fransa ve Osmanlı Devletleri katıldı. Osmanlı delegasyonu bu konferansta mason Sadrazam Mithat Paşa‘nın önderliğinde bir heyetle temsil edildi. Osmanlı delegasyonu Avrupa devletlerinin önerdiği barış koşullarını reddederek, büyük bir felakete dönüşecek olan Osmanlı-Rus Savaşının yolunu açarken; tahta yeni çıkmış olan II. Abdülhamit‘i de konferansın toplandığı gün (23 Aralık 1876) ilk Osmanlı anayasası olan Kanun-ı Esasi’yi ilan etmeye ikna ettiler. [37] Mithat Paşa bütün istediklerini elde etmesine, yaptırmasına rağmen rahat durmuyordu. Abdülhamit Han hatıralarında Mithat paşa’nın densizliklerini anlatırken şunları söylüyor: “Bu sıra devlet’in başında büyük gaileler vardı. Sırbistan ve Karadağ ile savaş halindeydik. Ruslar, savaş açmak üzereydiler. Tersanede toplanan yabancı devletler Ruslarla birlik olmuş, Sırbistan ve Karadağ’a toprak verilmesini, Bulgaristan’a muhtariyet adı altında İstiklâl tanınmasını istiyorlardı. Girit karışıktı. İstanbul bile her gün yeni bir karışıklığa sahne oluyordu; Mithat Paşa takımının Fatih ve Beyazıt medreselerinden ayaklandırdığı çömezler, Saray kapısına kadar geliyor ve «Yaşasın Kanun-u Esasî, Yaşasın Mithat Paşa» diye bağırıyorlardı. «Kanun-u Esasi» çıktığına, Mithat Paşa Sadrazam olduğuna göre, bunlara ne gerek vardı? Her gün yeni bir fitne ortalığı altüst etmekteydi. Giderek Mithat Paşanın tutumu da bana güven vermemeğe başladı. Bu dönemde bir savaştan o kadar çekindiğim halde, adım adım savaşa gittiğimizi görüyordum. Tersanede toplanan büyük devletler Hariciye vekillerinin konferansı, Devletimize verilmiş bir ültimatomla son buldu. Ya dediklerini harfi harfine yapacak, ya da Rusya ile savaşta karşı karşıya kalacaktık. Mithat Paşa, İngilizlerle Fransızların bizimle birlik olacaklarını söylerken; İngiliz Hariciye Vekili Salsbery, elçilikten gönderdiği özel bir memurla bana, “Ruslarla savaşı kabul ettiğimiz takdirde, hiç bir yardımda bulunamayacaklarını” açıkça bildiriyordu.
İyice bunalmıştım, fakat sabrederek olayların önüne geçmeğe çalışıyordum. Mithat Paşa, büyük devletlerle uyuşmaya yanaşmıyordu. Heyeti Vekile’de büyük devletlerin tekliflerini red etmeyi kararlaştırdılar; Bu savaş demekti. Kendisini hemen Saray’a çağırttım ve böyle, vebali ağır bir kararı büyük devletlere bildirmeden önce, Devlet ileri gelenlerinden bir umumi meclis toplamasını kendisinden istedim, İsteksizce kabul etti ve böyle yaptı. Öyle yaptı ama el altından da istediği kararı almak için hazırlıklar yapmayı ihmâl etmedi. Nitekim kendisinden sonra ilk sözü, emmim Abdülâziz’in Hâl’inde işbirliği yaptığı, eski Sadrâzam Mehmet Rüştü Paşa (Mason E.K.) aldı ve «Erbab-ı namus için tek yol vardır, ben konferans tekliflerinin katiyen reddedilmesine taraftarım» deyip çıktı. Bir toplulukta, eski sadrâzam gibi bir devlet büyüğü işi kahramanlık edebiyatına dökerse, gerisinin nasıl sökün edeceği bellidir. Karar, Mithat Paşanın istediği gibi çıktı. Osmanlı Devleti böylece, savaş halinde olduğu Sırbistan ve Karadağ’ dan başka, Rusya, İngiltere, Avusturya – Macaristan, Almanya, Fransa ve İtalya ile de savaş haline girmiş oldu.” [38] Hatıralarının bir başka bölümünde de şunları söylüyor Sultan Abdülhamid. “İngiltere, her türlü fitneyi, masonluk kanalından yürütmeğe devam ediyordu. Mithat Paşa, bir yandan Saray buhranı yaratmak, bir yandan ülkeyi savaşa sürüklemek felâketi içinde bulunması yetmiyormuş gibi, bir yandan da müslüman halkın çoğunlukta bulunduğu vilâyetlere azınlıktan Valiler tâyin etmek, ordunun temeli olan Harbiye Mektebi’ne Rum talebe almak gibi akıl almaz işlere koşulmuştu. Bunlar, o gibi işlerdi ki, maazallah devleti temelinden yıkabilirdi. Ben bu kararnameleri imzalamadım. Bunun üzerine bana bir mektup gönderdi. Edeb’den ve edebiyat’dan uzak bu mektubunda hatırımda kaldığına göre «Kanun-u Esasî’yi ilândan maksadımız, Saray’ın istibdadına hâteme (son) vermek, zat-ı şahanelerine vazifelerini öğretmektir» diyordu. Bütün işlerimi bıraksam da Mithat Paşanın yanlışlarını düzeltmeğe çalışsam, bunu başaramayacağımı iyice anladım. Osmanlı mülkü temelinden sallanıyordu. Bütün bunların üstünde de Sadrâzam’ın, ister masonluğundan gelsin, ister daha hususi sebeplerden gelsin, körü körüne İngilizlere bel bağladığını görüyordum. Artık duramazdım; Kanun-u Esasî’nin bana verdiği hakka dayanarak kendisini Sadrazamlıktan uzaklaştırdım ve sınır dışı ettirdim.” [39] Sadrazamlığı iki ay bile sürmeyen fakat bu kadar kısa sürede ülkeyi savaş durumuna sokmayı beceren meşrutiyetin mimarı mason Mithat Paşa’nın sürgüne gidiş tarihi 5 Şubat 1877’dir. Sadrazam Mithat Paşa masondu, kendinden önceki sadrazam Mehmet Rüştü Paşa da masondu, kendinden sonra göreve gelen İbrahim Ethem Paşa da mason oldu.
Hepsi de ya tam gafil, ya tam işbirlikçiydi.
