AHMET ÜNAL
gizlisavaslar2
TÜRKİYE'DE GİZLİ SAVAŞLAR 2Aslın da Türkiye'de bir askeri darbe hazırlığı yürütüldüğüne dair ipuçları, yıllar önce yaşanan bir olayla da açığa çıkmıştı. 1957 yılında Türkiye 'nin gündemine damgasını vuran ve "Dokuz Subay Olayı" diye adlandırılan bir skandal yaşandı.
Samet Kuşçu adlı bir subay, Aralık 1957' de Başbakan Adnan Menderes' e giderek, ordudan bir grubun darbe hazırlıkları yürüttüğü ihbarında bulundu ve bu gruptan dokuz subayın ismini verdi. Kuşçu 'nun, başlangıçta bu gruba dâhil olmak istediği, ancak sonradan vazgeçtiği belirtiliyordu. Askeri mahkemede, ordu içinde gizli bir ihtilal hazırlamak suçlamasıyla yargılanan subaylar, altı ay sonra beraat ettiler. Samet Kuşçu, yanlış ihbarı nedeniyle iki yıl hapis cezası aldı. Darbeden sonra CIA’nin Türkiye'deki bağlantısı Kurmay Albay Türkeş, Cemal Gürsel'in sağ kolu ve kişisel sekreteri oldu.
Demokratik yapıların yok edildiği süreci Türkeş yönetti.
Tutuklanan Başbakan Adnan Menderes, dört siyasi liderle de idam edilirken, toplam 449 politikacı ve hâkim tutuklanarak ağır hapis cezalarına çarptırıldı. Ardından darbeyi gerçekleştiren 38 subay arasında anlaşmazlıklar baş gösterdi. Albay Türkeş, yanındaki bir düzine subayla birlikte, Pantürkizm vizyonuna sadık kalarak otoriter bir devlet yapısı kurulmasını isterken darbeci askerlerin çoğunluğu ülkede hukukun ve düzenin yeniden sağlanması için yeni bir anayasa hazırlanmasından ve seçimlere gidilmesinden tavır aldılar.
Not: : Yazarın yer verdiği Türkçe demeç veya açıklamalarda, mümkün olduğunca orijinal metinlere yer verilmiştir.
Kurmay Albay Türkeş, Hindistan Yeni Delhi'de ki Türk büyükelçiliğine askeri ateşe olarak gönderilerek siyasi arenadan soyutlandı. Darbeci yönetiminde kalan diğer subaylar yeni bir anayasa oluşturdular ve anayasa Temmuz 1961' de yapılan referandumla kabul edildi.
Yaşamı boyunca kendisine ilham veren Pantürkizm vizonundan asla sapmayan Türkeş, 1963 Mayıs ayında Hindistan'dan döndükten sonra, subay arkadaşı Talat Aydemir 'le birlikte bir kez daha hükümeti devirme girişiminde bulundu. Darbe girişimi başarısız oldu ve ikili tutuklandı.
Aydemir ölme mahkûm edilirken Türkeş "kanıt yetersizliği nedeniyle serbest bırakıldı.
Türkeş, başarısız darbe girişiminden hemen sonra politikaya geri dönerek, önce sağcı Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'nin (CKMP) başına geçti, ardından, 1965'te sağcı Milliyetçi Hareket Partisi'ni (MHP) kurdu. MHP'nin kuruluşu Türkeş'in sonraki on yıllarda sahip olduğu güce de taban oluşturdu. Demokratik prosedürlere ve şiddet dışı çözümlere tamah etmeyen Türkeş, MHP'nin "Gençlik Örgütü" kisvesi altında, silahlı sağcı kuvvet Bozkurtlar'ı oluşturdu. Bozkurtlar isimlerini ve amblemlerini (Bozkurt başı), Pantürkizm hareketine uygun olarak, Asya'dan Anadolu'ya göç sırasında Türkler'e yol gösterdiği inanılan bozkurt efsanesinden alıyorlardı. Nüfusun yüzde 80'inin Türk etnik gruptan oluştuğu Türkiye'de, Kurmay Albay Türkeş, milliyetçi ve sağcı ideolojisiyle milyonlarca kişinin yüreklerinde ve akıllarında yer etmeyi başardı. Bozkurtlar'ı onaylamayanlar ise onlardan korkuyorlardı. Bozkurtlar bir gençlik örgütü olmaktan çok, Pantürkizm ülküsü uğruna şiddete başvurmaya hazır silahlı ve eğitimli adamlardan oluşan, pek de acıması olmayan bir şebekeydi. Örgütün resmi dergisi Bozkurt'ta yer alan 'Bozkurt Amentüsü'nde şöyle deniyordu."Biz kimiz? Bozkurtçularız! İdeolojimiz nedir? Bozkurt Türkçülüğü! Bozkurtçular neye inanır? Türk ırkının ve Türk milletinin, her ırktan ve her milletten üstün olduğuna.
Bu üstünlüğün kaynağı nedir? Türk kanıdır! Türk doğuştan mı üstündür? Türk doğuştan üstün ve kabiliyetlidir. Türk, zekâsını, yiğitliğini, askeri dehasını ve her hususta büyük kabiliyet ve istidadını kanından alır. Bu üstünlük kaybolabilir mi? Kötü idare ve kötü muhitin tesiriyle az alırsa da bu muvakkattir. Türk, kendi gelişmesini temin edecek iyi bir idare ve iyi bir muhit yaratır yaratmaz, bu üstünlüğü yeniden parlar. Bu üstünlük ne vakit büsbütün kaybolur? Eğer Türk'ün kanı, yabancı kanlarla bulanırsa Bu takdirde melez ve karışık kanlı olarak doğacak nesiller, Türk'ün maddi-manevi hususiyetlerini taşımazlar ve öz bir Türk gibi üstün soydan olmazlar... " Kökenini Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşüne ve Türklerin çeşitli ülkelere dağılmasına kadar dayandıran yazıda Pantürkist mücadeleye de vurgu yapılıyordu. "Bozkurtçular Türkçü müdür? Evet! Bozkurt Trükleri’nin mukaddes hedefi Türk devletinin 65 milyonluk bir nüfus haline geldiğini görmektir! Bunun için hangi haklı nedeniniz var? Bozkurtçular bu meseleyle ilgili ilkelerini uzun zaman önce açıklamıştır.
"Hakkın olan verilmiyorsa, kendin alacaksın!"
Bozkurtlar hedeflerine ulaşmak için özellikle şiddet kullanmaya yönlendiriliyordu "Savaş mı? Evet, gerekirse savaş." Savaş büyük ve kutsal bir tabiat ilkesidir. Bizler savaşçıların oğullarıyız. Bozkurtçu savaş, militarizm ve kahramanlığın, en yüce itibara ve methiyelere layık olduğuna inanır. CIA'nın Türkiye'deki gizli orduyu oluştururken kullandığı ve desteklediği hareket, işte bu milliyetçi faşist hareketti.
Batı Avrupa'da NATO gizli ordularının keşfedilmesinin ardından Türkiye'de, CIA irtibat subayı Türkeş'in kontrgerilla altında faaliyet gösteren gizli gölge orduyu ağırlıkla Bozkurtlardan oluşturduğu açığa çıkartıldı. Ancak gerek Bozkurtların sahip olduğu geniş halk desteği gerekse de 1990'lı yıllarda bile zorbalıklarını devam ettirmiş olmaları nedeniyle, Türkiye'den çok az kişi meseleyi açıkça dile getirme cesareti gösterebildi. Bu cesareti gösterenlerden biri subay Talat Turhan'dı. Talat Turhan 1960 darbesinde yer alan isimlerden biriydi. Dört yıl sonra ordudan Topçu Kurmay Yarbay rütbesiyle emekli edildi. Türk emniyet sisteminin en karanlık yıları hakkında konuşmayı sürdürdüğü için, 1971 darbesinden sonra ordu Turhan'ı ortadan kaldırmaya çalıştı ve kontrgerillanın işkencesine maruz kaldı. Daha o zamanlar Turhan şu açıklamada bulunmuştu: "Bu, NATO ülkelerinin gizli birimidir." Ancak 1970'lerin Soğuk Savaş konseptinde kimse Turhan' ı dinlemeye yeltenmedi.
Kontrgerilla işkencesinden sağ kurtulan Turhan, yaşamını kontrgerilla gizli ordusunu ve Türkiye'deki örtülü faaliyeti araştırmaya adadı. Ve konuyla ilgili üç kitap yayımladı. "1990'da İtalya'da NATO tarafından organize edilmiş CIA tarafından desteklenen Gladyo adlı bir yeraltı örgütü bulunduğu ve bu örgütün ülkede düzenlenen terör eylemlerle bağlantılı olduğu ortaya çıktığında, çok sayıda Türk ve yabancı gazeteci bana ulaşarak açıklamalarımı haber yaptı. Çünkü bu alanda 17 yıldır araştırma yaptığımı biliyorlardı. Turhan, Türkiye'deki faili meçhul cinayetler göz önüne alındığında kontrgerillanın faaliyetlerinin ve CIA, Türk istihbarat servisi ve Savunma Bakanlığı'yla bağlantılarının ivedilikle araştırılıp tüm detaylarıyla su yüzüne çıkarılması gerektiğini ısrarla vurguluyordu. Ancak üç askeri darbe yaşayan ülkede silahlı ordu, paramiliter güçler ve istihbarat servisinin Türk toplumunda eşi benzeri görülmemiş bir güce sahip oldğu herkesçe bilinen bir gerçekti; dolayısıyla kontrgerillayla i1gli hiçbir soruşturma yürütülmedi. Turhan "Türkiye'de Gladyo biçimindeki özel kuvvetler, halk tarafından kontrgerilla adıyla la bilinir" diye açıklıyor ve "tüm çabalarıma ve siyasi partilerin, demokratik kitle örgütlerinin ve medyanın girişimlerine karşın, kontrgerilla hala soruşturma altına alınmadı" diyerek Avrupa Birliği'ni konuyla ilgili soruşturma yürütmeye davet ediyordu.
Turhan, Bozkurtların kontrgerilla yapısına dâhil olduğuna, İstanbul'un Erenköy semtinde bulunan Ziverbey Köşkü'ndeki işkence odalarında, ilk elden tanık oldu.
Köşk, 1950'lerde eski Sovyet ülkelerinden, özellikle de Bulgaristan ve Yugoslavya'dan insanları "sorguya çekmek" için kullanılmaktaydı ve kontrgerilla, işkence teknikleri üzerine ilk eğitimini bu köşkte almıştı. Köşkün karanlık odalarında, izleyen yıllarda da, kontrgerilla tarafından öldürülen ya da sakat bırakılan yüzlerce insanın çığlıkları yankılandı. Turhan yaşadıklarının bir bölümünü, "İstanbul Erenköy'deki işkence köşkünde, MİT sorgu timi şefi emekli subay Eyüp Özalkuş 'un işkence timi gözlerime gözbağı taktıktan sonra ellerimi ve kollarımı bağladılar. Sonra bana 'artık Ordu üst yönetimi emrinde, anayasa ve yasalardan bağımsız faaliyet gösteren bir kontrgerilla biriminin ellerinde' olduğumu söylediler.
Bana beni bir savaş esiri gibi gördüklerini ve ölüme mahkûm edildiğimi' söylediler sözleriyle aktarıyordu. Turhan, içinde bulunduğu durumu, öncelikle yaşadığı travmatik deneyimi tanımlayarak kavramıştı. "Bu köşkte ellerim ve ayaklarım bağlı, bir yatağa zincirlenmiş vaziyette bir ay geçirdim ve bir anın tasavvur etmesi güç işkencelerden geçtim" diyordu. Turhan "Kontrgerilla ismiyle ilk kez bu koşullar altında tanıştım" diye açıklıyor ve ardından Bozkurtların kontrgerillaya doğrudan bağlı olduğunu belirtiyordu ve: "Kendilerine kontrgerilla diyen işkencecilerin çoğunluğu, Türk istihbarat servisi MİT' ten ve Bozkurtlardan çıkma adamlardı. Bu gerçekler meclisin gündeminde olduğu halde, bugüne kadar su yüzüne çıkarılmadı diyerek devam ediyordu.
Türk istihbarat servisi MİT'in ( Milli İstihbarat Teşkilatı) pek çok üyesi, Pantürkizm hareketi ve Türklerin ırksal üstünlüğünden aldıkları ilhamla kontrgerilla içinde faaliyet göstermekteydi ve Bozkurt dostlarından zorlukla ayırt edilebilir durumdaydı. Türkiye' deki gölge yapı araştırmasında, MİT ve kontrgerilla birimlerinin CIA sponsorluğunda kapalı bir kutu olan Özel Harp Dairesi komutasında faaliyet gösterdikleri, başka bir anlatımla kurumsal anlamda iç içe geçmiş iki yapı oldukları ortaya çıktı. Özel Harp Dairesi'nin eğitim ve komutasını üstlendiği, uygulaması ise MİT ve kontrgerillaya düşen özel harp metotlarının "açık ve sinsi faaliyetler" tanımı altında adam öldürme, bombalama, silahlı soygunculuk, şike, kötürüm hale getirme, adam kaçırmak suretiyle tedhiş ve olayları tahrik, misilleme ve rehinelerin alıkonulması, kundakçılık, sabotaj, propaganda ve yalan haber yayma, zorbalık ve şantaj" faaliyetlerini kapsıyordu.
MiT 1965'te Milli Amele Hizmeti (MAH) gizli servisi yerine kuruldu.
Her iki teşkilat da ağırlıkla ordu mensuplarından oluşuyordu ve CIA'ya aşırı derecede bağımlıydı. Soğuk Savaş sırasında MiT personelinin üçte biri silahlı kuvvetler mensuplarından, geri kalanı emekli subaylardan oluşuyordu. Genelkurmay Başkanlığı ya da Özel Harp Dairesi tarafından Seçilen MiT başkanı yasalar uyarınca silahlı kuvvetler mensubu olmak zorundaydı. CIA'mn gerek MİT ve diğer Türk istihbarat servisleri üzerinde kurduğu egemenlik gerekse de gizli yoldan siyasete müdahale etme yeteneği Soğuk Savaş süresince Türk sivil görevliler tarafından eleştiri konusu edildi.
Pentagon Sahra Talimnameleri'nde (Field Manuals, kısaca FM) -özellikle çok gizli FM 30-31 talimnamesinde- açıkça ABD gizli servisi ve Türk gizli servisi arasındaki yoğun işbirliği, ülke üzerindeki Amerikan nüfuzunun öncelikli bileşeni olarak gösteriliyordu. ABD gizli servis ajanları ve Özel Kuvvetleri için yazılan Sahra Talimnamesi'nde "İç savunma stratejileri bağlamında ABD askeri gizli servisi tarafından geliştirilen iç istikrar operasyonlarının başarısı, büyük oranda ABD personeliyle ev sahibi ülke personeli arasındaki anlayış düzeyine bağlıdır" deniliyordu. Talimnamede CIA'ya ve ABD'nin diğer gizli servislerine ev sahibi ülkedeki kirli işleri dikkat çekmeden yürütmeleri için lokal gizli servisi nasıl kullanacakları anlatılıyordu:
"ABD personeliyle ev sahibi ülke personeli arasındaki karşılıklı anlayış ne kadar yüksek olursa, ABD askeri gizli servisinin, problemlerinin çözümü için gerekli faaliyetlerde ev sahibi ülke gizli servisinin ajanlarını ikna etme ve harekete geçirme kabiliyeti de o kadar sağlam temellere oturtulmuş olur. Ev sahibi ülke gizli servisinde uzun süredir görev yapan ajanlar gibi kıdemli istihbarat mensuplarına yönelik angajman faaliyeti bu nedenle son derece önemlidir.
FM 30-31 direktifleri uyarınca Türk ve Amerikan askeri ile gizli servis kuvvetleri arasında kuvvetli ilişkiler geliştirildi ve Askeri Destek Programı ve Uluslararası Askeri Eğitim ve Terbiye Programı kapsamında 1950 ile 1979 yılları arasında tam 19 bin 193 Türk'e ABD tarafından eğitim verildi. FM 30-31 'de "Söz konusu servislerde uzun süredir görev yapan ajanlara yönelik angajman faaliyetinde özellikle üzerinde durulması gereken bir grup" olduğu ifade edilerek bu grup "ABD askeri eğitim programlarına aşina olan, özellikle de doğrudan Birleşik Devletler'de eğitim almış olan askerler" kategorisi altında tanımlanıyordu.
CIA, Türk gizli servis yapısına öylesine nüfuz etmişti ki MİT'in önde gelen mensupları dahi Beyaz Saray'a bağlı olduklarını kabul ediyorlardı.
