AHMET ÜNAL
siyonizm1
GİZLİ DÜNYA DEVLETİ VE SİYONİZM 1
Bugün yeryüzünde çok sayıda bağımsız devletin varlığına inanılmaktadır. Fakat bu devletlerin yöneticilerinin kendi ülkelerini ve halklarını ilgilendiren basit konularda bile kendi bağımsız iradeleriyle karar vermekte zorlandıklarını görürsünüz. Bir önemli husus da şudur: Bilindiği üzere çağımızda demokrasi adeta bütün insanlığa mal edilmiş bir "siyasi din" haline getirilmiştir. Hatta demokrasi çağımız siyasetinin 'a priorisi' yani öncülüdür. Bu yüzden demokrasinin de, tıpkı aklın 'a priorileri' gibi muhakemeden ve tartışmadan uzak tutulması gerektiğine inanılır. Oysa birçok ülkede halkın büyük bir çoğunluğunun seçtiği ve istediği kişiler bir türlü yönetime gelemezler. Bunlardan bazıları işin içine girdiğinde kendilerine sunulan demokrasinin sadece bir seraptan ibaret olduğunu fark ederler. Bazıları Cezayir'de olduğu gibi yönetime talip olurken kendilerini zindanda bulurlar. Bazıları da yönetime gelseler bile iktidara gelemezler. Siyaset meydanlarında prim yapmak için savunduklarına karşı en başta onların kullanıldığına şahit olursunuz. Bütün bunları görünce bir "derin devlet" gerçeği karşınıza çıkar. Aslında bu "derin devlet" gerçeği sadece lokal veya ulusal değildir.
"Derin devlet" gerçeğinin global yönünün, lokal yönüne baskın olduğunu unutmayalım. Bu yüzden günümüz dünyasını karıştıran gizli ellerin sahiplerini tanımak için araştırma yapanlar bir "Dünya Derin Devleti"yle veya "Gizli Dünya Devleti"yle karşılaşmışlardır. Geçtiğimiz Mayıs ayında Amerika'da Bilderberg Grubu'nun yıllık toplantısı gerçekleştirildi. Bu toplantıyla birlikte söz konusu Gizli Dünya Devleti veya Dünya Derin Devleti konusu yeniden gündeme geldi. Ancak yapılan yorumlarda ağırlıklı olarak Bilderberg konusu öne çıktı. Oysa Bilderberg Grubu, yirminci yüzyıla damgasını vuran ve 21. yüzyılda da dünya üzerindeki sultasını daha da güçlendirme amacına yönelik yeni teoriler geliştiren karanlık ağın sadece bir organıdır. Söz konusu karanlık ağla ilgili yorumlarda dikkat çeken bir şey de ağırlıklı olarak, emperyalizmin bu ağ üzerindeki etkisine ve rolüne dikkat çekilmesiyle yetinilmesidir. Bazı yorumcular, 20. yüzyılda hüküm süren emperyalizmin uluslararası siyonizmle ilgisine de dikkat çekiyorlar ama birçoklarınca bu gerçek göz ardı ediliyor.
Siyonizm, 1897 Basel konferansıyla teşkilatlanmaya başlayan bir ideolojik oluşumdur. Yahudiler bu konferanstan önce de devlet yönetimleriyle irtibat kurarak birtakım siyasi oyunlar çeviriyorlardı. Ancak siyonist ideolojiye göre teşkilatlanmanın başlamasıyla birlikte bu işi tek merkezden ve daha organize bir şekilde yürütmeye başlamışlardır. Böylece güçlerini ve etkilerini daha da artırmışlardır. Biz bu araştırmamızda siyonizm ve bu ideolojinin organik yapısı üzerinde durmayacağız. Ağırlıklı olarak yukarıda sözünü ettiğimiz Dünya Derin Devleti yahut Gizli Dünya Devleti, bu gizli devletin dünyanın her tarafına elini uzatan teşkilatları ve bu teşkilatlarla siyonistlerin irtibatları hakkında bilgiler vermeye çalışacağız. Karanlık Bir Şer Örgütü: İlluminati Şebekesi Yukarıda sözünü ettiğimiz Bilderberg Grubu, Illuminati şebekesinin bir organıdır.
Ancak Illuminati şebekesi 18. yüzyılın son çeyreğinde ortaya çıkarken, Bilderberg Grubu 1954'te ortaya çıkmıştır. Yani arada 177 yıllık bir zaman farkı var. Temelinde "aydınlanma, ruşenilik, vahdet-i vücud felsefesi" gibi muhtelif felsefi akımların etkisi olduğu iddia edilen İlluminati hareketi, 1 Mayıs 1776'da Adam Weishaupt tarafından Almanya'nın Bavyera eyaletinde kurulmuştur. Daha doğrusu o tarihte bir Illuminati örgütlenmesi ortaya çıkmıştır. Weishaupt, Ingolstadt Üniversitesi'nde hukuk profesörü iken masonik eğilimlere merak sarmış ve bir gizli örgüt kurmuştur. 1779'a gelindiğinde Illuminati örgütünün 54 üyesi bulunuyordu ve Bavyera eyaletinin dört şehrinde teşkilatlanmıştı. Örgüt üyeleri ağırlıklı olarak masonik kimlikleri öne çıkarıyorlardı. Almanya' daki din adamlarının hemen tamamı Illuminati şebekesine düşmandı. Bunun sebebi elbette onun, hıristiyanların değerleriyle alay eden, bu değerlere iğrenç bir şekilde saldıran Tapınak Şövalyeleri'nin devamı olduğunun tahmin edilmesiydi. Ayrıca Illuminati üyeleri zaman zaman yönetimi de hedef alan yayınlar yapıyorlardı. Bu yüzden 1784'te teşkilatlarına bir polis baskını gerçekleştirildi ve birçok üyeleri göz altına alındı. 22 Haziran 1784 tarihinde de Bavyera Elektörü bir ferman yayınlayarak Illuminati örgütünü tamamen kapattı. Örgütün üyelerinin çoğu tutuklandı.
Başta lider Weishaupt olmak üzere birçok üyesi de ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Aynı ferman 1785 Ağustos'unda tekrarlandı ve böylece Bavyera'da sadece İlluminati değil,
masonluk da silinmiş oldu. Bavyera'da Illuminati ve masonluğun yasaklanmasının Avrupa ve Amerika'da ciddi bir etkisi oldu. Bayağı korku ve telaşa kapılan diğer ülkelerdeki masonlar kendilerine de yasak getirilmemesi için büyük bir gürültü kopardılar. Öyle ki ABD başkanı George Washington, tereddütlere kapılan Amerikalı masonlara güvence verme ihtiyacı duydu. Bavyera'da yasaklanan Illuminati ve mason teşkilatları çok geçmeden yer altı örgütleriyle faaliyetlerini sürdürdü. Fakat bu kez Almanya dışına da uzanarak tüm Avrupa'da teşkilatlanmak için faaliyetlerini hızlandırmaya başladı. Örgütlenme çalışmalarını
hızlandırmasında Johann Bode adlı bir masonun önemli katkıları oldu. Bazı kaynaklara göre Goethe, Mozart, Schiller ve Herder gibi birçok ünlü bu örgütün saflarına katılmışlardır.
