AHMET ÜNAL
ismetozel2
İSMET ÖZEL CUMA MEKTUPLARI Özelin uzlaşmaz tutumunu "Müslüman" anlayışında görebiliriz. Genellikle "Müslüman" dediği zaman "benim gibi düşünen Müslüman" anlamında kullanır gibidir. Bir yazısında 1. sınıf ve 2. sınıf diye bir Müslümanlık ayırımı yapmaktadır (başka bir yazısında ehlileştirilmiş-militan uzlaşmayan Müslüman ayrımı yapıyor). 1. sınıf Müslümanlar 1) sadece İslam ilkelerini gütmeyi hayatlarının 1. meselesi yapan ve 2) bu ülkede Müslümanların haklarının bütün boyutlarıyla tanınabildiği bir zamanın geleceğine inanan ve 3) bu uğurda çalışmayı hayatlarının en önemli uğraşısı yapanlardır. 2. sınıf Müslümanlar dünyanın halini veri kabul eden, hayatlarının İslam ilkelerinden başka etkenlerce düzenlenmesinden büyük bir rahatsızlık duymayanlardır (Cuma Mektupları I. s. 100, Kara, s. 652)
"Kâfir" sözcüğünü kimi kez kendisi gibi düşünmeyen Müslümanları da kapsayacak biçimde, kimi kez de salt Hıristiyanlar, Batılılar için kullandığı izlenimi edinilmekledir. (Kâfirin Müslüman olmayanlar için kullanılması halka özgüdür. Asıl, Tanrı'yı yadsıyanlar için kullanılır.) Bir röportajda bir tanım denemesi yapıyor. Kıble ehline kâfir denemeyeceğini söyledikten sonra, namaz kılanların, devamlı kılmasalar da kâfir sayılamayacağını belirtiyor. Faka! hemen ardından kâfiri "kıblesi benimkinden farklı" birisi diye tanımlyor. Hoşgörüsüzlüğü açık olmakla birlikte, sınırları pek de belirgin sayılamaz (Kara, s. 656). Özel, uygarlık ve tekniğe de İslamiyet adına meydan okur. Müslüman olanın İşi yalnızca Allah'ın yolunu izlemek olmalıdır. Uygarlık diye bir tasası olamaz. İslami mücadeleyi bir uygarlık mücadelesi olarak anlarsak uygarlık bakımından parlak olan Abbasi, Endülüs, Osmanlı gibi dönemleri örnek alabiliriz. Oysa bu dönemlerin birçok yönleri uygar, fakat İslamiyet’e aykırı olabilir. Öte yandan milliyetçi ve sosyalist anlayış tekniği bir insan egemenliği aracı olarak değerlendirirken, Müslümanların tekniği kulluk haddinin aşılmasının bir belirtisi. Tagut (şeytan ya da put) olarak görmeleri gerekir. Mevcut haliyle Batı tekniği İslami yaşayışın örgüsüne giremez. Bilime gelince, Allah'ın kurduğu düzenin hikmetini kavrama çabasıdır? İnsanın bilime vukufu Allah'ın lütfettiği bir zenginlik. Oysa hümanist Batı düşüncesi bunu gurura dayanak yapmak, mutlak bilgiye varılacağı iddiasındadır. İlerleme düşüncesi de "zorbalığın haklılaştırma isteğinden" başka bir şey değildir. Müslüman ilerlemeye aldırmaz, çünkü onun gelecekte daha mükemmel bir insan tipine, daha üstün bir Müslüman’a ulaşmayı düşünmesi olanaksızdır. Üretim denilen çılgınlığın dünyaya ya da insanlığa kattığı bir şey yoktur (Kara, s. 600-2, 610, 615-21,630). Her şeye rağmen, yazar Türkiye'ye özel bir önem vermektedir. Zira Türkiye bağımsızdır. Ayrıca bir tek burada devletin İslami kimliği açıktan reddedildi. Dolayısıyla ancak bu ülkede İslami bir hayatın inşası görünen bir sorundur. "Müslüman" olmak bir kimlik belirtisidir. Sömürgeleşmiş Müslüman ülkelerde İslami bir görüntü varsa da içi çürümüştür (Kara, s. 