MİT Müsteşar Yardımcısı Sabahattin Savaşman, 1977'de CIA hesabına casusluk yaptığı gerekçesiyle tutuklandıktan sonra yaptiğı açıklamada, böyle bir suçlamanın gülünç ve Türk güvenlik sisteminin en temel gerçeklerinden bihaber kimseler tarafından yapılabileceğini söylüyordu. Savaşman, "CIA'dan MİT'le birlikte çalışan en az 20 kişilik bir grup vardı ve bunlar MİT içindeki en yüksek organı oluşturuyorlardı" diye açıklıyordu. "Hem istihbarat alış verişini, hem de Türkiye içi ve dışındaki ortak harekâtlara dönük işbirliğini sürdürmekle görevliydiler." Savaşman işbirliğinin kendi görev süresi esnasında başlamadığını ısrarla vurguluyordu: "Bizim istihbarat servisimizle CIA'nın işbirliğinin geçmişi 1950'lere dayanıyor... Teşkilatın kullandığı bütün mekanik malzemeler CIA tarafından temin edilmiştir. Birçok personel Amerikalılar tarafından yurtdışındaki kurslarda eğitilmiştir. Teşkilat binası CIA tarafından kurulmuştur." Savaşmanın ifadelerinden CIA'nın Türkler'e işkence aletleri de verdiği ortaya çıkıyordu: "Sorgu odalarındaki tüm aletler, en basitinden en kompleks yapıdakilere kadar CIA' dan temin edilmişti. Bu çalışma içinde ben de vardım, oradan biliyorum." MİT personelinin "yıllardan beri CIA gibi çalışmakta ve "Amerikan Servisi hesabına görev almakta" olduğunu belirten Savaşman, özellikle vurguluyordu: "[Personel] yurt içi ve yurtdışındaki operasyonlarda ücret kabul etmektedir.
Gizli servisin Türk toplumunun tüm yapısına derinden nüfuz ettiğine" dikkat çeken gizli savaş uzmanı Çelik, "gizli servisler ağı Türkiye' deki en etkili güçtür... Çalıştırdıkları insan sayısı hiçbir zaman halka açıklanmamıştır. Ancak... Bir kaç yüz bin gibi bir rakama ulaşıldığı tahmin edilmektedir... 'diye açıklıyor. Türk emniyet yapısının tabi olduğu bu güçlü ABD nüfuzu nedeniyle CIA ve MİT harekâtlarına ilişkin nadir araştırmalar yapıldı. İstanbul'daki CIA istasyon şeflerinin belki de en güçlüsü olan 1932 doğumlu Duane Clarridge, 1997 yılında yayımlanan A Spy for All Seasons (Tüm Zamanların Casusu) adlı otobiyografisinde MİT ajanı Hiram Abbas'a hizmetleri nedeniyle özel bir yer biçiyordu. Clarridge, Abbas’ı "onunla iyi arkadaş olmuştuk, örgütlerimizden emekli olduktan sonra neredeyse kardeş gibiydik" sözleriyle anıyor ve devam ediyordu: "Hiram eşsiz biriydi Kendi döneminde, Türkiye'nin en iyi istihbarat memuruydu. Bu görüşü onu tanıyan bütün yabancı istihbaratçılar paylaşırdı. Sonunda, Türk istihbarat servisinin başkan yardımcısı oldu; bu göreve getirilen ilk sivildi."
Birleşik Devletler'de örtülü faaliyet operasyonları üzerine eğitim alan Abbas, bir MİT ajanı olarak adını ilk kez Beyrut'ta, İsrail gizli servisi Mossad'la yürüttüğü ortaklaşa operasyonlarla duyurdu. Abbas 1968 ile 1971 yılları arasında Filistin halkına yapılan sayısız kanlı saldırı içinde yer aldı. Müsteşar Yardımcısı Sabahattin Savaşman, duruşmada Abbas'ı "Lübnan'da CIA'yla beraber operasyonlara katılan, Onllardan yüklü ücret ve ikramiyeler temin eden, Filistin kamplarındaki solcu gençleri hedef alan faaliyetlerde gösterdiği başarı sonucu mükafatlandırılan bir kişi olarak tanımlıyordu. Abbas Türkiye'ye döndükten sonra CIA'yla yakın ilişkileri sayesinde MİT hiyerarşisi içinde hızla yükseldi ve hassas terör operasyonları yürütmeyi sürdürdü. Akıl hocası CIA istasyon şefi Clarridge İtalya'daki CIA istasyon şefliğine atandıktan sonra bile yükselişi devam etti.
Clarridge 1981' de Başkan Reagan ve CIA şefi Bill Casey emri altında çalışmaya başladığı sırada dahi Abbas'la irtibat halindeydi. O sıralarda CIA genel merkezi Latin Amerika masasında görev li olan Claridge ABD'nin Nikaragua'daki Kontralar'a sunduğu destekle ilgileniyordu.
İran Kontra skandalı sırasında Clarridge, Amerikan Kongresi önünde yaptığı açıklamada bu faaliyetle ilgili yalan ifadeler vermişti.
Türk CIA ajanı Abbas'ın kilit rol oynadığı Türkiye'deki gizli operasyonlardan biri, 30 Mart 1972'deki Kızıldere olayıydı. Abbas harekâtı, daha sonra MİT karşı istihbarat dairesi başkanlığına getirilecek olan MİT ajanı Mehmet Eymür’le birlikte yönetti. Eymür olayı şöyle aktarıyor: "28 Mart saat 10.00 civarında Ünye'ye ulaştık. Öğleden sonra MİT Müsteşarı Korgeneral Nurettin Ersin, Ankara Bölge Daire Başkanı ve Ankara Bölge'den 6-7 kişilik bir ekip ile birlikte Ünye'ye geldi. Müsteşar gerekli temaslarda bulunarak sorgulamanın MİT mensuplarınca yapılmasını, Jandarmanın ise alınan sonuçlarla koordineli olarak yakalama ve baskın işlerini yürütmesini emretti."
Eymür emri verilen sorgulama işlemleri sırasında gözaltına alınanların "bir an önce netice almak için biraz fazla hırpalanmış" olduklarını belirterek, aranan solcu militanların kesin yerlerini öğrenmek için işkenceye başvurulduğunu yumuşak bir dille aktarıyordu.
Sorgulama sonucu yerleri tespit edilen militanlar arasında Mahir Çayan'da bulunmaktaydı. Eymür, "çayan ve arkadaşları marşlar söylemeye ve zaman zaman askerlere laf atmaya başladılar" diye devam ediyor. "Bizi sivil pantolonlarımızdan tanımışlar. 'Sam amcanın adamları', 'Faşist MİT'çiler' gibi sözlerle bizleri kızdırmaya çalışıyorlardı. Aramızda 150-200 metre kadar mesafe vardı. Biz de onlara cevap veriyorduk.
-Erlere ise dokunaklı laflarla tesir etmeye çalışıyor, faşist subayların emriyle hareket etmemelerini telkin ediyorlardı.
-Ardından başlatılan katliamda dokuz solcu militan öldürüldü.
Türkiye'nin bazı en büyük problemlerini çözmek için şiddetin şart olduğuna kani Mehmet Eymür, daha sonra kitaplaştırdığı anılarında Ziverbey Köşkü'ndeki sorgulamalar sırasında uygulanan işkencelerde ne kadar başarılı olduklarını da gururla anlatıyordu.
Türk militan sol hareketi öcünü sam Amca'nın adamı" Abbas'ı öldürerek aldı.
Eski CIA istasyon şefi Clarridge, Abbas’ın mezarını ziyaret etmek için bir daha Türkiye'ye geldi. Türk kontrgerilla uzmanı Çelik'e göre, ABD her ne kadar Türk Kontrgerillası'nın yaratıcısı ve MİT ile Özel Harp Dairesi’nin sponsoru olsa da, Beyaz Saray'ın Soğuk Savaş boyunca Türkiye' deki gizli askeri kuvvetler üzerinde mutlak bir hâkimiyete sahip olduğunu söylemek mümkün değildir. Çelik "Kontrgerillayı sadece ABD tarafından verilen emirlere itaat eden salt ABD ürünü bir yapı olarak tanımlayarak, konuyu fazlasıyla basite indirgemiş oluruz''demektedir.
Türk gizli askerlerinin hemen hepsini ortak bir paydada birleştiren Pantürkizm ideolojisi nedeniyle, NATO'nun Türkiye' de ki gizli gölge ordusu, Batı Avrupa ülkelerindeki diğer gölge; şebekelerle kolay kolay karşılaştırılamayacak bir karaktere sahiptir. Çelik "Türk kontrgerillasının diğer NATO ülkelerinde ki ordularla bir tutulamayacağına" dikkat çekiyor. "Bunları aynı tanım içinde ele alarak meselenin gerçek boyutlarının uzağına düşeriz" diyen Çelik, her şeyden önce birimin zorbalığının ve kurumsal anlamda devlet yapısıyla iç içe geçmişliğinin hafife alınmış olacağını, "çünkü Türkiye'de kontrgerillanın tüm devlete nüfuz etmiş bir mekanizma olduğunu vurguluyor. Aynı meseleye bir başka açıdan yaklaşan Türk Savunma Bakanı General Hasan Esat Işık, Beyaz Saray'ın sahip olduğu nüfuza dikkat çekerek milli egemenliğe AB sponsorluğundaki kontrgerilla aracılığıyla darbe vurulmasını sert bir dille eleştiriyordu:
Fikir planında geçerli ve doğru. Kontrgerilla her ülkede var.Yalnız şu durumlar var.
1- Fikri ABD vermiş.
2- Finansmanını yapmış.
3- Bu örgüte sızmalar olmuş.
Bu sızmalar, Pentagon'dan başlar CIA'nın sızmasına kadar sürer. Yabancı bir milletin Türkiye'deki örgütleri denetlemesi, etki etmesi ve şekillendirmesine müsaade edilmesi noktasına nasıl gelinebilir, bunu anlamak mümkün değil.
Kontrgerilla ordusu Türkiye içinde ve dışında pek çok yerde eğitim aldı.
Paramiliter eğitim merkezleri arasında Ankara, Bolu, Kayseri, İzmir yakınlarındaki Buca, Çanakkale ve 1974'ten sonra Kıbns'taki okullar bulunuyordu. Bolu'daki dağ komando su okulunda, Vietnam savaşı hazırlıkları yürüten Yeşil Berelilerle ABD Özel Kuvvetleri subayları kontrgerillayla birlikte eğitim aldılar. Bazı seçilmiş kontrgerilla askerleri ABD 'ye giderek Amerika Okulu'nda (School of Amerika -SOA) eğitimden geçtiler. 1946'da Panama'da açılan 'Özel Kuvvetler ve teröristlerin eğitim merkezi SOA 1984'te Atalanta'nın 85 mil güneyinde bulunan Georgia'daki ABD Ordusu Fort Benning'e taşındı. Gölge askerlerin yanı sıra yaklaşık 60 bin Latin Amerikalı eri de eğitimden geçiren okul, şiddet üretim merkezi olarak dünya çapında ün kazandı. SOA’da üç yıl eğitim veren ABD'li Binbaşı Joseph Blair sonraları o yılları pişmanlıkla anacaktı: "Erlere insanları yakalayıp bir otobüsün arkasına atabilecekleri ve kafalarının arkasından vurabilecekleri öğretiliyordu.
Avrupa'dan SOA'ya gelen gizli askerler eğitim sırasında ideolojik propaganda çalışmasına da tabi tutuluyordu. Gizli ordu araştırmacısı Çelik, gizli askerlere "komünistlerin saldırganlık ve yıkıcı faaliyetlerini tanıtan filmler" gösterildiğini belirtiyor. ABD'deki SOA terör eğitim merkezinin, öğretilen metotlar açısından, Usame Bin Ladin'in Afganistan'daki El-Kaide terör eğitim merkezleriyle birebir aynı olduğu belirtilerek, Yeşil Bereliler komutasında Meksika sınırındaki Matamoros'ta patlayıcı kullanımını öğreniyorlardı; onlara birini sessizce nasıl öldürecekleri, bıçaklayacakları ya da boğacakları öğretiliyor deniliyordu. Eğitim talimnameleri arasında, Pentagon gizli servisi DIA'da görevli terörizm uzmanları tarafından yazılan ve çeşitli dillere çevrilen ünlü Sahra Talimnamesi 30-31 ile ekleri FM 30-31 A ve FM 30-31 B'de bulunmaktaydı. Yaklaşık 140 sayfalık talimnamede sabotaj, bombalama, öldürme, işkence, terör ve sahte seçim alalarında yürütülebilecek faaliyetlerle ilgili kesin dille yazılmış tavsiyeler bulunuyordu. FM 30-31 'de bulunan belki de en dikkat çekici tavsiyede, gizli askerlerden barış zamanlarında şiddet eylemleri gerçek leştirip suçu komünist düşmanın üzerine atarak korku ve alarm durumu yaratmaları isteniyordu.Talimname gizli askerlere, alternatif bir yol da gösteriyordu; sol hareketlerin içine sızılarak şiddet eylemlerini bizzat onların gerçekleştirmesi de sağlanabilirdi. Talimnamede, bu tür yanlış yönlendirme operasyonlarına ihtiyaç duyulacak ortam "Ev Sahibi Hükümetleri'nin komünist yıkıcı faaliyetler karşısında edilgenlik ya da kararsızlık gösterdiği ve yeterince hızlı davranamadıklarında ABD gizli servisleri tarafından kanaat getirilen zamanlar da olabilir" cümlesiyle tanımlanıyordu. ABD ordusu istihbaratı, gerek ev sahibi ülke hükümetini gerekse halkını, ayaklanma tehlikesinin gerçekliği konusunda ikna edecek özel operasyonlar yürütme kabiliyetine sahip olmalıdır.
Bu hedefe ulaşmak amacıyla ABD ordusu istihbaratı, özel olarak görevlendirilmiş ajanlar vasıtasıyla isyancı harekin bizzat içine girmeli, bu ajanların görevi isyancıların en radikal öğeleri arasından seçilmiş özel faaliyet grupları oluşmak olmalıdır." Düşman hareketine sızan ajanlar daha sonra şiddet eylemlerine ağırlık verecek, bu da düzenli kuvvetler ve kontrgerillanın harekete geçmesine neden olacaktı. "İsyancıların liderliğine ajan sokma başarısı gösterilemiyorsa, yukarıda belirtilen hedeflere ulaşmak amacıyla aşırı solcu örgütleri gerçekleştirilecek faaliyete alet etmek de faydalı olabilir. FM 30.231' de Pentagon bağının hiçbir koşul altında açığa çıkmaması gerektiği özellikle ve açıkça vurgulanıyordu:
Bu özel operasyonlar sırasında katı gizlilik kuralları uygulanması şarttı. ABD ordusunun söz konusu müttefik ülke iç işlerine müdahalesinden sadece ve sadece devrimci ayaklanmaya karşı faaliyet gösteren kimseler haberdar olmalıdır. ABD askeri kuvvetlerinin müdahalesinin daha derinlere uzandığı gerçeği hiçbir koşul altında ortaya çıkmamalıdır. PM 30-31 ve eklerindeki 'gereken kadarını bil' ilkesi, talimnamelerin kopyalarının "sadece dağıtım listesinde adları belirtilen insanlarla sınırlı tutulması" katı koşulunu zorunlu kılıyordu. En iyisi yazılı hiçbir delil bırakmamaktı "Mümkün olduğu sürece, bu ekte belirtilen detaylı bilgiler sözlü olarak aktarılmalıdır. Bunun son derece hassas bir konu olduğu vurgulanmalıdır.
Ancak hiçbir sır sonsuza kadar sır olarak kalamaz.
1973'te Barış gazetesi Türk toplumunu felce uğratan esrarengiz şiddet olaylarının ve vahşetin ortasında PM 30-31 talimnamelerini yayınlayacağını duyurdu. Ancak gizli talimnameyi ele geçiren Barış muhabiri ortadan kayboldu ve bir daha kendisinden haber alınamadı. İki yıl soma Talat Turhan, var olan açık tehlikeye karşın çok gizli PM 30-31 'in Türkçe çevirisini yayımladı; ardından ABD'nin bu terör talimnamesi İspanya ve İtalya'da da yayımlandı.
Gizli NATO ordularının tüm Avrupa'da açığa çıkartılması sonrası, araştırmacılar FM 30-31 ile gölge ordular arasındaki doğrudan bağ üzerinde çalışmaya başladı.
Allan Francovich, BBC için hazırladığı Gladyo belgeselinde üst düzey ABD'li yetkililere PM 30-31 B 'nin bir kopyasını gösterdi. 1960'lı yıllarda CIA İstihbarat Başkan yardımcılığı görevinde bulunan Ray Cline, "bu güvenilir bir belgedir" sözleriyle belgenin varlığını teyit ediyordu.
1973'ten 1976'ya kadar CIA şefliğini yürüten ve Gladyo Operasyonu'yla hem genel anlamda hem de ülkesel bazda içli dışlı olan William Colby, kamera karşısında ülkesinin karanlık yüzüyle karşı karşıya gelmekten kaçınarak "hiç duymadım" demekle yetiniyordu. CIA propaganda uzmanı Michael Ledeen de hassas belgeyi reddedenler arasındaydı ve bu bir Sovyet oyunu olduğunu iddia ediyordu. Öte yandan İtalyan Özgür Masonlar örgütü üyesi ve antikomünist P2 lideri Licio Gelli, Francovich' e dürüstçe bir açıklamada bulunuyordu: "Bunu bana CIA vermişti."