Yeraltı teşkilatlarının yapılandırılmasında farklı isimler kullanıldı. Örneğin Fransız Devrim Kulübü ve Jacobin Kulübü Illuminati hareketinin devamını sağlamak için kurulmuş oluşumlardır. Bunlar asıl önemli faaliyetleri yer altından yürütüyor, ama masonluğun çok fazla murakabe altında olmadığı yerlerde salon toplantıları da düzenliyordu. Fakat bu toplantıları yine de halka açık değil, sadece üyelerin katılabildiği türden toplantılardı. Örneğin Jacobin Kulübü için tutulan salona 1300 üye katılıyordu. Tamamen üyelere mahsus ve gizli olarak düzenlenen bu toplantılara Fransa'nın en iyi eğitim görmüş ve en etkin kişileri katılırdı. Jacobin'lerin ideali, tüm kurumları ve krallığı ortadan kaldırarak adına "Yeni Dünya Düzeni" ya da "Evrensel Cumhuriyet" dedikleri bir düzen kurmaktı. Illuminati, kelime olarak aydınlıkçılar veya aydınlananlar anlamına geliyor. Kök olarak İtalyanca'dır. Fransızca'da ışık anlamına gelen 'la lumière' kelimesi de aynı kökten gelir. Birçok araştırmacının ortak tespitine göre fikri altyapısı ve temeli Tapınak Şövalyeleri' ne dayanıyor. Kuruluşundaki amacı Avrupa masonluğunu bir çatı altında birleştirmekti. Illuminati'nin Temelini Oluşturan Tapınak Şövalyeleri Illuminati şebekesinin fikri altyapısını oluşturan Tapınak Şövalyeleri orijinal adıyla "Tampliye Tarikatı" Haçlı seferleri sonrasında Kudüs'te kuruldu. Bu adı almalarının sebebi ise iddia edildiğine göre Kudüs kralının Süleyman mabedinin bulunduğunu ileri sürdükleri bölgeyi koruma görevini kendilerine vermesiymiş. Masonluğun da temel fikriyatını geliştiren Tapınak Şövalyeleri muhtelif adlarla varlığını sürdürmüştür. Bugün bu hareketin en çok tanınan kolu ise Sion Birliği'dir.
Sadece masonluğun değil siyonizm ideolojisinin fikriyatının geliştirilmesinde de rolleri olduğu bilinen Tapınak Şövalyeleri kısa zamanda büyük servetler elde etmişlerdir. Batı'nın yalnızca en büyük askeri gücü olmakla kalmayıp aynı zamanda en önemli tüccarları arasında ilk sıralarda yer aldılar. Tapınak Şövalyeleri hareketi bugünkü masonlar gibi gizliliğe büyük önem verirlerdi. İlginçtir ki Batı'ya ait olduğu sanılan bu örgütün mensupları Hz. İsa'yı yalancı peygamber olarak tanımlıyorlardı. Haça tükürmeyi, haçın üzerine basmayı ve hıristiyanların dini değerlerine hakaret etmeyi adeta kutsal fiiller addediyorlardı. Bunun sebebi ise asıl fikir babalarının ve organizatörlerinin yahudi kökenli olmasıydı. Bir ara siyasi otoritelerinin zayıflaması sebebiyle hıristiyanların dini değerlerine hakaret ve saldırı suçlamalarıyla yargı önüne çıkarıldılar ve bazıları ölüme mahkum edildiler. Ama daha sonra saklanmayı yani yer altına çekilmeyi başararak varlıklarını sürdürdüler. Birçok araştırmacının ortak tespitine göre masonluk hareketinin temelini de bu Tapınak Şövalyeleri hareketi oluşturur. Her iki hareketin aynı simgeleri kullanmaları bu yöndeki kanaati desteklemektedir. Ayrıca Tapınak Şövalyeleri'nin hıristiyanların dini değerlerine hakaretten dolayı yargılanmalarından sonra yer altına girmelerinin ardından masonluk örgütleriyle ortaya çıktıkları tahmin edilmektedir. Bu kanaati destekleyen muhtelif tarihi belgeler ve bilgiler de bulunmaktadır. Fakat mason kardeşler adıyla yeniden örgütlenirken biraz daha tedbirli hareket etmeyi tercih etmişlerdir. Bu kez hıristiyanların dini değerlerini aşağılayıcı tutum içine girmektense onları çok rahatsız etmeyecek hatta onların da kabul edebilecekleri bir fikri altyapı oluşturmaya özen göstermişlerdir. Ayrıca masonlukta gizliliğe önem vermiş, kendilerini çok fazla açığa vurmaktan sürekli kaçınmışlardır.
Tapınak Şövalyeleri, Mason Biraderler ve Illuminati Şebekesi, Hepsi Aynı Kaynaktan Beslenmiştir Illuminati şebekesini oluşturanlar ise hem masonluk hem de Tapınak Şövalyeleri hareketi ile irtibatı olan kişilerdi. Tapınak Şövalyeleri, Mason Biraderler ve Illuminati Şebekesi'nin fikriyatlarını, tören biçimlerini, beyin yıkama metodlarını ve simgelerini bağımsız bir bakış açısıyla inceleyenler bunların hepsinin de aynı kaynaktan beslendikleri ve aynı amaca hizmet ettikleri üzerinde ittifak etmektedirler. Illuminati şebekesinin Ortaçağ'daki siyonizm hareketi olarak nitelendirebileceğimiz Tapınak Şövalyeleri'nin diğer adıyla Tampliye tarikatının bir devamı olduğu konusunda fikir veren bazı bilgileri burada aktarmak istiyoruz:
Nesta H. Webster'in Secret Societies and Subversive Movements adlı çalışmasında ünlü büyücü ve okült uzmanı Cagliostro'nun Illuminati şebekesine katılması münasebetiyle düzenlenen tören hakkında şu notlar aktarılıyor: "İçi evrak dolu demir bir sandık açıldı. Töreni yöneten kişi sandıktan el yazması bir kitap aldı ve ilk sayfasını okudu: "Bizler, Tampliyelerin Büyük Üstadları..." sözlerini kanla yazılmış bir and izliyordu. Söz konusu bu kitap "İlluminizm"in aslında tüm monarşilere ve kiliseye karşı bir nifak olduğunu, ilk saldırının Fransa tahtına yöneleceğini ve Fransa'da krallığın çökertilmesinden sonra sıranın Roma'ya geleceğini belirtmekteydi." Burada vurgulanan hususlar gerçekten üzerinde durulması gereken şeylerdir:
Birinci olarak: El yazması kitabın bir sandıkta saklanması ve törende oradan çıkarılması işlemini ele alalım. Sandık yahudi literatüründe özel bir mana taşımaktadır. Yahudilerin bu konudaki dini anlayışlarına temel teşkil eden hadiseye Kur'an-ı Kerim'de de işaret edilir. Talut ve Calut kıssasında Talut'un komutanlığının ilahi bir hükme dayandığını bildirmek için o dönemin peygamberinin verdiği bilgi hakkında şöyle buyurulur: "Peygamberleri onlara: "Onun hükümdarlığının belgesi, size, içinde Rabbinizden bir ferahlık ve Musa ailesiyle Harun ailesinin geriye bıraktıklarından arta kalanların bulunduğu ve meleklerin taşıdığı Tabut'un gelmesidir. Eğer iman ediyorsanız, bunda sizin için bir delil vardır" dedi." (Bakara, 2/248) Burada tabut ile kastedilen bir sandıktır. Yahudiler bu sandığın bugün hala dünyada dolaştığına inanırlar. O sandığın taşıdığı manayla irtibatlandırmak için de el yazması kutsal kitaplarını özel bir sandık içinde saklarlar. Dini törenlerinde kitaplarını bu sandıktan çıkarır, tören sonrasında yine özenle sandığa yerleştirirler.
