AHMET ÜNAL
antikyunan-pisagor-eflatun1
ANTİK YUNAN EZOTERİZMİ (PİSAGOR – EFLATUN) 1 KUTSAL TETRAKİS İşte bu sayılar bilimini tam alamıyla öğrenen mürid, ruhun tekamülü yolunda bir adım daha atmaya hak kazanıyor ve üçüncü dereceye yükseltiliyordu. Sayılar bilimi ile inisiyatik sırların önsözüne vakıf olan mürid, titizlikle saklanan bu tehlikeli sırları öğrenmeye artık hazırdı. Üçüncü dereceye yükseltme töreni, ancak bu dereceye sahip müridlerin girmelerine izin verilen "Seres" mabedinin "Properzin" salonunda yapılmaktaydı.
Bu derecede evrenin yapısı, insanın yeryüzündeki varoluşu, ölüm hali ve ölümden sonraki yaşam, öte dünya, Kamil İnsanların yarı tanrılara dönüşümü ve yaşam skalasının son durağı olan Tanrıya dönüş konuları üzerinde müritler bilgilendirilmekteydi.
Pisagor'a göre, evrenin merkezinde ateş vardır. Güneş, bu dev ateşin küçük bir yansımasından ibarettir. Yeryüzü yuvarlaktır ve diğer gezegenlerle birlikte güneşten sadır olmuşlardır. Bu gezegenler ve dünya, güneşin etrafında dönmektedir. Yıldızlar, bizim güneş sistemimizi yöneten aynı yasalara tabi olan diğer güneş sistemleridir. Uzaydaki tüm varlıklar gibi gezegenler ve güneşler de, evrensel ruhun birer cüzüne sahiptirler. Her gezegen Tanrı düşüncesinin değişik bir ifadesidir ve her birinin özel bir fonksiyonu vardır. Tüm varlıklar gibi, bu gezegenler de dört elemandan müteşekkildir: Maddenin katı hali olan toprak, sıvı hali olan su, gaz hali olan hava ve ölçüye, tartıya gelmez hali olan ateş.
Pisagor bu aşamadaki kardeşlerine, yeryüzünde yaşamın ortaya çıkışını da anlatırdı. Ona göre bitki ve hayvan alemleri Dünya üzerinde hemen hemen aynı zamanda ortaya çıktılar. Pisagor hayvanların evriminin sadece doğal ayıklanma yasasına bağlı olmadığını, bu temel yasanın yanısıra "Şok Yasası" adını verdiği bir ikinci yasanın da yürürlülükte olduğunu iddia ederdi. Pisagor'a göre, yeryüzünden farklı yerlerde yaşayan üstün varlıklar zamanı geldiğinde, evrensel yasalar uyarınca bazı hayvan türlerinin yapı taşlarını değiştirirler ve yeni bir türün ortaya çıkmasını sağlarlardı.
İşte insan da, bu üstün varlıkların maymun türü üzerindeki böyle bir uygulamaları neticesinde ortaya çıkmıştı. Yerküresel tekamül açısından insan önceki türlerin son aşamasıdır ve Kamil İnsan modeli ile de, Dünya'daki ruhların son durağıdır. Pisagor, dünya insanını yaratan varlıkların, Semavi İnsanlık adını verdiği çok üst düzeydeki ruhlar olduğuna inanıyordu.
Yerküredeki değişimler hakkında Mısır'lı rahiplerden çok şey öğrenen Pisagor, bir önceki medeniyeti, Atlantis ve Mu uygarlıklarını tanıyordu. Bundan önce dünyanın altı kez tufan olayları ile sarsıldığını iddia eden Pisagor'a göre, her tufan arası dönemde insanlık büyük uygarlıklar kurmayı başarmıştı ve bugünkü uygarlık da aynı akibetle son bulacaktı.
