AHMET ÜNAL
eskiistanbul
ESKİ İSTANBUL Istanbul Not Costantinople Tarihi boyunca 3 büyük imparatorluğuna merkezlik yapmış olan İstanbul aynı zamanda bir medeniyet, tarih, kültür, finans ve ticaret bölgesi statüsünü de kazanmıştı. Fakat antik zamanlardan beri insanlığın gözdesi buşehir Türklerin eline 1453’de geçtiğinde fakir, harap ve yıkık bir haldeydi. Meşhur yapılar, saraylar viran olmuş halk peyder pey şehri terk etmiş nüfus azalmıştı. Şehrin Fatihi II. Mehmed Ayasofya’yı gezerken gördüğü bakımsızlık karşısında “Kayserlerin sarayında örümcekler yuva kurmuş” manalı Farsça beytini terennüm ediyordu. İşte bu tarihten sonra Türkler bu şehri imara başladılar. Hükümdarlar, devlet adamları her biri bir yerden şehri mamur etmek için uğraştılar.
Bütün Osmanlı tarihinin en şevketli hükümdarı Kaanuni Süleyman devrinde bu şehir artık şahikasına ulaşmıştı. Seyyahlar şehri temâşa etmeye doyamıyor, onu Pâyitah-ı Cihan diye ululuyorlardı. Nedim’in şiirlerinde, Sâdabad eğlencelerinde anlatılan bir derin hülyalar kentiydi İstanbul. Fakat bir cihan devleti olarak Osmanlı zirveden inmeye yüz tuttuğunda başkentte yavaş yavaş ihmal edilmeye başlanmıştı. Geçirdiği yangın, deprem ve sair afetlerin yanında insanların tahribatı ve zamanın harabatı ile o şahika devirlerinden günden güne uzaklaştı. 93 harbi denilen 1877-78 Osmanlı Rus savaşında vagonlarla göçmenin istilasını taşıdı sırtında, Balkan savaşında düşman’a son direniş noktası oldu. 1914’e gelindiğinde ise artık şehirde yoksulluk had saffaysa ulaşmıştı. Bu pahalılık, sosyal âfetleri ardında getirdi. İstanbul orta sınıfında ahlâkî çöküntü başladı. O orta sınıf ki, dürüstlük bakımından, yüksek sınıftan çok daha titizdi. Anlı şanlı vezir ve kazasker ailelerinin kızlarının, nereden çıktığı belirsiz, dedesinin adını bilmeyen zenginlerle evlendiği görüldü. Halbuki daha dünya savaşı patlamamıştı. Dünya savaşına girildiğinde vurgunculuk, karaborsa, rüşvet, tefecilik tavan yaptı. İstanbul halkı pahasından şekerin tadını unuttu, gaz ise piyasadan silindi bulunsa bile 1 bidon gaz için hayli meblağlar ödemek gerekiyordu. Dolayısıyla İstanbul karanlıklara gömüldü. Tekrar mum devrine döndü zamanla mum da bulamadı çıra, onu da bulamayınca ağaç yakarak aydınlanmaya başladı. Vaktiyle Pâytaht-ı Cihan denen belde, artık mağara devri şartlarını yaşıyordu. Cumhuriyetten sonra çarpık kentleşme, aşırı göç, hızlı sanayileşme, plansız imar bir zamanların Payitaht-ı zemin’inden kalanları da hem zemîn etti geçti. Ama bu şehrin, inişli çıkışlı silkintili ömründe geçirdiği günler, bir ihtiyarın anlındaki çizgiler gibi bazı semt ve mahallelerinde izler bıraktı. O saffetli günlerden bir nebze kırıntı ve tortular taşıdı zamanımıza. Biz bu dünya’nın insanları ancak buralardan tanıyabiliyoruz o asırları. İstanbul Suriçi, Suriçi’nde Süleymaniye bu tekamülün adeta bir minyatürel misali. Birde eskiden intikal eden tarihi fotoğraflardan yahut yağlı boya talbolardan, gravürlerden görebiliyoruz mâziyi. Bu konuda 2010 Avrupa’nın Kültür Başkenti seçilen İstanbul’a ait bazı tarihi fotoğraflar renklendirilerek Amerika Kongre kütüphanesi tarafından “Istanbul Not Costantinople” koleksiyonu adıyla yayınlandı. Fotograflardan 200 yıl öncenin İstanbul’unu hissetmek mümkün. Fotograflarda bazı yerlerde şimdiki manzara betonundan eser yokken Eminönü ve Sirkeci de bugünküne benzer bir kargaşa yaşanıyor. |
Bugün 299 ziyaretçi (397 klik) kişi buradaydı.