İstanbul Türklerin eline geçtiğinden beridir ki, içerisinde çok çeşitli etnik grupları barındırmayı bilmiştir. Bilindiği üzere Osmanlı Devleti daha fethin ilk günlerinden itibaren her türlü renkten, milletten ve dinden insanı tam bir imparatorluk mozaiğine yaraşır biçimde ağırlamıştır. Bundan dolayı çok sayıda yabancı, gerek münferiden ve gerekse de aileleri ile gelip yerleştiği İstanbul’dan kopamamış, bir gün görevlerinden dolayı çekip gitmek zorunda kalsalar bile az önce adını zikrettiğimiz intibalarını çeşitli şekillerde de dile getirmekten geri kalmamışlardır. Busbecq, Pancaldi, Lamartine, Pierre Loti, von Moltke ve bizler için önemli bir kaynak teşkil eden Tableau Général de l’Empire Othoman adlı eseriyle d’Ohsson ve daha niceleri.
Bu sefer biz, devletin en kritik zamanlarında (Sultan II. Abdülhamid) İstanbul’da tam 26 sene kalmış bir İngiliz kızının kaydettiği hatıralardan dikkat çeken noktaları birkaç seri halinde sizlerle paylaşmak istiyoruz.
Sultan Abdülhamid Han
Dorina L. Neave, kuvvetli bir tahsil görmüş, uzun yıllar İstanbul’da yaşamış İngiliz elçisinin kızıdır. Çocukluk ve gençlik yılları, babasının görevi münasebetiyle devletin başşehri olan İstanbul’da geçmiştir. 1881 senesinde doğduğu anlaşılan yazarın, dönemin en çalkantılı zamanlarında kaydettiği enteresan anekdotlar, Osmanlı’ya bir yabancı perspektifle bakışın önemli temsillerindendir. Örneğin 17 bölümden oluşan hatıralarının sadece bir kısmını Sultan Hamid için ayırmıştır. Özellikle katıldığı bir Cuma Selamlığı çıkışında dünya Müslümanlarının halifesini ilk kez görebilmenin heyecanını satırlarına aksettirmiştir. Padişahı, yayılan her türlü dedikodulara rağmen “Doğuştan diplomat”, “kurnaz” ve “olağanüstü zeki” olarak göstermektedir. Bir diğer önemli nokta, bazı kesimlerce kendisine “korkak” yaftası yapıştırılan sultan hakkında şu görüşleri belirtmesidir.
“Sultan Abdülhamid, tehlike karşısında yaşayan bir insandı, ama büyük bir soğuk kanlılık ve cesaret gösterebiliyordu. Saray dışına çıktığı günlerde, alınan büyük tedbirlere karşılık, Cuma selamlığına gittiği bir seferinde, atılan bir bomba yüzünden (yazar, 1905’te Ermeniler’in hazırladığı Yıldız’daki suikast teşebbüsünü kastediyor) ölümden kıl payı kurtulabilmişti. Bomba gereğinden birkaç dakika önce ve Sultanın arabasının önünde patlamıştı. Kendisine bir şey olmamıştı ama birkaç muhafızı atlarıyla birlikte ölmüşlerdi. En ufak bir korku belirtisi göstermeksizin, bombanın atıldığı yerde, adamlarının ve atların parçalanmış cesetleri arasında arabasını durdurmuş, yaverlerini çağırarak, masrafı kendisine ait olmak üzere yaralıların en iyi şekilde bakılmasını emretmişti. Böylesine yürekli davranışı, alaylarını öylesine sevindirmiş ki, Padişah uzaklaşırken, müthiş bir alkış kopmuştu. Korkak denilen padişah bu muydu?”
