AHMET ÜNAL
seyhgalipdivani
ŞEYH GALİP DİVANI ŞEYH GÂLİB HAYATI VE ESERLERİ : Mehmet Es’ad (Gâlib) 1171 / 1757 - 58 yılında İstanbul’da Yenikapı Mevlevihâne yakınlarındaki bir evde doğdu. Babası Mustafa Reşid Efendi, annesi Amine Hatun’dur. İlk bilgilerini babasından alan Gâlib, bir gazelinde, onun yolunu tuttuğunu, duâ ve senâlarla söyleyerek onu "MürEid-i Üstâd-ı Kül" diye övmekte ve sağlığını dilemektedir.
Peyrev oldum ben de Gâlib vâlid-ı zî-şânıma Kim duâ vü medhi hem farz ü hem elzemdir bize Mustafâ nâm u Reşîd ü mürşid-i üstâd-ı kül Her nigâh-ı himmeti iksîr-i a’zamdır bize Farkımızda sayesin Allah memdûh eylesin Âlem ancak zât-ı vâlâsıyla âlemdir bize "Hüsn ü Aşk"ın Mirac bölümünü onun teşvikiyle yazdığını, "Tarz-ı Pîr-i” ondan öğrendiğini belirtmektedir: Bulmagla hitâm bu mebâhis Bu zât-ı sütûde oldu bâ’is Üftâde-i râh-ı ser-bülendi Ya’nî pederim Reşîd Efendi Bu güm-rehin oldu dest-gîri Öğretdi suhanda tarz-ı pîri Esrar Dede; "Hazreti Gâlib Dede Efendimiz istidâd-ı harikulâdesi ianetiyle ulûm ve fünûn-ı mütemeddideden’vâye-gîr îdi. Halbuki babasından yalnız Râhîdî Dede manzûme-i lugaviyyesinden başka fârisiyye ve ilm-i şire aid kimseden birşey taallüm eylememizdi" demek suretiyle şâirin babası Mustafa Reşid Efendi’den ilk tahsilini aldığ9nğ zikrediyor. Esrar Dede bu ifadesiyle Gâlib’e ümmîlik isnad etmek istediği anlaşılıyor, ilk anda Esrar Dede’ye hak vermek kanaatı hasıl olsa da Gâlib’in eserleri gözönüne alındığında, bunların öyle tahsilsiz bir insan tarafından meydana getirilemeyeceği kolaylıkla anlaşılır. Nitekim, Köseç Ahmet Dede’nin Es-Sohbetü’s-Safiye ismindeki eserine gayet fasih ve beliğ bir Arapça ile haşiyeler yazmıştır. Ayrıca Yûsuf-ı Sineçâk’m Cezîre-i mesneviyesine tasavvuf neş’esi ile bir şerh yazmış olması da Gâlib’in düzenli bir tahsil gördüğünü göstermektedir. Şâirimize, Es’ad mahlasını veren, ayrıca babası Mustafâ Reşid Efendi’den almış olduğu şiir zevkini kuvvetlendiren ve ona bu yolda öncülük eden diğer bir üstadı da Hoca Neş’et’dir. Söz bir gûher-i ulvi-i Lâhût mekândır . Mebde’le meâad ana velî gûş u zebândır. diye başlayan şiirle Gâlib, kendisine Es’ad mahlasını veren Hoca Neş’et’e 37 beyitlik bir kasideyle teşekkür etmiştir. Şâirlik kabiliyeti, daha pek genç iken gelişen Mehmet, bir aralık Divân-ı hümâyûn beylikçilik kalemine devam etti. Daha sonra Hoca Neş’et’e intisab ederek ondan mesnevi okumaya bir müddet sonra da büyük bir hevesle şiir yazmağa başladı. Gâlib, babasından ve Hoca Neş’et’ten tahsil etmekle kalmamış, ayrıca o devirlerde edebiyât, musikî ve tasavvuf mektebi mahiyetinde olan mevlevihânelerde, mevlevî büyüklerinin sohbetlerinden de faydalanmıştır. Türk edebiyâtının büyük üstâdlarından başka, İran’ın büyük şâirlerini de iyice tanıyan, tasavvuf edebiyâtını layıkıyla ğrenmeye başlayan Gâlib, Buhara’lı Sâib’in şiirlerini çok beğeniyordu. Bütün bunlar ve bilhassa Mevlânâ’nın Mesnevîsi’nin onun düşünce hayatının gelişmesinde çok büyük bir yeri vardır. GALİB'İN ESERLERİ -Divan (Şiirler) -Hüsn ü Aşk (Güzellik ve Aşk) -Divan (Şiirler) -Şerh-i Cezîre-i Mesnevî -Es-Sohbetü's-Sâfiyye «ESAT» TAKMA ADINDAN SONRA «GALİP» ADINI KULLANMAYA BAŞLADI Ders aldığı hocalar arasında Galata Mevlevîhanesi şeyhi Hüseyin Efendi de vardır. Zamanın en tanınmış hocası Neşet Efendi'den de dersler aldı. Neşet Efendi, genç Şeyh Galip'in yeteneğini çabuk farketti ve yazdığı şiirleri beğenerek ona "Esat" takma adını önerdi. Şeyh Galip, bir ara "Esat" takma adıyla şiirler yazdıktan sonra "Galip" adını kullanmaya başladı. Böylece, asıl adı olan Mehmet unutulmuş ve daha sonraları hep "Şeyh Galip" olarak bilinmiştir. 