649-51). Yazar düşüncesine herhangi bir somutluk vermekten kaçınmakla birlikte hilafet (hatta saltanat) istemektedir. Hilafet insanın yeryüzünde bulunuş amacına ve kültürel siyasal çerçevelerine açıklık getirecektir. Bütün Müslümanların bir tek siyasal karar odağına göre (adı hilafet ya da saltanat olsun ya da olmasını faaliyet göstermesi bir gereksinimdir. Bu düşüncelerden de anlaşılacağı üzere, Özel demokrasiye hiç de sıcak bakmıyor, ama "Müslümanlığın" bir özgürlük olduğunu savunuyor. Cezayir'de "Müslümanların" demokrasi öldürüldü diyecek halleri olmadığını, çünkü programlarında demokrasiye yer vermediklerini rahatça itiraf ediyor. Ona göre Türkiye'de büyük çoğunluğun en önemli özelliği düşünmemektir. Hilafetin bir yararı da demokrasinin en büyük sakıncası olan "cahil halk yığınlarının" yönetimi bozmasının ya da de-mogoglarca yönlendirilmesinin önüne geçmesi olacaktır (Kara. s. 676-9, 681,659,685). Özelin başkalarına özgürlük tanımak konusunda hiçbir cömertliği söz konusu değildir. Sözlerinin geçtiği yerde komünistlere örgütlenme olanağı vermeyi reddetmektedir. (Özel'e göre Türkiye'de sosyalizm yoktur ya da olduğu ölçüde "Kemalizmin kayınbiraderidir.") Türk Ceza Kanununun komünizmi yasaklayan ve pek ağır yaptırımlar içeren 141 ve 142. maddelerinin kaldırılmasına da karşıdır (Cuma Mektupları I, s. 106.) Voltaire'in başkalarının düşüncelerini açıklama özgürlüğünü savunmak yükümlülüğüyle ilgili ünlü sözünü reddediyor. Laiklik Hıristiyanlık içinde bir öğretidir, o da bize yaramaz. Feminizm bir fesattır, zira kadının ve erkeğin yeri ayet ve hadislerle bellidir. Savaş aleyhtarlığına, anti-militarizme "erkek özelliklerinin" reddi olarak, cihat düşüncesini silmeye çalışan bir hile olarak bakmaktadır. Böyle şeylere "ikinci sınıf kafalar" inanırdı. "Bize" savaşçılık bilinci gerekirdi. (Kara, s. 660, 663, 666, 689, Cuma Mektupları I, s. 108). Şair - yazar İsmet Özel, 'Allah'ın Türkleri diğer milletlerden üstün yarattığı" görüşünü 27 yıldır savunduğunu söyledi. İsmet Özel “Türkiye’nin bu potansiyele sahip olduğuna inanıyorum” inanıyorum" dedi. Türk edebiyatı dergisinde yayımlanan röportajında Allah'ın Türkleri diğer milletlerden üstün yarattığını bu yüzden Türklerin üzerinde daha büyük bir yükün olduğunu, söyleyen İsmet Özel. bu tespiti nasıl yaptığını Milliyet'e şöyle anlattı: 'Dış' Türk, ‘iç’ Türk "Yaratma dediğimiz olay, sona ermiş değil. Türkler dîye bir şey varsa, bunun da hâlâ yaratılıyor olması lazım. Allah Türkleri diğer milletlerden üstün yarattı' cümlesini sarf etmemin sebebi, dünyada mevcut yaşama düzenine alternatif olabilecek yaşama düzeninin, ancak Türklerin elinden çıkabileceği tezine dayanıyor. “Türk"ten kastının, Türkiye Türkleri olduğunu kaydeden özel, "Türkiye sınırları dışındaki unsurların Türklüğünü bu meselenin içine katmıyorum. 