Bunun yanında Neave, dehşetengiz bomba hadisesinden sonra padişahın aynı gün içinde dört büyükelçiyi kabul ettiğini belirtir. Yazar, Sultan Hamid’in cesaretine bir başka olayla daha şahadet eder. Bu sefer yer Dolmabahçe Sarayı’dır ve meydana gelen bir deprem, herkeste büyük bir korkuya sebebiyet vermiştir. Abdülhamid bir de Dolmabahçe Sarayı’nda yüzlerce kulunu ve yabancı elçilik heyetlerinin bir kısmını kabul ettiği muhteşem merasim sırasında emsalsiz bir cesaret örneği vermişti. Merasimin orta yerinde şiddetli bir zelzele bütün sarayı sallamaya, sarsıntıdan yüksek tavanda asılı olan heybetli kristal avizenin (yaklaşık 5 ton ağırlığında) parçaları aşağıdakilerin kafasına düşmeye başlamıştı. Depremi takip eden umumi panik ve karışıklık esnasında, tanınan bir paşa, büyük bir pencereye koşarak, kılıcıyla camı tuzla buz etmişti. Sultan ise, saray sallanırken sadece tahtından kalkmış, sonra yine oturarak paşanın tutuklanıp huzuruna getirilmesini emretmişti.
Bu olay sırasında salonda bulunan en büyük ağabeyimin anlattığına göre Sultan, önceden prova edilmemiş, dramatik sahne boyunca soğukkanlı ve aklı başında davranışıyla, sükûneti temin etmiş, merasimde sanki hiçbir olağanüstü olay cereyan etmemiş gibi davranmıştı.
Padişahın günlük hayatına dair de bilgiler paylaşan yazar, muhtemelen kulaktan duyduklarıyla birkaç bilgiye yer verir. Bunlar arasında ise Sultan Hamid’in marangozluk mesleği ile bu işi “usta” mesabesinde ifa edebilecek derecede mahareti, zaten bütün herkesin mâlumu olmuştur. Nitekim bugün Yıldız Sarayı’nı gezenler padişahın saatlerini geçirdiği hususi atölyesini ve çalışma malzemelerini görebilirler.
Erken uyanma alışkanlığından olan sultanın sabahları süslenmeye çok uzun zaman ayırdığı bilinirdi. Kına ile boyanıp, kırçıl telleri gizlenen sakalının bakımına özel bir itina gösterirdi. Yumurtalar, süt, meyve bisküvilerden meydana gelen kahvaltısından sonra her zaman için memleket işlerinde önce gelen jurnalleri incelerdi. Anlatıldığına göre tek merakı şehzadelik döneminde öğrendiği marangozculuk idi.
Saray’da yıllarını geçirmiş olan Tahsin Paşa’nın da hatıralarında belirttiği gibi Yıldız’da padişaha mahsus bir tiyatro mevcuttu. Edebiyatın gücüne inanan ve bu sahaya ilgisi ile tanınan padişahın özel kalemine dünyaca ünlü –özellikle polisiye- romanları çevirttiğini biliyoruz. Tiyatro noktasında da yazar şunları paylaşır. Yıldız Parkı’nda sultanın bazı imtiyazlı misafirlerini davet ettiği hususi bir tiyatro vardı. Saray içinde bile takip edilip, saldırıya uğramak korkusuyla yaşadığından dolayı, fark edilmeden gelip gidebilmek için, bir perde arkasında oturur, davetlilere görünmezdi.
Sultan Hamid alakalı bölümde az önce belirttiğimiz gibi kulaktan duyma diyebileceğimiz ve pek tabi olarak özellikle ecnebiler arasında yayılmış inanışlar mevcuttur. Son olarak Neave’in bu konuda değindiği nokta, yabancılara ayrılan bölümde bir defa şahit olduğu padişahın Cuma namazından sonraki haşmetli ve debdebeli merasimidir. Fakat yine belirtmekten geri kalmaz ki, yıllardan beri yalnızca duydukları ile kafasında canlandırdığı bir padişah hiç de zannedildiği gibi korkunç ve acımasız bir görünüşe, bir ruh haline sahip değildir. Aksine onca ihtişam ve azamet içinde giyimiyle ve hareketleriyle takındığı mütevazı tavırlar bütün herkesin dikkatini çekmiş, padişaha karşı duyulan hayranlığı ister istemez arttırmıştır. Bu biraz da diplomasi ve siyasetle ilgili olan anılardan sonra bir başka yazımızda Dorina Neave’ın İstanbul’un gündelik hayatı ile ilgili hatıralarını paylaşalım.
Bibliyografya
Dorina L. Neave, Eski İstanbul’da Hayat
|