Pisagor, Yüce Varlığın bir denize benzediğini ve denizdeki dalgalanmaların denizin niteliğini değiştirmemesi gibi evrendeki olayların da Tanrının niteliğini etkilemediğini savunurdu.' Yüce varlığın tüm alemleri ve tüm varlıkları sürekli izlediğini, bunun farkına ancak ruhunu en üst düzeyde geliştirmiş Kamil İnsanların varabileceğini söylerdi. Pisagor'un en büyük düsturu, "Kendini bil, bu yolla tanrılar alemini de bilirsin" di.
Pisagor'a göre ruh, yaşam skalasının en alt basamağından, cansız varlıklardan başlayarak yukarı tırmanırdı. Yaşadığı hayat bir üst düzeye geçmeye yeterli ise, ruh, bir sonraki yaşamda daha üstün bir varlık olarak dünyaya gelir, aksine ise, yaşam skalasının bir alt basamağına geri dönerdi. İnsanlar tüm yaşam skalasını katederek insan olmaya hak kazanmışlardı. Ancak büyük çoğunluk bunun farkında olmadığı için, geri dönmeye mahkumdu. Pisagor, ölünce ruhu semaya çıkan ve yeniden doğarken de ruhu semadan gelen yegane varlığın insan olduğunu söylerdi. Hermes ve Örfe gibi Pisagor da müridlerine, "Tanrıya ancak kendi çabalarınızla ulaşabilirsiniz" demekteydi.
Pisagor, tüm yaşamların doğum ile ölüm arasında sınırlı bulunduğunu ve bedenin sadece, ölümsüz olan ruhun bir vasıtası olduğunu söylerdi.
Ölüm anında ruhun bedenden ayrıldığını ve yaşamı sırasındaki davranışları nedeniyle bir üst basamağa mı, yoksa bir alta mı gideceğine karar verilen bir geçici aleme gittiğini savunurdu. İslamiyet'in Araf, Yahudiliğin Horeb, Hristiyanlığın da Pürgatuar (arınma yeri) dediği bu geçici alemde kalma süresi, bireyin yaşamı sırasında yaptıklarına bağlıydı.
Bu noktada bir diğer evrensel yasa daha devreye giriyordu ki, bu yasa yaşamların birbirlerine yansıması yasasıydı. Bir örnek vermek gerekirse, bir önceki yaşamını bir hayvanın varlığında yaşamış insanın kendi yaşamında o hayvanın bazı davranışlarını göstermesi doğaldı. Eğer birey bu davranışlarını düzeltirse, bir sonraki yaşamında daha üstün bir insan olabilir, düzeltmezse de hayvansal bedene geri dönebilirdi. Bu durumu Pisagor, "her yaşam bir öncekinin ödül veya cezasıdır" diye ifade ederdi.
Pisagor'un bir başka iddiası daha vardı; "Hayvanlar nasıl insanların akrabası ise, insanlar da tanrıların akrabalarıdır" diyordu. Bitkiler aleminden hayvanlar alemine, oradan da insanlar alemine birçok yaşam sürecinden geçerek ulaşan insanları sonuçta tanrılar alemine geçiş bekliyordu. Çok uzak bir gelecekte insanların tüm evliliklerde spiritüel seçicilik yasasını uygulayarak, insanlığın en olgun düzeyine erişeceği umudunda olan Pisagor'un takipçilerinden Eflatun, "o uzak gelecekte tanrılar insanların mabetlerinde ikamet edecekler" demiştir.
Pisagor'a göre, mükemmel yani Kamil İnsan artık yeniden bedenlenmeyecek olan, bu kısır döngüyü kırmış insandır. Böyle insanların ruhları tamamen saflaşmış ve Tanrısal Işığa ulaşmıştır. Genelde Kamil İnsanlar Tanrıya son kez ölümlerinin neticesinde ulaşırlar. Ancak bazen, Tanrısal Işığı bünyesinde yaşarken barındıran insanlar da vardır. Bu tür insanlar, çok özel görevler için dünyaya geri gönderilmiş yarı tanrılardır. Bu yarı tanrılar dünyaya, güzelliğin ve hakikatin ışığını saçarlar.