İkinci olarak 'kanla yazılan and' üzerinde durmak gerekir. Kan sembolü, siyonizmde ve bu ideolojinin temelini oluşturan dini literatürde sıkça kullanılan bir semboldür. Ancak kanla ilgili semboller genellikle gizli tutulur. (Necip el-Kiylani'nin Yahudinin Kanlı Böreği adıyla Türkçe'ye tercüme edilen tarihi ve belgesel romanında, siyonizmin temelini oluşturan dini literatürdeki "kan" kutsamasına işaret eden önemli bilgiler ve belgeler mevcuttur.) Üzerinde durulması gereken üçüncü husus Illuminati'nin aslında kiliseye karşı olduğu hususudur. Tapınak Şövalyeleri de kiliseye karşı tavır alan ve hıristiyanların dini değerlerine hakaret eden bir hareketti. Ama bu konuda izledikleri tutum tepkilere yol açınca ve birçok idam cezasına kapı açan yargılamalara sebep olunca söz konusu tarikat yer altına çekilmiş, ardından farklı bir yüzle ortaya çıkmıştı. Fakat bu farklı yüzünde hıristiyanların değerlerini hedef alan, bu değerlere hakaret anlamı içeren tavırlar dışa pek yansıtılmıyordu. Gerçekte ise bu konuda değişen birşey yoktu. Aradaki tek fark bu düşmanlığın artık bir 'nifak'a dönüşmesiydi ki bu husus da yukarıdaki notta vurgulanmaktadır. Dördüncü husus Illuminati'nin Avrupa'daki monarşilere karşı bir hareket olduğunun vurgulanmasıdır. Bu tutum özellikle entelektüel kesimin ilgi ve desteğinin kazanılmasının en önemli sebebiydi. Ne var ki entelektüel kesimde ortaya çıkan monarşi karşıtlığının Illuminati tarafından yönlendirilmesi, monarşik düzenlerin yerine geçecek yönetimlerin tek merkezden kontrol edilmesine ve bu kontrolün de Illuminati şebekesinin elinde olmasına fırsat verecekti. İlk doğuş yeri olan Bavyera'da yasaklanmasından sonra ağırlık merkezini Fransa'ya taşıyan Illuminati hareketinin bu ülkedeki monarşik düzene karşı çalışmalara ağırlık vermesi dikkat çekmektedir. Daha önce de söz ettiğimiz üzere, Illuminati'nin bir devamı durumundaki Jacobin Kulübü'nün üyeleri monarşik düzeni yıkıp yerine Yeni Dünya Düzeni yahut Evrensel Cumhuriyet olarak adlandırdıkları yeni bir yönetim getirmeyi bir ideal olarak görüyorlardı. 1785'te Almanya'dan kovulan Illuminati'nin Fransa'da bu çalışmaları hızlandırmasının üzerinden çok fazla zaman geçmeden 1789'da Fransız Devrimi'nin gerçekleşmesi bir tesadüf olmasa gerek. Fransız Devrimini hazırlayan sebepleri ve gelişmeleri incelediğimizde çok ilginç şeylerle karşılaşırız. Bakın William T. Still'in New World Order adlı eserinde ne deniyor "1789 yılının ilkbahar ve yaz aylarında İlluminatilerin tahıl piyasasında gerçekleştirdikleri manipulasyonlar sonucunda yapay bir buğday darlığı yaratıldı. Bu durum o denli geniş bir açlığa yol açtı ki, tüm ülke kısa zamanda ayaklandı. Olayların başını çeken kişi, Fransa Büyük Doğusu'nun Büyük Üstadı Orleans Dükü idi. İlluminatiler, halkın çektiği acıları bir araç olarak kullanarak yarattıkları huzursuz ortamın devrimci eylemlerine yararlı olacağını planlamışlardı. Gerçekten de, besin stoklarını bloke ederek ve Ulusal Meclis'te tüm reform girişimlerini engelleyerek, durumu iyice kötüleştirdiler ve halkı tam anlamıyla açlığa mahkum ettiler.
14 Temmuz günü Bastille yağmalandı. Özgür bırakılan tutuklu sayısı yalnızca yedi idi. Fransız tarihçiler bugün, eylemin asıl amacının Bastille'i yıkmak ve tutukluları kurtarmak olmadığını belirtiyorlar. Asıl amaç Bastille'de saklanan barut ve silâhları ele geçirmekti. Böylece silâhlanan Jakobenler, 22 Temmuz gününden başlayarak o güne dek eşi görülmemiş ve titizlikle planlanmış bir ihtilâl girişimini sahneye koydular. Bu dönem tarihte "Büyük Korku" diye adlandırılacaktır... Öncelikle tüm ülkede eşzamanlı bir panik duygusu yaratıldı. Köyden köye, kentten kente giden atlılar, yurttaşlara "haydutların" yaklaşmakta olduğunu ve kendilerini korumak istiyorlarsa silâha sarılmaları gerektiğini bildirdiler. Ayrıca, tüm bu olayların sorumlularının malikânelerde ve şatolarda gizlendikleri, bizzat kralın buraları ateşe vermelerini buyurduğu yurttaşlara söylendi. Fransa kralına bağlı olan halk bu emirlere uydu. Artık alevlerin denetlenmesi imkansızdı, yağma ve yıkım sürerken, anarşi gittikçe yaygınlaşıyordu...
Paris sokakları teröre teslim olmuştu...1793 Kasım'ında tüm Fransa'da rahiplerin öldürülmeye başlanması, dine karşı bir kampanyanın yürürlüğe girdiğini ortaya koyuyordu. Tüm mezarlıklara, İlluminatilerin ünlü sloganı olan "Ölüm Sonsuz Bir Uykudur" sözlerini içeren yazılar asılmaya başlandı. Paris'teki kiliselerde "Akıl Bayramları" adı altında eğlentiler düzenleniyor, fahişeler tanrıça gibi tahta çıkarılıyorlardı. Bu törenlerin bir adı da "Exoterion"du ve Weishaupt'un kaleme aldığı "Aşk Tanrıçasının Kutsanması" adlı bir şiiri örnek alıyorlardı... Thomas Jefferson, üç yıl süren Fransa elçiliğinden 1791'de Amerika'ya geri döndüğünde, tüm bu kıyımı "ne güzel bir devrim" diye tanımlamış ve tüm dünyaya yayılmasını umut ettiğini yazmıştır. Jefferson, neredeyse tüm Fransa halkının Jakoben olduğuna inandığını açıklamıştır. Ona göre, bu büyük çoğunluk, ulusal iradeyi açıkça ortaya koymaktaydı... 1793 yılının sonlarına doğru, yeni devrim yönetimi sayıları yüz binlere ulaşan işsizlerle yüz yüze kaldı. Devrimin önderleri, sonradan bütün diktatörlerin taklit edeceği yeni bir "terör" projesini uygulamaya geçirdiler: Nüfus azaltılması Amaç Fransa'nın yirmi beş milyona ulaşan nüfusunu on altı milyona indirmekti. Robespierre, nüfusun azaltılmasını kaçınılmaz buluyordu.