12 Mart 1971' de Türk ordusunun sağ kanadı bir muhtıra yayınlayarak İkinci Dünya Savaşı sonrası ülkedeki ikinci askeri darbeyi gerçekleştirdi ve ardından Türkiye'de cumhuriyet tarihinin o zamana kadar gördüğü en zorba döneme girildi. Darbeyi izleyen on yıla, ordu ve politik sağ koruması altındaki kontrgerilla, Bozkurtlar ve MİT'in sol siyaseti bitirme girişimiyle başlattığı aşırı şiddetli çarpışmalar damgasını vurdu ve ülke resmen bir iç savaşın eşiğine geldi. Tahmini rakamlara göre, 1970'lerdeki terör olaylarında, çoğunluğu sağcı komandolar tarafından düzenlenen terör saldırıları ve cinayetler sonucu ölenlerin sayısı 5 bin civarındaydı. 1978 yılına ilişkin bir istatistiğe göre, o yıl 3 bin 319 faşist saldırı gerçekleştirildi; bu saldırılarda 831 kişi öldürüldü, 3 bin 121 kişi Yaralandı. İzlemciler, Hava Kuvvetleri'nin 1971 darbesi öncesi ve dokuz yıl somaki üçüncü darbe öncesi Washington' a bir temsilci gönderdiğini kaydediyor. 1971 darbesi arifesinde Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur, 1980 darbesi arifesinde de Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya Washington'a birer ziyaret gerçekleştirmişti. Dönemin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil (1965- 1971 ve 1975-1978 yıllan arası bu görevde bulundu), daha sonraları darbeyi şöyle tanımlayacaktı:
"12 Mart'ta CIA vardır. Büyük ölçüde vardır.12 Mart, haşhaş vardır. CIA, Papadopulos'da vardır. CIA, Gizikis'de vardır. CIA'nın nasıl hareket edeceği tahmin edilemez.
Türkiye, kendi istihbarat gücünü kuvvetlendirmek için, İsrail istihbaratı ile Amerikan istihbaratı ile İran istihbaratı ile daimi ve organik münasebetler içindedir. Bunlar, gizli gizli her sene kendi şefleriyle toplanırlar. Washington'da, Tahran' da, Telaviv' de (istihbarat) mübadelesi yaparlar. Organik bağları bulunmayan, fakat inandıkları başka istihbarat örgütlerinden de istişari mütalaa alırlar. Şimdi, istihbaratçılar Amerikalılar 'la organik münasebetler içinde olduğuna göre, Amerikalı, 'şu adam benim adamım, şunu yerleştirelim solcuların arasına' diye rahatça işbirliği yapabilir. İstihbaratçılık alanında bu iş rahat yapılabilir. Sonra, hiçbir istihbaratçı, herhangi bir haberi her yere götürmez. Dışişleri Bakanına başka söyler, Devlet Reisi'ne başka söyler, Genelkurmay Başkanına başka söyler. İstihbarat bünyesindeki profesyonel dejenerasyon, her hareketin tesiri altındadır. İstihbaratçı, kendi gözünde çok mühim adamdır. Herkesten çok mühimdir... Her şeye de kadirdir. Bu kompleks istihbarat işiyle uğraşanların hepsine, en başından kahvecisine kadar aynıdır. Onun için Dışişleri Bakanıyken, istihbaratçıların, Bakan ve Genel sekreter dışındaki Dışişleri memurlarıyla temas etmesini men etmiştim. Şimdi nasıl yapar CIA? CIA yapar, organik bağlarıyla yapar. Sözünü ettiğim psikoloji vardır istihbaratçı arasında. Benim istihbarat şefim, kendisi farkında bile olmadan CIA benim altımı oyar. Elinde imkân var adamın. Onun için hiç şaşmam, aramam da, bulamam ki; nasıl yaptı, bulamam.
Emekli Albay Talat Turhan, Özel Harp Dairesi kontrgerilla ve MİT'in Birleşik Devletler katkısıyla kurulmasına dikkat çekiyor; bu yapıların üyelerinin FM 30-31 doğrultusunda eğitimden geçirildiğini de vurgulayarak, ABD'yi 1970'lerde Türkiye'yi kıskacına alan zorbalığı körüklemekle suçluyordu. Turhan, "Kanımca çoğunluğu anayasa ve yasalarla bağdaşmayan bu yönergede işaret edilen öneriler 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbelerinin ardından neredeyse tamamen yürürlüğe konmuştur" eleştirisini getiriyor ve devam ediyordu.Yönergeler anayasamızla çelişmektedir ve Amerikan gizli servisinin ülke iç işlerine müdahale ettiği açıkça kanıtlamaktadır Kontrgerilla gölge ordusu operasyonlarını yaygınlaştırdığı da, hükümeti 1973'te devralan Başbakan Bülent Ecevit kendi ifadesiyle "tamamen tesadüf eseri" gizli kuvvetten haberdar edildi.
Ecevit daha sonraları, 1974'te dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar'ın, ABD desteğinin kesilmesi nedeniyle, "acil bir ihtiyaç için Başbakanlık'ın örtülü ödeneğinden bir kaç milyon dolar istemesiyle" başlayan ve kendisini "dehşete düşüren" bilgilendirilme sürecini şöyle aktaracaktı. "O yıllarda milyonlar büyük paraydı ve benden istenen miktar da örtülü ödenekteki paranın tümüne yakındı. Genelkurmay'dan bu paranın ne amaçla istendiğini sormak zorunda kaldım. 'Özel Harp Dairesi için istiyoruz' yanıtı geldi.
"Öyle bir resmi dairenin, o zamana kadar adını bile duymamıştım. 'Şimdiye kadar bu dairenin giderleri nereden karşılanıyordu?' diye sordum. O zamana kadar bu dairenin tüm giderlerini bir gizli ödenekle ABD'nin karşıladığı; ancak artık ABD'nin bu parasal katkıyı kestiği, o nedenle başbakanlığın örtülü ödeneğinden para istemek zorunda kalındığı bana bildirildi. Özel Harp Dairesi'nin nerede bulunduğunu sordum. 'Amerikan Askeri Yardım Heyeti ile aynı binada' yanıtını aldım. Aldığı yanıt nedeniyle "hayrete düşen ve kaygılanan" Ecevit, ordudan söz konusu dairenin işlevleri ve kuruluş biçimi hakkında bilgi istemiş, bunun üzerine kendisine bir brifing verilmişti. "Öz sunuş (brifing) toplantısına rahmetli Milli Savunma Bakanı Hasan Esat Işık'la birlikte katıldım. Bilgi vermek üzere de rahmetli Genelkurmay başkanı Semih Sancar'la, o sırada Özel Harp Dairesi Başkanı olduğunu öğrendiğim General Kemal Yamak ve bir-iki subay katıldı. Ecevit brifingde anlatılanları özetle şöyle aktarıyordu; "Özel Harp Dairesi, Türkiye'nin veya bir kısım topraklarımızın düşman istilasına uğraması' durumunda, istilacılara karşı gerilla yöntemleriyle ve her türlü yeraltı etkinliğiyle mücadeleye hazırlanmak üzere kurulmuştu.
"Adları gizli tutulan bazı 'vatansever gönüllüler' de Özel Harp Dairesi'nin sivil uzantısı olarak çalışmak üzere ömür boyu görevlendirilmişlerdi. Gereğinde bu gönüllü sivil vatanseverlerin kullanmaları için de, Türkiye'nin bazı yerlerinde gizli silah depoları oluşturulmuştu.
Brifingde verilen bilgiler çok gizli olduğu için; o acı devlet sırrını bir zehir gibi içimde saklamak zorunda kaldım" diyen Ecevit'in kaygılarının ne kadar doğru olduğu zamanla ortaya çıkacaktı. 1977 yılında Türkiye' de büyük bir katliam yaşandı. 1970'lerin terör yılları boyunca Türkiye'deki işçi sendikaları konfederasyonları uluslararası işçi günü 1 Mayıs 'ta Taksim Meydanı'nda büyük eylemler gerçekleştirmişlerdi. 1976'da süregelen ve artan terör olaylarına karşın eyleme 100 bin kişi katılmış ve barışçıl bir gösteri yapılmıştı. 1977' de ise meydanı 500 bini aşkın eylemci doldurmuştu. Dehşet saatleri gün batımında, konuşmacıların bulunduğu platforma, meydana hâkim konumda bulunan Sular İdaresi'nin duvarları üzerinde ve İntercontinental Otel'in çatısında mevzilenmiş meçhul kişiler tarafından kalabalığa ateş açılmasıyla başladı. Kabalık panikledi ve yaşanan olaylarda otuz sekiz kişi öldü yüzlerce insan yaralandı. Silah atışı 20 dakika boyunca devam etmiş, ancak alanda bulunan bir kaç bin polisten hiç biri müdahale etmemişti.
CIA istasyon şefi Clarridge'le "kardeşten öte" bir ilişkisi olan Türk CIA ajanı Hiram Abbas 1 Mayıs katliamında bizzat yer almıştı. İntercontinental Otel, Şili'de 1973'te Allende hükümetine karşı girişilen darbenin de finansörlerinden olan ITT grubuna aitti. 1 Mayıs'tan üç gün önce otelin tüm müşterileri boşaltılmış ve yeni rezervasyonlar kabul edilmemişti. 1 Mayıs günü otele yabancı bir grup geldi. Katliamdan otel başka bir şirket tarafından satın alınarak ismi "The Mamara" olarak değiştirildi. Soruşturma sırasında, video ve ses kayıtları birdenbire ortadan kayboldu. O sırada Başbakanlık koltuğunu Süleyman Demirel'e devretmiş olan ve ana muhalefet partisi lideri olarak mecliste bulunan Bülent Eevit katliamın hemen ardından Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ü ziyaret ederek kendisine Özel Harp Dairesi'yle ilgili bilgileri aktarmış ve terör eyleminde gerillanın parmağı olduğundan şüphelendiğini bildirmişti.
Korutürk meseleyi Başbakan Süleyman Demirel'e açmış. Ancak Demirel iddiayı ciddiye almadığı gibi "büyük bir tepki de göstermişti.
1978' de yeniden başbakanlık koltuğuna oturduktan sonra da Özel Harp Dairesi 'nin "sivil uzantısı ve gizli silah depolarının" izini sürmeye devam eden Ecevit, kuşkularını doğrulayan bir anıyı da aktarıyordu: "1978-1979'daki Başbakanlığım sırasında bir Doğu ilçemizi ziyaret ederken, oradaki Askeri birliğin komutanı olan generalle görüşüyordum. Kendisinin bir ara Özel Harp Dairesi'nde çalışmış olduğunu öğrenince, kuşkularımı belirterek, kendisinden bilgi almaya çalıştım. Generalin kuşkularımı yersiz bulması üzerine bir soru yönelttim: 'Farzımuhal, bu ilçedeki Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Başkanı aynı zamanda Özel Harp Dairesi'nin sivil uzantısındaki gizli elemanlardan biri olamaz mı? General, 'Evet öyledir, ama kendisi çok güvenilir vatansever bir arkadaşımızdır' yanıtını verdi. Aynı dönemde Albay Türkeş'in sağcı partisi MHP, kontrgerilla, Özel Harp Dairesi ve terör olayları arasındaki bağlantıyı araştırmaya başlayan bir isim daha vardı. Ankara Cumhuriyet Savcısı Doğan Öz. Araştırma sonrası hazırladığı nihai raporda Öz, "Bütün bu çalışmalar içinde askeri ve sivil güvenlik güçleri vardır. Kontrgerilla, Genel Kurmay Harp Dairesi'ne bağlıdır" diyor ve ekliyordu: "Kontrgerilla il ve ilçelerde, seferberlik işlemini yürüten kurum olarak askerlik şubelerince yönetilmektedir. Bu konuda en çok, aşamalı eğitimden geçen astsubaylar kullanılmaktadır. Sivil güvenlik güçleri içinde Mit elemanları ve 1. şube görevlileri kullanılmaktadır. Çeviride 17 Kasım 1990 tarihli Cumhuriyet gazetesi haberinden yararlanılmıştır. Çeviride, 28 Kasım 1990 tarihinde Milliyet gazetesinde yayınlanan röportajdan yararlanılmış, söyleşi daha ayrıntılı aktarılmıştır.
"Her iki kesimin de "Gerillaya karşı eğitim, ideolojik eğitim ve halk içinde gelişme ve halktan kadrolar oluşturma eğitiminden" geçirildiğini belirten Öz, "goşist sol hareketleri de bunların yönlendirdiğinden, ardından bunlara karşı savaşım vererek tabanı kazandıklarından ve demokrasi karşıtı eğilimleri geliştirip örgütlediklerinden" kuşku duyduğunu vurguluyordu. Öz devamla "Bütün bu çalışmalar, siyasal planda MHP ve onun kadrolarınca yönetilmektedir" diyordu. Doğan Öz raporda, söz konusu karmaşık yapılanmanın geniş halk kitleleri içindeki örgütlenme biçimine ilişkin bulgulara da yer veriyordu:
Geniş halk kitlelerine girmeyi de AP'nin şemsiyesi altında MHP ve onun yan örgütleri olan Ülkü Ocakları, Ülkü-Bir, Ülkücü Teknik Elemanlar, İşçi Sendikaları (MİSK), bazı işveren kuruluşları ve esnaf dernekleriyle gerçekleştirme çalışmaları içinde görünmektedirler.
Ortaöğretim kurumları, yüksek öğretim kurumları, yurtlar, işyerleri gibi kurum ve kuruluşlarda, gizli örgütlerce yönlendirilenler OBA-OCAK-SANCAK gibi hiyerarşik örgüt yapısıyla çavuştan başlayarak Albaylığa kadar rütbeli biçimde etkinlik göstermektedirler. Legal yan kuruluşlarda başarılı görülenler illegal çalışmalara yönelmektedirler. Bunlar bu işi aynı zamanda 10 bin Türk Lirasından başlayarak ayda 30-40 bin Türk Lirası'na varan aylık ücretler karşılığında yapmaktadırlar."
Öz devamla bu ücretlerin karşılanmasını sağlayan mali kaynakları sıralıyordu.
-a. Okul ve yurtlardaki öğrencilerden alınan ayda 50 TL’lik ödentilerle bağışlar,
-b. Mahalle esnafından ve küçük zanaatkârlardan alınan bağış ve ödentiler,
-c. İşe yerleştirilenlerden alınan rüşvetler ya da maaşın belli miktarı,
-d. Mahalle arasında evlerden toplanan bağışlar.
-e. Devlet ihalelerinden alınan yüzdeler,
-f. Silah, afyon kaçakçılığı ile beyaz kadın ticaretinden vurulan vurgunlar,
-h. Bazı iş çevrelerinden alınan bağışlar,
-i. CIA, AID ve SAVAK gibi kuruluşlardan yapılan desteklemeler.
Sol dergisinden alıntı. Mart 2005
Bu çok gizli sırrı açığa çıkartan Savcı Doğan Öz, 24 Mart 1978' de uğradığı suikast sonucu yaşamını yitirdi. Katili ülkücü İbrahim Çiftçi' nin yargılanması tam yedi yıl sürdü ve bu süre içinde Ankara Sıkıyönetim 1 No'lu Askeri Mahkemesi dört kez Çiftçi'ye oybirliği ile ölüm cezası verdi. Karar her defasında Askeri Yargıtay tarafından bozuldu. Yerel mahkeme son kararda şu kaydı düşerek davayı kapattı. "Sanık İbrahim Çiftçi’nin, Doğan Öz'ü taammüden öldürdüğü mahkememizce sabit görülmüştür. Ancak Askeri Yargıtay Daireler Kurulu kararları mahkememizi bağlayıcı nitelikte bulunduğundan... Sırf bu hukuki zorunluluk nedeniyle sanık İbrahim Çiftçi’nin beraatına. Karar verilmiştir. İbrahim Çiftçi' Avukatı tüm yargılama boyunca müvekkilinin "normal" Vatandaş olmadığını dile getiriyordu. Serbest bırakılan Çiftçi son olarak 1997 yılında MHP genel başkanlığına adaylığını koydu.