Pisagor'la birlikte inisiasyonun zirvesine varan üçüncü derece kardeşlere, el almış mürid ve üstad olarak dördüncü ve son derece tevdi edilir. İnisiasyonla ilgili artık öğrenecek birşeyi kalmamış olan üstadlarm vazifesi, kendi iç varlıklarının derinliklerine inerek Tanrısal Işığı görmek, hakikati zekada, fazileti ruhta ve temizliği bedende tahakkuk ettirmektir. Üstadlarm ikincil görevleri de, alt dereceli kardeşlerine gözetimcilik ve rehberlik yapmak, idari işleri yürütmektir.
Ulaştıkları seviyeyi tüm yaşama aktarmaları beklenen üstadların unvanı, aydın kişi anlamına gelen "Intellectuel" dir.
Tüm insanları İntellectuel'lerin yönetmesi gerektiğine inanan Pisagor, bu düşüncesini önce enstitünün bulunduğu Crotona kentinde, sonra da tüm güney İtalya'da uygulamaya soktu. Crotona'da 30 yıl yaşayan Pisagor, aristokrat bir yönetime sahip bu kentte birçok reform gerçekleştirdi. Kenti, yalnız aristokratların üye olabildikleri Binler meclisi yönetiyordu. Pisagor bu Binler meclisinin üzerinde ve sadece İntellectuel'lerin girebildikleri bir Üçyüzler meclisi oluşturdu. İçerde görüşülen konular üzerinde ketumiyet yeminine kesinlikle uyan Üçyüzler meclisi, kent yönetimini üstlenen hükümeti de bünyesinden çıkartıyordu. Crotona bir süre sonra güney İtalya'nın başkenti konumuna yükseldi. Böylece Pisagor da adeta bu devletin başkanı oldu. Pisagorcularm gittikleri her yere adalet ve uyumu da beraberlerinde götürmeleri, kitlelerin onların sistemini gönüllü olarak kabul etmelerini sağlamıştı.
Bünyesindeki sırların halkın merakını çektiğinin ve bu sırların aleyhte birçok dedikodunun doğmasına yol açtığının farkında olan Pisagor bunları engin sabrı ve hoşgörüsü ile karşılamaya çalıştı. Ama 70 yaşındaydı ve yorulmuştu. Enstitüdeki seçkinler ile halk arasında büyük bir kopukluk vardı. Halk, enstitüdekilerin kendilerini üstün gördükleri kanaatindeydi. Bu arada, okula katılmak için başvuran ancak çeşitli sebeplerle reddedilmiş olan bir grup demagog da sürekli enstitü aleyhinde propaganda yapıyordu. Bu grubun başında olan Silon, kamuoyundaki enstitü aleyhtarı havayı çok iyi değerlendirip, muhalif bir klüp kurdu.
Demagogların yanısıra halk liderlerini de klubüne alan Silon, Pisagor'u halkın özür iradesini kısıtlamakla, devleti canının istediği gibi yönetmekle, kısacası diktatörlükle suçladı. Silon enstitü için, "onlar ortadan kalkmadıkça Crotona'lılarm özgür olmaları mümkün değildir" diyordu.
Silon'un ve yandaşlarının bu yoğun propagandaları kısa sürede meyvasım verdi ve bir gece, başlarında Silon olan oldukça kalabalık bir kitle okulu bastı. Enstitü ateşe verildi. Pisagor dahil olmak üzere içerdeki yüzlerce kişi yanarak can verdiler. Aynı gözü dönmüşlük tüm güney İtalya'da tekrarlandı ve Pisagoryenlerin çok büyük bir bölümü yok edildi. Sağ kalmayı başaran çok az sayıda Pisagorcu, Sicilya'ya sığındı. Olaylar yatıştıktan bir süre sonra bunlardan bazıları İtalya'ya geri döndülerse de, güçleri enstitüyü yeniden canlandırmaya yetmedi. Bu Pisagoryenler, İtalya'da varlıklarına ilk kez M.Ö. 700'lü yıllarda rastlanan duvarcı loncalarına, "Collegia"lara katıldılar (10).