1782'de, yazdığı bütün şiirlerini bir divanda topladığı zaman, yirmi dördünü bitirmiş, yirmi beşine basmış gencecik bir delikanlı idi. O yaşta dîvan sahibi olmak, hele "Şeyh Galip Divanı" gibi fikir derinliği, muhayyile zenginliği ve üslûp tazeliği taşıyan bir dîvan sahibi olmak, o güne dek kimsenin erişemediği bir mutluluktu. Hüsn ü Aşk, tasavvuftan kaynaklanan bir eserdir. Olaylar ve kişiler, sembolleri gerçekleştirmek için kullanılmıştır. Mesnevide kullanılan Hüsün ve Aşk, mutlak güzellik ile mutlak bilgidir. Bunlar "edep" okulunda, yani Mevlevî dergâhında okurlar. Mutlak aşk ile mutlak bilginin birleşebilmesi için, kalp şehrine giden çileli yolu geçmek gerekir. Geçerler ve muratlarına ererler. Bu eserinde Şeyh Galip, öylesine imajlar kullanmış ve bu soyut dünyadan öylesine somut bir dünya ortaya koymuştur ki, her açıdan eşsizdir. Bakınız, 'Muhabbet' kabilesinin insanlarını nasıl çiziyor: Fakat o yıl padişah olarak tahta çıkan Üçüncü Selim Şeyh Galip'in şiirlerini tanıyor, seviyor ve şaire saygı duyuyordu. Saraya davet etti, kendisiyle görüştü ve iltifatlarda bulundu. Yine padişahın arzusu ve işareti ile Galata Mevlevîhanesi Şeyhliği'ne getirildi. Üçüncü Selim, sık sık Galata Mevlevîhanesi'ne gitmiş ve âyinlerde bulunarak Şeyh Galip'e verdiği ehemmiyeti göstermiştir. Şeyh Galip'in sarayı ziyaretinde de padişahın, "Şeyhim, şeref verdiniz" diye itibar sözü ile karşılandığı bilinir. Galata Mevlevîhanesi'ne başladığı tarihten itibaren "Galip Dede" diye anılmıştır. Şöhretinin zirvesine ulaştığı 1799 yılında (3 Ocak) 42 yaşında iken öldü. Herhalde Türk Dîvan Edebiyatı göklerinin en parlak yıldızı o gün düşmüş olacak. ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLERGencinen olsam vîrân edersin Tîr-i nigehden dâğ-ı derûna Sâkî kerâmet sende ya bende Nezzâre-i germ etdikçe ey çeşm Ey huşk zâhid dem urma meyden Zâhid o meh-veş bir nûrdur kim Mâdâm uçarsın gözlerde ammâ Tabl-ı tehîden gümdür suhanler Etvâr-ı çerhe uy mevlevî ol Fâriğ olmam eylesen yüz bin cefâ sevdim seni Bend-i peyvend-i dilim ebrû-yı gaddârındadır Ey hilâl-ebrû dilin meyli sanadır doğrusu Bî-gubârım hasret-i hattınla hâk olsam yine Gâlib-i dîvâneyim Ferhâd u Mecnûn'a salâ Efendimsin cihanda itibarım varsa sendendir. Miyan-ı aşıkanda iştiharım varsa sendendir. (Sen benim Efendimsin, benim bu cihanda itibarım varsa sendendir. Aşıklar arasında bir şöhretim varsa yine sendendir.) Benim feyz-i hayâtım hâsılı rûh-ı revânımsın. Eğer sermâye-i ömrümde kârım varsa sendendir. (Benim hayatımın bereketi, akıp giden ruhumu ortaya çıkaran sensin. Eğer ömrümde bir kazancım varsa senin sayendedir.) Ne kadar bilmese de halk hüner-mendi tanır. (Ne kadar bilmese de halk hüner sahibini tanır.) Vakt-ı şâdî de gelir mevsim-i mihnet de geçer. (Dert mevsimi geçer, neşe vakti de gelir.) Su uyur düşman uyur haste-i hicrân uyumaz. (Su uyur, düşman uyur, ayrılık hastası uyumaz.) Hayret-dih-i cân o çeşm-i şehbâz Âhû-yi füsûn kebûter-i nâz. (Cana hayret veren o şahbaz göz, o büyü ceylanı, naz güvercini.) Bilmem ne füsûndu ol fesâne Dûzah haberin getirdi câne. Bilmem o efsane ne büyü idi, cana cehennem haberini getirdi. Korkutmağa düşme bî-mahaldir Vuslat dediğim benim eceldir. Korkutmaya çalışma, yersizdir. Benim vuslat dediğim eceldir. Cân oldu piyâle-nûş-ı hasret Çeşm oldu güher-fürûş-ı hasret. Can hasret kadehini içer oldu, göz ayrılık cevherlerini (gözyaşlarını) satar oldu. Zannetme ki şöyle böyle bir söz Gel sen dahi söyle böyle bir söz. Şöyle-böyle bir söz zannetme. Söyleyebiliyorsan gel sen de böyle bir söz söyle. Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen. Kendine iyi bak çünkü alemin özüsün sen. Varlıkların gözbebeği olan insanoğlusun sen. Fârığ olmam eylesen yüzbin cefâ sevdim seni Böyle yazmış alnıma kilk-î kazâ sevdim seni Ben bu sözden dönmezem devreyledikçe nüh felek Şâhid olsun aşkıma arz u semâ sevdim seni. Yüzbin cefâ etsen vazgeçmem, bir kere sevdim seni. Kazâ ve kader kalemi alnıma böyle yazmış; seni sevdim bir kere. Dokuz gök döndükçe bu sözden dönmem: Sevdim seni; yer ve gök aşkıma şâhid olsun. Şiir mumdan kayıklarla alev denizini geçmeye benzer. |