AHMET ÜNAL
anadolu-mezopotamya1
ANADOLU VE MEZOPOTAMYA MİTOLOJİSİ 1 “Herşeyden önce kelâm vardı” hakikati ve ardından ilk kelâm sahibinin harekete geçirdiği isimler-fikirler. Yaradılışa mahsus; her şey zıddıyla kaim. Âdem’e öğretilen isimler, bu bâb'tan. İlk seslendirilen fikir, kesinlikle doğru olan veya ilk bilinen fikir, tartışmasız mutlak hakikat olan. Sonrası, kimi zaman onun zıddı ve tahrif edilmişi olarak, sayısız ve sonsuz. Basit deyişle; doğru bir tane, yanlışlar sayısız. O hâlde iki ana kol hâlinde bir akış sözkonusu. Bir pınardan pırıl pırıl ve tatlımı tatlı mutlak fikir damlaları çağlarken, diğer pınardan irin ve ateş damlaları sel gibi gelmekte.
Fikir, tecelli mekânı arar ve her hâlükârda görünmek ister. Mutlak Fikrin tahrifi veya taklidi neticesi ortaya çıkan ve bir zaman sonra, tersinden bağlı olduğu hakikatten ayrı olduğu hissi veren fikirler, kendi içlerinde sürekli başıboş bir arayış ve hareket içinde. Hâl böyle olunca, mit, efsâne, bâtıl din, münkir ifade ediş vs. her biri, “mutlak hakikat”ten sonra. Yâni "mitoloji" dinden sonra, "efsâne" dinden sonra, "çok tanrıcılık" tek ilahın varlığını bildikten sonra. Bir misâl; çirkin, "güzel"den sonra. Güzel var ki ona nisbetle çirkin zemin bulmuş. Neye göre çirkin? Güzel’e göre. Demek ki "güzel nedir" biliyorsun. Bu mânâ çerçevesinde, mitoloji; bir takım din büyüklerinin, hakiki fikir kahramanlarının ve tarihî role sahib kişi ve fikirlerin çatışmaları ve karşılaşmalarının hikâye edilerek anlatıla anlatıla, zamanla abartılıp aslından saptırılarak "mitos" denilen efsânelere dönüşmesinden ibaret bir bakıma. Buna elbette sembol, süs veya his plânında "kadın-erkek" aşk hikâyeleri ve sayısız yanlış sahibinin birbirlerine karşı gösterdiği kahramanlık gösterileri de dahil olsa gerek. İnsanoğlu, Mutlak Fikir istikametinde kendini bu işe adayan “seçilmişler” kadar; istikametini kaybetmiş fakat Mutlak Fikir’den kırıntıları, kendi tahrifatı ve keşfi sonucu elde ettiği fikirlerle harmanlayan idrâksizlerin yüzyıllara varan tekliflerine, davetlerine de muhatab olmuştur. Herbir nesnenin hakikati ilk çağlarda bedahet hâlinde açık ve netken, insan neslinin çoğalmasıyla ve yine insanoğlunun eşyaya ve tabiata hakimiyeti arttıkça, “inançlarını nesneleştirmiş” ve tek ilah inancından sapmış farklı topluluklar ortaya çıkmıştır. Onlar, kimi zaman bir Peygamberin başından geçenleri efsâneleştirip mitosa çevirmiş, kimi zaman büyük velîlerin, kimi zaman da hakiki kahramanların… Kimi zaman ise Nemrut gibi, firavunlar gibi zalimlerin, meşhur fahişelerin ve ulaşılmaz kıldıkları kralların hayatını mitoslaştırmışlar. Ve dahi insanın, âlemin, yeryüzünün yaradılışı yahud varoluşu da büyük bir merak konusuydu. Yeryüzünde hayatını sürdüren sayısız insan toplulukları vardı ve bu problemi çözmek en büyük arzuları idi. İlk insandan itibaren fikrî çalışmalar, “bütün fikir”den hareketle mevcudtu. İlim tekti. Ne var ki, keşfedilenler ve detaylar üzerinde bilgiler arttıkça, ilim farklı dallar ve kollar hâlinde görünmeye başladı. Birçok insan yaradılışa ve âlemin varoluşuna dair başlangıçta sahih bilgilere sahibken, dinlerden öğrenilenler birkaç nesil sonra tahrif edilmeye, değiştirilip kendince tamamlanarak bir takım efsânelere dönüştürülmeye başlandı. Bilim dilinde ‘‘mitos’’ denen bu efsâneler, tanrıların, kâinatın, insanın yaradılışını anlatmakla kalmaz; günahları, ölüm ve ölümsüzlüğü, cinsî hayatın kurallarını, cennet ve cehenneme âit görüşleri, Âdem’in cennetten kovuluşunu, tanrıların olağanüstülüklerini, kutsallıklarını ve kahramanlıklarını da açıklar. Efsâneyi masaldan ayıran nitelik, onun bir inanış konusu olmasıdır. Mitolojide farklı bir hayat tarzı ve hasreti vardır ve her milletin kendi ruh yapısına uydurup dönüştürdüğü, sonrasında sahiblendiği efsâneler sözkonusudur. Bu hayat, sembolik anlatımlı, oldukça abartılı, sihirli, büyüleyici ve etkileyicidir.
