AHMET ÜNAL
anadolu-mezopotamya3
ANADOLU VE MEZOPOTAMYA MİTOLOJİSİ 3
Mezopotamya mitolojisi, Sümer temelli olmakla beraber, Mezopotamya’nın aldığı sürekli ve yoğun göç ile birçok farklı kavmin inanç ve kültüründen etkilenmiştir. Kendinden sonra gelen birçok millet ve büyük toplulukları da terkibî anlamda zenginleştirdiği bu muhteşem sofrada beslemiştir. Mezopotamya ve İran’da kurulan Türk, Arab, Acem, Kürt, Ermeni ve Asuri gibi devletlerin-milletlerin izlerini taşıyan karmaşık bir kültürel yapılanma, zengin bir hayâl iklimi meydana getirmiştir. Bu milletlerden bir çoğu -kimi yerli halk olarak kimi sonradan göçerek- Mezopotamya’nın geneline mahsus bu birikimi kendine mahsus bilmiş, sahiblenmiş ve kendi diline taşıyarak kültür mirası olarak yüceltmiş, kıymet vermiştir. Yaradılış, tufan hadisesi, çok tanrıcılık, ateş, güneş ay vb varlıkların kudsiyeti neredeyse bütün mitolojilerde benzer anlatımlara sahibtir.
Mezopotamya, göç yollarının üzerinde olması, topraklarının verimli olması, ikliminin elverişli olması, ırmaklarından sulamada yararlanılması gibi sebeblerle, tarihî dönemlerin başından itibaren birçok medeniyetlere sahne olmuştur. Birçok kavme ev sahibliği yapmasına rağmen, göç eden toplulukların çoğu var olan Mezopotamya kültürünü benimsemiş, ayrı bir kültür veya dil olarak barınamamıştır. Bu sebeble bölgede yaşayan milletlerin, kavimlerin mitolojik kültürleri neredeyse birbirinin aynı denecek derecede anlatımlara sahibtir. Hattâ aynı efsâne, isimler bile değişmeden farklı bir kavimden duyulabilmektedir. Bölge taş bakımından fakir olduğundan, günümüze az sayıda eser bırakmıştır. Ama yazı geliştiği için, edebî eserler de gelişmiştir. Mezopotamya mitolojisi, Mezopotamya’daki başlıca antik din ve mitolojileri olan Sümer, Akad, Asur, Babil, Aramiler (Süryaniler) ve kısmen İran inançlarının bütününe verilen isimdir. SÜMERLER Sümer şehri, Mezopotamya’nın güney ucunda, Dicle ve Fırat nehirleri arasında, sonradan Babil olmuş, günümüzde de Irak’ın Bağdat şehrinden Basra Körfezi’ne kadar olan bölgede idi. Sümer şehri, Sümerlilerden önce yaşamış ve Sümerce konuşmayan ve Sami olmayan bir kavim tarafından, günümüzdeki deyişiyle Proto-Fıratlılar yahud Ubaidliler tarafından kurulmuştur. Ubaidlilerin bölgeye yerleşmesinden sonra çeşitli Sami kavimleri de aynı bölgeye yerleşmiş, kültürlerini Ubaidlilerinki ile karıştırarak Sümerliler öncesi yüksek bir medeniyet meydana getirmişlerdir. Dünyanın bilinen ilk medeniyetlerinden olan Sümerler, M.Ö. 4. binde Mezopotamya’ya gelmiş ve M.Ö. 3. binde ilk şehir devletlerini (siteleri) kurmuşlardır. Sitelerin başında Patesi adı verilen ve aynı zamanda rahib olan krallar bulunurdu. Bilinen en önemli siteleri Ur, Uruk, Lagaş, Eridu, Umma ve Kaş idi. Başkenti Ur olan Sümerlilerin hâkimiyetine M.Ö. 2200 yıllarında Elamlılar tarafından son verildi. İlk defa yazıyı (çivi yazısını) kullanarak tarihî çağları başlatan Sümerler, Kralları Urukagina tarafından da ilk yazılı kanunları yapmışlardır. Dört işlemi kullanmışlar, sayıları bulmuşlar ve çemberi 360 dereceye bölmüşlerdir. Çarpma ve bölme cetvellerini hazırlamışlar, aritmetik ve geometrinin temelini atmışlardır. Bilinen anlamda ilk kez ay ve güneş tutulmalarını hesablamışlar, ay takvimini kullanmış, burçları bulmuş, gece ve gündüzü 12’şer saatlik iki kısma ayırmış ve yılı da 12 aya bölmüşlerdir. İlk tarihî âbide olan Akbabalar dikilitaşı bu dönemden kalmıştır. Batı medeniyetleri topluluğu, asıl kaynağını, M.Ö 5. yahud 4. binin Mezopotamya’sının verimli topraklarında, ilk medeniyet merkezini kurup kendilerine yurt yapmış olan Sümerlilerin ülkesinde bulmuştur. Konar-göçerlikten, yerleşerek tarımla, zanaatla uğraşan, üreten, ticaret yapan bu insanların toplum yapısı karmaşıklaşırken, bölgede bu filizlenen tutum yepyeni bir dönem olarak tarihe damgasını basmıştır. Sümerlilere mahsus mitoloji, kendilerinden sonra Mezopotamya üzerinde bulunmuş bütün medeniyetlere, milletlere doğrudan tesir etmiştir. Buna Kürtler de, Arablar da, İranlılar da dahildir. Kürt Mitolojisi, Arab Mitolojisi, İran Mitolojisi dediğimizde, Mezopotamya’nın ortak hafızasından herkesin bir parçaya talib olup sahiblendiğini, kendi diline ve hakikatine dönüştürdüğünü görmekteyiz. Buna medeniyetlerin birbiriyle kültür alışverişi–etkileşimi dışında bir anlam yüklenemez ve yine bu durum milletlerin mitolojilerini inkâr değil, medeniyetlerin “birlik” düzeninde aslında İBDA’nın “peygamberler olmasa medeniyet olmazdı” tezindeki hakikate çekilmesidir. Sümerlilerin en önemli edebî başarısı Gılgamış Destanı, benzerleri gibi ilkin sözlü gelenek hâlinde iken, M.Ö. 3. binde yazının bulunmasıyla da tarihin en eski yazılı edebiyat başarısı olduğunun izlerini, bize ilk kez Asurbanipal’ın kütübhanesinin öreninden 1875’te çıkarılan levhalarla göstermiştir. İlkçağ Akdeniz medeniyetlerini derinden, Eskiçağ Ege medeniyetini de dolaylı olarak etkilemiş olan sözkonusu destan, Sümer şehir devletlerinden Uruk hükümdarı Gılgamış’ın halkının yararına devlere (kötülüklere) ve ölümlülüğe verdiği çetin mücadelenin hikâyesidir. Onun en belirgin farkı, kâinatın ve insanlığın doğuşu gibi son derece mücerred ve genel konulardan çok, sonluluk yahud ölüm olayıyla karşı karşıya kalan insan ferdinin güçsüzlüğü ile açmazını; bunun insanda doğurduğu birçok çeşitten duygu durumlarını çarpıcı biçimde işlemesidir. Hakkında söylenenler çoğu bu çerçevededir. Biraz daha yakından bakalım. |