1970'lerde kontrgerillanın bilinen en kötü üne sahip üyesi ise Bozkurtçu Abdullah Çatlı' dır. Sokak çeteleri vahşetinden mezun olan Çatlı, doğrudan Özel Harp Dairesi emrinde faaliyet gösteren kontrgerillanın üyesi olarak Bozkurtlar'ın acımasız tatbikçilerinden biriydi. 1971 askeri darbesinin ardından Çatlı hızla emir komuta zincirinin üst basamaklarına tırmandı ve 1978'de ikinci adam haline geldi. Aynı yıl, polis Çatlı'nın yedi solcu öğrencinin öldürülmesiyle bağlantılı olduğunu ortaya çıkarması üzerine yeraltına çekilmek zorunda kaldı. Çatlı diğer sağcı teröristlerin de yardımıyla İtalyan sağ kanat terörist Stefano Delle Chiaie'yle irtibata geçti ve ikili birlikte Latin Amerika ve Birleşik Devletler'i gezdi. Türkiye ve yurt dışındaki terör operasyonlarında ciddi roller üstlenen Çatlı, Türk elit kesimi içinde mükemmel bağlantılara sahipti. 3 Kasım 1996' da Türk devletinin üst düzey yöneticilerle birlikte yolculuk ederken Susurluk yakınlarında geçirdiği trafik kazası sonucu öldü. Korkulan bir başka Bozkurt mensubu da Haluk Kırcı'ydı. Kırcı, grup içinde, 1970'lerde binlerce kişiyi katleden Uganda diktatörüne atfen "İdi Amin" lakabıyla biliniyordu. 20 yaşında Ankara Üniversitesi'nde öğrencilik yaptığı sıralarda bile Alpaslan Türkeş'in antikomünist Pantürkist ideolojisinin sadık takipçilerinden biri olan Kırcı, 8 Ekim 1978'de Türkiye İşçi Partisi (TİP) üyesi yedi öğrencinin öldürüldüğü Bahçelievler Katliamını gerçekleştirenlerden biriydi. Toplu katliam suçuyla uluslararası düzeyde arananlar listesinde bulunan Kırcı daha sonra pişmanlık yasasından yararlanmak amacıyla verdiği ifadede katliamı şöyle anlatacaktı: "Eve girdiğimizde içeride beş kişi vardı. Sonradan iki kişi daha geldi... Bunları alıp arabaya götürdük... Arabayı durdurup ikisini dışarı çıkardık, yol kenarındaki tarlanın içine götürüp yüzükoyun yere yatırdık. Her ikisinin de kafasına üç kurşun Sıktım. Sonra eve geri döndüm. Diğer beş kişi baygın vaziyette yerde yatıyordu... Önce bir tanesini telle boğarak öldürmeyi denedim, ama işe yaramadı. Sonra yüzüne havlu bastırarak öldürdüm... Diğer dördünün üzerine silahımı boşalttım. Ülkücü lider Çatlı'nın arabası 1996'da Susurluk'ta kaza geçirdiği esnada Kırcı, yandaki bir grup korumayla birlikte Çatlı'nın Mercedes'ini takip ediyordu. Çatlı'nın Mercedes de sıkıştığını gören Kırcı panikleyerek Ülkücü hareketin tüm önde gelen isimlerine telefon açmış ve yardım istemişti. Şef ağır yaralı. Ölüyor." Boşuna. Çatlı öldü ve Kırcı Bozkurt1ar'ın liderliğini aldı.
Bozkurtlar'ın ve kontrgerillanın en az Çatlı kadar ünlü bir başka üyesi de arkadaşı Mehmet Ali Ağca'ydı. 13 Mayıs 1981'de San Peter's Meydanı'nda Papa II. Jean Paul'e suikast girişiminde bulunan Ağca, böylelikle dünya çapında bir üne sahip oldu. Saldırıda ağır yaralanan Papa hayatta kalmayı başardı. 1970'lerin ikinci yarısındaki öğrencilik yılları ' boyunca iyi bilinen faşist militanlar arasında sayılan Ağca en hafif şiddet eylemlerinden birinin, bir yurt baskını sırasında iki öğrenciyi ayaklarından vurması olduğu belirtiliyor. Teröist çevrelerde, solcuların defalarca kendisini öldürmeye çalıştığı, ancak başaramadığı kulaktan kulağa dolaşan efsaneler arasındaydı. Ağca, Çatlı'yla birlikte 1 Şubat 1979'da Türkiye'nin en saygıdeğer yazı işleri müdürü Abdi İpekçi'ye düzenlenen suikastta yer aldı. İpekçi, Türk sağının terör bağlantıları ve bu teröre yönelik CIA desteğiyle ilgili ciddi araştırmalar üzerine odaklanmıştı. Kendisinin CIA istasyon şefi Paul Henzo'yu şiddeti durdurmaya çağırdığı da ifade ediliyordu. İpekçi, devletin en karanlık sırlarını ve vahşetin asıl kaynağını açıklarken hayatını riske atan Türk gazetecilerden biriydi. Bu cesur gazetecilerden biri de Uğur Mumcu'ydu. Mumcu'ya Ziverbey Köşkü'ndeki işkence seansları sırasında şu bilgi veriliyordu: "Biz kontrgerillayız. Bu devletin Cumhurbaşkanı bile bize dokunamaz." Uğur Mumcu, Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde kontrgerilla ile ilgili bilgileri açığa çıkartmaya devam etti; 1993'te arabasına konulan bir bombayla katledilene kadar.
İpekçi suikastının ardından Ağca tutuklanarak suçunu derhal kabul etti. Ancak mahkemede "olayın gerçek sorumlularının" isimlerini vereceği tehdidini savurarak gerekli yerlere gerekli sinyalleri gönderdi. Ertesi gün bir grup ülkücü Ağca'nın bulunduğu yüksek güvenlikli cezaevinin sekiz kontrol noktasını da geçerek, ünlü teröristi kaçırdı. Çatlı 1985 yılı Eylül ayında Roma'da verdiği ifadede Ağca'ya sahte pasaport sağladığını ve Papa suikastında kullanılan silahı bizzat kendisinin verdiğini açıkladı. Eğer Papa suikastı ertesinde Bozkurtlar'la ilgili ciddi bir soruşturma yürütülmüş olsaydı, Türk gölge ordusu kontrgerilla kesinkes açığa çıkacaktı. Ancak CIA Bozkurtlar'ın KGB tarafından kullanıldığını iddia ederek dikkatleri başka yöne çekince bu gerçekleşmedi. Uzun süredir Türk gölge ordusu kontrgerillayla ilgili ciddi kaygılar taşıyan Ecevit, 1977' de yeniden başbakan seçildikten sonra, dönemin yeni Genelkurmay Başkanı Kenan Evren' e giderek Özel Harp Dairesi ile ilgili edindiği bilgileri ve bu dairenin sivil uzantısı ve gizli silah depoları hakkındaki kuşkularını paylaşmıştı. Ardından Evren'e, "Özel Harp Dairesi'nin demokratik hukuk devleti kurallarına ve açık rejime uygun biçimde çalışır duruma getirilmesi ve çalışmalarının asli işleviyle sınırlandırılması konusundaki" isteklerini bildiren Ecevit, "Sayın Evren kaygılarımı paylaştığını söyledi ve isteklerimi yerine getireceği sözü verdi. Daha sonra her sorduğumda da, isteklerimin gereklerini yapmakta olduğuna dair bana güvence verdi" diye anlatıyordu görüşmelerini. Ecevit bu görüşmenin ardından kamuoyuna, "Türk Silahlı Kuvvetleri'ne saygı göstermeli ve politika dışında kalma istekleri konusunda onlara yardımcı olmalıyız" açıklamasında bulunacaktı.
Orgeneral Kenan Evren orduyu politika dışında tutmak bir yana, 12 Eylül 1980'de yeni bir askeri darbe gerçekleştirerek bizzat hükümetin başına geçecekti. Bu arada NATO'nun Türkiye'deki Müttefik Seyyar Kuvvetleri, Anviel Ekspress manevralarını gerçekleştirdi. Evren anılarını topladığı kitapta daha sonraları, darbe öncesi başbakanlık koltuğunu bir kez daha Ecevit'ten devralmış olan Süleyman Demirel'le 5 Mayıs 1980 günü yaptığı görüşmeyi şöyle aktarıyordu.
"(Demirel) Özel Harp Dairesi 'ndeki personeli teröristlerle mücadelede kullanmamızı ve onlarla çete savaşı yapmak suretiyle öldürülmelerini, vaktiyle de bu teşkilatın böyle kullanıldığını söyledi." (1971 Sıkıyönetim dönemindeki Kızıldere olaylarında kullanılan personeli kastediyordu). Bu hal tarzına şiddetle karşı çıktım. Büyük emeklerle kurulan bu teşkilatın görevinin bu olmadığını, vaktiyle yanlış kullanıldığını, ben Genelkurmay Başkanı olduktan sonra Özel Harp Teşkilatını esas görevine yönelttiğimi, tekrar kontrgerilla söylentilerinin ortaya atılmasına müsaade edemeyeceğimi söyledim. (Kenan evren, Anılar sf 431.Çevirmen tarafından yazarın bilgisi dâhilinde eklenmiştir.)
1990'da Hürriyet gazetesinde yayımlanan bir röportajında bu görüşmeden bahseden Evren, ayrıca şu eklemede bulunuyordu: "Kanaatim o ki, Genelkurmay Başkanlığım sırasında, bu teşkilat görevi dışında kullanılmadı. Ama belki, bana intikal ettirilmeden, bazı yerlerde gayrı resmi olarak teşkilattan bazı kişiler bu işe bulaşmış olabilir. Bunu bilemem. (Hürriyet,26 Kasım 1990.Çevirmen tarafından yazarın bilgisi dâhilinde eklenmiştir.)
Ancak aşırı sağcı bir militan yargılaması sırasında 1970'lerdeki terör olaylarının ve katliamların Evren ve ordunun sağ kanadını iktidara getirmek için düzenlendiğini iddia ediyordu: "Katliamlar MİT tarafından yapılan provokasyonlardı. MİT ve CIA tarafından gerçekleştirilen provokasyonlarla 12 Eylül darbesine zemin oluşturuluyordu. Daha sonraları Orgeneral Evren'in, darbe sırasında Özel Harp Dairesi'ne başkanlık ettiği ve gizli kontrgerilla ordusuna komuta ettiği ortaya çıktı. Orgeneral Evren kendisini Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ilan edip savaş elbiselerini takım elbise ve kravatla değiştirdikten sonra, tüm terörist saldırılar anında sona erdi. Türkiye'deki darbe başlatıldığı sırada ABD Başkanı Carter operadaydı. Haberi aldığında, CIA'nın Türkiye istasyon şefliğinden henüz bir kaç ay önce ayrılıp Washington'a dönen ve CIA Türkiye masasında Carter'ın güvenlik danışmanlığını yapmaya başlayan Paul Henze'yi aradı. Carter telefonda Henze'ye zaten bildiği bir bilgiyi nakletti. "Senin adamlar az önce bir darbe yaptı. Başkan haklıydı. Paul Hanze,CIA' deki arkadaşlarına darbeden bir gün sonra muzaffer bir edayla şöyle diyecekti: "Bizim çocuklar başardı!" Kontrgerilla uzmanı Çelik'e göre Henze "12 Eylül 1980 darbesinin baş aktörüydü. Yıllar sonra Carter "12 Eylül hareketinden önce Türkiye, ülke savunması bakımından kritik bir durum içindeydi. Afganistan'daki müdahale ve İran monarşisinin devrilmesinin ardından, Türkiye'yi istikrara sokan hareket avuntumuz oldu, yorumunda bulunacaktı.
Carter'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Zbigniev Brzezinski Henze'yi destekliyordu. 1979'da Ayetullah Humeyni'nin iktidara geldiği İran' daki durum Ulusal Güvenlik Konseyi'nde ele alındığı sırada, Brzezinski "Gerek Türkiye gerekse de Brezilya için en iyi çözüm askeri bir darbe olacaktır" görüşünü dile getiriyordu. Uluslararası basın organları darbeden bir gün sonra Washington'daki bir Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün "Birleşik Devletler'in askeri darbeden önce, ordu tarafından iktidara el konulacağı konusunda bilgilendirildiğini teyit" ettiğini yazdı. Türk subayları ise daha önce Washington'un rızasını almamış olsalar, müdahalede bulunmayacaklarını açıkladılar.
Askeri darbe sırasında Türkiye'de yaklaşık 1.700 Bozkurt örgütlenmesi ve bu örgütlenmelerde kayıtlı yaklaşık 200 bin üye ile 1 milyon ülkücü sempatizan bulunuyordu. Bunlar darbeye zemin oluşturan 1970'lerdeki gerginlik stratejisi operasyonları için vazgeçilmez birer araçtılar. Ancak artık güvenlik tehlikesi oluşturuyorlardı ve Kenan Evren iktidarını pekiştirmek amacıyla sağcı MHP'yi yasaklayarak diğer bazı MHP üyeleriyle birlikte Alpaslan Türkeş'i ve çok sayıda Bozkurtu tutuklattı. Türk askeri hükümeti, MHP aleyhine Mayıs 1981 'de açılan davanın iddianamesinde MHP'nin 220 üyesini ve yandaşlarını işlenen 694 cinayetten sorumlu tutuyordu.
Alpaslan Türkeş tutuklanmasına karşın popüleritesini korudu ve 4 Nisan 1997'de hastanede kalbine yenik düşüp öldüğünde cenazesine yarım milyon insan katıldı, Bozkurtlar cenazeye katılmak isteyenler için dünyanın dört bir yanından uçaklar kaldırdılar. Dönemin İslamcı Başbakanı Necmettin Erbakan, Türkeş'in ölümüne kadar Türk siyasi yaşamına damgasını vuran bir kişi olduğunu belirterek; vefakar yaşamı ve hizmetleri nedeniyle daima büyük övgüyle anılacağını ifade etti. Türkeş'i tarihi bir kişilik olarak tanımlayan dönemin Dışişleri Bakanı Tansu Çiller, kendisinin Türkiye'nin demokratik tarihinde özel bir yere konulmaya layık olduğunu söyledi ve Türkeş'le kişisel ilişkilerinin her zaman çok iyi olduğunu ekledi.
Eski Emniyet Genel Müdürü Kemal Yazıcıoğlu "Başbuğum, her şeyi senden öğrendim!" dedi.
Tarih boyunca Araplar Türklerin başına bela oldu ama yahudiler ve Türklerin arasında pek sorun çıkmadı…Bu günkü şartlarda Türkiyenin İsrail ile dost olması gerekir ( 12 Nisan 1994) Türkeş.
Çok sayıda tutuklamanın ardından Türk cezaevleri Bozkurtlar'la doldu; ardından MİT ajanları eski silah arkadaşlarını ziyaret ederek onlara çekici bir teklif getirdiler: Güneydoğu Anadolu bölgesindeki Kürt azınlıkla mücadele etmeleri karşılığında cezaevinden çıkma ve tatmin edici bir gelir. Çoğu teklifi kabul etti ve 1984 'te silahlanıp dağa çıkan sol kanat Kürt hareketi PKK ile savaşmaya başladı. İki taraf arasındzki ihtilaf, giderek artan nefret ve radikal şiddet olaylarıyla trmandı. Toplam 25 bin kişinin hayatını kaybettiği çatışmalarda, Türk gölge ordusu kontrgerillanın da yer aldığı belirtiliyordu. Birleşik Devletler'den Ankara'ya silah, helikopter savaş uçaklan gönderilirken milyonlarca Kürt de zorunlu göçe tabi tutuldu. ABD Başkanı Bill Clinton böylesi bir ortamda Türkiye için "Kültürel çeşitliliğin erdemleri üzerine dünyaya gösterilebilecek parıldayan bir örnek" benzetmesini yaptığında, kurbanların aileleri hiç de mutlu olmamıştı.
NATO'nun gölge ordusunun Kürtler'e karşı girişilen katliamlarda yer alması bugün bile Türkiye ve Washington'daki en büyük sırlar arasında. PKK'ya karşı mücadelede yer alan Türk paramiliter birimlerin eski komutanlarından Binbaşı Cem Ersever, yayımladığı kitapta kontrgerilla ve diğer paramiliter birimlerin PKK 'ya karşı mücadelede yürüttüğü gizli savaş ve terör yöntemlerini anlatıyordu. Afganistan'dan batıya gönderilen uyuşturucuların geçiş yolu Türkiye'de, terör birimlerinin 'Eroin Yolları 'ndan kazandığı vergilerle nasıl zenginleştiğini açıklıyordu. Ersever'in açıkladığı kontrgerilla harekatları arasında, PKK gerillaları kılığına girmiş kontrgerilla üyelerinin köylere saldırıp kadınlara tecavüz ettiği ve insanları gelişigüzel öldürdüğü yanlış yönlendirme harekatları da bulunuyordu. Bu, bölgede PKK'ya verilen desteği zayıflaltmak ve halkı PKK'nın karşısına almak için kullanılan bir yöntemdi. Ersever ek çok eski Bozkurtçu ve benzeri aşırı sağcı kimselerin doğrudan ceza evinden alınarak gölge ölüm timlerine dahil edildiğini teyit ediyordu. Bunlar arsında itirafçı PKK'lılar ve İslamcılar da bulunuyordu. Ersever durumu tüm gerçekliği ile ortaya koyduktan sonra, 1993 yılı Kasım ayında klasik kontrgerilla metodlarına uygun biçimde öldürüldü. Erseverin işgenceye uğramış ve kafasından vurulmuş cesedi elleri arasından bağlanmış vaziyette bulundu.
KAYNAK
Alıntılama gerekçesi olarak yazarın tanıtım amacı ile kısmi alıntılama yapılabilr notuna istinaden dir. GÜNCEL YAYıNCıllK: 245 Açık Tanışma: 11 ıSBN 975-6117-21-4 NATO 'nun Gizli Orduları
Kitabın Orijinal Adı: NATO 's Secret A111ıies; Operation Gladio and Terrorism in Western Europe
Genel Yayın Yönetmeni: Aysel Akdaş
Kapak Tasanmı: Talip Aktaş
Birinci Basım: Ekim 2005
Ofset Hazırlık Güncel Yayıncılık Ltd. Baskı ve Cilt: Kayhan Matbaacılık San. Tic. Ltd. Şti. Davutpaşa Cad. Güven San. Sitesi D Blok No: 155 Topkapı / İstanbul/Tel: O 212 576 0136
Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayımcının yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz. GÜNCEL YAYıNCıLIK LTD. ŞTİ. Çatalçeşme Sk. No: 54/3 Cağaloğlu - İstanbul
Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayımcının yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz ilkesine sadık kalınarak bu kitaptan sadece tanıtım amaçlı bazı alıntılar yapılmıştır.
