AHMET ÜNAL
mitolojikveefsanekisi
ESKİ TÜRK EDEBİYATINDA MİTOLOJİK VE EFSANEVİ KİŞİLER
Burada, adı en çok geçen İran hükümdâr ve kahramanlarının genel kullanım tarzlarına değinmek istiyoruz. Toplam altı madde altında topladığımız bu tasnifte, bu şahısların Divan şiirinde nasıl yer aldıklarına göz gezdirmiş olacağız. a. İnsanlık tarihine ün salmış büyük birer cihangir olan bu pâdişahlar, meşhur oldukları sıfatlarıyla anılırlardı. Şairler, bu sıfatların fazlasıyla övdüğü kişide de olduğunu söyler, övdüğü kişileri, İran hükümdârlarıyla kıyaslayarak yüceltirlerdi: Fuzûlî, Kanunî'yi övdüğü bir kasidesinde Cemşid, Dârâ, İskender, Hüsrev, Keyhüsrev gibi büyük İran hükümdârlarının bütün özelliklerinin Kanûnî'de de olduğunu söylemektedir:
Ser-ver-i Cemşid-şân Dârâ-yı İskender-nişân
Husrev-i sâhib-kırân Keyhüsrev-i nusret-karîn b. Divan şiirinde bu şahıslar genellikle karşılaştırmalar yapmak amacıyla zikredilmişlerdir. Divan şiirinde İran hükümdârlarının bir kıyas malzemesi olarak kullanışı büyük bir çoğunlukla bu kategoriye girmektedir. Tabii bu beyitleri okur ve yorumlarken; İran ve Turan gibi iki ezelî rakibi göz önüne almak gerekmektedir. Şehnâme'nin yarısından fazlası Turan ve İran savaşlarına ayrılmıştır. Bu iki millet arasındaki o büyük rekabet Şehnâme'nin her satırında hissedilir. İslam'dan sonra ise Türkler bu sefer İran'ın batısına geçmiş (Anadolu'ya) bu sefer iki millet (veya devlet) arasındaki rekâbet başka alanlara kaymıştır. Şâirlerin bu rekabette tarafgir oldukları açıktır. Bu tür kıyaslamalarda, Türk şâiri Türk hükümdarını destekler ve artık cihan hükümdarlığının kendilerine geçtiği söyler ve kendi padişahını İran şahlarını küçümseyerek yüceltmiş olur. Bâkî, bir beytinde, Kanûnî'yi birinci mısrada İran hükümdârlarının sahip olduğu sıfatlarla överken, ikinci mısrada bu hükümdarları Kanûnî yanında olabildiğince aşağılar ve Kanuni'nin en aciz kulunun bile Cem, en basit bir kölesinin bile Hakan olduğunu söyler:
Husrev-i Cem-azâmet dâver-i Hâkân-satvet
Belki en kem kulı Cem abd-i hakîri Hâkân
(Bâkî) c. Divan şairleri dünyanın geçiciliği, hayatın nihâyeti, servet ve şöhretin hiçliği bahislerinde bu büyük hükümdârları anarlar ve dünyanın bunlara bile kalmadığını, onların da nihayet ölüp gittiğini, böylesine büyük varlık ve servetlere sahip olanların topraklara karıştığını, böylesi bir dünyanın hiçbir şeyine aldanmamak gerektiğini vurgulamaya çalışırlardı.
Yahya Bey, insana seslenerek, yüce makam ve mevkilerdeyim diye sevinilmemesini, zira bastığımız yerlerin bir zamanlar Kayser'lerin sarayları, Dârâ'dan arda kalmış harap yerler olduğunu söylemektedir:
Sevinme mansıb-ı âlîde zîrâ basdugın yirler
Türâb-ı kasr-ı Kayserdür harâb-ı dâr-ı Dârâdur
(Yahyâ Bey) d. Şâirler kendilerini bu mitolojik şahıslarla kıyaslarlar. Bu tür beyitlerde âşık, büyük Iran pâdişahlarınm o muhteşem servetlerine zerre kadar ihtiyacı olmadığını söyler, bu arada bu Iran hükümdârları meşhur oldukları nitelikleri ve eşyâlarıyla anılırken, âşık kendisini o muhteşem hazine veya kıymetli emtianın tam zıddı olan basit bir şeye sahip olarak nitelerdi. Meselâ Dârâ tacı, Kayser ise Kasr'ıyla bahis konusu edilirken âşık kendisine bir örümcek ağının gölgeliğini yeter görmekte ve bunu kendisinin sarayı kabul etmektedir: Mesîhî, sevgilinin köpeklerinin yal içtikleri tasları (kapları) Cem'in kadehine değişmeyeceklerini söylemekte ve bu kapları, Cem'in kadehinden de Tac'ından da üstün tutmaktadırlar:
Seg-ı kûyun sifâli bana yegdür
Şarâb-ı kevser ile câm-ı Cemden
(Mesîhî)
Sûretâ gerçi gedâ şeklin urındum ammâ
Mesned-i memleket-i ma'rifete Dârâ'yem f. Bazen de şâirler, İran hükümdârlarını, meşhur oldukları sıfatlarıyla anar ve bu sıfatları tabiattaki çeşitli varlıklarla kıyaslayarak, o varlıkları yüceltmiş olurlardı. Bâkî bir beytinde, İlkbahar'ın debdebe ve şa'şaasını saltanat tahtı şeklinde tasavvur ederek, bu taht ve saltanat meydanında çemeni, taht-ı Cemşîd'e; lâleyi ise tâc-ı İskender'e benzetmektedir:
Saltanat bâr-gehin kurdı yine fasl-ı bahâr
Taht-ı Cemşîd çemen tâc-ı Sikender lâle (Bâkî) |