Nüfusun azaltılması ile görevli devrim komitesi üyeleri, gece gündüz harita başında her kentte kaç kellenin kopartılması gerektiğini hesaplıyorlardı. Devrim mahkemeleri kimlerin ölmesi gerektiğine karar veriyor ve sonu gelmez bir kurban sürüsü giyotinin yolunu tutuyordu. Yalnızca Nantes'de, bir gece içinde 500 kimsesiz çocuk kent mezbahasında öldürülüyor, 144 yoksul kadın nehre fırlatılıyordu." Fransız Devrimi'nde masonların rolüne işaret amacıyla Nesta H. Webster de Secret Societies and Subversive Movements adlı eserinde şunları yazıyor: "1789 yılında krallığın yıkılması ile birlikte, 10 Ağustos gününden başlayarak üç renkli Fransız bayrağı devrimin kızıl bayrağı ile değiştirildi. "Yaşasın Kral Orleans" çığlıkları ile masonların "Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik" seslenişi sokakları kapladı."
İşte böyle bir devrim, dünyadaki kalabalık kitleleri yönlendiren medya organı tarafından yeni bir çağ açan, dünyayı demokrasi ile tanıştıran son derece önemli bir olay olarak lanse edilmiştir. İlluminati Şebekesinde İhanetin Cezası Ölümdür İlluminati adını ve üyelerini inanılmaz bir sır gibi saklayan ölümcül bir kuruluştur. Bugün hemen her ülkede mevcuttur. Özel eğitim, tören ve alt kültürlerden gelmeyenler İlluminati'ye kabul edilmezler. ABD başkanlarının pek çoğu İlluminati'den ya icazet alırlar ya da üyesidirler. İlluminati o kadar gizlidir ki, varlığından bile bahsedilmez. Bu gizli örgüte ihanet edenlerin cezası kayıtsız şartsız ölümdür. Illuminati'nin NATO ile veya Gladyo gibi yeraltı örgütleri ile de ilişkisi olduğu bilinmektedir. İnşallah bu ilişkiden ileride söz edeceğiz. Irkçılığın Babası Cecil Rhodes ve Illuminati 19. yüzyılın ikinci yarısında Illuminati Şebekesi'nin en çok öne çıkan adı Cecil Rhodes adlı İngiliz siyasetçidir. Bu kişi Güney Afrika'yı tümüyle yerlilerin ellerinden alarak sömürgeciliğin kontrolüne sokan adamdır. Güney Afrika topraklarını aynı zamanda oldukça insafsızca yönetmiş ve çıkardığı fitnelerle yerli halktan pek çok insanın kırılmasına sebep olmuştur. Zaten Güney Afrika'yı sömürgecilerin kontrolüne sokmasındaki başarısı izlediği fitne politikalarından kaynaklanıyordu. İzlediği fitne politikasında seçtiği iki kabileyi birbirine düşürüyor, bu iki kabilenin fertleri iyice birbirlerini kırıncaya kadar hadisenin dışında kalmaya yahut bir yandan ateşin üzerine benzin dökmeye devam ediyordu. Her iki kabile de iyice zayıf düştükten sonra müdahale ediyor, "barış ve anlaşma" sağlama iddiasıyla her ikisini birden kontrolüne alıyordu. Bu amaçla: "Önce sorun çıkar, sonra çözüm öner" teorisini geliştirmişti. Irk ayrımı politikasının fikir babası da odur. Onun bu fikriyatı yüzünden Güney Afrika'nın yerlileri ve asıl sahipleri olan siyahlar yıllarca zulme, aşağılanmaya maruz kaldılar.
Rhodes, politik alanda bu oyunları çevirirken kendisi de Güney Afrika'nın bütün zenginliklerine kondu. Elmas kaynağı yönünden oldukça zengin olan Güney Afrika'nın elmas tarlalarını işleterek hayal edebileceğinin çok üstünde servete sahip oldu. Bugünkü Rhodesia adlı ülke de adını onun soyadından alır. İşte bu Rhodes, 19. yüzyılın sonuna doğru Londra'da oldukça etkili bir faaliyet merkezi oluşturan Illuminati şebekesini devreye soktu. Bu şebekenin amacı ise dünyayı tek merkezden yönetmek, dolaylı sömürgeciliğin çengeline takılan devletlerin yöneticilerini yetiştirmek ve onlar vasıtasıyla bütün dünyaya kumanda etmekti. Bu amaçla Rhodes Bursları adıyla geleceğin yöneticisi olacak üniversite öğrencilerine yardım ve onların murakabe edilmesi amacıyla bir organizasyon oluşturdu. Rhodes bursuyla okuyan öğrenciler diğerlerinden bayağı farklı kabul ediliyordu. Çünkü onlar belli bir amaç için hazırlanıyordu. Onlar ülkelerine döndüklerinde yönetim, ekonomi ve medya alanında önemli noktalara yerleşebilmek için çalışacaklardı. Bunun yanı sıra gittikleri yerlerde Illuminati şebekesinin temsilcisi olarak çalışacaklardı. Illuminati şebekesi onları ülkelerine döndüklerinde kendi gayretleriyle baş başa bırakmayacak hedeflenen noktalara yerleşmeleri için gerekli irtibatları kuracak, bu amaçla siyasi baskı gücünü kullanacaktı. Illuminati şebekesi Rhodes burslarıyla okuyan üniversite öğrencileri için aynı zamanda bir beyin yıkama mekanizması olarak çalışıyordu. Onları belirlenen amaçlara hizmet etmelerini sağlayacak fikirlerle donatmak için çabalıyordu. Kendilerine dünya hesapları açısından parlak bir gelecek hazırlamak isteyenler için de Rhodes bursları sadece bir eğitim bursunun yani maddi yardımın temin edilmesinden ibaret değildi. Bunun çok çok ötesinde bir anlam taşıyordu. Bu yüzden maddi durumları iyi olan öğrenciler de bu Rhodes bursları organizasyonuyla irtibat kurmak için fırsatları değerlendiriyorlardı. Talep çok olduğu zaman da Rhodes burslarını koordine edenler açısından iş kolaylaşıyordu. Çünkü amaçlara uygun olanları seçme ve gerektiğinde aralarından eleme yapma imkanı doğuyordu.
Dünyadaki birçok önemli yönetici Rhodes burslarıyla üniversite tahsilini gerçekleştirmiştir. Bunlardan biri de ABD'de iki dönem başkan seçilen Bill Clinton'dur.
İKİNCİ BÖLÜM İÇİN TIKLAYIN.