Samet Kuşçu adlı bir subay, Aralık 1957' de Başbakan Adnan Menderes' e giderek, ordudan bir grubun darbe hazırlıkları yürüttüğü ihbarında bulundu ve bu gruptan dokuz subayın ismini verdi. Kuşçu 'nun, başlangıçta bu gruba dâhil olmak istediği, ancak sonradan vazgeçtiği belirtiliyordu. Askeri mahkemede, ordu içinde gizli bir ihtilal hazırlamak suçlamasıyla yargılanan subaylar, altı ay sonra beraat ettiler. Samet Kuşçu, yanlış ihbarı nedeniyle iki yıl hapis cezası aldı. Darbeden sonra CIA’nin Türkiye'deki bağlantısı Kurmay Albay Türkeş, Cemal Gürsel'in sağ kolu ve kişisel sekreteri oldu.
Demokratik yapıların yok edildiği süreci Türkeş yönetti.
Tutuklanan Başbakan Adnan Menderes, dört siyasi liderle de idam edilirken, toplam 449 politikacı ve hâkim tutuklanarak ağır hapis cezalarına çarptırıldı. Ardından darbeyi gerçekleştiren 38 subay arasında anlaşmazlıklar baş gösterdi. Albay Türkeş, yanındaki bir düzine subayla birlikte, Pantürkizm vizyonuna sadık kalarak otoriter bir devlet yapısı kurulmasını isterken darbeci askerlerin çoğunluğu ülkede hukukun ve düzenin yeniden sağlanması için yeni bir anayasa hazırlanmasından ve seçimlere gidilmesinden tavır aldılar.
Not: : Yazarın yer verdiği Türkçe demeç veya açıklamalarda, mümkün olduğunca orijinal metinlere yer verilmiştir.
Kurmay Albay Türkeş, Hindistan Yeni Delhi'de ki Türk büyükelçiliğine askeri ateşe olarak gönderilerek siyasi arenadan soyutlandı. Darbeci yönetiminde kalan diğer subaylar yeni bir anayasa oluşturdular ve anayasa Temmuz 1961' de yapılan referandumla kabul edildi.
Yaşamı boyunca kendisine ilham veren Pantürkizm vizonundan asla sapmayan Türkeş, 1963 Mayıs ayında Hindistan'dan döndükten sonra, subay arkadaşı Talat Aydemir 'le birlikte bir kez daha hükümeti devirme girişiminde bulundu. Darbe girişimi başarısız oldu ve ikili tutuklandı.
Aydemir ölme mahkûm edilirken Türkeş "kanıt yetersizliği nedeniyle serbest bırakıldı.
Türkeş, başarısız darbe girişiminden hemen sonra politikaya geri dönerek, önce sağcı Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'nin (CKMP) başına geçti, ardından, 1965'te sağcı Milliyetçi Hareket Partisi'ni (MHP) kurdu. MHP'nin kuruluşu Türkeş'in sonraki on yıllarda sahip olduğu güce de taban oluşturdu. Demokratik prosedürlere ve şiddet dışı çözümlere tamah etmeyen Türkeş, MHP'nin "Gençlik Örgütü" kisvesi altında, silahlı sağcı kuvvet Bozkurtlar'ı oluşturdu. Bozkurtlar isimlerini ve amblemlerini (Bozkurt başı), Pantürkizm hareketine uygun olarak, Asya'dan Anadolu'ya göç sırasında Türkler'e yol gösterdiği inanılan bozkurt efsanesinden alıyorlardı. Nüfusun yüzde 80'inin Türk etnik gruptan oluştuğu Türkiye'de, Kurmay Albay Türkeş, milliyetçi ve sağcı ideolojisiyle milyonlarca kişinin yüreklerinde ve akıllarında yer etmeyi başardı. Bozkurtlar'ı onaylamayanlar ise onlardan korkuyorlardı. Bozkurtlar bir gençlik örgütü olmaktan çok, Pantürkizm ülküsü uğruna şiddete başvurmaya hazır silahlı ve eğitimli adamlardan oluşan, pek de acıması olmayan bir şebekeydi. Örgütün resmi dergisi Bozkurt'ta yer alan 'Bozkurt Amentüsü'nde şöyle deniyordu."Biz kimiz? Bozkurtçularız! İdeolojimiz nedir? Bozkurt Türkçülüğü! Bozkurtçular neye inanır? Türk ırkının ve Türk milletinin, her ırktan ve her milletten üstün olduğuna.
Bu üstünlüğün kaynağı nedir? Türk kanıdır! Türk doğuştan mı üstündür? Türk doğuştan üstün ve kabiliyetlidir. Türk, zekâsını, yiğitliğini, askeri dehasını ve her hususta büyük kabiliyet ve istidadını kanından alır. Bu üstünlük kaybolabilir mi? Kötü idare ve kötü muhitin tesiriyle az alırsa da bu muvakkattir. Türk, kendi gelişmesini temin edecek iyi bir idare ve iyi bir muhit yaratır yaratmaz, bu üstünlüğü yeniden parlar. Bu üstünlük ne vakit büsbütün kaybolur? Eğer Türk'ün kanı, yabancı kanlarla bulanırsa Bu takdirde melez ve karışık kanlı olarak doğacak nesiller, Türk'ün maddi-manevi hususiyetlerini taşımazlar ve öz bir Türk gibi üstün soydan olmazlar... " Kökenini Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşüne ve Türklerin çeşitli ülkelere dağılmasına kadar dayandıran yazıda Pantürkist mücadeleye de vurgu yapılıyordu. "Bozkurtçular Türkçü müdür? Evet! Bozkurt Trükleri’nin mukaddes hedefi Türk devletinin 65 milyonluk bir nüfus haline geldiğini görmektir! Bunun için hangi haklı nedeniniz var? Bozkurtçular bu meseleyle ilgili ilkelerini uzun zaman önce açıklamıştır.
"Hakkın olan verilmiyorsa, kendin alacaksın!"
Bozkurtlar hedeflerine ulaşmak için özellikle şiddet kullanmaya yönlendiriliyordu "Savaş mı? Evet, gerekirse savaş." Savaş büyük ve kutsal bir tabiat ilkesidir. Bizler savaşçıların oğullarıyız. Bozkurtçu savaş, militarizm ve kahramanlığın, en yüce itibara ve methiyelere layık olduğuna inanır. CIA'nın Türkiye'deki gizli orduyu oluştururken kullandığı ve desteklediği hareket, işte bu milliyetçi faşist hareketti.
Batı Avrupa'da NATO gizli ordularının keşfedilmesinin ardından Türkiye'de, CIA irtibat subayı Türkeş'in kontrgerilla altında faaliyet gösteren gizli gölge orduyu ağırlıkla Bozkurtlardan oluşturduğu açığa çıkartıldı. Ancak gerek Bozkurtların sahip olduğu geniş halk desteği gerekse de 1990'lı yıllarda bile zorbalıklarını devam ettirmiş olmaları nedeniyle, Türkiye'den çok az kişi meseleyi açıkça dile getirme cesareti gösterebildi. Bu cesareti gösterenlerden biri subay Talat Turhan'dı. Talat Turhan 1960 darbesinde yer alan isimlerden biriydi. Dört yıl sonra ordudan Topçu Kurmay Yarbay rütbesiyle emekli edildi. Türk emniyet sisteminin en karanlık yıları hakkında konuşmayı sürdürdüğü için, 1971 darbesinden sonra ordu Turhan'ı ortadan kaldırmaya çalıştı ve kontrgerillanın işkencesine maruz kaldı. Daha o zamanlar Turhan şu açıklamada bulunmuştu: "Bu, NATO ülkelerinin gizli birimidir." Ancak 1970'lerin Soğuk Savaş konseptinde kimse Turhan' ı dinlemeye yeltenmedi.
Kontrgerilla işkencesinden sağ kurtulan Turhan, yaşamını kontrgerilla gizli ordusunu ve Türkiye'deki örtülü faaliyeti araştırmaya adadı. Ve konuyla ilgili üç kitap yayımladı. "1990'da İtalya'da NATO tarafından organize edilmiş CIA tarafından desteklenen Gladyo adlı bir yeraltı örgütü bulunduğu ve bu örgütün ülkede düzenlenen terör eylemlerle bağlantılı olduğu ortaya çıktığında, çok sayıda Türk ve yabancı gazeteci bana ulaşarak açıklamalarımı haber yaptı. Çünkü bu alanda 17 yıldır araştırma yaptığımı biliyorlardı. Turhan, Türkiye'deki faili meçhul cinayetler göz önüne alındığında kontrgerillanın faaliyetlerinin ve CIA, Türk istihbarat servisi ve Savunma Bakanlığı'yla bağlantılarının ivedilikle araştırılıp tüm detaylarıyla su yüzüne çıkarılması gerektiğini ısrarla vurguluyordu. Ancak üç askeri darbe yaşayan ülkede silahlı ordu, paramiliter güçler ve istihbarat servisinin Türk toplumunda eşi benzeri görülmemiş bir güce sahip oldğu herkesçe bilinen bir gerçekti; dolayısıyla kontrgerillayla i1gli hiçbir soruşturma yürütülmedi. Turhan "Türkiye'de Gladyo biçimindeki özel kuvvetler, halk tarafından kontrgerilla adıyla la bilinir" diye açıklıyor ve "tüm çabalarıma ve siyasi partilerin, demokratik kitle örgütlerinin ve medyanın girişimlerine karşın, kontrgerilla hala soruşturma altına alınmadı" diyerek Avrupa Birliği'ni konuyla ilgili soruşturma yürütmeye davet ediyordu.
Turhan, Bozkurtların kontrgerilla yapısına dâhil olduğuna, İstanbul'un Erenköy semtinde bulunan Ziverbey Köşkü'ndeki işkence odalarında, ilk elden tanık oldu.
Köşk, 1950'lerde eski Sovyet ülkelerinden, özellikle de Bulgaristan ve Yugoslavya'dan insanları "sorguya çekmek" için kullanılmaktaydı ve kontrgerilla, işkence teknikleri üzerine ilk eğitimini bu köşkte almıştı. Köşkün karanlık odalarında, izleyen yıllarda da, kontrgerilla tarafından öldürülen ya da sakat bırakılan yüzlerce insanın çığlıkları yankılandı. Turhan yaşadıklarının bir bölümünü, "İstanbul Erenköy'deki işkence köşkünde, MİT sorgu timi şefi emekli subay Eyüp Özalkuş 'un işkence timi gözlerime gözbağı taktıktan sonra ellerimi ve kollarımı bağladılar. Sonra bana 'artık Ordu üst yönetimi emrinde, anayasa ve yasalardan bağımsız faaliyet gösteren bir kontrgerilla biriminin ellerinde' olduğumu söylediler.
Bana beni bir savaş esiri gibi gördüklerini ve ölüme mahkûm edildiğimi' söylediler sözleriyle aktarıyordu. Turhan, içinde bulunduğu durumu, öncelikle yaşadığı travmatik deneyimi tanımlayarak kavramıştı. "Bu köşkte ellerim ve ayaklarım bağlı, bir yatağa zincirlenmiş vaziyette bir ay geçirdim ve bir anın tasavvur etmesi güç işkencelerden geçtim" diyordu. Turhan "Kontrgerilla ismiyle ilk kez bu koşullar altında tanıştım" diye açıklıyor ve ardından Bozkurtların kontrgerillaya doğrudan bağlı olduğunu belirtiyordu ve: "Kendilerine kontrgerilla diyen işkencecilerin çoğunluğu, Türk istihbarat servisi MİT' ten ve Bozkurtlardan çıkma adamlardı. Bu gerçekler meclisin gündeminde olduğu halde, bugüne kadar su yüzüne çıkarılmadı diyerek devam ediyordu.
Türk istihbarat servisi MİT'in ( Milli İstihbarat Teşkilatı) pek çok üyesi, Pantürkizm hareketi ve Türklerin ırksal üstünlüğünden aldıkları ilhamla kontrgerilla içinde faaliyet göstermekteydi ve Bozkurt dostlarından zorlukla ayırt edilebilir durumdaydı. Türkiye' deki gölge yapı araştırmasında, MİT ve kontrgerilla birimlerinin CIA sponsorluğunda kapalı bir kutu olan Özel Harp Dairesi komutasında faaliyet gösterdikleri, başka bir anlatımla kurumsal anlamda iç içe geçmiş iki yapı oldukları ortaya çıktı. Özel Harp Dairesi'nin eğitim ve komutasını üstlendiği, uygulaması ise MİT ve kontrgerillaya düşen özel harp metotlarının "açık ve sinsi faaliyetler" tanımı altında adam öldürme, bombalama, silahlı soygunculuk, şike, kötürüm hale getirme, adam kaçırmak suretiyle tedhiş ve olayları tahrik, misilleme ve rehinelerin alıkonulması, kundakçılık, sabotaj, propaganda ve yalan haber yayma, zorbalık ve şantaj" faaliyetlerini kapsıyordu.
MiT 1965'te Milli Amele Hizmeti (MAH) gizli servisi yerine kuruldu.
Her iki teşkilat da ağırlıkla ordu mensuplarından oluşuyordu ve CIA'ya aşırı derecede bağımlıydı. Soğuk Savaş sırasında MiT personelinin üçte biri silahlı kuvvetler mensuplarından, geri kalanı emekli subaylardan oluşuyordu. Genelkurmay Başkanlığı ya da Özel Harp Dairesi tarafından Seçilen MiT başkanı yasalar uyarınca silahlı kuvvetler mensubu olmak zorundaydı. CIA'mn gerek MİT ve diğer Türk istihbarat servisleri üzerinde kurduğu egemenlik gerekse de gizli yoldan siyasete müdahale etme yeteneği Soğuk Savaş süresince Türk sivil görevliler tarafından eleştiri konusu edildi.
Pentagon Sahra Talimnameleri'nde (Field Manuals, kısaca FM) -özellikle çok gizli FM 30-31 talimnamesinde- açıkça ABD gizli servisi ve Türk gizli servisi arasındaki yoğun işbirliği, ülke üzerindeki Amerikan nüfuzunun öncelikli bileşeni olarak gösteriliyordu. ABD gizli servis ajanları ve Özel Kuvvetleri için yazılan Sahra Talimnamesi'nde "İç savunma stratejileri bağlamında ABD askeri gizli servisi tarafından geliştirilen iç istikrar operasyonlarının başarısı, büyük oranda ABD personeliyle ev sahibi ülke personeli arasındaki anlayış düzeyine bağlıdır" deniliyordu. Talimnamede CIA'ya ve ABD'nin diğer gizli servislerine ev sahibi ülkedeki kirli işleri dikkat çekmeden yürütmeleri için lokal gizli servisi nasıl kullanacakları anlatılıyordu:
"ABD personeliyle ev sahibi ülke personeli arasındaki karşılıklı anlayış ne kadar yüksek olursa, ABD askeri gizli servisinin, problemlerinin çözümü için gerekli faaliyetlerde ev sahibi ülke gizli servisinin ajanlarını ikna etme ve harekete geçirme kabiliyeti de o kadar sağlam temellere oturtulmuş olur. Ev sahibi ülke gizli servisinde uzun süredir görev yapan ajanlar gibi kıdemli istihbarat mensuplarına yönelik angajman faaliyeti bu nedenle son derece önemlidir.
FM 30-31 direktifleri uyarınca Türk ve Amerikan askeri ile gizli servis kuvvetleri arasında kuvvetli ilişkiler geliştirildi ve Askeri Destek Programı ve Uluslararası Askeri Eğitim ve Terbiye Programı kapsamında 1950 ile 1979 yılları arasında tam 19 bin 193 Türk'e ABD tarafından eğitim verildi. FM 30-31 'de "Söz konusu servislerde uzun süredir görev yapan ajanlara yönelik angajman faaliyetinde özellikle üzerinde durulması gereken bir grup" olduğu ifade edilerek bu grup "ABD askeri eğitim programlarına aşina olan, özellikle de doğrudan Birleşik Devletler'de eğitim almış olan askerler" kategorisi altında tanımlanıyordu.
CIA, Türk gizli servis yapısına öylesine nüfuz etmişti ki MİT'in önde gelen mensupları dahi Beyaz Saray'a bağlı olduklarını kabul ediyorlardı.