Abdülhamid Han bu durumu yıllar sonra şu sözlerle ifade ediyor: “Ceddi Azizim Selim Han (Selim III) «Yabancıların elleri ciğerlerimin üstünde geziniyor, aman biz de yabancı devletlere elçi gönderelim ve onların ne yapmakta olduklarım bir an önce öğrenmeğe çalışalım» diye feryat etmişti. Ben bu yabancı elleri ciğerlerimin içinde duyuyordum. Sadrazamlarımı, vezirlerimi satın alıyorlar ve mülküme karşı kullanıyorlardı!” [40]
Meşrutiyet’in İlanı ve 93 Harbi
Kanuni Esasi’nin ilanından 4 ay sonra 19 Mart 1877′de Meclis-i Mebusan (seçilmişler) ve Âyan Meclisi (padişah tarafından atananlar) üyelerinden oluşan ilk meclis açıldı ve I. Meşrutiyet dönemi başladı. [41] Balkanlardaki karışıklıklara İstanbul’daki toplantıda bir çözüm yolu bulunamaması üzerine Tersane Konferansı’na katılan devletler Londra`da bir araya gelerek, 31 Mart 1877`de Londra Protokolü`nü imzaladılar. İstanbul Tersane Konferansı`ndaki tekliflerin hemen hemen aynısı olan bu kararların 10 Nisan 1877′de Mithat Paşa’nın yerine gelen ve yine bir mason olan Sadrazam İbrahim Ethem Paşa hükümeti tarafından reddi üzerine harekete geçen Rusya, “Avrupa hukukunu ve imparatorluktaki Hıristiyanlar`ı savunma” [42] iddiasıyla 24 Nisan 1877`de Osmanlı İmparatorluğu`na savaş açtı. “93 Harbi” olarak bilinen ve Osmanlı kamuoyunun zafer bekleyerek girdiği savaşta Rus orduları, Balkan ve Tuna Orduları Başkomutanı mason Süleyman Paşa yönetimindeki Osmanlı Ordularını Balkanlarda; yine mason localarının kontrolü altına girmiş Bektaşi tekkesine mensup olan Ahmet Muhtar Paşa başkomutanlığındaki Osmanlı ordularını da Kafkas cephesinde bir dizi ağır yenilgiye uğratarak, doğuda Erzurum’u, batıda ise Bulgaristan’ın tamamı ile İstanbul surlarına kadar bütün Trakya’yı işgal etti. [43] Bu savaş ortamında meclis de icrayı baskı altında tutmaya çalışıyordu. Düvel-i Muazzama’nın bu meclisin açılmasını demokrasi ve insan hakları için değil, kendi adamları olan milletvekilleri eliyle iç idareye daha rahat karışabilmek için istedikleri belli olmuştu. Azınlık milletvekillerinin her bir grubu arkasına bir Avrupa devletini alarak, üyesi olduğu kavmin bağımsız devletinin kararını çıkartmak için uğraşmaktaydı. 240 üyeden sadece 60-70 kadarının Türk asıllı olduğu düşünülürse, gayrimüslimlerin meclis üzerindeki etkileri daha iyi anlaşılabilir. [44] Mebusan Meclisinde hükümetin politikalarına yöneltilen ağır eleştiriler ve oluşturulan baskı üzerine, Abdülhamid meclisi 18 Şubat 1878’de süresiz olarak kapattı. Böylece Birinci Meşrutiyet sona erdi.
93 Harbinin Mesulü Masonlar
Osmanlı-Rus Savaşı 3 Mart 1878′de İstanbul surları dışındaki Ayastefanos (Yeşilköy)’de karargâh kuran Rus kuvvetlerinin dikte ettiği Ayastefanos Antlaşması ile sona erdi. 13 Temmuz 1878’de Ayastefanos Antlaşması’nın yerine geçen Berlin Antlaşması imzalandı. Yeni antlaşmayla Rusya’nın toprak kazanımları geri alındıysa da, Tersane Konferansı’nda Mithat Paşa’nın karşı çıktığı(!) kararlar bu sefer ağır bir yenilgi sonrası savaş tazminatıyla birlikte Osmanlıya yüklenmiş, Romanya ve Karadağ’a bağımsızlık verilirken, Bulgaristan’da da Almanya ve Avusturya himayesinde özerk bir prenslik oluşturulmuştu. [45] II. Abdülhamid’in karşı olmasına rağmen mason Midhat Paşa, mason Damad Mahmud Paşa ve Redif Paşa gibi devlet adamlarının ısrarlarıyla girilen Osmanlı-Rus savaşı, Osmanlı Devletinin ağır yenilgisiyle sonuçlanmıştı. Abdülhamid Han yıllar sonra yazdığı hatıralarında 93 harbini şöyle değerlendiriyor: “93 Muharebesi, içimde kırk yıl durmadan kanamış bir yaradır. Önlemek için çok uğraştım, muvaffak olamadım. Sonra kazanmak için didindim, gece uykularımdan, gündüz huzurumdan oldum, kazanamadım. Tarihin şaşırmadan karar verebileceği bir hadisedir bu… On binlerce okka evrak arşivlerdedir. Yazılmış sayısız kitap ortadadır. Bu savaşın içine zorla itilmiş bir Padişahın nasıl çırpındığını, tarih şaşırmadan yazacaktır. Bu sebeple müsterihim. (…)Mithat Paşa ve taraftarları — çok yanlış olarak — İngilizlere güvenip o kadar ileri gitmişler, öyle bir savaş tohumu serpmişlerdi ki, buna karşı durmak, neredeyse vatan hainliği haline gelmişti. Savaşı önleyemeyeceğimi anladıktan sonra, savaşa hazırlanmaya başladım.” [46] Uzman tarihçiler mason paşaların ısrarı olmasa, “belki Karadağ`a biraz toprak verilip, ıslahat çalışmaları yapılarak barış sağlanabilirdi “ [47] dedikleri bir savaştır 93 harbi. (93 Rus Harbinde Osmanlı’nın Plevne’deki kuvvetlerinin komutanı yine bir mason olan Gazi Osman