EZOTERİZM, FARKINDALIK ve KENDİNİ BİLMEK 2
Unutulmamalıdır ki zorluklarla mücadeleye girişmiş bir akılda daima güzel şeyler bulunur. Onun için mücadele ederek kamil insan olma yolunda bilgi ve dolayısıyla bilinç seviyemizi yükseltmemiz gerekir, böylece dış görünüşler süpürülüp kökendeki araştırılabilir. İnsanlar tüm korkulardan özgür olmalıdır. Tutkularını bırakabilmelidir, çünkü tutku demirin üzerindeki pas gibidir, onun parlaklığını, gerçek yüzünü örter.
Gerçek ruhsallık, güdülmeyen Ben yani mantık ve sevgi uyumudur. Hakikatin yolu yoktur ve hakikat sınırsız ve koşulsuz olduğu için organize edilemez. Hakikat her yaprağın altında, her gülüşte, her gözyaşında, kişinin sözcüklerinde, duygularında, düşüncelerindedir, çünkü yaşamın kendisi koşulsuz hakikattir. Dolayısıyla, hakikat her birimizin içindedir, onu ancak yalnız başına, onu gizleyen örtüyü kaldırarak kendimiz keşfederiz. Örtüyü kaldırmak ise sahte olanı keşfetmektir. Sahte olan tanındığı anda ortadan kalkar ve hakikat ortaya çıkar. Koşullandırılmış beyinler, teoriler, rahatlatıcı tezler, cehaletimizi ve bencilliğimizi görmemizde bize yardımcı olamaz.
Kendimize berrak gözle bakabildiğimizde gerisi gelecektir. Bunun ilk adımı, zihnin farkına varılmasıyla atılır. Daha sonra başarmasız başarmayı amaçlayan zihin denetim teknikleri kullanarak zihnin kendi içine döndürülmesi ve varlığımızın en iç girintilerinin araştırılmasıyla ne sizin ne benim ne de başkasının olan zihin boşaltılabilmelidir. Bir ayna nasıl her an önüne gelecek olan bir objeyi görüntülemeye hazır ise boş zihinde her şeyi aksettirecektir. Tıpkı obje aynanın önünden çekildiğinde aynada iz kalmadığı gibi boş zihinde her bir şey, iş bittiğinde bir iz bırakmadan kaybolacaktır, zihin olaylardan etkilenmediğinden tarafsızlığını koruyacaktır. Böylece tüm görecelikler var olmayan olarak görülerek geriye algılanacak bir şey kalmaz.
Algılanacak bir şey olmaması, tüm değişik görünüşleri gözlemlemek fakat onlardan etkilenmemek yani şeklin ötesine geçebilmek, manayı yakalayabilmektir. Bu sayede aydınlanmayı başarıp hakikate erişebiliriz. Kişiyi olgunlaştıran yalnızca hakikatin algılanmasıdır. Bunun için de kişi ona bölünmemiş dikkatini vermek zorundadır ve bu bölünmemiş dikkat ancak hiç bir seçim, dolayısıyla dikkatin dağılması fikri olmadığı zaman ortaya çıkar.
Zihni boşaltabilmenin en önemli ögelerinden biri de an’da yaşayabilmektir. An’da yaşanıldığında ve an’a tüm dikkatimiz verildiğinde belleğimiz kayıt yapmaz. İnsan duygusal belleğinde kayıtlı anıları tekrar tekrar hatırlayarak acı çeker. Bu nedenle de geçmişte yaşar. Geçmiş ya da gelecekte yaşayan kişi de an’a tüm dikkatini veremez. An’ın kendisini “şimdi ve burada” yaşayamaz.
Farkındalığın olduğu yerde tepki olmaz ve farkındalık ışığını an’a yöneltmeyen kişi, bir an sonra geçmiş olacak anların karanlığında kalmaya kendini mahkum eder. İşte bu da, karanlık, cehalet, bencillik ve bağımlılığı doğurur. An’da tüm farkındalığımızla dolu dolu yaşadığımızda hiç bir eksiklik kalmayacağı için, bir an sonra “geçmiş” olacak olan bu an, eksikliği tamamlamak için bizi kendisine doğru çekmez, ve biz yeni bir an’ı deneyimlemek üzere tümüyle özgür oluruz. Her şey doğası gereği tamamlanmak, bütünleşmek, bir olmak ister. Tüm dikkatimizi veremediğimiz için tamamlanmayan an da daha sonra tamamlanmak umuduyla bellekte “kaset” olarak kayda geçer.
Sonunda bu kasetler öylesine çoğalır ki zamanla insanın tüm yaşamı, kasetlerle yönetilir hale gelir ve kişi adeta robotlaşır. Robotlaşan kişinin de hakikate varması olası değildir. Anılar ve hayaller kesildiği zaman geçmiş ve gelecek te varolamaz. Şimdiki zaman her ikisinden de daha katı bir şekilde var olmayı sürdürür, fakat geçmiş ve gelecek zamanla ilişkili olarak düşünülmediğinden o artık şimdiki zaman olarak adlandırılamaz. Aydınlanmış kişinin zihni zamansal ilişkilerden bağımsızdır.