MİT Müsteşar Yardımcısı Sabahattin Savaşman, 1977'de CIA hesabına casusluk yaptığı gerekçesiyle tutuklandıktan sonra yaptiğı açıklamada, böyle bir suçlamanın gülünç ve Türk güvenlik sisteminin en temel gerçeklerinden bihaber kimseler tarafından yapılabileceğini söylüyordu. Savaşman, "CIA'dan MİT'le birlikte çalışan en az 20 kişilik bir grup vardı ve bunlar MİT içindeki en yüksek organı oluşturuyorlardı" diye açıklıyordu. "Hem istihbarat alış verişini, hem de Türkiye içi ve dışındaki ortak harekâtlara dönük işbirliğini sürdürmekle görevliydiler." Savaşman işbirliğinin kendi görev süresi esnasında başlamadığını ısrarla vurguluyordu: "Bizim istihbarat servisimizle CIA'nın işbirliğinin geçmişi 1950'lere dayanıyor... Teşkilatın kullandığı bütün mekanik malzemeler CIA tarafından temin edilmiştir. Birçok personel Amerikalılar tarafından yurtdışındaki kurslarda eğitilmiştir. Teşkilat binası CIA tarafından kurulmuştur." Savaşmanın ifadelerinden CIA'nın Türkler'e işkence aletleri de verdiği ortaya çıkıyordu: "Sorgu odalarındaki tüm aletler, en basitinden en kompleks yapıdakilere kadar CIA' dan temin edilmişti. Bu çalışma içinde ben de vardım, oradan biliyorum." MİT personelinin "yıllardan beri CIA gibi çalışmakta ve "Amerikan Servisi hesabına görev almakta" olduğunu belirten Savaşman, özellikle vurguluyordu: "[Personel] yurt içi ve yurtdışındaki operasyonlarda ücret kabul etmektedir.
Gizli servisin Türk toplumunun tüm yapısına derinden nüfuz ettiğine" dikkat çeken gizli savaş uzmanı Çelik, "gizli servisler ağı Türkiye' deki en etkili güçtür... Çalıştırdıkları insan sayısı hiçbir zaman halka açıklanmamıştır. Ancak... Bir kaç yüz bin gibi bir rakama ulaşıldığı tahmin edilmektedir... 'diye açıklıyor. Türk emniyet yapısının tabi olduğu bu güçlü ABD nüfuzu nedeniyle CIA ve MİT harekâtlarına ilişkin nadir araştırmalar yapıldı. İstanbul'daki CIA istasyon şeflerinin belki de en güçlüsü olan 1932 doğumlu Duane Clarridge, 1997 yılında yayımlanan A Spy for All Seasons (Tüm Zamanların Casusu) adlı otobiyografisinde MİT ajanı Hiram Abbas'a hizmetleri nedeniyle özel bir yer biçiyordu. Clarridge, Abbas’ı "onunla iyi arkadaş olmuştuk, örgütlerimizden emekli olduktan sonra neredeyse kardeş gibiydik" sözleriyle anıyor ve devam ediyordu: "Hiram eşsiz biriydi Kendi döneminde, Türkiye'nin en iyi istihbarat memuruydu. Bu görüşü onu tanıyan bütün yabancı istihbaratçılar paylaşırdı. Sonunda, Türk istihbarat servisinin başkan yardımcısı oldu; bu göreve getirilen ilk sivildi."
Birleşik Devletler'de örtülü faaliyet operasyonları üzerine eğitim alan Abbas, bir MİT ajanı olarak adını ilk kez Beyrut'ta, İsrail gizli servisi Mossad'la yürüttüğü ortaklaşa operasyonlarla duyurdu. Abbas 1968 ile 1971 yılları arasında Filistin halkına yapılan sayısız kanlı saldırı içinde yer aldı. Müsteşar Yardımcısı Sabahattin Savaşman, duruşmada Abbas'ı "Lübnan'da CIA'yla beraber operasyonlara katılan, Onllardan yüklü ücret ve ikramiyeler temin eden, Filistin kamplarındaki solcu gençleri hedef alan faaliyetlerde gösterdiği başarı sonucu mükafatlandırılan bir kişi olarak tanımlıyordu. Abbas Türkiye'ye döndükten sonra CIA'yla yakın ilişkileri sayesinde MİT hiyerarşisi içinde hızla yükseldi ve hassas terör operasyonları yürütmeyi sürdürdü. Akıl hocası CIA istasyon şefi Clarridge İtalya'daki CIA istasyon şefliğine atandıktan sonra bile yükselişi devam etti.
Clarridge 1981' de Başkan Reagan ve CIA şefi Bill Casey emri altında çalışmaya başladığı sırada dahi Abbas'la irtibat halindeydi. O sıralarda CIA genel merkezi Latin Amerika masasında görev li olan Claridge ABD'nin Nikaragua'daki Kontralar'a sunduğu destekle ilgileniyordu.
İran Kontra skandalı sırasında Clarridge, Amerikan Kongresi önünde yaptığı açıklamada bu faaliyetle ilgili yalan ifadeler vermişti.
Türk CIA ajanı Abbas'ın kilit rol oynadığı Türkiye'deki gizli operasyonlardan biri, 30 Mart 1972'deki Kızıldere olayıydı. Abbas harekâtı, daha sonra MİT karşı istihbarat dairesi başkanlığına getirilecek olan MİT ajanı Mehmet Eymür’le birlikte yönetti. Eymür olayı şöyle aktarıyor: "28 Mart saat 10.00 civarında Ünye'ye ulaştık. Öğleden sonra MİT Müsteşarı Korgeneral Nurettin Ersin, Ankara Bölge Daire Başkanı ve Ankara Bölge'den 6-7 kişilik bir ekip ile birlikte Ünye'ye geldi. Müsteşar gerekli temaslarda bulunarak sorgulamanın MİT mensuplarınca yapılmasını, Jandarmanın ise alınan sonuçlarla koordineli olarak yakalama ve baskın işlerini yürütmesini emretti."
Eymür emri verilen sorgulama işlemleri sırasında gözaltına alınanların "bir an önce netice almak için biraz fazla hırpalanmış" olduklarını belirterek, aranan solcu militanların kesin yerlerini öğrenmek için işkenceye başvurulduğunu yumuşak bir dille aktarıyordu.
Sorgulama sonucu yerleri tespit edilen militanlar arasında Mahir Çayan'da bulunmaktaydı. Eymür, "çayan ve arkadaşları marşlar söylemeye ve zaman zaman askerlere laf atmaya başladılar" diye devam ediyor. "Bizi sivil pantolonlarımızdan tanımışlar. 'Sam amcanın adamları', 'Faşist MİT'çiler' gibi sözlerle bizleri kızdırmaya çalışıyorlardı. Aramızda 150-200 metre kadar mesafe vardı. Biz de onlara cevap veriyorduk.
-Erlere ise dokunaklı laflarla tesir etmeye çalışıyor, faşist subayların emriyle hareket etmemelerini telkin ediyorlardı.
-Ardından başlatılan katliamda dokuz solcu militan öldürüldü.
Türkiye'nin bazı en büyük problemlerini çözmek için şiddetin şart olduğuna kani Mehmet Eymür, daha sonra kitaplaştırdığı anılarında Ziverbey Köşkü'ndeki sorgulamalar sırasında uygulanan işkencelerde ne kadar başarılı olduklarını da gururla anlatıyordu.
Türk militan sol hareketi öcünü sam Amca'nın adamı" Abbas'ı öldürerek aldı.
Eski CIA istasyon şefi Clarridge, Abbas’ın mezarını ziyaret etmek için bir daha Türkiye'ye geldi. Türk kontrgerilla uzmanı Çelik'e göre, ABD her ne kadar Türk Kontrgerillası'nın yaratıcısı ve MİT ile Özel Harp Dairesi’nin sponsoru olsa da, Beyaz Saray'ın Soğuk Savaş boyunca Türkiye' deki gizli askeri kuvvetler üzerinde mutlak bir hâkimiyete sahip olduğunu söylemek mümkün değildir. Çelik "Kontrgerillayı sadece ABD tarafından verilen emirlere itaat eden salt ABD ürünü bir yapı olarak tanımlayarak, konuyu fazlasıyla basite indirgemiş oluruz''demektedir.
Türk gizli askerlerinin hemen hepsini ortak bir paydada birleştiren Pantürkizm ideolojisi nedeniyle, NATO'nun Türkiye' de ki gizli gölge ordusu, Batı Avrupa ülkelerindeki diğer gölge; şebekelerle kolay kolay karşılaştırılamayacak bir karaktere sahiptir. Çelik "Türk kontrgerillasının diğer NATO ülkelerinde ki ordularla bir tutulamayacağına" dikkat çekiyor. "Bunları aynı tanım içinde ele alarak meselenin gerçek boyutlarının uzağına düşeriz" diyen Çelik, her şeyden önce birimin zorbalığının ve kurumsal anlamda devlet yapısıyla iç içe geçmişliğinin hafife alınmış olacağını, "çünkü Türkiye'de kontrgerillanın tüm devlete nüfuz etmiş bir mekanizma olduğunu vurguluyor. Aynı meseleye bir başka açıdan yaklaşan Türk Savunma Bakanı General Hasan Esat Işık, Beyaz Saray'ın sahip olduğu nüfuza dikkat çekerek milli egemenliğe AB sponsorluğundaki kontrgerilla aracılığıyla darbe vurulmasını sert bir dille eleştiriyordu:
Fikir planında geçerli ve doğru. Kontrgerilla her ülkede var.Yalnız şu durumlar var.
1- Fikri ABD vermiş.
2- Finansmanını yapmış.
3- Bu örgüte sızmalar olmuş.
Bu sızmalar, Pentagon'dan başlar CIA'nın sızmasına kadar sürer. Yabancı bir milletin Türkiye'deki örgütleri denetlemesi, etki etmesi ve şekillendirmesine müsaade edilmesi noktasına nasıl gelinebilir, bunu anlamak mümkün değil.
Kontrgerilla ordusu Türkiye içinde ve dışında pek çok yerde eğitim aldı.
Paramiliter eğitim merkezleri arasında Ankara, Bolu, Kayseri, İzmir yakınlarındaki Buca, Çanakkale ve 1974'ten sonra Kıbns'taki okullar bulunuyordu. Bolu'daki dağ komando su okulunda, Vietnam savaşı hazırlıkları yürüten Yeşil Berelilerle ABD Özel Kuvvetleri subayları kontrgerillayla birlikte eğitim aldılar. Bazı seçilmiş kontrgerilla askerleri ABD 'ye giderek Amerika Okulu'nda (School of Amerika -SOA) eğitimden geçtiler. 1946'da Panama'da açılan 'Özel Kuvvetler ve teröristlerin eğitim merkezi SOA 1984'te Atalanta'nın 85 mil güneyinde bulunan Georgia'daki ABD Ordusu Fort Benning'e taşındı. Gölge askerlerin yanı sıra yaklaşık 60 bin Latin Amerikalı eri de eğitimden geçiren okul, şiddet üretim merkezi olarak dünya çapında ün kazandı. SOA’da üç yıl eğitim veren ABD'li Binbaşı Joseph Blair sonraları o yılları pişmanlıkla anacaktı: "Erlere insanları yakalayıp bir otobüsün arkasına atabilecekleri ve kafalarının arkasından vurabilecekleri öğretiliyordu.
Avrupa'dan SOA'ya gelen gizli askerler eğitim sırasında ideolojik propaganda çalışmasına da tabi tutuluyordu. Gizli ordu araştırmacısı Çelik, gizli askerlere "komünistlerin saldırganlık ve yıkıcı faaliyetlerini tanıtan filmler" gösterildiğini belirtiyor. ABD'deki SOA terör eğitim merkezinin, öğretilen metotlar açısından, Usame Bin Ladin'in Afganistan'daki El-Kaide terör eğitim merkezleriyle birebir aynı olduğu belirtilerek, Yeşil Bereliler komutasında Meksika sınırındaki Matamoros'ta patlayıcı kullanımını öğreniyorlardı; onlara birini sessizce nasıl öldürecekleri, bıçaklayacakları ya da boğacakları öğretiliyor deniliyordu. Eğitim talimnameleri arasında, Pentagon gizli servisi DIA'da görevli terörizm uzmanları tarafından yazılan ve çeşitli dillere çevrilen ünlü Sahra Talimnamesi 30-31 ile ekleri FM 30-31 A ve FM 30-31 B'de bulunmaktaydı. Yaklaşık 140 sayfalık talimnamede sabotaj, bombalama, öldürme, işkence, terör ve sahte seçim alalarında yürütülebilecek faaliyetlerle ilgili kesin dille yazılmış tavsiyeler bulunuyordu. FM 30-31 'de bulunan belki de en dikkat çekici tavsiyede, gizli askerlerden barış zamanlarında şiddet eylemleri gerçek leştirip suçu komünist düşmanın üzerine atarak korku ve alarm durumu yaratmaları isteniyordu.Talimname gizli askerlere, alternatif bir yol da gösteriyordu; sol hareketlerin içine sızılarak şiddet eylemlerini bizzat onların gerçekleştirmesi de sağlanabilirdi. Talimnamede, bu tür yanlış yönlendirme operasyonlarına ihtiyaç duyulacak ortam "Ev Sahibi Hükümetleri'nin komünist yıkıcı faaliyetler karşısında edilgenlik ya da kararsızlık gösterdiği ve yeterince hızlı davranamadıklarında ABD gizli servisleri tarafından kanaat getirilen zamanlar da olabilir" cümlesiyle tanımlanıyordu. ABD ordusu istihbaratı, gerek ev sahibi ülke hükümetini gerekse halkını, ayaklanma tehlikesinin gerçekliği konusunda ikna edecek özel operasyonlar yürütme kabiliyetine sahip olmalıdır.
Bu hedefe ulaşmak amacıyla ABD ordusu istihbaratı, özel olarak görevlendirilmiş ajanlar vasıtasıyla isyancı harekin bizzat içine girmeli, bu ajanların görevi isyancıların en radikal öğeleri arasından seçilmiş özel faaliyet grupları oluşmak olmalıdır." Düşman hareketine sızan ajanlar daha sonra şiddet eylemlerine ağırlık verecek, bu da düzenli kuvvetler ve kontrgerillanın harekete geçmesine neden olacaktı. "İsyancıların liderliğine ajan sokma başarısı gösterilemiyorsa, yukarıda belirtilen hedeflere ulaşmak amacıyla aşırı solcu örgütleri gerçekleştirilecek faaliyete alet etmek de faydalı olabilir. FM 30.231' de Pentagon bağının hiçbir koşul altında açığa çıkmaması gerektiği özellikle ve açıkça vurgulanıyordu:
Bu özel operasyonlar sırasında katı gizlilik kuralları uygulanması şarttı. ABD ordusunun söz konusu müttefik ülke iç işlerine müdahalesinden sadece ve sadece devrimci ayaklanmaya karşı faaliyet gösteren kimseler haberdar olmalıdır. ABD askeri kuvvetlerinin müdahalesinin daha derinlere uzandığı gerçeği hiçbir koşul altında ortaya çıkmamalıdır. PM 30-31 ve eklerindeki 'gereken kadarını bil' ilkesi, talimnamelerin kopyalarının "sadece dağıtım listesinde adları belirtilen insanlarla sınırlı tutulması" katı koşulunu zorunlu kılıyordu. En iyisi yazılı hiçbir delil bırakmamaktı "Mümkün olduğu sürece, bu ekte belirtilen detaylı bilgiler sözlü olarak aktarılmalıdır. Bunun son derece hassas bir konu olduğu vurgulanmalıdır.
Ancak hiçbir sır sonsuza kadar sır olarak kalamaz.
1973'te Barış gazetesi Türk toplumunu felce uğratan esrarengiz şiddet olaylarının ve vahşetin ortasında PM 30-31 talimnamelerini yayınlayacağını duyurdu. Ancak gizli talimnameyi ele geçiren Barış muhabiri ortadan kayboldu ve bir daha kendisinden haber alınamadı. İki yıl soma Talat Turhan, var olan açık tehlikeye karşın çok gizli PM 30-31 'in Türkçe çevirisini yayımladı; ardından ABD'nin bu terör talimnamesi İspanya ve İtalya'da da yayımlandı.
Gizli NATO ordularının tüm Avrupa'da açığa çıkartılması sonrası, araştırmacılar FM 30-31 ile gölge ordular arasındaki doğrudan bağ üzerinde çalışmaya başladı.
Allan Francovich, BBC için hazırladığı Gladyo belgeselinde üst düzey ABD'li yetkililere PM 30-31 B 'nin bir kopyasını gösterdi. 1960'lı yıllarda CIA İstihbarat Başkan yardımcılığı görevinde bulunan Ray Cline, "bu güvenilir bir belgedir" sözleriyle belgenin varlığını teyit ediyordu.
1973'ten 1976'ya kadar CIA şefliğini yürüten ve Gladyo Operasyonu'yla hem genel anlamda hem de ülkesel bazda içli dışlı olan William Colby, kamera karşısında ülkesinin karanlık yüzüyle karşı karşıya gelmekten kaçınarak "hiç duymadım" demekle yetiniyordu. CIA propaganda uzmanı Michael Ledeen de hassas belgeyi reddedenler arasındaydı ve bu bir Sovyet oyunu olduğunu iddia ediyordu. Öte yandan İtalyan Özgür Masonlar örgütü üyesi ve antikomünist P2 lideri Licio Gelli, Francovich' e dürüstçe bir açıklamada bulunuyordu: "Bunu bana CIA vermişti."