'Dış Türkler' tabirini biz sadece Türkiye'de kullanıyoruz... Dışarıdakiler kendilerini Türk diye sayıyorlarsa, göndermelerini Türkiye'ye yapmak zorundalar" dedi. Açılıma inanmıyorlar Türkiye'den yeni bir açılım doğabileceğine inanan entelektüeller olmadığını kaydeden Özel. "'Tüm toplumda bu konuda bir konsensüs olması lazım. Ben var olan ruhun keşfedilmesi ve kıymetinin bilinmesi gerektiğini söylüyorum. Yoktan var etmek Allah'a mahsus. Türkiye'nin bu potansiyelinin olduğuna inanıyorum. Bunun da fark edilmesini bekliyorum" dedi. Hegemonyayı aştık Türkler dışında, üstün yaratılan başka topluluk bulunmadığını savunan özel, şöyle konuştu: "Türk olarak varlığımız, dünyada benzersiz bir tavrı yansıtmamıza bağlı. Benzersizliğimiz, eğer varsa üstünlüğümüz dünyada yürürlükte olan hegemonyanın dışına çıkabilme gücünü göstermiş olmamızdır. Mesela bunu İstiklal Harbi'yle ortaya koyduk." ŞİİR TAHLİLİ
İkinci Yeni anlayışının etkisi altındaki ilk şiirlerinde "özgün duyarlığın", "gözü :k ve yeni bir imge dünyası'nın (A.Behramoğlu) göre çarptığı, daha sonraki şiirleriyle "toplumcu gerçekçi akımda daha önce rastlanmayan bir çizgiye" (Ş. Kurdakul) ulaştığı, "devrimci anlayışa benzeri görülmemiş örnekler" (M.Fuat) kazandırdığı ileri sürüldü.
Gerek "Evet İsyan" da gerekse “Cinayetler Kitabı”nda hem siyasi teminolojinin hem de şiiri kuran düşüncede hayatla her gün yüz yüze geldiğimiz meselelerin ağır bastığını görmekteyiz. Ancak 1980 yılında yayınlanan "Şiir Okuma Kılavuzu" başlıklı denemesinde şiirle politika arasında doğrudan bağ kurmaya muhalif bir tutum içinde olduğunu görürüz. Bu şairin savunduğu şiir anlayışı bakımından bir uyuşmazlık durumu yaratır. Örneğin;
.................................................................................
Sevgilim Hayat
Mahmur bir tohumdun delikenlı bağrıma. Ve hatırlıyorum lokavt vardı kalbi Kozlu'da Keşan'da ümüğüne basılır mı vahşetin cebimdeki adreslerden umul kalmamıştır toprağa sokulduğum zaman
çapa vuran adamlar
"Kanla Kirlenmiş Evrak" şiiri şairin geçiş sürecinin işaretlerini taşıyan bir şiirdir. Şiir şairin hayatından kesitler sunduğu için gerçekçi bir şiirdir. Şiirin ilk dizesiyle şairin hayata duyduğu inancın yavaş yavaş sarsılmaya başladığını sanki bir geçiş dönemi yaşıyor olduğunu anlıyoruz.
Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında..
Bu geçiş döneminde şair, hayatının karamsar bir yapıya dönmesine neden olarak önceleri bağlı olduğu inançların değerlerin kuşatma altına alınmasını gösterir. Şair dönemin ağır şartları altında eziliyor olduğu hissini uyandırırken aynı zamanda bu şartlardan kaynaklanan bîr düşünce bunalımına düştüğünün işaretlerini de vermektedir.
Bunu da;
Aşklarım, inançlarım işgal altındadır mısrasıyla açık bir dille sunmuştur.
tabutumun üstünde zar atıyorlar cebimdeki adreslerden umut kalmamıştır
mısralarıyla şair nasıl bir ortamda bulunduğunun gerçekliğini yansıtmakla kalmamış ''tabutunun üstünde zar atılıyor" olmasıyla da ortamındaki sahteliklerin farkında olduğunu belirtmiştir. Döneminin sosyal ortamında kendi bunalımını yaşarken kariyerizm uğruna bu ortamdakiler tarafın kuyusunun kazıldığını ifade etmektedir. Bu yargılara şairin içinde yaşadığı dönemin, sosyal ortam yapısını göz önünde bulundurarak varmaktayız.