Yunanistan'daki "Hetairies" örgütünün devamı niteliğinde olan Collegialar, Yunan duvarcılarının yaptıklarının aynısını İtalya'da gerçekleştirmişler ve ünlü Roma mimarisinin altına imzalarını atmışlardır. Pisagorcularm bu derneğe katılımı ile Collegialar doktiner açıdan çok daha güçlenmiş ve ilerde ortaya çıkacak Rönesans için fikri bir nüve oluşturmuşlardır. CoHegialar'm Roma ve daha sonraki Hristiyan uygarlıkları üzerindeki rollerine daha sonra değinilmek üzere, Yunanistan'a geri dönmek ve Pisagor'dan etkilenen bir başka büyük ismi, Eflatun'u incelemek gerekmektedir.
Eflatun, M.Ö. 427'de Atina'da doğdu (11). O sırada Yunanistan, İsparta ile Atina arasındaki savaşlara kaynıyordu. Eflatunun ilk öğretmeni Sokrat oldu. Sokrat'ın iyiyi, güzeli ve özellikle hakikati arayışı, aynı arayışın Eflatun'un yaşamında en belirgin unsur haline gelmesine neden oldu. Sokrat, hakikati aramak ve hiçbir gerçeği halktan saklamamak şeklinde özetlenebilecek felsefesi nedeniyle, kendisine teklif edilen, ünlü Delf mabedine inisiye edilme onurunu, ketumiyet yemini etmesi zorunluluğu olduğunu öğrendiğinde geri çevirmişti.
Sokrat, hakikati arama yolunda o denli ileri gitmişti ki, toplumun oturmuş tüm manevi ve dini değerlerini sorgulamaya başlamış ve bu tutumundan vaz geçmediği için ölüme mahkum edilmişti.
Sokrat'ın haksız yere öldürülmesi Eflatun'u derinden yaraladı ve, "onun hakikati ifade etmekteki aczini şimdi daha iyi anladım" diyerek, Yunanistan'ı terk etti.
Eflatun, hocası gibi değildi. Gerçeğin sadece akıl yürütmekle, mantık kullanmakla bulunamayacağının farkındaydı. O nedenle daha Sokrat sağ iken, Delf mabedinde inisiye edilmeyi kabul etmiş ve onun ölümünden sonra da hakikati kaynağından edinmek üzere Mısır'a geçmişti. Pisagor gibi Eflatun'un da Osiris mabedine kabulünde bir güçlük çıkmadı. Ancak Eflatun, Pisagor gibi en üst derecelere ulaşamadı çünkü mabette yeterince kalmadı. Kısa bir süre Mısıra'da kalan Eflatun ancak üçüncü dereceye kadar yükselebildi. Mısır'dan İtalya'ya geçen Yunanlı filozof burada, varlıklarını halen sürdüren Pisagorcularla tanıştı. Pisagor'un Yunan bilgelerinin en üstünü olduğunu bilen Eflatun, müridlerinden onun öğretisini öğrendi. Ancak o bir Pisagoryen değildi ve bu nedenle tüm sırların kendisine verilmesi imkansızdı.
Osiris rahiplerinden ve Pisagoryenlerden gerçeğin sezgi yoluyla kavranabileceğim öğrenen Eflatun, herşeye karşın, gerçeği bulmaktaki tek yolun mantık olduğunu savunan Sokrat'ın etkisiydeydi. Eflatun'un Ezoterik öğretiye katkısı da akılcılığı öğreti içerisinde daha sağlam bir zemine oturtmak olmuştu. Ezoterik doktrin, kullandığı semboller diliyle zaten her türlü doğmadan uzak kalmayı başarıyordu. Ancak Eflatun ile, olaylara mantıksal yaklaşım ve tüm gerçeklerin akılcılıkla bağdaşmaları gibi kavramlar daha bir güçlenmiş oldu.