Bugün yeryüzünde çok sayıda bağımsız devletin varlığına inanılmaktadır. Fakat bu devletlerin yöneticilerinin kendi ülkelerini ve halklarını ilgilendiren basit konularda bile kendi bağımsız iradeleriyle karar vermekte zorlandıklarını görürsünüz. Bir önemli husus da şudur: Bilindiği üzere çağımızda demokrasi adeta bütün insanlığa mal edilmiş bir "siyasi din" haline getirilmiştir. Hatta demokrasi çağımız siyasetinin 'a priorisi' yani öncülüdür. Bu yüzden demokrasinin de, tıpkı aklın 'a priorileri' gibi muhakemeden ve tartışmadan uzak tutulması gerektiğine inanılır. Oysa birçok ülkede halkın büyük bir çoğunluğunun seçtiği ve istediği kişiler bir türlü yönetime gelemezler. Bunlardan bazıları işin içine girdiğinde kendilerine sunulan demokrasinin sadece bir seraptan ibaret olduğunu fark ederler. Bazıları Cezayir'de olduğu gibi yönetime talip olurken kendilerini zindanda bulurlar. Bazıları da yönetime gelseler bile iktidara gelemezler. Siyaset meydanlarında prim yapmak için savunduklarına karşı en başta onların kullanıldığına şahit olursunuz. Bütün bunları görünce bir "derin devlet" gerçeği karşınıza çıkar. Aslında bu "derin devlet" gerçeği sadece lokal veya ulusal değildir.
"Derin devlet" gerçeğinin global yönünün, lokal yönüne baskın olduğunu unutmayalım. Bu yüzden günümüz dünyasını karıştıran gizli ellerin sahiplerini tanımak için araştırma yapanlar bir "Dünya Derin Devleti"yle veya "Gizli Dünya Devleti"yle karşılaşmışlardır. Geçtiğimiz Mayıs ayında Amerika'da Bilderberg Grubu'nun yıllık toplantısı gerçekleştirildi. Bu toplantıyla birlikte söz konusu Gizli Dünya Devleti veya Dünya Derin Devleti konusu yeniden gündeme geldi. Ancak yapılan yorumlarda ağırlıklı olarak Bilderberg konusu öne çıktı. Oysa Bilderberg Grubu, yirminci yüzyıla damgasını vuran ve 21. yüzyılda da dünya üzerindeki sultasını daha da güçlendirme amacına yönelik yeni teoriler geliştiren karanlık ağın sadece bir organıdır. Söz konusu karanlık ağla ilgili yorumlarda dikkat çeken bir şey de ağırlıklı olarak, emperyalizmin bu ağ üzerindeki etkisine ve rolüne dikkat çekilmesiyle yetinilmesidir. Bazı yorumcular, 20. yüzyılda hüküm süren emperyalizmin uluslararası siyonizmle ilgisine de dikkat çekiyorlar ama birçoklarınca bu gerçek göz ardı ediliyor.
Siyonizm, 1897 Basel konferansıyla teşkilatlanmaya başlayan bir ideolojik oluşumdur. Yahudiler bu konferanstan önce de devlet yönetimleriyle irtibat kurarak birtakım siyasi oyunlar çeviriyorlardı. Ancak siyonist ideolojiye göre teşkilatlanmanın başlamasıyla birlikte bu işi tek merkezden ve daha organize bir şekilde yürütmeye başlamışlardır. Böylece güçlerini ve etkilerini daha da artırmışlardır. Biz bu araştırmamızda siyonizm ve bu ideolojinin organik yapısı üzerinde durmayacağız. Ağırlıklı olarak yukarıda sözünü ettiğimiz Dünya Derin Devleti yahut Gizli Dünya Devleti, bu gizli devletin dünyanın her tarafına elini uzatan teşkilatları ve bu teşkilatlarla siyonistlerin irtibatları hakkında bilgiler vermeye çalışacağız. Karanlık Bir Şer Örgütü: İlluminati Şebekesi Yukarıda sözünü ettiğimiz Bilderberg Grubu, Illuminati şebekesinin bir organıdır.
Ancak Illuminati şebekesi 18. yüzyılın son çeyreğinde ortaya çıkarken, Bilderberg Grubu 1954'te ortaya çıkmıştır. Yani arada 177 yıllık bir zaman farkı var. Temelinde "aydınlanma, ruşenilik, vahdet-i vücud felsefesi" gibi muhtelif felsefi akımların etkisi olduğu iddia edilen İlluminati hareketi, 1 Mayıs 1776'da Adam Weishaupt tarafından Almanya'nın Bavyera eyaletinde kurulmuştur. Daha doğrusu o tarihte bir Illuminati örgütlenmesi ortaya çıkmıştır. Weishaupt, Ingolstadt Üniversitesi'nde hukuk profesörü iken masonik eğilimlere merak sarmış ve bir gizli örgüt kurmuştur. 1779'a gelindiğinde Illuminati örgütünün 54 üyesi bulunuyordu ve Bavyera eyaletinin dört şehrinde teşkilatlanmıştı. Örgüt üyeleri ağırlıklı olarak masonik kimlikleri öne çıkarıyorlardı. Almanya' daki din adamlarının hemen tamamı Illuminati şebekesine düşmandı. Bunun sebebi elbette onun, hıristiyanların değerleriyle alay eden, bu değerlere iğrenç bir şekilde saldıran Tapınak Şövalyeleri'nin devamı olduğunun tahmin edilmesiydi. Ayrıca Illuminati üyeleri zaman zaman yönetimi de hedef alan yayınlar yapıyorlardı. Bu yüzden 1784'te teşkilatlarına bir polis baskını gerçekleştirildi ve birçok üyeleri göz altına alındı. 22 Haziran 1784 tarihinde de Bavyera Elektörü bir ferman yayınlayarak Illuminati örgütünü tamamen kapattı. Örgütün üyelerinin çoğu tutuklandı.
Başta lider Weishaupt olmak üzere birçok üyesi de ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Aynı ferman 1785 Ağustos'unda tekrarlandı ve böylece Bavyera'da sadece İlluminati değil,
masonluk da silinmiş oldu. Bavyera'da Illuminati ve masonluğun yasaklanmasının Avrupa ve Amerika'da ciddi bir etkisi oldu. Bayağı korku ve telaşa kapılan diğer ülkelerdeki masonlar kendilerine de yasak getirilmemesi için büyük bir gürültü kopardılar. Öyle ki ABD başkanı George Washington, tereddütlere kapılan Amerikalı masonlara güvence verme ihtiyacı duydu. Bavyera'da yasaklanan Illuminati ve mason teşkilatları çok geçmeden yer altı örgütleriyle faaliyetlerini sürdürdü. Fakat bu kez Almanya dışına da uzanarak tüm Avrupa'da teşkilatlanmak için faaliyetlerini hızlandırmaya başladı. Örgütlenme çalışmalarını
hızlandırmasında Johann Bode adlı bir masonun önemli katkıları oldu. Bazı kaynaklara göre Goethe, Mozart, Schiller ve Herder gibi birçok ünlü bu örgütün saflarına katılmışlardır.