Paşa idi. Gazi Osman Paşa‘yı herkes Plevne fatihi olarak bilir. Bu masonluğu sebebi ile yapılan bir abartıdır. Çünkü Gazi Osman Paşa bir savunma savaşı verdi ve sonunda teslim oldu; hiçbir savaşını kazanamadı. Tutsaklıkla son bulan bir savunma savaşının, bir kalenin komutanıdır. Türk tarihini bilmeyen bir yabancı Gazi Osman Paşa için yazılanları okuyacak olursa, Paşa’nın Plevne’de Rus kuvvetlerini bir meydan savaşıyla dağıtıp, Moskova önlerine varıp, Makedonya’yı kuşatmış bir fatih sanır. Osman Paşa örneklemesi hiçbir meydan savaşı kazanmamış olan Kazım Karabekir Paşa için de geçerlidir. Gazi Osman Paşa ile Kazım Karabekir Paşa hangi meydan savaşını kazanmışlardır da bu yaygın ve belirli odaklar tarafından sürekli olarak beslenen abartılmış ünlerine kavuşmuşlardır? Hiçbir özellikleri yoktur. Her ikisinin de ortak özelliği Farmason olmalarıdır. Bu masonların başarı ile uyguladıkları bir yöntemdir; denetimleri altında olan sıradan bir gazeteci yazarı ya da politikacıyı hak etmediği biçimde varlıklı, ünlü kıldıktan sonra, onun mason olduğunu açıklar ya da dedikodusunu yayarlar ki kendi lehlerine bir etki doğursun.) [48]
Masonların İhtilal Girişimi ve Sıkıyönetim Devri
Bu arada Abdülhamid’in tahta geçmesinden sonraki gelişmelerden rahatsız olan İngiltere, Saray’da tutulan Mason V. Murat‘ı Padişah; sürgünde bulunan Mason Mithat Paşa‘yı da sadrazam yapmak istiyordu. Genç Osmanlılardan mason Ali Suavi tarihe “Çırağan Baskını” olarak geçen başarısız darbe girişimini tezgahladı. 20 Mayıs 1878’de Çırağan sarayına 150’yi aşkın kişi ile yapılan ve 60 baskıncının ölümü ile sonuçlanan bu sonuçsuz darbe [49] Türk yakın tarihinde önemli bir rol oynayacak olan “masonik darbe” kavramının da ilk önemli örneğiydi. [50] Genç Osmanlılardan mason Ali Suavi tarihe “Çırağan Baskını” olarak geçen başarısız darbe girişimini tezgahladı. 20 Mayıs 1878’de Çırağan sarayına 150’yi aşkın kişi ile yapılan ve 60 baskıncının ölümü ile sonuçlanan bu sonuçsuz darbe [49] Türk yakın tarihinde önemli bir rol oynayacak olan “masonik darbe” kavramının da ilk önemli örneğiydi. [50] Diğer bir girişim de Cleanthi Scalieri tarafından olur. Ancak bu girişim de daha hazırlık aşamasındayken duyulur ve bastırılır. Şevket Süreyya Aydemir, Çırağan Vak’ası ve Scalieri olayı sanıklarının idama mahkûm olduklarını, ancak daha sonra idam kararının değiştirilerek, çeşitli yerlere kalebent olarak gönderildiklerini yazar. Scalieri’nin kaçarken bu komploya ait evrakı da beraber götürdüğünden ve bunlar üzerinde daha sonra bir yayın yapılmadığından, Scalieri olayının esasının ve mahiyetinin bir sır olarak kaldığından söz eder. [51] Bu olaydan sonra II. Abdülhamid hafiye denilen gizli teşkilâtını kurarak idareyi daha sıkı ele aldı. 1880 yılında Yıldız İstihbarat Teşkilatını kurdu. Çok sayıda hafiyeden oluşan bu örgütün amacı Abdülhamid‘in siyasi rakipleri hakkında bilgi toplamak ve Abdülhamid‘e karşı hazırlanan darbe veya ayaklanma girişimlerini önlemekti. Abdülhamid Han hatıralarında bu durumu şu sözlerle ifade ediyor: “Evet, jurnal sistemini ben kurdum, ben idare ettim. Fakat vatandaşı değil, hazineden maaş aldıkları, Osmanlı nimeti ile gırtlaklarına kadar dolu oldukları halde, Devletime ihanet edenleri tanımak, takip etmek için!.. Kendi devletini yıkmak, kendi Padişahının canına kast etmek karşılığı, yabancı devletten para alan Sadrâzamları gördükten sonra!.” [52] Abdülhamid dağılmakta olan İmparatorluğu ayakta tutmak için yegane çözümün pan-İslamizm olduğunu görmüştü ve İmparatorluk bünyesindeki tüm Müslümanları İslam kimliği ile bir arada tutmayı hedefliyordu. Bu ise, Osmanlı’nın zaafiyetlerini İslam’ın kendisinde gören ve kurtuluşu Batı pozitivizmini ve sekülerizmini ithal etmekte bulan Jön Türkler açısından kabul edilemez bir durumdu. Bu muhalefet grubu, Abdülhamid‘i ve onun İslam birliği amacını baltalamak için on yıllar süren bir çaba içine girdiler. Abdülhamid, karşısındaki bu masonik cephe ile sabırlı bir mücadele yürütmüştür. (Bu mücadele hiçbir zaman abartıldığı gibi “kanlı” değil, aksine son derece ılımlı yürütülmüş, rejim muhalifleri sadece sürgün edilmişlerdir.) Yıldız İstihbarat Teşkilatı da bu sebeple hayata geçmiştir. [53] Bugün yapılan bütün eleştirilere rağmen Abdülhamid‘in, devleti pıtrak dikeni gibi saran siyonistler ve batılı devletlerle işbirliği halinde olan masonlara karşı aldığı bu istihbarat tedbirleri Osmanlı Devleti’nin ömrünü 30-40 yıl daha uzattığında çoğunluk hemfikirdir.