İtalya'dan sonra Atina'ya dönen ve "Akademia"yı kuran Eflatun, kendi felsefesini yaymaya başladı. Eflatun Atina'da, Ezoterik öğretinin üstü kapalı ve yumuşatılmış bir tarzı olan "Diyaloglar"ını yazdı. Bu şekilde davranmak zorundaydı çünkü o da ettiği ketumiyet yemini ile bağlanmış durumdaydı. Gerçek, güzel, iyi gibi soyut kavramları halka anlatma hususunda çok başarılı olan Eflatun, bu üç niteliğin Tanrısal nitelikler olduğunu söylemekte, "iyiyi, doğruyu ve gerçeği arayan kişinin ruhu arınır ve ölümsüzlüğe ulaşır" demekteydi.
Eflatun, nispeten daha kolay anlaşılır ve sırlardan, sembollerden arınmış Diyalogları ve İdealar Kuramı ile kendisinden sonra gelen nesilleri büyük ölçüde etkilemiştir. "Yeni Eflatunculuk" felsefesi ile doğan İskenderiye okulunun ortaya çıkmasına onun fikirleri neden olmuştur. Ayrıca Eflatun'un Hristiyan Teozofları ile İslam Mutasavvıfları üzerinde de büyük etkisi vardır.
M.S. 3-4 yüzyıllarda Mısır'ın İskenderiye kentinde ortaya çıkan ve en tanınmış temsilcileri Plotinos, Porfir ve Jamblik olan "İskenderiye Okulu"nda Eflatun'un ve Pisagor'un etkilen büyüktür (12). Ancak Mısır'daki şu eski okulu, Osiris mabedini de unutmamak gerekir. Osiris mabedi M.Ö. 385 yılında Romalı komutan Teodosius tarafından imha edilmiştir. Mabet imha edilirken, inisiasyon törenleri sırasında kullanılan mekanik aletler ve sınavların yapıldığı odalar o günlerin dünyasında büyük sansasyonlar yaratmıştır. Mabedin imhası Osiris müridlerine büyük bir darbe olmuş ve inisiasyonlar artık yapılamaz hale gelmiştir. Ancak buna rağmen Osiris rahipleri varlıklarını bir süre daha sürdürmüş ve İskenderiye Okulunun ortaya çıkmasında etken olmuşlardır. Bunun gibi bölgedeki diğer Ezoterik okullarda, Bağdat ve Basra'da öğretinin yaşamasını ve İsmaililer, Fatimiler gibi devletlerde resmi din olarak Ezoterik doktrinin kabulünü, Osiris rahiplerinin koruduğu fikirler sağlamıştır.
Mabedin yıkımından sonra Simyagerliği seçen bir grup Mısır'lı rahip Kudüs'e gittiler. Burada Musevi Esenniler'in arasına katılan bu rahipler ile, simya bilimi Kabbalacılar arasına da girmiş oldu. Kudüs'ün M.S. 1188'de Selahaddin Eyyubi tarafından işgali üzerine, bu kentte yaşamlarını sürdüren simyagerlerin üyesi olduğu tarikat, diğer Hristiyan Şövalye Tarikatleri ile birlikte Avrupa'ya geçti ve burada kendilerine "Şark Şövalyeleri" adı verildi (13). Bu teşkilatın daha sonra, diğer Şövalye Tarikatleri gibi Masonluğa katıldığı söylenmektedir. Kaynakça l - SCHURE Edouard, - "Büyük Inisiyeler" - RM Yayınlan - İstanbul 1989 Sf.301
|