Yeraltı teşkilatlarının yapılandırılmasında farklı isimler kullanıldı. Örneğin Fransız Devrim Kulübü ve Jacobin Kulübü Illuminati hareketinin devamını sağlamak için kurulmuş oluşumlardır. Bunlar asıl önemli faaliyetleri yer altından yürütüyor, ama masonluğun çok fazla murakabe altında olmadığı yerlerde salon toplantıları da düzenliyordu. Fakat bu toplantıları yine de halka açık değil, sadece üyelerin katılabildiği türden toplantılardı. Örneğin Jacobin Kulübü için tutulan salona 1300 üye katılıyordu. Tamamen üyelere mahsus ve gizli olarak düzenlenen bu toplantılara Fransa'nın en iyi eğitim görmüş ve en etkin kişileri katılırdı. Jacobin'lerin ideali, tüm kurumları ve krallığı ortadan kaldırarak adına "Yeni Dünya Düzeni" ya da "Evrensel Cumhuriyet" dedikleri bir düzen kurmaktı. Illuminati, kelime olarak aydınlıkçılar veya aydınlananlar anlamına geliyor. Kök olarak İtalyanca'dır. Fransızca'da ışık anlamına gelen 'la lumière' kelimesi de aynı kökten gelir. Birçok araştırmacının ortak tespitine göre fikri altyapısı ve temeli Tapınak Şövalyeleri' ne dayanıyor. Kuruluşundaki amacı Avrupa masonluğunu bir çatı altında birleştirmekti. Illuminati'nin Temelini Oluşturan Tapınak Şövalyeleri Illuminati şebekesinin fikri altyapısını oluşturan Tapınak Şövalyeleri orijinal adıyla "Tampliye Tarikatı" Haçlı seferleri sonrasında Kudüs'te kuruldu. Bu adı almalarının sebebi ise iddia edildiğine göre Kudüs kralının Süleyman mabedinin bulunduğunu ileri sürdükleri bölgeyi koruma görevini kendilerine vermesiymiş. Masonluğun da temel fikriyatını geliştiren Tapınak Şövalyeleri muhtelif adlarla varlığını sürdürmüştür. Bugün bu hareketin en çok tanınan kolu ise Sion Birliği'dir.
Sadece masonluğun değil siyonizm ideolojisinin fikriyatının geliştirilmesinde de rolleri olduğu bilinen Tapınak Şövalyeleri kısa zamanda büyük servetler elde etmişlerdir. Batı'nın yalnızca en büyük askeri gücü olmakla kalmayıp aynı zamanda en önemli tüccarları arasında ilk sıralarda yer aldılar. Tapınak Şövalyeleri hareketi bugünkü masonlar gibi gizliliğe büyük önem verirlerdi. İlginçtir ki Batı'ya ait olduğu sanılan bu örgütün mensupları Hz. İsa'yı yalancı peygamber olarak tanımlıyorlardı. Haça tükürmeyi, haçın üzerine basmayı ve hıristiyanların dini değerlerine hakaret etmeyi adeta kutsal fiiller addediyorlardı. Bunun sebebi ise asıl fikir babalarının ve organizatörlerinin yahudi kökenli olmasıydı. Bir ara siyasi otoritelerinin zayıflaması sebebiyle hıristiyanların dini değerlerine hakaret ve saldırı suçlamalarıyla yargı önüne çıkarıldılar ve bazıları ölüme mahkum edildiler. Ama daha sonra saklanmayı yani yer altına çekilmeyi başararak varlıklarını sürdürdüler. Birçok araştırmacının ortak tespitine göre masonluk hareketinin temelini de bu Tapınak Şövalyeleri hareketi oluşturur. Her iki hareketin aynı simgeleri kullanmaları bu yöndeki kanaati desteklemektedir. Ayrıca Tapınak Şövalyeleri'nin hıristiyanların dini değerlerine hakaretten dolayı yargılanmalarından sonra yer altına girmelerinin ardından masonluk örgütleriyle ortaya çıktıkları tahmin edilmektedir. Bu kanaati destekleyen muhtelif tarihi belgeler ve bilgiler de bulunmaktadır. Fakat mason kardeşler adıyla yeniden örgütlenirken biraz daha tedbirli hareket etmeyi tercih etmişlerdir. Bu kez hıristiyanların dini değerlerini aşağılayıcı tutum içine girmektense onları çok rahatsız etmeyecek hatta onların da kabul edebilecekleri bir fikri altyapı oluşturmaya özen göstermişlerdir. Ayrıca masonlukta gizliliğe önem vermiş, kendilerini çok fazla açığa vurmaktan sürekli kaçınmışlardır.
Tapınak Şövalyeleri, Mason Biraderler ve Illuminati Şebekesi, Hepsi Aynı Kaynaktan Beslenmiştir Illuminati şebekesini oluşturanlar ise hem masonluk hem de Tapınak Şövalyeleri hareketi ile irtibatı olan kişilerdi. Tapınak Şövalyeleri, Mason Biraderler ve Illuminati Şebekesi'nin fikriyatlarını, tören biçimlerini, beyin yıkama metodlarını ve simgelerini bağımsız bir bakış açısıyla inceleyenler bunların hepsinin de aynı kaynaktan beslendikleri ve aynı amaca hizmet ettikleri üzerinde ittifak etmektedirler. Illuminati şebekesinin Ortaçağ'daki siyonizm hareketi olarak nitelendirebileceğimiz Tapınak Şövalyeleri'nin diğer adıyla Tampliye tarikatının bir devamı olduğu konusunda fikir veren bazı bilgileri burada aktarmak istiyoruz:
Nesta H. Webster'in Secret Societies and Subversive Movements adlı çalışmasında ünlü büyücü ve okült uzmanı Cagliostro'nun Illuminati şebekesine katılması münasebetiyle düzenlenen tören hakkında şu notlar aktarılıyor: "İçi evrak dolu demir bir sandık açıldı. Töreni yöneten kişi sandıktan el yazması bir kitap aldı ve ilk sayfasını okudu: "Bizler, Tampliyelerin Büyük Üstadları..." sözlerini kanla yazılmış bir and izliyordu. Söz konusu bu kitap "İlluminizm"in aslında tüm monarşilere ve kiliseye karşı bir nifak olduğunu, ilk saldırının Fransa tahtına yöneleceğini ve Fransa'da krallığın çökertilmesinden sonra sıranın Roma'ya geleceğini belirtmekteydi." Burada vurgulanan hususlar gerçekten üzerinde durulması gereken şeylerdir:
Birinci olarak: El yazması kitabın bir sandıkta saklanması ve törende oradan çıkarılması işlemini ele alalım. Sandık yahudi literatüründe özel bir mana taşımaktadır. Yahudilerin bu konudaki dini anlayışlarına temel teşkil eden hadiseye Kur'an-ı Kerim'de de işaret edilir. Talut ve Calut kıssasında Talut'un komutanlığının ilahi bir hükme dayandığını bildirmek için o dönemin peygamberinin verdiği bilgi hakkında şöyle buyurulur: "Peygamberleri onlara: "Onun hükümdarlığının belgesi, size, içinde Rabbinizden bir ferahlık ve Musa ailesiyle Harun ailesinin geriye bıraktıklarından arta kalanların bulunduğu ve meleklerin taşıdığı Tabut'un gelmesidir. Eğer iman ediyorsanız, bunda sizin için bir delil vardır" dedi." (Bakara, 2/248) Burada tabut ile kastedilen bir sandıktır. Yahudiler bu sandığın bugün hala dünyada dolaştığına inanırlar. O sandığın taşıdığı manayla irtibatlandırmak için de el yazması kutsal kitaplarını özel bir sandık içinde saklarlar. Dini törenlerinde kitaplarını bu sandıktan çıkarır, tören sonrasında yine özenle sandığa yerleştirirler.