Şairin, bulunduğu nesnel gerçekliği olduğu gibi kaleme almış olması ve bunu yaparken sembollere yer vermemesi gerçekçi bir şiir kurma amacından kaynaklanmıştır. Şairin önce toprağa sokularak gizlenmeye çalışması ve daha sonra da buradan çıkarak denize yaklaşması onun bir kaçış dönemi yaşadığının, ancak başkalarınca rahat bırakılmadığının da ifadesidir.
Derin düşünmeye sevkeden; toprağa sokulduğum zaman çapa vuran adamlar denize yaklaşınca kumlar ve çakıl taşları geçmiş günlerimi aşağılamakladır.
mısralarıyla şairin o güne kadar iyi veya kötü bağlantılar içinde bulunduğu çok sayıda kişilerce yaptıklarından, düşündüklerinden ölürü bir yargılanma, önemsizleştirilme durumuyla karşı karşıya kaldığını olduğu gibi kabul edilmeyerek, aşağılanmaya varan durumlar yaşadığın! dile getirmiştir.
Şiirin ikinci bölümünde şair yine kendini ve hayalını okuyucuya hatırlatan ve şiirin her bölümünün başlangıcında yer alan
Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında mısrası ile şiire bir ahenk katmıştır. Şiirin her bölümde aynı mısrayla başladığını ve bu mısradan sonra birbirinden ayrı olayların yaşandığını, sonuç itibariyle de bu olayların şairin hayatına yön vermedeki etkisini açık bir şekilde görmekteyiz.
Ve rüzgar buruşturuyor polis raporlarını mısrasıyla da şair yine İçinde bulunduğu dönemde insanlar üzerinde yoğun bir baskının olduğunu imgesel bir dille vermekledir.
kadınlar fazlasıyla günaha giriyorlar bazı solcun gömleklerin çözük düğmelerinden çelik tırpan gibi silkiniyor çocuklar denizin satırları arasında.
mısralarıyla şair içinde yaşadığı sosyal çevreden de okuyucuya bir takım işaretler vermekledir. Kadınların günaha giriyor olmaları, İslam dininin toplum nezdinde ne gibi bir konuma girdiğinin izlerini yansıtmaktadır. Ayrıca günah kavramını işlemesiyle şairin bir arayış, bir geçiş döneminde olduğunu çıkarabiliriz. Diğer dizelerde ise eski olan ile yeni olan arasında bir bağ kurulmuştur. "Solgun gömleklerin çözük düğmelerinden, çelik tırpana benzeyen çocukların silkiniyor"' olması aslında eskilerin yerine bayrağı taşıyacak daha dirayetli çocukların (gençlerin) geldiğini, siyasi bir gerçeklik durumu yaşandığını vurgulamıştır. Çocukların dahî eskilerin bıraktığı mirası elde etmek adına fırsatlar kolladığı, "çözük düğmelerden" silkinmelerinden ve zor şartların içinde kaldıklarını "denizin satırları arasında" bu işi yüklenmelerinden anlamaktayız.
Şairin bu şiirinde ayrıntılarda karanlık, tamamıyla anlaşılmayan derin bazı unsurlar kullanılmıştır. Bu da onun şiir ile ilgili "şairin ve şiir okurunun şiirde buldukları kendi kıvılcımlarıdır, kendi anlam yüklemeleridir" görüşünden kaynaklanmaktadır.
Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında öyle yoruldum ki yoruldum dünyayı tanımaktan Şiirin son parçasında zamana değinmesi ve zamanın geçiciliği gerçeğinden hareket ederek “saçlarının çok yorulduğunu” dile getirmiş olması bîr bakıma onun yaşlanmaya başladığının bir gerçeğidir. Hayatında yaşadığı her türlü olayın vakitsizce başına çöküverdiğinden söz eden şair yaşaması gerekenleri sırasınca yaşamadığını ve bu yüzden yaşlılığında ağarması gereken saçlarının gençlik dönemlerinde ağardığından yakınır.