Osmanlı Hazinesindeki Hortum: Galata Bankerleri
On altıncı yüzyılın başlarında Portekiz ve İspanya’dan sürülen Yahudiler, Osmanlı ülkesine yerleşerek İmparatorluğun ticaret ve para işlerinde söz sahibi olmaya başladılar. İstanbul ve diğer önemli liman olan Selanik, daha ziyade Yahudilerin hakim oldukları birer bankerlik merkezi haline geldi. Tanzimatın ilanıyla azınlıklara tanınan imtiyazlar neticesinde Galata Bankerleri, faaliyetlerini genişletme ve imparatorluğun mali işlerini tamamen kontrol altına alma imkanı buldular. Galata Bankerlerinin Osmanlı İmparatorluğunda siyasi hayata da karıştıkları görülür. [54] Tanzimat fermanını hayata geçiren mason Sadrazam Mustafa Reşid Paşa’nın Yahudi Abraham Kamondo’yu kendine banker yapması bunlardan ilk örneği teşkil eder. [55] On dokuzuncu yüzyılın ilk yarısında dış ticaretin açık vermesi ve dolayısıyla kağıt paranın altın karşılığı olarak değerinin düşmesi, ithalatın güçleşmesine yol açmıştı. Bu dönemde Osmanlı Hükümeti ile anlaşan iki banker Fransız J.Alléon ve İtalyan Teodor Baltazzi (Baltacı olarak bilinir, Yahudi), kredi operasyonları ile ithalatı rahatlatmış ve bir yandan da Abdülmecid Han’ın güvenini kazanmışlardı. Hatta, bu iki banker kambiyo kurunu sabit tutmak amacıyla İstanbul Bankası adıyla bir banka da kurmuşlardı. 1877-78 Osmanlı-Rus Harbinde Galata Bankerleri, Osmanlı İmparatorluğuna kredi yardımında bulunmuşlardır. Bankerler, Rusların İstanbul’a girmeleri halinde bütün varlıklarının ve alacaklarının silinip gideceğinden endişe ederek bu işgali önlemek ve gerekli parayı bulmak için bütün servetlerini ortaya koymuşlardı. Bunun karşılığında da Osmanlı Devletinin gelirleri teminat gösterilmişti. [56]
Düyûnu umûmiye ve Siyonistler
Borç yükünün altından kalkılamayacak duruma gelmesi üzerine, 1881 senesinde mühim bir hadise vuku bulur. Borç-faiz sarmalına giren Osmanlının dış borçlarının ödenmesi için kurulan ve adına Düyûnu umûmiye (Bütün borçlar) denilen kuruluş teşekkül ettirilir. 1878 harbi sonrasında masraflar, daha önceki yâni Sultan Abdülmecid’le, Sultan Abdülaziz döneminin borçlanmalarına eklenince, borçlar, faizi, faizin faizi ile birlikte 252 milyon Osmanlı altını seviyesini çıkmıştı. Mâliye uzun zaman içinde olsa da, bu borcu tasfiye edecek duruma sahip değildi. Karşısında alacaklı olarak, İngiltere, Fransa ve de harp tazminatı alacaklısı Rusya durmaktaydı. Sultan Hamid Aralık 1881′de yayımladığı Kararname ile borçların tediye edilebilmesi için tütün, damga pulu, tuz, ipek, balık sigara tekelleri ve imtiyaz sahibi olan bâzı eyâletlerin fiks olan vergilerini Düyunu Umûmiye’ye bıraktı. Bu suretle İngiltere ve Fransa başta olmak üzere alacaklılar verdikleri borçları, muntazam bir şekilde tahsil edebileceklerdi. Bunun karşılığında 252 milyon altın borcun, 146 milyonu Türkiye lehine siliniyordu. Böylece ödenecek miktar 106 milyon Osmanlı altınına inmiş oluyordu. [57] Abdülhamid Han’ın ustaca manevrasıyla yürürlüğe soktuğu 1881’deki bu Muharrem Kararnamesi ile hemen hemen bütün devlet gelirleri “Düyun-ı Umumiyye” yönetimine bırakılınca, Yahudilerin ağırlıkta oldukları Galata Bankerlerinin piyasası hemen hemen tamamen ortadan kalkmış oldu. Bunlardan bir kısmı memleketi terk etti, bir kısmı da hükümetle ve siyasetle ilgisi olmayan ticari faaliyetlere yönelmek zorunda kaldı. [58]
Siyonistler İşbaşında
Siyonizmin babası Thedor Herzl, Osmanlının bu borç yükünün altında ezilir halinden istifade etmek istedi. Herzl, Sultan II. Abdülhamid’e giderek Filistin topraklarından yüksek ücretle arazi almak istediklerini ifade etti. Alınacak arazinin bedelinin peşin ödeneceğini, yanı sıra Osmanlı’nın mali yapısını da düzenleyeceklerini, onu Duyun-u Umumiye’den kurtaracaklarını ve dış dünyada Osmanlıya olan mali güvensizliği gidermek için çalışacaklarını ifade etti. Fakat Sultan’dan her görüşmede şiddeti daha da artan bir red cevabı aldı. [59] Bu talep ve buna verilen cevabın nelere mal olduğunu ileriki satırlarımızda göreceğiz. Ama önce İttihat ve Terakki hareketinin Siyonist kontrolündeki mason localarının içine nasıl doğduğunu bir hatırlayalım.
Jön Türkler’den İttihat ve Terakki’ye
Avrupa’da Meşrutiyet ve Cumhuriyet idarelerinin kurulduğu, bu uğurda hükümdarlarla halkın mücadele ettiği devrede, Osmanlı’da da, memleketin kurtuluşunu meşruti idarede gören bazı gençler birleşerek Avrupalıların “Jön Türkler” veya “Genç Osmanlılar” dedikleri Yeni Osmanlılar Cemiyetini 1866′da daha Abdülaziz döneminde gizli bir teşkilat olarak kurmuşlardı. Başlıca üyeleri Mehmed Bey (mason), Reşat Bey (mason), Nuri Bey (mason), Ayetullah Bey, Namık Kemal (mason), Refik Bey (mason), Ziya Paşa (mason), Ali Suavi (mason) ve Agah Efendi(mason) idi. Bu cemiyetin kurulduğu ortaya çıkınca da Mehmed Bey, Nuri Bey ve Reşat Bey Avrupa’ya kaçmışlardı. [60] Yine bu tarihte, Mısır Hidivi Kavalalı İsmail Paşa, veraset usulünü değiştirerek, kardeşi Mustafa Fazıl Paşa’yı bütün haklarından mahrum etmişti. İkbal küskünü olan bu paşa da, Abdülaziz Han‘a ve üst kademe devlet adamlarına düşman kesilmişti. İntikam için, Jön Türklerin arasına katıldı ve başlarına geçerek, onları bilhassa maddî yönden büyük çapta destekledi. Mustafa Fâzıl Paşa tarafından Paris’e çağrılan Jön Türkler, onun maddî desteğiyle, Avrupa’da