AHMET ÜNAL
asikcelebidivani
ÂŞIK ÇELEBİ’NİN HAYATI VE ESERLERİ Âşık Çelebi, tanınmış Türk şair ve münşilerindendir. Asıl adı Pir Mehmed olup namı Es-seyyid Pir
Mehmed bin Çelebi’dir.Şiirlerinde Âşık mahlasını kullanmıştır. Doğumuna, babası Seyyid Ali’nin düşürdüğü feyzullah tarihinden anlaşıldığına göre H926/ M1520’de bugün Kosova sınırları içinde kalan Prizren’de doğmuştur. Soyu aslen Bağdatlıdır. Büyük dedesi Seyyid Muhammed Nattâî XIV. yy.ın sonlarında Bursa’ya gelip yerleşmiştir.
Burada I. Bayezıd’in yaptırdığı Ebû İshâk zaviyesinde şeyh ve mütevvelli olan ve seyyidlere ait işlere nezaret vazifesi de kendisine verilen Seyyid Muhammed’den sonra oğlu Zeynelâbidin de Fatih ve II. Bayezıd zamanlarında aynı görevlerde bulunmuştur. Oğlu Seyyid Ali muammacılıkta ve tarih düşürmekte mahir olup bazı müfretler de söylemiştir. Seyyid Ali, silsilesi Ebu İshak Kazarunî’ye çıkan ve II. Bayezıd devrinde büyük bir nüfuz sahibi olan meşhur şair ve âlim kazasker Müeyyedzâde’nin kızı ile evlenmiştir. Seyyid Ali çeşitli kadılıklarda bulunmuş ve Filibe kadısı iken H 941/M 1534-35’de ölmüştür. Âşık Çelebi babasının teftiş sebebiyle Prizren’de bulunduğu sırada doğmuştur. Önce annesini, ardından on dört yaşlarında babasını kaybeden Âşık Çelebi, çektiği sıkıntıları şöyle dile getirir: Valideyn öldi na-tüvân kaldum Erş ile habbe değmedi kat’a Geçdi zilletle altı yıl ‘ömrüm Fark olunmadı gamla subh u mesa Seyyid Ali’nin beş oğlu olmuştur. Âşık Çelebi dışında, Muhammed Şah da Hakî mahlasıyla şiirler yazmıştır. Çelebi, on beş yıl süren Rumeli’deki çocukluğundan sonra H941/M1535’de İstanbul’a gelir. Bütün zorluklara rağmen küçük yaşta tahsiline başlayan Âşık Çelebi, burada devrin ünlü hocalarından dersler alır. Sürurî Çelebi, Taşköprîzâde, Arabzâde, Abdülbaki Efendi, Saçlı Emir Efendi, Karasılı Hasan Çelebi, Ebussuud Efendi, Fenarî Muhyiddin Efendi gibi zamanın meşhur âlimlerinden aldığı derslerle tahsilini tamamlar. Bu arada İstanbul’da devrin tanınmış şair ve belli başlı âlimleriyle de tanışır. Hiç şüphesiz Müeyyedzâde’nin torunu olması, babasının çevresi ve Fenarî Muhyiddin Efendi ile yakınlığı münasebetlerde yardımcı olmuştur. H948/M1541’de tekrar Bursa’ya gelir, şair Sayî ile birlikte mahkeme kâtipliği yapar; ardından Emir Sultan vakıflarına mütevelli tayin edilir. 1546’da İstanbul’a geri döner. O sırada İstanbul kadısı olan eski hocası Saçlı Emir Gîsû Efendi’nin himmetiyle İstanbul mahkemesinde kâtip olur. Daha sonra bir ara Ebussuud Efendi’nin fetva kâtipliği görevinde de bulunur. Bundan sonra Âşık Çelebi’nin kadılık hayatı başlar. İlk olarak, H957/M1550’de Silivri kadısı olur. Ardından pek çok şairle tanışacağı Piriştine’ye kadı olarak tayin edilir. H964/M1556’dan önce Serfice’ye nakledilir. Âşık Çelebi Serfice’de Divan’ını tertip eder. Buradayken daha önce üzerinde çalıştığı tezkiresini de tamamlamak isterse de birden bire azledilmesi üzerine, bu isteğini gerçekleştiremez. Ardından Narda, Alaiye, Niğbolu ve merkezi Rusçuk olan Çernovi kadılığına tayin edilir. Üsküp’te kadı iken yakalandığı zatülcenp hastalığından kurtulamaz ve H979/H1572 Şabanı sonlarında vefat eder. Âşık Çelebi’nin fizikî yapısı hakkında kaynaklarda fazla bilgi bulunmamaktadır. Yalnız, büyük babası gibi lüknet (kekeme) olduğunu kendisi söylemektedir. Ayrıca, bu hususu bir beytinde zikreder: Lüknet-i zillet zebânum itmeseydi küng ü lal Devletünde olsam olurdı sühandân-ı şeref Bütün kaynaklar onun cömert, açık sözlü, rint tabiatlı, güzellere ve şaraba düşkün, neşeli bir yaratılışa sahip olduğu konusunda hemfikirdirler. Aldığı mahlas da bunu açıkça göstermektedir. Divanında yer alan şiirlerine baktığımızda, kaynakların vardığı sonucun doğruluğunu görebiliriz. Bilhassa, gazellerinde şahsiyetinin hususiyetleri görülmektedir. Şu beyitte onun rint, dünyayı hiçe sayan mizacı ortaya çıkmaktadır: Ne gam cümle cihân bed-hâh u düşmen olsa ey Âşık Benümdür mülk-i istigna cihânda ne gamum vardur Âşık Çelebi, kendisi de güzellere düşkün olduğunu söylemekten çekinmez: Dogaldan vasfı ismine muvâfık Güzeller mübtelası ya’nî Âşık Şiire ve musikiye fazlaca alakası olan Çelebi’nin latifeleri, nükteleri, hezel yoluyla yazdığı manzumeleri ellerde ve dillerde dolaşmıştır. Âşık Çelebi, özellikle kasidelerinde peygamber sülalesinden geldiğini sık sık zikreder. Ancak, seyit olduğu halde kendisine yeterince değer verilmediğinden, çok sıkıntılar çektiğinden yakınır ve bu durumdan memnun olmadığını açıkça söyler. Kapunda lutfun umar bende gerçi var bin bin Muhammed âline rahm it binini gör birin al Kime itsün iltica âl-i Nebi sen var iken Dînine rükn-i rekin ü şer’ine hısn-ı hasîn Âşık Çelebi küçük yaşlardan itibaren kıymetli hocalardan ders alarak yetiştiği için kuvvetli bir edebî kültüre sağlam bir medrese bilgisine sahiptir. Yaptığı tercümeler ve Arapça Şakaik Zeyli bunun göstergesidir. Âşık Çelebi’nin Divanı dışında, Meşâirü’ş-şu’arâ adlı şairler tezkiresi,Ravzâtü’ş-Şühedâ, Şakaiku'n- nu'maniye,Et-Tibre’l-mesbûk, Ravzu’l-ahyâr, Miracu’l-ayâle ve Minhacü’l-adâle adlı tercümeleri ile Zeyl-i Şakayık’ı, Mecmua-i Sükûk adlı ilâmları ve elimizde bulunmayan Sigetvarnâme ile Şehrengiz-i Bursa adlı mesnevileri vardır. |
Bugün 154 ziyaretçi (194 klik) kişi buradaydı.