12 Mart 1971' de Türk ordusunun sağ kanadı bir muhtıra yayınlayarak İkinci Dünya Savaşı sonrası ülkedeki ikinci askeri darbeyi gerçekleştirdi ve ardından Türkiye'de cumhuriyet tarihinin o zamana kadar gördüğü en zorba döneme girildi. Darbeyi izleyen on yıla, ordu ve politik sağ koruması altındaki kontrgerilla, Bozkurtlar ve MİT'in sol siyaseti bitirme girişimiyle başlattığı aşırı şiddetli çarpışmalar damgasını vurdu ve ülke resmen bir iç savaşın eşiğine geldi. Tahmini rakamlara göre, 1970'lerdeki terör olaylarında, çoğunluğu sağcı komandolar tarafından düzenlenen terör saldırıları ve cinayetler sonucu ölenlerin sayısı 5 bin civarındaydı. 1978 yılına ilişkin bir istatistiğe göre, o yıl 3 bin 319 faşist saldırı gerçekleştirildi; bu saldırılarda 831 kişi öldürüldü, 3 bin 121 kişi Yaralandı. İzlemciler, Hava Kuvvetleri'nin 1971 darbesi öncesi ve dokuz yıl somaki üçüncü darbe öncesi Washington' a bir temsilci gönderdiğini kaydediyor. 1971 darbesi arifesinde Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur, 1980 darbesi arifesinde de Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya Washington'a birer ziyaret gerçekleştirmişti. Dönemin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil (1965- 1971 ve 1975-1978 yıllan arası bu görevde bulundu), daha sonraları darbeyi şöyle tanımlayacaktı:
"12 Mart'ta CIA vardır. Büyük ölçüde vardır.12 Mart, haşhaş vardır. CIA, Papadopulos'da vardır. CIA, Gizikis'de vardır. CIA'nın nasıl hareket edeceği tahmin edilemez.
Türkiye, kendi istihbarat gücünü kuvvetlendirmek için, İsrail istihbaratı ile Amerikan istihbaratı ile İran istihbaratı ile daimi ve organik münasebetler içindedir. Bunlar, gizli gizli her sene kendi şefleriyle toplanırlar. Washington'da, Tahran' da, Telaviv' de (istihbarat) mübadelesi yaparlar. Organik bağları bulunmayan, fakat inandıkları başka istihbarat örgütlerinden de istişari mütalaa alırlar. Şimdi, istihbaratçılar Amerikalılar 'la organik münasebetler içinde olduğuna göre, Amerikalı, 'şu adam benim adamım, şunu yerleştirelim solcuların arasına' diye rahatça işbirliği yapabilir. İstihbaratçılık alanında bu iş rahat yapılabilir. Sonra, hiçbir istihbaratçı, herhangi bir haberi her yere götürmez. Dışişleri Bakanına başka söyler, Devlet Reisi'ne başka söyler, Genelkurmay Başkanına başka söyler. İstihbarat bünyesindeki profesyonel dejenerasyon, her hareketin tesiri altındadır. İstihbaratçı, kendi gözünde çok mühim adamdır. Herkesten çok mühimdir... Her şeye de kadirdir. Bu kompleks istihbarat işiyle uğraşanların hepsine, en başından kahvecisine kadar aynıdır. Onun için Dışişleri Bakanıyken, istihbaratçıların, Bakan ve Genel sekreter dışındaki Dışişleri memurlarıyla temas etmesini men etmiştim. Şimdi nasıl yapar CIA? CIA yapar, organik bağlarıyla yapar. Sözünü ettiğim psikoloji vardır istihbaratçı arasında. Benim istihbarat şefim, kendisi farkında bile olmadan CIA benim altımı oyar. Elinde imkân var adamın. Onun için hiç şaşmam, aramam da, bulamam ki; nasıl yaptı, bulamam.
Emekli Albay Talat Turhan, Özel Harp Dairesi kontrgerilla ve MİT'in Birleşik Devletler katkısıyla kurulmasına dikkat çekiyor; bu yapıların üyelerinin FM 30-31 doğrultusunda eğitimden geçirildiğini de vurgulayarak, ABD'yi 1970'lerde Türkiye'yi kıskacına alan zorbalığı körüklemekle suçluyordu. Turhan, "Kanımca çoğunluğu anayasa ve yasalarla bağdaşmayan bu yönergede işaret edilen öneriler 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbelerinin ardından neredeyse tamamen yürürlüğe konmuştur" eleştirisini getiriyor ve devam ediyordu.Yönergeler anayasamızla çelişmektedir ve Amerikan gizli servisinin ülke iç işlerine müdahale ettiği açıkça kanıtlamaktadır Kontrgerilla gölge ordusu operasyonlarını yaygınlaştırdığı da, hükümeti 1973'te devralan Başbakan Bülent Ecevit kendi ifadesiyle "tamamen tesadüf eseri" gizli kuvvetten haberdar edildi.
Ecevit daha sonraları, 1974'te dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar'ın, ABD desteğinin kesilmesi nedeniyle, "acil bir ihtiyaç için Başbakanlık'ın örtülü ödeneğinden bir kaç milyon dolar istemesiyle" başlayan ve kendisini "dehşete düşüren" bilgilendirilme sürecini şöyle aktaracaktı. "O yıllarda milyonlar büyük paraydı ve benden istenen miktar da örtülü ödenekteki paranın tümüne yakındı. Genelkurmay'dan bu paranın ne amaçla istendiğini sormak zorunda kaldım. 'Özel Harp Dairesi için istiyoruz' yanıtı geldi.
"Öyle bir resmi dairenin, o zamana kadar adını bile duymamıştım. 'Şimdiye kadar bu dairenin giderleri nereden karşılanıyordu?' diye sordum. O zamana kadar bu dairenin tüm giderlerini bir gizli ödenekle ABD'nin karşıladığı; ancak artık ABD'nin bu parasal katkıyı kestiği, o nedenle başbakanlığın örtülü ödeneğinden para istemek zorunda kalındığı bana bildirildi. Özel Harp Dairesi'nin nerede bulunduğunu sordum. 'Amerikan Askeri Yardım Heyeti ile aynı binada' yanıtını aldım. Aldığı yanıt nedeniyle "hayrete düşen ve kaygılanan" Ecevit, ordudan söz konusu dairenin işlevleri ve kuruluş biçimi hakkında bilgi istemiş, bunun üzerine kendisine bir brifing verilmişti. "Öz sunuş (brifing) toplantısına rahmetli Milli Savunma Bakanı Hasan Esat Işık'la birlikte katıldım. Bilgi vermek üzere de rahmetli Genelkurmay başkanı Semih Sancar'la, o sırada Özel Harp Dairesi Başkanı olduğunu öğrendiğim General Kemal Yamak ve bir-iki subay katıldı. Ecevit brifingde anlatılanları özetle şöyle aktarıyordu; "Özel Harp Dairesi, Türkiye'nin veya bir kısım topraklarımızın düşman istilasına uğraması' durumunda, istilacılara karşı gerilla yöntemleriyle ve her türlü yeraltı etkinliğiyle mücadeleye hazırlanmak üzere kurulmuştu.
"Adları gizli tutulan bazı 'vatansever gönüllüler' de Özel Harp Dairesi'nin sivil uzantısı olarak çalışmak üzere ömür boyu görevlendirilmişlerdi. Gereğinde bu gönüllü sivil vatanseverlerin kullanmaları için de, Türkiye'nin bazı yerlerinde gizli silah depoları oluşturulmuştu.
Brifingde verilen bilgiler çok gizli olduğu için; o acı devlet sırrını bir zehir gibi içimde saklamak zorunda kaldım" diyen Ecevit'in kaygılarının ne kadar doğru olduğu zamanla ortaya çıkacaktı. 1977 yılında Türkiye' de büyük bir katliam yaşandı. 1970'lerin terör yılları boyunca Türkiye'deki işçi sendikaları konfederasyonları uluslararası işçi günü 1 Mayıs 'ta Taksim Meydanı'nda büyük eylemler gerçekleştirmişlerdi. 1976'da süregelen ve artan terör olaylarına karşın eyleme 100 bin kişi katılmış ve barışçıl bir gösteri yapılmıştı. 1977' de ise meydanı 500 bini aşkın eylemci doldurmuştu. Dehşet saatleri gün batımında, konuşmacıların bulunduğu platforma, meydana hâkim konumda bulunan Sular İdaresi'nin duvarları üzerinde ve İntercontinental Otel'in çatısında mevzilenmiş meçhul kişiler tarafından kalabalığa ateş açılmasıyla başladı. Kabalık panikledi ve yaşanan olaylarda otuz sekiz kişi öldü yüzlerce insan yaralandı. Silah atışı 20 dakika boyunca devam etmiş, ancak alanda bulunan bir kaç bin polisten hiç biri müdahale etmemişti.
CIA istasyon şefi Clarridge'le "kardeşten öte" bir ilişkisi olan Türk CIA ajanı Hiram Abbas 1 Mayıs katliamında bizzat yer almıştı. İntercontinental Otel, Şili'de 1973'te Allende hükümetine karşı girişilen darbenin de finansörlerinden olan ITT grubuna aitti. 1 Mayıs'tan üç gün önce otelin tüm müşterileri boşaltılmış ve yeni rezervasyonlar kabul edilmemişti. 1 Mayıs günü otele yabancı bir grup geldi. Katliamdan otel başka bir şirket tarafından satın alınarak ismi "The Mamara" olarak değiştirildi. Soruşturma sırasında, video ve ses kayıtları birdenbire ortadan kayboldu. O sırada Başbakanlık koltuğunu Süleyman Demirel'e devretmiş olan ve ana muhalefet partisi lideri olarak mecliste bulunan Bülent Eevit katliamın hemen ardından Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ü ziyaret ederek kendisine Özel Harp Dairesi'yle ilgili bilgileri aktarmış ve terör eyleminde gerillanın parmağı olduğundan şüphelendiğini bildirmişti.
Korutürk meseleyi Başbakan Süleyman Demirel'e açmış. Ancak Demirel iddiayı ciddiye almadığı gibi "büyük bir tepki de göstermişti.
1978' de yeniden başbakanlık koltuğuna oturduktan sonra da Özel Harp Dairesi 'nin "sivil uzantısı ve gizli silah depolarının" izini sürmeye devam eden Ecevit, kuşkularını doğrulayan bir anıyı da aktarıyordu: "1978-1979'daki Başbakanlığım sırasında bir Doğu ilçemizi ziyaret ederken, oradaki Askeri birliğin komutanı olan generalle görüşüyordum. Kendisinin bir ara Özel Harp Dairesi'nde çalışmış olduğunu öğrenince, kuşkularımı belirterek, kendisinden bilgi almaya çalıştım. Generalin kuşkularımı yersiz bulması üzerine bir soru yönelttim: 'Farzımuhal, bu ilçedeki Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Başkanı aynı zamanda Özel Harp Dairesi'nin sivil uzantısındaki gizli elemanlardan biri olamaz mı? General, 'Evet öyledir, ama kendisi çok güvenilir vatansever bir arkadaşımızdır' yanıtını verdi. Aynı dönemde Albay Türkeş'in sağcı partisi MHP, kontrgerilla, Özel Harp Dairesi ve terör olayları arasındaki bağlantıyı araştırmaya başlayan bir isim daha vardı. Ankara Cumhuriyet Savcısı Doğan Öz. Araştırma sonrası hazırladığı nihai raporda Öz, "Bütün bu çalışmalar içinde askeri ve sivil güvenlik güçleri vardır. Kontrgerilla, Genel Kurmay Harp Dairesi'ne bağlıdır" diyor ve ekliyordu: "Kontrgerilla il ve ilçelerde, seferberlik işlemini yürüten kurum olarak askerlik şubelerince yönetilmektedir. Bu konuda en çok, aşamalı eğitimden geçen astsubaylar kullanılmaktadır. Sivil güvenlik güçleri içinde Mit elemanları ve 1. şube görevlileri kullanılmaktadır. Çeviride 17 Kasım 1990 tarihli Cumhuriyet gazetesi haberinden yararlanılmıştır. Çeviride, 28 Kasım 1990 tarihinde Milliyet gazetesinde yayınlanan röportajdan yararlanılmış, söyleşi daha ayrıntılı aktarılmıştır.
"Her iki kesimin de "Gerillaya karşı eğitim, ideolojik eğitim ve halk içinde gelişme ve halktan kadrolar oluşturma eğitiminden" geçirildiğini belirten Öz, "goşist sol hareketleri de bunların yönlendirdiğinden, ardından bunlara karşı savaşım vererek tabanı kazandıklarından ve demokrasi karşıtı eğilimleri geliştirip örgütlediklerinden" kuşku duyduğunu vurguluyordu. Öz devamla "Bütün bu çalışmalar, siyasal planda MHP ve onun kadrolarınca yönetilmektedir" diyordu. Doğan Öz raporda, söz konusu karmaşık yapılanmanın geniş halk kitleleri içindeki örgütlenme biçimine ilişkin bulgulara da yer veriyordu:
Geniş halk kitlelerine girmeyi de AP'nin şemsiyesi altında MHP ve onun yan örgütleri olan Ülkü Ocakları, Ülkü-Bir, Ülkücü Teknik Elemanlar, İşçi Sendikaları (MİSK), bazı işveren kuruluşları ve esnaf dernekleriyle gerçekleştirme çalışmaları içinde görünmektedirler.
Ortaöğretim kurumları, yüksek öğretim kurumları, yurtlar, işyerleri gibi kurum ve kuruluşlarda, gizli örgütlerce yönlendirilenler OBA-OCAK-SANCAK gibi hiyerarşik örgüt yapısıyla çavuştan başlayarak Albaylığa kadar rütbeli biçimde etkinlik göstermektedirler. Legal yan kuruluşlarda başarılı görülenler illegal çalışmalara yönelmektedirler. Bunlar bu işi aynı zamanda 10 bin Türk Lirasından başlayarak ayda 30-40 bin Türk Lirası'na varan aylık ücretler karşılığında yapmaktadırlar."
Öz devamla bu ücretlerin karşılanmasını sağlayan mali kaynakları sıralıyordu.
-a. Okul ve yurtlardaki öğrencilerden alınan ayda 50 TL’lik ödentilerle bağışlar,
-b. Mahalle esnafından ve küçük zanaatkârlardan alınan bağış ve ödentiler,
-c. İşe yerleştirilenlerden alınan rüşvetler ya da maaşın belli miktarı,
-d. Mahalle arasında evlerden toplanan bağışlar.
-e. Devlet ihalelerinden alınan yüzdeler,
-f. Silah, afyon kaçakçılığı ile beyaz kadın ticaretinden vurulan vurgunlar,
-h. Bazı iş çevrelerinden alınan bağışlar,
-i. CIA, AID ve SAVAK gibi kuruluşlardan yapılan desteklemeler.
Sol dergisinden alıntı. Mart 2005
Bu çok gizli sırrı açığa çıkartan Savcı Doğan Öz, 24 Mart 1978' de uğradığı suikast sonucu yaşamını yitirdi. Katili ülkücü İbrahim Çiftçi' nin yargılanması tam yedi yıl sürdü ve bu süre içinde Ankara Sıkıyönetim 1 No'lu Askeri Mahkemesi dört kez Çiftçi'ye oybirliği ile ölüm cezası verdi. Karar her defasında Askeri Yargıtay tarafından bozuldu. Yerel mahkeme son kararda şu kaydı düşerek davayı kapattı. "Sanık İbrahim Çiftçi’nin, Doğan Öz'ü taammüden öldürdüğü mahkememizce sabit görülmüştür. Ancak Askeri Yargıtay Daireler Kurulu kararları mahkememizi bağlayıcı nitelikte bulunduğundan... Sırf bu hukuki zorunluluk nedeniyle sanık İbrahim Çiftçi’nin beraatına. Karar verilmiştir. İbrahim Çiftçi' Avukatı tüm yargılama boyunca müvekkilinin "normal" Vatandaş olmadığını dile getiriyordu. Serbest bırakılan Çiftçi son olarak 1997 yılında MHP genel başkanlığına adaylığını koydu.