İkinci olarak 'kanla yazılan and' üzerinde durmak gerekir. Kan sembolü, siyonizmde ve bu ideolojinin temelini oluşturan dini literatürde sıkça kullanılan bir semboldür. Ancak kanla ilgili semboller genellikle gizli tutulur. (Necip el-Kiylani'nin Yahudinin Kanlı Böreği adıyla Türkçe'ye tercüme edilen tarihi ve belgesel romanında, siyonizmin temelini oluşturan dini literatürdeki "kan" kutsamasına işaret eden önemli bilgiler ve belgeler mevcuttur.) Üzerinde durulması gereken üçüncü husus Illuminati'nin aslında kiliseye karşı olduğu hususudur. Tapınak Şövalyeleri de kiliseye karşı tavır alan ve hıristiyanların dini değerlerine hakaret eden bir hareketti. Ama bu konuda izledikleri tutum tepkilere yol açınca ve birçok idam cezasına kapı açan yargılamalara sebep olunca söz konusu tarikat yer altına çekilmiş, ardından farklı bir yüzle ortaya çıkmıştı. Fakat bu farklı yüzünde hıristiyanların değerlerini hedef alan, bu değerlere hakaret anlamı içeren tavırlar dışa pek yansıtılmıyordu. Gerçekte ise bu konuda değişen birşey yoktu. Aradaki tek fark bu düşmanlığın artık bir 'nifak'a dönüşmesiydi ki bu husus da yukarıdaki notta vurgulanmaktadır. Dördüncü husus Illuminati'nin Avrupa'daki monarşilere karşı bir hareket olduğunun vurgulanmasıdır. Bu tutum özellikle entelektüel kesimin ilgi ve desteğinin kazanılmasının en önemli sebebiydi. Ne var ki entelektüel kesimde ortaya çıkan monarşi karşıtlığının Illuminati tarafından yönlendirilmesi, monarşik düzenlerin yerine geçecek yönetimlerin tek merkezden kontrol edilmesine ve bu kontrolün de Illuminati şebekesinin elinde olmasına fırsat verecekti. İlk doğuş yeri olan Bavyera'da yasaklanmasından sonra ağırlık merkezini Fransa'ya taşıyan Illuminati hareketinin bu ülkedeki monarşik düzene karşı çalışmalara ağırlık vermesi dikkat çekmektedir. Daha önce de söz ettiğimiz üzere, Illuminati'nin bir devamı durumundaki Jacobin Kulübü'nün üyeleri monarşik düzeni yıkıp yerine Yeni Dünya Düzeni yahut Evrensel Cumhuriyet olarak adlandırdıkları yeni bir yönetim getirmeyi bir ideal olarak görüyorlardı. 1785'te Almanya'dan kovulan Illuminati'nin Fransa'da bu çalışmaları hızlandırmasının üzerinden çok fazla zaman geçmeden 1789'da Fransız Devrimi'nin gerçekleşmesi bir tesadüf olmasa gerek. Fransız Devrimini hazırlayan sebepleri ve gelişmeleri incelediğimizde çok ilginç şeylerle karşılaşırız. Bakın William T. Still'in New World Order adlı eserinde ne deniyor "1789 yılının ilkbahar ve yaz aylarında İlluminatilerin tahıl piyasasında gerçekleştirdikleri manipulasyonlar sonucunda yapay bir buğday darlığı yaratıldı. Bu durum o denli geniş bir açlığa yol açtı ki, tüm ülke kısa zamanda ayaklandı. Olayların başını çeken kişi, Fransa Büyük Doğusu'nun Büyük Üstadı Orleans Dükü idi. İlluminatiler, halkın çektiği acıları bir araç olarak kullanarak yarattıkları huzursuz ortamın devrimci eylemlerine yararlı olacağını planlamışlardı. Gerçekten de, besin stoklarını bloke ederek ve Ulusal Meclis'te tüm reform girişimlerini engelleyerek, durumu iyice kötüleştirdiler ve halkı tam anlamıyla açlığa mahkum ettiler.
14 Temmuz günü Bastille yağmalandı. Özgür bırakılan tutuklu sayısı yalnızca yedi idi. Fransız tarihçiler bugün, eylemin asıl amacının Bastille'i yıkmak ve tutukluları kurtarmak olmadığını belirtiyorlar. Asıl amaç Bastille'de saklanan barut ve silâhları ele geçirmekti. Böylece silâhlanan Jakobenler, 22 Temmuz gününden başlayarak o güne dek eşi görülmemiş ve titizlikle planlanmış bir ihtilâl girişimini sahneye koydular. Bu dönem tarihte "Büyük Korku" diye adlandırılacaktır... Öncelikle tüm ülkede eşzamanlı bir panik duygusu yaratıldı. Köyden köye, kentten kente giden atlılar, yurttaşlara "haydutların" yaklaşmakta olduğunu ve kendilerini korumak istiyorlarsa silâha sarılmaları gerektiğini bildirdiler. Ayrıca, tüm bu olayların sorumlularının malikânelerde ve şatolarda gizlendikleri, bizzat kralın buraları ateşe vermelerini buyurduğu yurttaşlara söylendi. Fransa kralına bağlı olan halk bu emirlere uydu. Artık alevlerin denetlenmesi imkansızdı, yağma ve yıkım sürerken, anarşi gittikçe yaygınlaşıyordu...
Paris sokakları teröre teslim olmuştu...1793 Kasım'ında tüm Fransa'da rahiplerin öldürülmeye başlanması, dine karşı bir kampanyanın yürürlüğe girdiğini ortaya koyuyordu. Tüm mezarlıklara, İlluminatilerin ünlü sloganı olan "Ölüm Sonsuz Bir Uykudur" sözlerini içeren yazılar asılmaya başlandı. Paris'teki kiliselerde "Akıl Bayramları" adı altında eğlentiler düzenleniyor, fahişeler tanrıça gibi tahta çıkarılıyorlardı. Bu törenlerin bir adı da "Exoterion"du ve Weishaupt'un kaleme aldığı "Aşk Tanrıçasının Kutsanması" adlı bir şiiri örnek alıyorlardı... Thomas Jefferson, üç yıl süren Fransa elçiliğinden 1791'de Amerika'ya geri döndüğünde, tüm bu kıyımı "ne güzel bir devrim" diye tanımlamış ve tüm dünyaya yayılmasını umut ettiğini yazmıştır. Jefferson, neredeyse tüm Fransa halkının Jakoben olduğuna inandığını açıklamıştır. Ona göre, bu büyük çoğunluk, ulusal iradeyi açıkça ortaya koymaktaydı... 1793 yılının sonlarına doğru, yeni devrim yönetimi sayıları yüz binlere ulaşan işsizlerle yüz yüze kaldı. Devrimin önderleri, sonradan bütün diktatörlerin taklit edeceği yeni bir "terör" projesini uygulamaya geçirdiler: Nüfus azaltılması Amaç Fransa'nın yirmi beş milyona ulaşan nüfusunu on altı milyona indirmekti. Robespierre, nüfusun azaltılmasını kaçınılmaz buluyordu.