Robotlaşmanın getirdiği cahilliğin doğurduğu üç zehir; yanlış arzular, öfke ya da tutku ve bireyin kendi gerçek doğasını bilmemesidir. Bu zehirlerden bütün düşüncelerimizi ve bizi “Samsara” nın yeniden doğum çemberine bağlayan hareketler doğar. Halbuki an’da yaşayan, tüm bağımlılıklarından kurtulmuş kişi Nirvana ve Samsara’nın bir olduğunu bilir. Bu, her ikisinin de aynı olduğu demek değildir.
Burada, her şeyin gerçek veya ayrılmamış şeklini ve geçici, ayrılmış şeklini ikisi arasında bir ayrım yapmadan algılama kastedilmektedir. Yokluğa tutunup gündelik hayatı boşverenler de en az nesnelere nesne gözüyle bakıp temeldeki birliği algılayamayanlar kadar hatalıdırlar. İlerleyiş yoluna yeni başlayanlar, nesneleri nesne olarak algılayanlar mümkün olduğunca temeldeki birlik fikrine takılmalı ve böylelikle kendilerini daha sonra gelecek olan sezgisel anlayışa hazırlamalıdır.
Deniz dalgalarının hareketi ve yer değiştirmesi üzerine düşünmek yararlı bir simgesel yaklaşımdır. Dalgalar ve deniz temel madde olarak aynıdır. Ancak verili bir zamanda ele alındığında dalga bireysel etkinliğini o an dışında koruyamaz. Çünkü onu kapsayan su hiç bir an bir diğer anın tamıtamıyla aynı değildir. O yüzden uzaktan bize ulaşana kadar sahip olduğu her damla, ilk görüldüğü andaki damlalarından tamamıyla farklı olacaktır. Öte yandan deniz suyu deniz suyudur ve dalga da bütünüyle deniz suyundan ibarettir. Yani her dalga aynı zamanda boşluktur.
Sırf düzensiz şekilde değişen ve okyanusun içindeki diğer tüm dalgalarla aynı kaynaktan oluşan bir görünüştür. Ancak, bir tekneyi alabora edebilir ve bu yüzden sıradan insanların bakış açısı ile tam bir gerçektir ve bu anlamda geçici bir bireysellik sahibidir. Temeldeki boşluğu korumasına karşın boşluk değildir. Çünkü, doğal olarak Boşluktan görece oluşların geçici oluş karakteristiğine geçildiğinde karma olması en doğal beklentidir. Görüldüğü gibi bu metaforda, Deniz Suyu “MUTLAK”, Dalga onun “GÖRECELİ” görünümü olarak başarılı olarak anlatılmak istenmiş ve özellikle göreceli olanda “geçicilik” çarpıcı bir biçimde belirtilmiştir.
Her şey zıddıyla kaimdir, böylece varlık ve yokluk birbirlerini üretir, zor ve kolay birbirini tamamlar, uzun ve kısa birbirini biçimlendirir, ön ve arka birbirini izler, yüksek ve alçak zıtlığı doğurur ve zıtları, ancak hakikatin özüne varanlar birleştirebilirler. Çünkü, hakikat hep aynı hakikattir. Değişen yalnızca, duyan, gören, bilen ve idrak edenlerin bakış açıları ve seviyeleridir. Maya, birleşik şuuru başka bir deyişle kozmik bilinci farklılaştırdığı için kişi nesneyi kendisinden ayrı evrenin içinde sayısız parçalara ayrılmış olarak görür.
İşte bundan dolayı Nirvana ve Samsara her zaman baki olan hakikatin iki yüzüdür. Tao’cu bir deyiş şöyle der: “Bir ikiyi doğurur. İki Üçü. Üç tüm binlerce eşyayı. Bundan boşluk ruha, ruh yaşama, yaşam öze ve öz de şekle dönüşür. Tam tersi olarak binlerce eşya üçe, üç ikiye, iki bire döner. Dolayısıyla bu enerjilere bol miktarda sahip olmak yararlıdır” çünkü çeşitlilikten birlik doğar. Bir veda duası şöyle demektedir: “Götür beni. Hakiki olmayandan hakikate. Karanlıktan ışığa. Ölümden ölümsüzlüğe”. Aslında hakikate eren gördüğünü tanır. Unutulmamalıdır ki cehalet ve ondan kaynaklanan her şey tüketilebilir, fakat bilgeliğin ışığında görülebilen bilgi ve gerçekler tükenmezdir.
Yaşamın örümcek ağını ören insanın kendi değildir. O, bu ağda yalnızca bir teldir. Bu tele yaptığı her katkıyı aslında kendine yapmaktadır. Çünkü gerçek mutluluk iç barış ve huzurdan gelir, bu da iyilik tohumlarının ekilmesiyle, şefkatle ve merhametle cehaleti, bencilliği, açgözlülüğü yoketmekle gerçekleşir. Şefkat ve merhameti ise büyük kentlerin renkli vitrinlerinden satın alamayız ya da makinada üretemeyiz.