Bunu; saçlarım çok yoruldu gençlik uykularımda mısrasıyla vurgulamıştır. Şair, bu mısrada gençlik uykularında yorulan saçlarından bahsederken uyku ve yorulmak gibi iki zıt kavramdan yola çıkarak zıtlıklardan meydana gelen bir bütün kurar. İnsanın uyku halindeyken yorulması mümkün değildir. Aksine uyku İnsanı fiziki ve zihni açılardan dinlendiren bir etkiye sahiptir. Ancak şair genel yazı tarzından hareketle zıtlıklar arasında bağlantı kurmuş ve ifadelerini derinleştirme fırsatı yakalamıştır. Öte yandan bu mısra ile şairin gençlik uykusu olarak nitelendirdiği durum, gençlik çağında bazı gerçekleri kavrayamamış olmasıdır. Bu çağda gerçek gibi görünen ama gerçek olmayan şeylerle uğraşmakla, onlar üzerine düşünmekle saçlarının (bir bakıma beyninin) yorulduğunu dile getirmeye çalışmıştır.
Şair, gerçeği taşımayan ve yansıtmayan, doğru sandığı şeylerin peşinde koşmanın, bunlar için birçok zorluğa göğüs germenin dolayısıyla bu yolda çektiği acıların aslında hiçbir değerinin hiçbir anlamının kalmadığının farkına varmış gibidir.
Ve şimdi bir çok sayfasını allayarak bitirdiğim kitabın başından başlayabilirim.
Şair şiire hakim olan kasvetli karanlığa bu mısra ile son vererek yeni hayata açılan kapıların umut yüklü müjdecisi olmuştur. Şiir baştan başa ağır bir üzünçle donanmıştır. Şairi mutsuz kılan kaynak, içinde bulunduğu ortamın kendi yaşantısına yansıyan olumsuzlukları olmuştur. Şair yaşadıklarını ve gördüklerini tasvir ederken dizeleri ince bir sızıyla dolup taşırmıştır. Şair şiirde diğer insanları da gözlemlemiş onlara kayıtsız kalmamıştır. Bu yönüyle toplumcu bir çizgide yol aldığını ancak kendi hayatını etkisi altına alan olaylar karşısında gösterdiği psikolojik tavırla bireyciliğe kayan bir çizgi çizdiğini görürüz.
Şiirde şairin kullandığı dilin dolaylı olduğunu ve vezin kafiyenin bulunmadığını, şiirin serbest bir şiir olduğunu görüyoruz. Şair, şiiri belli kalıplara koymayan süssüz, sembollere kapalı ama İmge dünyasına açık bir şiir kurmuştur. Şiirde yer yer kapalılıklara rastlamamız, şairin şiiri kapalı bir ifade olarak yorumlamasındandır.
"Kanla Kirlenmiş, Evrak" adlı şiirinde şair simgelere, musikiye önem vermemiş ve dili aracılığıyla dilin anlatım olanaklarını aşan bir şiir oluşturmuştur. O, şiirdeki dilin, bîr varlık kazanarak gerçeği şiire taşıyan bir kuruluş olduğunu savunur. Dolayısıyla şiirde kullanılan dil başka bir şeyin yerini tutmak üzere yoktur. Nitekim şiirinde de bu görüşe sadık kalarak kendine özgü bir anlatım tekniği kullanmıştır. Şiirde kullanılan dizeler kıvrak ve içtendir. Bu iki durum bizi tek düzelik duygusuna kapılmaktan korur. Şiirde içerik biraz geriye itilmiş ve alışılmadık imgeler kullanılarak yaşanılan olaylar, içinde bulunulan durumlar biraz Öne geçmiştir. Açık ve yalın bir söyleyişten bilinçaltını boşaltmaya yarayan bir söyleyişe kayılmıştır. Şair, buna rağmen anlatımı başarılı bir düzeyde yapmıştır. |