1970'lerde kontrgerillanın bilinen en kötü üne sahip üyesi ise Bozkurtçu Abdullah Çatlı' dır. Sokak çeteleri vahşetinden mezun olan Çatlı, doğrudan Özel Harp Dairesi emrinde faaliyet gösteren kontrgerillanın üyesi olarak Bozkurtlar'ın acımasız tatbikçilerinden biriydi. 1971 askeri darbesinin ardından Çatlı hızla emir komuta zincirinin üst basamaklarına tırmandı ve 1978'de ikinci adam haline geldi. Aynı yıl, polis Çatlı'nın yedi solcu öğrencinin öldürülmesiyle bağlantılı olduğunu ortaya çıkarması üzerine yeraltına çekilmek zorunda kaldı. Çatlı diğer sağcı teröristlerin de yardımıyla İtalyan sağ kanat terörist Stefano Delle Chiaie'yle irtibata geçti ve ikili birlikte Latin Amerika ve Birleşik Devletler'i gezdi. Türkiye ve yurt dışındaki terör operasyonlarında ciddi roller üstlenen Çatlı, Türk elit kesimi içinde mükemmel bağlantılara sahipti. 3 Kasım 1996' da Türk devletinin üst düzey yöneticilerle birlikte yolculuk ederken Susurluk yakınlarında geçirdiği trafik kazası sonucu öldü. Korkulan bir başka Bozkurt mensubu da Haluk Kırcı'ydı. Kırcı, grup içinde, 1970'lerde binlerce kişiyi katleden Uganda diktatörüne atfen "İdi Amin" lakabıyla biliniyordu. 20 yaşında Ankara Üniversitesi'nde öğrencilik yaptığı sıralarda bile Alpaslan Türkeş'in antikomünist Pantürkist ideolojisinin sadık takipçilerinden biri olan Kırcı, 8 Ekim 1978'de Türkiye İşçi Partisi (TİP) üyesi yedi öğrencinin öldürüldüğü Bahçelievler Katliamını gerçekleştirenlerden biriydi. Toplu katliam suçuyla uluslararası düzeyde arananlar listesinde bulunan Kırcı daha sonra pişmanlık yasasından yararlanmak amacıyla verdiği ifadede katliamı şöyle anlatacaktı: "Eve girdiğimizde içeride beş kişi vardı. Sonradan iki kişi daha geldi... Bunları alıp arabaya götürdük... Arabayı durdurup ikisini dışarı çıkardık, yol kenarındaki tarlanın içine götürüp yüzükoyun yere yatırdık. Her ikisinin de kafasına üç kurşun Sıktım. Sonra eve geri döndüm. Diğer beş kişi baygın vaziyette yerde yatıyordu... Önce bir tanesini telle boğarak öldürmeyi denedim, ama işe yaramadı. Sonra yüzüne havlu bastırarak öldürdüm... Diğer dördünün üzerine silahımı boşalttım. Ülkücü lider Çatlı'nın arabası 1996'da Susurluk'ta kaza geçirdiği esnada Kırcı, yandaki bir grup korumayla birlikte Çatlı'nın Mercedes'ini takip ediyordu. Çatlı'nın Mercedes de sıkıştığını gören Kırcı panikleyerek Ülkücü hareketin tüm önde gelen isimlerine telefon açmış ve yardım istemişti. Şef ağır yaralı. Ölüyor." Boşuna. Çatlı öldü ve Kırcı Bozkurt1ar'ın liderliğini aldı.
Bozkurtlar'ın ve kontrgerillanın en az Çatlı kadar ünlü bir başka üyesi de arkadaşı Mehmet Ali Ağca'ydı. 13 Mayıs 1981'de San Peter's Meydanı'nda Papa II. Jean Paul'e suikast girişiminde bulunan Ağca, böylelikle dünya çapında bir üne sahip oldu. Saldırıda ağır yaralanan Papa hayatta kalmayı başardı. 1970'lerin ikinci yarısındaki öğrencilik yılları ' boyunca iyi bilinen faşist militanlar arasında sayılan Ağca en hafif şiddet eylemlerinden birinin, bir yurt baskını sırasında iki öğrenciyi ayaklarından vurması olduğu belirtiliyor. Teröist çevrelerde, solcuların defalarca kendisini öldürmeye çalıştığı, ancak başaramadığı kulaktan kulağa dolaşan efsaneler arasındaydı. Ağca, Çatlı'yla birlikte 1 Şubat 1979'da Türkiye'nin en saygıdeğer yazı işleri müdürü Abdi İpekçi'ye düzenlenen suikastta yer aldı. İpekçi, Türk sağının terör bağlantıları ve bu teröre yönelik CIA desteğiyle ilgili ciddi araştırmalar üzerine odaklanmıştı. Kendisinin CIA istasyon şefi Paul Henzo'yu şiddeti durdurmaya çağırdığı da ifade ediliyordu. İpekçi, devletin en karanlık sırlarını ve vahşetin asıl kaynağını açıklarken hayatını riske atan Türk gazetecilerden biriydi. Bu cesur gazetecilerden biri de Uğur Mumcu'ydu. Mumcu'ya Ziverbey Köşkü'ndeki işkence seansları sırasında şu bilgi veriliyordu: "Biz kontrgerillayız. Bu devletin Cumhurbaşkanı bile bize dokunamaz." Uğur Mumcu, Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde kontrgerilla ile ilgili bilgileri açığa çıkartmaya devam etti; 1993'te arabasına konulan bir bombayla katledilene kadar.
İpekçi suikastının ardından Ağca tutuklanarak suçunu derhal kabul etti. Ancak mahkemede "olayın gerçek sorumlularının" isimlerini vereceği tehdidini savurarak gerekli yerlere gerekli sinyalleri gönderdi. Ertesi gün bir grup ülkücü Ağca'nın bulunduğu yüksek güvenlikli cezaevinin sekiz kontrol noktasını da geçerek, ünlü teröristi kaçırdı. Çatlı 1985 yılı Eylül ayında Roma'da verdiği ifadede Ağca'ya sahte pasaport sağladığını ve Papa suikastında kullanılan silahı bizzat kendisinin verdiğini açıkladı. Eğer Papa suikastı ertesinde Bozkurtlar'la ilgili ciddi bir soruşturma yürütülmüş olsaydı, Türk gölge ordusu kontrgerilla kesinkes açığa çıkacaktı. Ancak CIA Bozkurtlar'ın KGB tarafından kullanıldığını iddia ederek dikkatleri başka yöne çekince bu gerçekleşmedi. Uzun süredir Türk gölge ordusu kontrgerillayla ilgili ciddi kaygılar taşıyan Ecevit, 1977' de yeniden başbakan seçildikten sonra, dönemin yeni Genelkurmay Başkanı Kenan Evren' e giderek Özel Harp Dairesi ile ilgili edindiği bilgileri ve bu dairenin sivil uzantısı ve gizli silah depoları hakkındaki kuşkularını paylaşmıştı. Ardından Evren'e, "Özel Harp Dairesi'nin demokratik hukuk devleti kurallarına ve açık rejime uygun biçimde çalışır duruma getirilmesi ve çalışmalarının asli işleviyle sınırlandırılması konusundaki" isteklerini bildiren Ecevit, "Sayın Evren kaygılarımı paylaştığını söyledi ve isteklerimi yerine getireceği sözü verdi. Daha sonra her sorduğumda da, isteklerimin gereklerini yapmakta olduğuna dair bana güvence verdi" diye anlatıyordu görüşmelerini. Ecevit bu görüşmenin ardından kamuoyuna, "Türk Silahlı Kuvvetleri'ne saygı göstermeli ve politika dışında kalma istekleri konusunda onlara yardımcı olmalıyız" açıklamasında bulunacaktı.
Orgeneral Kenan Evren orduyu politika dışında tutmak bir yana, 12 Eylül 1980'de yeni bir askeri darbe gerçekleştirerek bizzat hükümetin başına geçecekti. Bu arada NATO'nun Türkiye'deki Müttefik Seyyar Kuvvetleri, Anviel Ekspress manevralarını gerçekleştirdi. Evren anılarını topladığı kitapta daha sonraları, darbe öncesi başbakanlık koltuğunu bir kez daha Ecevit'ten devralmış olan Süleyman Demirel'le 5 Mayıs 1980 günü yaptığı görüşmeyi şöyle aktarıyordu.
"(Demirel) Özel Harp Dairesi 'ndeki personeli teröristlerle mücadelede kullanmamızı ve onlarla çete savaşı yapmak suretiyle öldürülmelerini, vaktiyle de bu teşkilatın böyle kullanıldığını söyledi." (1971 Sıkıyönetim dönemindeki Kızıldere olaylarında kullanılan personeli kastediyordu). Bu hal tarzına şiddetle karşı çıktım. Büyük emeklerle kurulan bu teşkilatın görevinin bu olmadığını, vaktiyle yanlış kullanıldığını, ben Genelkurmay Başkanı olduktan sonra Özel Harp Teşkilatını esas görevine yönelttiğimi, tekrar kontrgerilla söylentilerinin ortaya atılmasına müsaade edemeyeceğimi söyledim. (Kenan evren, Anılar sf 431.Çevirmen tarafından yazarın bilgisi dâhilinde eklenmiştir.)
1990'da Hürriyet gazetesinde yayımlanan bir röportajında bu görüşmeden bahseden Evren, ayrıca şu eklemede bulunuyordu: "Kanaatim o ki, Genelkurmay Başkanlığım sırasında, bu teşkilat görevi dışında kullanılmadı. Ama belki, bana intikal ettirilmeden, bazı yerlerde gayrı resmi olarak teşkilattan bazı kişiler bu işe bulaşmış olabilir. Bunu bilemem. (Hürriyet,26 Kasım 1990.Çevirmen tarafından yazarın bilgisi dâhilinde eklenmiştir.)
Ancak aşırı sağcı bir militan yargılaması sırasında 1970'lerdeki terör olaylarının ve katliamların Evren ve ordunun sağ kanadını iktidara getirmek için düzenlendiğini iddia ediyordu: "Katliamlar MİT tarafından yapılan provokasyonlardı. MİT ve CIA tarafından gerçekleştirilen provokasyonlarla 12 Eylül darbesine zemin oluşturuluyordu. Daha sonraları Orgeneral Evren'in, darbe sırasında Özel Harp Dairesi'ne başkanlık ettiği ve gizli kontrgerilla ordusuna komuta ettiği ortaya çıktı. Orgeneral Evren kendisini Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ilan edip savaş elbiselerini takım elbise ve kravatla değiştirdikten sonra, tüm terörist saldırılar anında sona erdi. Türkiye'deki darbe başlatıldığı sırada ABD Başkanı Carter operadaydı. Haberi aldığında, CIA'nın Türkiye istasyon şefliğinden henüz bir kaç ay önce ayrılıp Washington'a dönen ve CIA Türkiye masasında Carter'ın güvenlik danışmanlığını yapmaya başlayan Paul Henze'yi aradı. Carter telefonda Henze'ye zaten bildiği bir bilgiyi nakletti. "Senin adamlar az önce bir darbe yaptı. Başkan haklıydı. Paul Hanze,CIA' deki arkadaşlarına darbeden bir gün sonra muzaffer bir edayla şöyle diyecekti: "Bizim çocuklar başardı!" Kontrgerilla uzmanı Çelik'e göre Henze "12 Eylül 1980 darbesinin baş aktörüydü. Yıllar sonra Carter "12 Eylül hareketinden önce Türkiye, ülke savunması bakımından kritik bir durum içindeydi. Afganistan'daki müdahale ve İran monarşisinin devrilmesinin ardından, Türkiye'yi istikrara sokan hareket avuntumuz oldu, yorumunda bulunacaktı.
Carter'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Zbigniev Brzezinski Henze'yi destekliyordu. 1979'da Ayetullah Humeyni'nin iktidara geldiği İran' daki durum Ulusal Güvenlik Konseyi'nde ele alındığı sırada, Brzezinski "Gerek Türkiye gerekse de Brezilya için en iyi çözüm askeri bir darbe olacaktır" görüşünü dile getiriyordu. Uluslararası basın organları darbeden bir gün sonra Washington'daki bir Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün "Birleşik Devletler'in askeri darbeden önce, ordu tarafından iktidara el konulacağı konusunda bilgilendirildiğini teyit" ettiğini yazdı. Türk subayları ise daha önce Washington'un rızasını almamış olsalar, müdahalede bulunmayacaklarını açıkladılar.
Askeri darbe sırasında Türkiye'de yaklaşık 1.700 Bozkurt örgütlenmesi ve bu örgütlenmelerde kayıtlı yaklaşık 200 bin üye ile 1 milyon ülkücü sempatizan bulunuyordu. Bunlar darbeye zemin oluşturan 1970'lerdeki gerginlik stratejisi operasyonları için vazgeçilmez birer araçtılar. Ancak artık güvenlik tehlikesi oluşturuyorlardı ve Kenan Evren iktidarını pekiştirmek amacıyla sağcı MHP'yi yasaklayarak diğer bazı MHP üyeleriyle birlikte Alpaslan Türkeş'i ve çok sayıda Bozkurtu tutuklattı. Türk askeri hükümeti, MHP aleyhine Mayıs 1981 'de açılan davanın iddianamesinde MHP'nin 220 üyesini ve yandaşlarını işlenen 694 cinayetten sorumlu tutuyordu.
Alpaslan Türkeş tutuklanmasına karşın popüleritesini korudu ve 4 Nisan 1997'de hastanede kalbine yenik düşüp öldüğünde cenazesine yarım milyon insan katıldı, Bozkurtlar cenazeye katılmak isteyenler için dünyanın dört bir yanından uçaklar kaldırdılar. Dönemin İslamcı Başbakanı Necmettin Erbakan, Türkeş'in ölümüne kadar Türk siyasi yaşamına damgasını vuran bir kişi olduğunu belirterek; vefakar yaşamı ve hizmetleri nedeniyle daima büyük övgüyle anılacağını ifade etti. Türkeş'i tarihi bir kişilik olarak tanımlayan dönemin Dışişleri Bakanı Tansu Çiller, kendisinin Türkiye'nin demokratik tarihinde özel bir yere konulmaya layık olduğunu söyledi ve Türkeş'le kişisel ilişkilerinin her zaman çok iyi olduğunu ekledi.
Eski Emniyet Genel Müdürü Kemal Yazıcıoğlu "Başbuğum, her şeyi senden öğrendim!" dedi.
Tarih boyunca Araplar Türklerin başına bela oldu ama yahudiler ve Türklerin arasında pek sorun çıkmadı…Bu günkü şartlarda Türkiyenin İsrail ile dost olması gerekir ( 12 Nisan 1994) Türkeş.
Çok sayıda tutuklamanın ardından Türk cezaevleri Bozkurtlar'la doldu; ardından MİT ajanları eski silah arkadaşlarını ziyaret ederek onlara çekici bir teklif getirdiler: Güneydoğu Anadolu bölgesindeki Kürt azınlıkla mücadele etmeleri karşılığında cezaevinden çıkma ve tatmin edici bir gelir. Çoğu teklifi kabul etti ve 1984 'te silahlanıp dağa çıkan sol kanat Kürt hareketi PKK ile savaşmaya başladı. İki taraf arasındzki ihtilaf, giderek artan nefret ve radikal şiddet olaylarıyla trmandı. Toplam 25 bin kişinin hayatını kaybettiği çatışmalarda, Türk gölge ordusu kontrgerillanın da yer aldığı belirtiliyordu. Birleşik Devletler'den Ankara'ya silah, helikopter savaş uçaklan gönderilirken milyonlarca Kürt de zorunlu göçe tabi tutuldu. ABD Başkanı Bill Clinton böylesi bir ortamda Türkiye için "Kültürel çeşitliliğin erdemleri üzerine dünyaya gösterilebilecek parıldayan bir örnek" benzetmesini yaptığında, kurbanların aileleri hiç de mutlu olmamıştı.
NATO'nun gölge ordusunun Kürtler'e karşı girişilen katliamlarda yer alması bugün bile Türkiye ve Washington'daki en büyük sırlar arasında. PKK'ya karşı mücadelede yer alan Türk paramiliter birimlerin eski komutanlarından Binbaşı Cem Ersever, yayımladığı kitapta kontrgerilla ve diğer paramiliter birimlerin PKK 'ya karşı mücadelede yürüttüğü gizli savaş ve terör yöntemlerini anlatıyordu. Afganistan'dan batıya gönderilen uyuşturucuların geçiş yolu Türkiye'de, terör birimlerinin 'Eroin Yolları 'ndan kazandığı vergilerle nasıl zenginleştiğini açıklıyordu. Ersever'in açıkladığı kontrgerilla harekatları arasında, PKK gerillaları kılığına girmiş kontrgerilla üyelerinin köylere saldırıp kadınlara tecavüz ettiği ve insanları gelişigüzel öldürdüğü yanlış yönlendirme harekatları da bulunuyordu. Bu, bölgede PKK'ya verilen desteği zayıflaltmak ve halkı PKK'nın karşısına almak için kullanılan bir yöntemdi. Ersever ek çok eski Bozkurtçu ve benzeri aşırı sağcı kimselerin doğrudan ceza evinden alınarak gölge ölüm timlerine dahil edildiğini teyit ediyordu. Bunlar arsında itirafçı PKK'lılar ve İslamcılar da bulunuyordu. Ersever durumu tüm gerçekliği ile ortaya koyduktan sonra, 1993 yılı Kasım ayında klasik kontrgerilla metodlarına uygun biçimde öldürüldü. Erseverin işgenceye uğramış ve kafasından vurulmuş cesedi elleri arasından bağlanmış vaziyette bulundu.
KAYNAK
Alıntılama gerekçesi olarak yazarın tanıtım amacı ile kısmi alıntılama yapılabilr notuna istinaden dir. GÜNCEL YAYıNCıllK: 245 Açık Tanışma: 11 ıSBN 975-6117-21-4 NATO 'nun Gizli Orduları
Kitabın Orijinal Adı: NATO 's Secret A111ıies; Operation Gladio and Terrorism in Western Europe
Genel Yayın Yönetmeni: Aysel Akdaş
Kapak Tasanmı: Talip Aktaş
Birinci Basım: Ekim 2005
Ofset Hazırlık Güncel Yayıncılık Ltd. Baskı ve Cilt: Kayhan Matbaacılık San. Tic. Ltd. Şti. Davutpaşa Cad. Güven San. Sitesi D Blok No: 155 Topkapı / İstanbul/Tel: O 212 576 0136
Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayımcının yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz. GÜNCEL YAYıNCıLIK LTD. ŞTİ. Çatalçeşme Sk. No: 54/3 Cağaloğlu - İstanbul
Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayımcının yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz ilkesine sadık kalınarak bu kitaptan sadece tanıtım amaçlı bazı alıntılar yapılmıştır.
Bugün 326 ziyaretçi (435 klik) kişi buradaydı.