geniş bir yayın faaliyetine giriştiler. Bu yayınların biri sönüp diğeri açılıyor ve sayıları çoğalıyordu. Jön Türkler bu yayınlarından, mükemmel bir fikir sisteminin ifadesi ve izahından ziyade, belli başlı birkaç nokta üzerinde durdular ve hep aynı şeyleri tekrarladılar. Fikirleri “Osmanlı Devletine meşrutiyet idaresinin getirilmesi ve bütün azınlıklara Avrupaî tarzda hak, hürriyet verilmesi” şeklinde özetlenebilir. Ancak bunların sağlanması için, aralarında birlik kuramadılar. Çoğu, ihtilâl ve kanlı mücadele istedi, bir kısmı da fikrî mücadele taraftarı gözüktü. Abdülaziz’in Avrupa’yı ziyaretinden sonra, Osmanlı Devleti ile dost geçinmek mecburiyetini hisseden Fransa ve İngiliz hükümetleri, Jön Türklere itibar etmez oldular. Hiçbir devletten destek göremeyen Jön Türkler, bir müddet çeşitli Avrupa şehirlerinde dolaştı. Bir kısmı İstanbul’a dönüp Padişahtan özür dileyerek devlet kademelerinde görev aldı. Bazıları da yayıncılık faaliyetlerine devam etti. Birinci Meşrutiyetin ilanı ile tekrar canlanan Jön Türkler (Yeni Osmanlılar Cemiyeti), zararlı faaliyetleri görülünce, İkinci Abdülhamid Han tarafından kapatıldılar. Böylece, Jön Türklerin birinci devre faaliyeti sona erdi. (1877) Yurt içinde ve dışında kurdukları birçok dernek ve yayınladıkları sayıları yüze varan dergi ve gazete ile İkinci Abdülhamîd Han’ın şahsında Devlete karşı kesif bir propagandaya girişen Jön Türkler, sıkı bir işbirliği içinde oldukları Fransız ve İngiliz hükûmet çevrelerinden destek görmüşlerdi. [61]
Jön Türkler’in hemen hepsinin Fransız Dışişleri Bakanlığı tarafından paraca desteklendiği ve Fransız Mason Locaları’nda tekrîs edilmiş, Fransız İhtilâli’nin hayrânı kimseler oldukları bugün delilleriyle ortaya çıkarılmış bulunmaktadır. Masonluk İngiltere, Belçika, Hollanda, Danimarka, Norveç ve İsveç krallarının zâten mason olmaları hasebiyle orada ihtilâlci uygulama bulamayacağını bildiğinden Jön Türkleri kendisi için nîmet bilip onlara Osmanlı’yı yıkmak üzere gerekli desteği sevinçle sağlamıştır. [62] Jön Türkler daha teşkilatlanmaya gitmeden önce mason olmuşlardır. Araştırmacı Orhan Koloğlu bu konuda şunları söylüyor: “Önce, Ramsaur’un Masonluk’tan yararlanmanın Cemiyet’in kuruluşundan sonra düşünüldüğü fikrine katılmadığımıza işaret etmeliyiz… Vardığımız kanı, daha Cemiyet kurulmadan, masonluk içinde bunun fikriyatı yapılırken, localardan nasıl yararlanabileceği düşüncesinin belirmiş olduğu yolundadır. Cemiyete alınanla masonluğa alınan arasındaki farklar, giriş farklılıkları, Cemiyet’in karma yapısı (mason olan ve olmayan), gizli evrakın büyük bir güvence altına alınması, özellikle Cemiyet’in bazı şubelerine hafiyelerin sızmasına karşılık bunların hiç tehlikeye düşmemesi, önceden tasarlanmış ve mükemmel bir örgütlenmenin gerçekleşmiş olduğunu gösteriyor. Bu da mason localarının görevlerinin önceden saptanmasıyla mümkündü.” [63]
Jön Türk hareketi ilerleyen yıllarda İttihat ve Terakki hareketine dönüşmeye başladı.
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ilk nüvesi 1889′da Askeri Tıbbiye Mektebi’nde kurulan İttihad-ı Osmani Cemiyeti adlı gizli örgütle oluşturuldu. [64] Bu örgütün kurucularının (İshak Sükûti, İbrahim Temo, Abdullah Cevdet, Mehmed Reşid ve Hikmet Emin) [65] tamamı masondu. Cemiyetteki teşkilatlanmadaki örneği de yüzyıl başında kurulmuş olan İtalyan Karborani pre-mason teşkilattır. 1889 öğretim yılından önceki devredeki yaz tatilinde İbrahim Temo, Napoli’de bir arkadaşıyla beraber bir Mason locasına gitmiş ve orada Karborani adlı örgütün teşkilatlanması hakkında bilgiler edinmişti. [66] “Carborani; önce İtalya’da, sonra da Fransa’da siyasî bir program dahilinde kilise etkisini yok etmeyi, yeni bir yönetim kurmayı ve tüm toplumsal kurumları laikleştirmeyi hedefliyordu.” [67] İlk dönemlerde “Terakki ve İttihat” adını taşıyan bu Jön Türk uzantısı teşkilat üzerinde Karborani etkisi, elemanların kodlanmalarında kesirli sayılar kullanılmasından da anlaşılır. Şöyle ki; her hücreye ve hücrelerdeki her üyeye birer sayı verilmektedir. Mesela, yedinci hücrenin dördüncü üyesi 7/4 olarak bilinmektedir. İbrahim Temo 1/1 numaralı üyedir. Böylece sadece kendi çevrelerindeki kimseleri tanırlar. [68]
“Cemiyete katılmak isteyen adaya, önce büyük bir sır açıklanacağı bildirilir ve güvenilirliği araştırıldıktan sonra yemin ettirilir. Bundan sonra, kabul safhası gelir. Üye adaylarının gözleri bağlanır, bilinmeyen bir odaya götürülür ve gözleri açıldığında aday kendini loş bir odada, kara maskeli üç yabancı karşısında bulur. Burada yemin eder, kılıca elini basar. Bu yeminde sırları gizleyeceği ve cemiyete ihanet edenleri, yakınları ve sevdikleri bile olsalar öldüreceği gibi hususlar vardır. Haberleşme kuryeler arasında sağlanır. Görüldüğü gibi bu tür bir katılım töreni Mason localarına katılım törenini andırmaktadır. İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne katılırken edilen yeminde bulunan şu ibareler de dikkat çekicidir: ‘Şimdiki hükümetin zulüm pençesine düşerek tutuklandığım halde dahi yine namusum üzerine yemin ederim ki, etlerimi kemiklerimden ayıracak bir işkenceye maruz kalacak olsam da Cemiyetin sırlarını ve üyelerden hiçbirinin ismini haber vermeyeceğim. Şayet bu sözü vermeme rağmen hıyanet içinde olursam, alçaklık edenlere nerede bulunursa bulunsunlar takibe memur edilen Cemiyet zabıtaları tarafından ve Cemiyet tarafından verilecek idam cezasına karşılık şimdiden kanımı helal eylerim, vallahi ve billahi.’ Hareket, Askerî Tıbbiye öğrencileri arasında hızla yayılır. Kısa zamanda da İstanbul’daki diğer devlet okullarına süratle sızar. 1892 yılı içlerinde, yani kuruluştan üç yıl sonra II. Abdülhamit Cemiyetten haberdar olur. İlk olarak okul komutanı Ali Saip Paşa görevinden alınır. Birçok öğrenci sorguya çekilir, bir kısmı gözaltına alınır. Ayrıca olayları protesto eden öğrencilerden bazıları da tutuklanır. Zamanla dernek, okul dışına taşar ve üye sayısı artar. Okullardaki faaliyetler sürmektedir, fakat fişlenmiş olan kıdemli öğrenciler kurtuluşu yurtdışına çıkmakta bulmuşlardır. 1894-1895 yılları arasında yurtdışına kaçan öğrencilerin çoğu Paris’te örgütlenirler. Bunların arasında Selanikli Nazım gibi okulu ve örgütlenmeyi yürütenler de vardır Bu arada, Ahmed Rıza isminde her yönüyle Batılı görünüşlü olan bir genç de Paris’e gelmiş, kısa bir sürede de İttihat ve Terakki’nin Paris şube başkanı olmuştur.” [69] Mason olan Ahmet Rıza beyin önderliğindeki bu grup Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti adlı örgütü kurdu ve 1895′ten itibaren Osmanlıca ve Fransızca yayımlanan Meşveret adlı gazeteyi çıkarmaya başladı 1896′da yapılan kongrede, daha liberal ve İngiliz yanlısı görüşleriyle tanınan liberal Mizan gazetesinin editörü Dağıstan doğumlu Mizancı Murat Bey cemiyet başkanlığına getirildi. [70] “1896 sonbaharında Jön Türk liderlerinden geri kalanların hepsi Cenevre ve Paris gibi Avrupa merkezlerinde toplanmıştı. Mizancı Murat Bey, Cemiyetin merkez komitesinden, faaliyetlerini Avrupa’da sürdürme emri almıştır. Böylece Avrupa’ya gelir gelmez, Mizancı Murat Bey, Ahmed Rıza aleyhtarı üyelerin başına geçmiş, İ.T. Cemiyeti Cenevre kolu başkanı seçilmiştir
Faaliyetler bu minvalde devam ederken, hiç beklenmedik bir gelişme olur: Avrupa’daki bütün İttihat ve Terakki mensupları Abdülhamit’e karşı savaştan vazgeçtiklerini açıklarlar.
Temelden bir yöntem değişikliğine karar vermişlerdir. Ülke içinde yasal yollardan mücadele etmenin tek çıkar yolu budur. Bu tür bir geri adım, İstanbul’daki faal üyelere büyük bir şaşkınlık verir. 1897 yılında Jön Türk hareketinin çökertilmesinde en büyük pay sahiplerinden biri Ahmed Celaleddin Paşa’dır. 1897 yılında Avrupa’ya gönderilen Ahmed Celaleddin Paşa, buradaki girişimleriyle cemiyeti pasifize etmeyi başarmıştır. Fakat cemiyet, Celaleddin Paşa’dan, Padişah’ın kendilerine bazı imtiyazlar tanıması için garanti istemiştir. Böylece başta Mizancı Murat Bey olmak üzere mücadeleden vazgeçerler. Mizancı Murat Bey, Ağustos 1897’de İstanbul’a geri döner. 1897 yıkımı, örgüte büyük bir darbe vurur ve uzun süre kendine gelemez.” [71]
Siyonistler Atağa Geçiyor
“Padişahlık görevini yürüttüğü 33 sene boyunca masonlukla büyük mücadele veren Abdülhamid‘e diğer bir tepki Siyonistlerden gelmişti. 1897 yılında ilk olarak siyasi bir yapıya sokulan Siyonizmin vazgeçilmez hedefi olan Yahudi devletinin sınırları Tevrat’ta şöyle tarif edilmiştir: “Ayak tabanınızın bastığı her yer sizin olacak. Sınırınız çölden Lübnan’dan ırmaktan, Fırat ırmağından Garp Denizine kadar olacaktır. Önünüzde kimse duramayacak, Allah’ın izniyle Rab size söylediği gibi dehşetinizi ve korkunuzu ayak bastığınız bütün diyar üzerine koyacaktır.” (Tevrat, Tekvin Bölümü 12/25) Siyonistler kendilerine Tevrat tarafından vaad edilen bu topraklara ulaşmak amacıyla 19. yüzyıl sonlarında resmi girişimlere başladılar. 1897’de toplanan 1. Siyonist Kongresi’nde Yahudi lider Theodor Herzl, Yahudi devletinin sınırlarını şöyle açıklamıştı: Kuzey sınırımız Kapadokya’daki (Orta Anadolu) dağlara kadar uzanır. Güneyde de Süveyş Kanalı’na; sloganımız Davud ve Süleyman’ın Filistin’i olacaktır. “
Basel’de yapılan ilk Siyonist kongrede çizilen hayali sınırlar Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliği altında bulunuyordu. Theodor Herzl bu toprakları ele geçirmek için birçok kez İstanbul’a geldi. Bu yıllarda Osmanlı İmparatorluğu’nun ekonomik olarak zor durumda olduğu biliniyordu. Herzl, Sultan Abdülhamid‘in bu zor durumundan yararlanarak Filistin’i para karşılığında ele geçirmek istiyordu. Fakat Abdülhamid‘in tepkisi Theodor Herzl‘in tahmin ettiği gibi olmadı. Filistin topraklarına göz dikince 1893 yılında beş milyon altın teklif eden Siyonistler Sultan Abdülhamid’den olumsuz cevap almalarının yanı sıra saraydan kovulmuş ve çıkarılan bir fermanla Filistin’e yerleşmeleri yasaklanmıştır.” [72] Sultan, Filistin’in tamamını arzı-i şahane ilan edip, bizzat şahsına bağlı bir orduyu Filistin’de vazifelendirdi. Kafkas ve Balkanlardan gelen bir kısım Müslümanları da Filistin’e yerleştirdi. [73] Abdülhamid’in bu kararlı tutumu üzerine Yahudilerin tek çıkış yolu onun iktidarına ivedilikle son vermek olacaktı. Herzl “Siyonizmin amaçlarına ulaşabilmesi için Osmanlı’nın dağılmasını beklemeliyiz” diyordu. Bunun için de ilk hedef Abdülhamid’in tahttan indirilmesiydi. Siyonistlerin Abdülhamid‘e karşı mücadelesi de böyle başlamış oluyordu. [74]
Siyonist Konferansı’nda 3 önemli karar alınır:
- Sultan II. Abdülhamid en kısa zamanda tahtından indirilecek.