Ancak içsel gelişmeyle akıl ve vicdanımızı çalıştırarak elde edebiliriz. Zaten akıl ve vicdan tıpkı vücudumuzun kasları gibi çalıştırılmadığında zayıflar. İşte bu çalışmalar bizi tam tarafsızlık haline getirir. Tam bir tarafsızlık durumuna gelmeyi öğrendiğimizde, her şeyi temel birlik durumunda görebildiğimizde ise zihinlerimizin o doğuştan gelen saflığıyla huzurlu yaşarız. Hem de bu zihinlerin bizim bile olmadığını fakat yaratılmamış, her zaman var olan zihin olduğunu keşfederek.
Tüm soru olmak ya da olmamak değildir. Soru aynı zamanda ne olduğumuzdur. Gerçekten et ve kemikten oluşmuş insanlar mıyız? Dünyamız gerçek şeylerden mi oluşuyor, yoksa bilinç mi bizi çevreleyen. Aslında, şeyin kendisine dair kesin bir bilgimiz olamaz. Yalnızca şeyin görünenini bilebiliriz. Buna karşılık insan aklının şeyleri nasıl kavradığını deneyime dayanmaksızın söyleyebiliriz. Nitekim, gökgürültüsünden önce geldiği için şimşeğin gökgürültüsünün nedeni olduğu sanılır. Halbuki bu ikisinin de nedeni bir başka üçüncü etmen olan bulutlardan elektrik deşarjıdır.
Benzer şekilde Fransız filozof ve matematikçisi Descartes: “Rüya görürken de gerçek bir şey yaşadığımızı sanırız. Gerçek duygularımızı rüyadaki duygularımızdan ayırt edebilir miyiz? Bunu iyice düşündükten sonra uyanık durumumuzu rüyadan ayırt edebilecek tek bir özellik bile göremiyorum” diyerek devam eder “Tüm yaşamın bir rüya olmadığından nasıl emin olabilir insan”. William Shakespear “As you like it” adlı eserinde o şiirsel anlatımıyla şöyle der: “Tüm dünya bir sahnedir, yalnızca birer oyuncu olan kadınlarla erkeklerin sahneye girip çıktığı. Ve tek bir insanın ömrü boyunca pek çok rol oynadığı”. Aslında sonsuzluk içinde varolan insan, ya şuur boyutunda kendisini tanıyıp sonsuza ayna olma huzur ve saadetini yaşayacak ya da bilgi ve idrak yetersizliği nedeniyle kemalini şartlanmalara bırakmış bir halde, ben bir maddeyim vehmi ile et ve kemik batağında mahvolacaktır. Zaten insanla diğer canlılar arasındaki fark ta, insanların gördüklerinin ardına geçebilmesi kadardır. Unutulmamalıdır ki bir insan yedi yaşındaki inançları ile otuzyedi yaşında kendini hala iyi ve mutlu hissediyorsa, ömrünü boşa harcamış demektir. Zaten yaşamın bizzat kendisi de, sürekli öğrenmek ve öğrendiklerini yaşayabilmek içindir. Sıtkı Aytaç
AÇIKLAMALAR
Samsara : Görecelik, geçicilik ve yanılsama alemi. Nirvana’nın sonsuzluk ve sukutuyla kıyaslanır.
Karma : Her hareketin bir öncekine bağlandığı nedensellik döngüsü, uygun nedenlerden oluşan sonuçlar zinciri.
Maya : İnsanın dünyanın gerçek bilgisini görmesini engelleyen örtü (yanılsama).
Nirvana : Aydınlandıkları zaman, yanıltıcı egolarının bilinciyle sınırlı olmayan bir duruma giren insanların son hali.
KAYNAKLAR
BACH Richard (1990) : Bir, Arkadaş Yayınevi, 2.Baskı, ISBN 975 - 509-004-5.
BLOFELD John (2001), (çeviri: GÜLER Korhan) : Hui Hai’ ın Zen Öğretileri, Okyanus Yayıncılık, ISBN 975-7200-78-6.
GAARDER Jostein (1997): Sofi’nin Dünyası, Pan yayıncılık, 19.Baskı, ISBN 975-7652-41-5.
HULUSİ Ahmet (1993) : Dost’tan Dost’a, Kitsan, 5. Baskı.
KRİSHNAMURTİ Jiddhu (1997) : Farkındalığın Işığı, Kuraldışı Yayıncılık, 2. baskı, ISBN 975-7146-05-6.
LAO TZU, (çeviri: YENER, Osman) (1998): Tao Te Ching, Yol ve Erdemin Kitabı, Anahtar Kitaplar yayınevi, ISBN 975-7787-72-8.
MARLO Morgan (2000) : Bir Çift Yürek, Dharma yayınları, 6. Baskı, ISBN 975-780-25-2.
SCHOPENHAUER, Arthur (çeviri:HİLAV, Selahattin) (1977): Aşkın Metafiziği Shopenhauer’ın Felsefesi, Sosyal Yayınlar, 5.Baskı.
|