Nüfusun azaltılması ile görevli devrim komitesi üyeleri, gece gündüz harita başında her kentte kaç kellenin kopartılması gerektiğini hesaplıyorlardı. Devrim mahkemeleri kimlerin ölmesi gerektiğine karar veriyor ve sonu gelmez bir kurban sürüsü giyotinin yolunu tutuyordu. Yalnızca Nantes'de, bir gece içinde 500 kimsesiz çocuk kent mezbahasında öldürülüyor, 144 yoksul kadın nehre fırlatılıyordu." Fransız Devrimi'nde masonların rolüne işaret amacıyla Nesta H. Webster de Secret Societies and Subversive Movements adlı eserinde şunları yazıyor: "1789 yılında krallığın yıkılması ile birlikte, 10 Ağustos gününden başlayarak üç renkli Fransız bayrağı devrimin kızıl bayrağı ile değiştirildi. "Yaşasın Kral Orleans" çığlıkları ile masonların "Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik" seslenişi sokakları kapladı."
İşte böyle bir devrim, dünyadaki kalabalık kitleleri yönlendiren medya organı tarafından yeni bir çağ açan, dünyayı demokrasi ile tanıştıran son derece önemli bir olay olarak lanse edilmiştir. İlluminati Şebekesinde İhanetin Cezası Ölümdür İlluminati adını ve üyelerini inanılmaz bir sır gibi saklayan ölümcül bir kuruluştur. Bugün hemen her ülkede mevcuttur. Özel eğitim, tören ve alt kültürlerden gelmeyenler İlluminati'ye kabul edilmezler. ABD başkanlarının pek çoğu İlluminati'den ya icazet alırlar ya da üyesidirler. İlluminati o kadar gizlidir ki, varlığından bile bahsedilmez. Bu gizli örgüte ihanet edenlerin cezası kayıtsız şartsız ölümdür. Illuminati'nin NATO ile veya Gladyo gibi yeraltı örgütleri ile de ilişkisi olduğu bilinmektedir. İnşallah bu ilişkiden ileride söz edeceğiz. Irkçılığın Babası Cecil Rhodes ve Illuminati 19. yüzyılın ikinci yarısında Illuminati Şebekesi'nin en çok öne çıkan adı Cecil Rhodes adlı İngiliz siyasetçidir. Bu kişi Güney Afrika'yı tümüyle yerlilerin ellerinden alarak sömürgeciliğin kontrolüne sokan adamdır. Güney Afrika topraklarını aynı zamanda oldukça insafsızca yönetmiş ve çıkardığı fitnelerle yerli halktan pek çok insanın kırılmasına sebep olmuştur. Zaten Güney Afrika'yı sömürgecilerin kontrolüne sokmasındaki başarısı izlediği fitne politikalarından kaynaklanıyordu. İzlediği fitne politikasında seçtiği iki kabileyi birbirine düşürüyor, bu iki kabilenin fertleri iyice birbirlerini kırıncaya kadar hadisenin dışında kalmaya yahut bir yandan ateşin üzerine benzin dökmeye devam ediyordu. Her iki kabile de iyice zayıf düştükten sonra müdahale ediyor, "barış ve anlaşma" sağlama iddiasıyla her ikisini birden kontrolüne alıyordu. Bu amaçla: "Önce sorun çıkar, sonra çözüm öner" teorisini geliştirmişti. Irk ayrımı politikasının fikir babası da odur. Onun bu fikriyatı yüzünden Güney Afrika'nın yerlileri ve asıl sahipleri olan siyahlar yıllarca zulme, aşağılanmaya maruz kaldılar.
Rhodes, politik alanda bu oyunları çevirirken kendisi de Güney Afrika'nın bütün zenginliklerine kondu. Elmas kaynağı yönünden oldukça zengin olan Güney Afrika'nın elmas tarlalarını işleterek hayal edebileceğinin çok üstünde servete sahip oldu. Bugünkü Rhodesia adlı ülke de adını onun soyadından alır. İşte bu Rhodes, 19. yüzyılın sonuna doğru Londra'da oldukça etkili bir faaliyet merkezi oluşturan Illuminati şebekesini devreye soktu. Bu şebekenin amacı ise dünyayı tek merkezden yönetmek, dolaylı sömürgeciliğin çengeline takılan devletlerin yöneticilerini yetiştirmek ve onlar vasıtasıyla bütün dünyaya kumanda etmekti. Bu amaçla Rhodes Bursları adıyla geleceğin yöneticisi olacak üniversite öğrencilerine yardım ve onların murakabe edilmesi amacıyla bir organizasyon oluşturdu. Rhodes bursuyla okuyan öğrenciler diğerlerinden bayağı farklı kabul ediliyordu. Çünkü onlar belli bir amaç için hazırlanıyordu. Onlar ülkelerine döndüklerinde yönetim, ekonomi ve medya alanında önemli noktalara yerleşebilmek için çalışacaklardı. Bunun yanı sıra gittikleri yerlerde Illuminati şebekesinin temsilcisi olarak çalışacaklardı. Illuminati şebekesi onları ülkelerine döndüklerinde kendi gayretleriyle baş başa bırakmayacak hedeflenen noktalara yerleşmeleri için gerekli irtibatları kuracak, bu amaçla siyasi baskı gücünü kullanacaktı. Illuminati şebekesi Rhodes burslarıyla okuyan üniversite öğrencileri için aynı zamanda bir beyin yıkama mekanizması olarak çalışıyordu. Onları belirlenen amaçlara hizmet etmelerini sağlayacak fikirlerle donatmak için çabalıyordu. Kendilerine dünya hesapları açısından parlak bir gelecek hazırlamak isteyenler için de Rhodes bursları sadece bir eğitim bursunun yani maddi yardımın temin edilmesinden ibaret değildi. Bunun çok çok ötesinde bir anlam taşıyordu. Bu yüzden maddi durumları iyi olan öğrenciler de bu Rhodes bursları organizasyonuyla irtibat kurmak için fırsatları değerlendiriyorlardı. Talep çok olduğu zaman da Rhodes burslarını koordine edenler açısından iş kolaylaşıyordu. Çünkü amaçlara uygun olanları seçme ve gerektiğinde aralarından eleme yapma imkanı doğuyordu.
Dünyadaki birçok önemli yönetici Rhodes burslarıyla üniversite tahsilini gerçekleştirmiştir. Bunlardan biri de ABD'de iki dönem başkan seçilen Bill Clinton'dur.
İKİNCİ BÖLÜM İÇİN TIKLAYIN.
Bugün 289 ziyaretçi (377 klik) kişi buradaydı.