- Osmanlı Devleti yıkılacak
- 100 sene içerisinde Türkler (Müslümanlar) bütün idari mekanizmalardan uzaklaştırılacak, yani İslam yok edilecek. [75]
Siyonistler Abdülhamit’i tahttan indirme istikâmetinde hareket ederek, İttihatçıların başlattığı muhalif cereyanı bütün güçleriyle sonuna kadar desteklemiş ve bilhassa da Mason örgütleri aracılığıyla onlarla açık bir işbirliğine girmişlerdir. [76] Basel’de yapılan istişarelerde Sultan II. Abdülhamid’in Tahttan indirilmesi ve Osmanlı’nın yıkılması projesinin yürütücüsü olarak, İtalyan Mason Locaları Üstad-ı Azam’ı Yahudi Emanuele Carasso (Emanuel Karasu) seçildi. Carasso bu görevi aldığı zaman önce Selanik’e yerleşti. Çünkü incelemelerinin sonunda, orada İspanya’dan gelen ve çoğu Yahudilikten dönme olan insanlarla bu işi yürütebileceği kanaatine ulaşmıştır. Emanuele Carasso ortama uyarak, Emin Karasu ismini aldı. Bu işleri başarmak için öncelikle Selanik’te mason locası açtı ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni kurdu. Bölgedeki bütün tanınmış insanları, bürokratları ve devlet erkanını kandırarak hem mason yaptı, hem de İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne yerleştirdi. O sıralarda Osmanlı’nın iç problemleri had safhadaydı. Basın yayının çoğu dönmelerin ve Yahudilerin elindeydi. Bunlar, Emanuele Carasso’ya yardım olsun diye İttihat ve Terakki Cemiyetini Osmanlı’nın kurtuluş reçetesi gibi gösteriyorlardı. Bu sebeple birçok Osmanlı aydını da ilk zamanları bu cemiyete üye olmuşlar ancak daha sonra “Yahudi oyununu” fark ederek cemiyeti terk etmişlerdir. [77] II. Abdülhamid Han masonluğun ve ardından gelen Siyonizm tehlikesinin farkında olarak, mümkün mertebe faaliyetleri takip ettirip, tahribatına mani olmaya çalışıyordu. Örneğin, 1861 yılında okumuş Ermeniler tarafından Fransız büyük Maşrık’ına bağlı olarak İstanbul’da kurulan mason locası Ser (Ermenice sevgi demek) Mahfil’in tarihimizde büyük bir rolü vardır. Sadrazam Mithat Paşa, Sadullah Paşa, Namık Kemal, Şair Ziya Paşa, Şinasi, Ali Suavi ile Ali Haydar Bey hep bu mahfilin mensubu birer önlüklü masondular. Bu Ser locası Sultan Abdülhamid‘in baskısına dayanamayarak 1892′de kapanmıştı. [78]
[1] Cevat Rifat Atilhan,Masonluk nedir? Tarihte ve Günümüzde Masonluk,Aykurt Neşriyat,İstanbul-1972,s:43
[2] Cevat Rifat Atilhan,Masonluk nedir? Tarihte ve Günümüzde Masonluk,Aykurt Neşriyat,İstanbul-1972,s:43
[3] Mustafa Çoşkun, Rusya ve Antisemitizm, www.stradigma.com/turkce/agustos2003/makale
[4] Mustafa Çoşkun, Rusya ve Antisemitizm, www.stradigma.com/turkce/agustos2003/makale
[5] Türkiye Yahudilerinin 500 Yılı, http://www.vahdet.com.tr/filistin/dosya4/1011.html
[6] 100. Yılında Siyonizm, http://www.vahdet.com.tr/filistin/dosya4/1011.html
[7] Moshe Sevilla-Şaron, Türkiye Yahudileri, s:44’den http://www.masonluk.net/kabala_masonluk_04_3.html
[8] Israel: A History of Jewish People, Refus Learsi, sf.331’den http://www.masonluk.net/kabala_masonluk_04_3.html
[9] The House of Nasi Dona Garcia, Cecil Roth, sf. 88’den http://www.masonluk.net/kabala_masonluk_04_3.html
[10] A History of the Jewish People, James Parkes, Penguin Books, sf. 101’den http://www.masonluk.net/kabala_masonluk_04_3.html
[11] 100. Yılında Siyonizm, http://www.vahdet.com.tr/filistin/dosya4/1011.html
[12] Hazarlar ve Karaylar, http://sabatay.wordpress.com/category/uncategorized/page/2/
[13] Türkiye Yahudilerinin 500. Yılı, http://www.vahdet.com.tr/filistin/dosya4/1011.html
[14] Türkiye Yahudilerinin 500. Yılı, http://www.vahdet.com.tr/filistin/dosya4/1011.html
[15] Türkiye Yahudilerinin 500. Yılı, http://www.vahdet.com.tr/filistin/dosya4/1011.html
[16] Abdülhamid’in Hatıra Defteri, Hazırlayan: İsmet Bozdağ, Pınar Yayınları
[17] Cevat Rifat Atilhan, Farmasonluk-İnsanlığın Kanseri,Aykurt Neşriyat, s:197
[18] Cevat Rifat Atilhan, Farmasonluk-İnsanlığın Kanseri,Aykurt Neşriyat, s:202-203
[19] Ali Ünal, Türk Arap Karşıtlığının Ana Sebepleri ve Kaynakları, Zaman, 12.04.2002
[20] Ali Rıza Saklı,Türk Milliyetçiliğinin Kısa Tarihçesi, http://www.sakli.info/M_Turk_milliyetciligi_dogus.pdf
[21] [21] Türkiye Yahudilerinin 500. Yılı, http://www.vahdet.com.tr/filistin/dosya4/1011.html
[22] Cevat Rifat Atilhan, Farmasonluk-İnsanlığın Kanseri,Aykurt Neşriyat, s:196
[23] Cevat Rifat Atilhan, Farmasonluk-İnsanlığın Kanseri,Aykurt Neşriyat, s:197
[24] Cevat Rifat Atilhan, Farmasonluk-İnsanlığın Kanseri,Aykurt Neşriyat, s: 203
[25] Cevat Rifat Atilhan, Farmasonluk-İnsanlığın Kanseri,Aykurt Neşriyat, s:205
[26] Nikolay Pavloviç İgnatyev, http://tr.wikipedia.org
[27] Cevat Rifat Atilhan, Farmasonluk-İnsanlığın Kanseri,Aykurt Neşriyat, s:197
[28] Nikolay Pavloviç İgnatyev, http://tr.wikipedia.org
[29] Cevat Rifat Atilhan, Farmasonluk-İnsanlığın Kanseri,Aykurt Neşriyat, s:203
[30] Cevat Rifat Atilhan, Farmasonluk-İnsanlığın Kanseri,Aykurt Neşriyat, s:197
[31] Osmanlı Devletinde Bulgarlar, http://ansiklopedi.turkcebilgi.com/Bulgar_isyanlari
[32] Bulgar İsyanları, tr.wikipedia.org/wiki/Bulgar_İsyanları
[33] Vehbi Vakkasoğlu, Anadolu’nun mayası İslam, www.vehbivakkasoğlu.com
[34] Bulgar İsyanları, tr.wikipedia.org/wiki/Bulgar_İsyanları
[35] Cemil Meriç, Bir Facianın Hikayesi, s:107, http://www.birfacianinhikayesi.cemilmeric.net/11.html
[36] Mithatpaşa, http://tr.wikipedia.org/wiki/Mithat_Pasa
[37] http://tr.wikipedia.org/wiki/Tersane_Konferansı,
[38] Abdülhamid’in Hatıra Defteri, Hazırlayan: İsmet Bozdağ, Pınar Yayınları;
[39] Abdülhamid’in Hatıra Defteri, Hazırlayan: İsmet Bozdağ, Pınar Yayınları
[40] Abdülhamid’in Hatıra Defteri, Hazırlayan: İsmet Bozdağ, Pınar Yayınları
[41] William Pitt,Wavel Allen, Abdülhamid II, http://www.botav.org/abdulhamit-ii/
[42] Dr.Erhan Afyoncu, Kahramanlık nutkuyla gelen ağır hezimet, Sabah 11.10.2006
[43] II.Abdülhamid, http://tr.wikipedia.org/wiki/II._Abd%C3%BClhamit
[44] II.Abdülhamid Kimdir?, http://www.okimdir.com/ii-abdulhamit-biyografi.html
[45] II. Abdülhamit, http://tr.wikipedia.org/wiki/II._Abd%C3%BClhamit
[46] Abdülhamid’in Hatıra Defteri, Hazırlayan: İsmet Bozdağ, Pınar Yayınları
[47] Dr.Erhan Afyoncu, Kahramanlık nutkuyla gelen ağır hezimet, Sabah 11.10.2006
[48] Türkiye’de Masonluk, http://turksiyer.com/masonlar-ve-turkiye/turkiyede-masonluk/tum-sayfalar.html
[49] Çırağan Baskını, http://ansiklopedi.turkcebilgi.com
[50] Abdülhamid Han’ın Siyonistler ve Masonlarla Mücadelesi, Araştırma Dergisi, Ekim 2003,Sayı:24, s:16
[51] http://www.mason.org.tr/index.php?option=com_content&task=view&id=14&Itemid=28
[52] Abdülhamid’in Hatıra Defteri, Hazırlayan: İsmet Bozdağ, Pınar Yayınları
[53] Abdülhamid Han’ın Siyonistler ve Masonlarla Mücadelesi, Araştırma Dergisi, Ekim 2003,Sayı:24, s:16
[54]Galata Bankerleri, http://ansiklopedi.turkcebilgi.com/Galata_Bankerleri
[55] Naim A. Güleryüz, Doğunun Rotschild’i: Komando Ailesi, www.muze500.com/content/view/358/257/lang,tr/
[56] Galata Bankerleri, http://ansiklopedi.turkcebilgi.com/Galata_Bankerleri
[57] Düyun-u Umumiyei, http://tr.wikipedia.org/wiki/Duyunu_Umumiye
[58] Galata Bankerleri, http://ansiklopedi.turkcebilgi.com/Galata_Bankerleri
[59] Doç.Dr.Yaşar Kutluay,Siyonizm ve Türkiye,Koloni Yayıncılık, s: 108-109
[60] Jön Türkler, http://www.ataturk.net/imp/jon.html
[61] Jön Türkler, http://www.nedirbilelim.com/dizin4/jon-turkler.html
[62] Ahmet Yüksel Özemre, Masonluğun Kökeni, www.ozemre.com
[63] Orhan Koloğlu, İttihatçılar ve Masonlar,Eylül Yayınları
[64] Mehmet Altan, İttihat ve Terakki Hortlağı, Star, 17.07.2008
[65] İttihat ve Terakki, http://tr.wikipedia.org/wiki/ittihat_ve_Terakki
[66]Abdurrahim Elveren, Değişimin Baş Aktörleri, http://www.medeniyet.org.tr/yazdir.php?haber_id=115
[67] Tacettin Kayalıoğlu, http://www.gasteci.com/yazar15387.htm
[68] E. E. Ramsaur, Jön Türkler ve 1908 İhtilâli
[69] Abdurrahim Elveren, Değişimin Baş Aktörleri, http://www.medeniyet.org.tr/yazdir.php?haber_id=115
[70] İttihat ve Terakki, http://tr.wikipedia.org/wiki/ittihat_ve_Terakki
[71] Abdurrahim Elveren, Değişimin Baş Aktörleri, http://www.medeniyet.org.tr/yazdir.php?haber_id=115
[72] Abdülhamid Han’ın Siyonistler ve Masonlarla Mücadelesi, Araştırma Dergisi, Ekim 2003,Sayı:24, s:16
[73] Sultan Abdülhamid Han’ı Tanıyalım, http://www.yeniosmanlilar.org
[74] Mustafa Yalçın, Jön Türkler’in Serüveni, İlke Yayınları, İstanbul, 1994, s.186-187
[75] M. Yahya Coşkun, Birinci Cihan Harbi Niçin Çıkarıldı, http://www.ogder.org/tr
[76] M. İsmail ÇOLAK, Osmanlı’nın Çöküşünde Siyonist parmağı, www.os-ar.com
[77] Doç.Dr. Mete Gündoğan,Stratejik Hedef, forum.itibarhaber.com/muhtelif-kitaplar/843-stratejik-hedef-doc-dr-mete-gundogan.html
[78] Sultan II. Abdülhamid Han, http://abdulhamidhan.blogcu.com/ba-de-harabul-basra_2182548.html