MYTOS VE MYTOLOGİA «Eski Yunan dilinde söz kavramını vermek için bir değil, üç kelime vardır: Biri "mythos”, öbürü "epos”, üçüncüsü “logos”. Mythos söylenen veya duyulan sözdür, masal, hikâye, efsâne anlamına gelir. Ama mythos’a pek güven olmaz, çünkü insanlar gördüklerini, duyduklarını anlatırken birçok yalanlarla süslerler. Bu yüzdendir ki Herodot gibi bir tarihçi mythos’a tarih değeri olmayan güvenilmez söylenti der, Platon gibi bir filozof da mythos’u gerçeklerle ilişkisiz, uydurma, boş ve gülünç bir masal diye tanımlar. Epos daha değişik bir anlam taşır: Belli bir düzen ve ölçüye göre söylenen, okunan sözdür, epos insana tanrı armağanıdır, güzelim süslü sözleri bir araya getirerek büyüler dinleyicilerini bir şair. Bir de logos vardır. Onun sözcülüğünü başta Herakleitos olmak üzere İonya düşünürleri eski deyimiyle “physiologoi”, yâni tabiat bilginleri yapmıştır. Onlara göre logos gerçeğin insan sözüyle dile gelmesidir. Logos bir kanunî düzeni yansıtır, insanın bedeninde ve ruhunda bir logos bulunduğu gibi, kâinatın ve tabiatın da logos’u vardır.» (Mitoloji Sözlüğü) Son 150 yıllık zaman diliminde, İslâm âleminin zihninin işgal edilmesi ve tarih şuurunun tahrif edilmesi neticesi, mitoloji deyince başta Yunan-Roma Mitolojisi gelmektedir. Oysa Doğu Mitolojisi diye adlandırılan Çin ve Hind Mitolojileri, Rus ve Fars Mitolojileri, hepsinden öte Mısır, Anadolu ve Mezopotamya Mitolojileri -bir kısmı Yunan’dan önce olmak üzere ve Yunan Mitolojisini etkilemek bakımından- öncedirler. Yunan Mitolojisi, Mısır, Anadolu ve Sami dünyalarının mitoslarıyla, kendi Hind-Avrupa mitosları arasında bir terkibe (senteze) ulaşmıştır. Kaldı ki Yunan mitolojisi dahi, “Akdeniz çevresi efsâneler topluluğu” diye adlandırılan zengin bir sofranın ürünüdür. Azra Erhat da Mitoloji Sözlüğü adlı eserinde buna şöyle temas eder: “Bunu Yunanistan ve Roma’ya mâl etmemiz, bu efsânelerin Yunanistan ve Roma uyruklu yazarların kalemiyle Yunanca ve Latince olarak yazılmış olmasından ileri gelir. Oysa bu efsânelerin çıkış yeri ne Yunanistan’dır ne de İtalya; Anadolu’dur, Girit’tir, Mezopotamya’dır, Fenike, Mısır’dır yahud bütün bu yerlerdeki sözlü geleneklerin karışımından ortaya çıkmış bir bütündür.” İSLÂM VE MİTOLOJİ Mitoloji, her “semavî” dini tehdit eden, insan zihnini ve hayâl gücünü iflas ettiren, bünyesi hastalıklı insanların inanç kaynağı hükmünde zaman zaman işi rezalete kadar götüren efsâneler zinciri. Yunan Mitolojisi çerçevesinde, çoluklu-çocuklu, yiyen-içen, her türlü fuhşiyât ve zevke gırtlağına kadar batmış, kimi homoseksüel, kimi lezbiyen, kimi ensest olmak üzere tanrılarla dolu, paganizmin zirve noktasında bir dini andırır şekilde antropomorfik (beşer özellikli) ve antropopatik (beşer ihtiraslı) bir inanç inşâ etmişlerdir. Elbette bu rezalete, mücerred fikir mimarlarından Platon benzeri filozoflar isyan eder gibi itiraz etmişlerdir. Platon, mitolojiyi iyice azdıran tragedya yazarlarını bu rezâletten bir numaralı sorumlu tutmuş ve sonunda daha da ileri giderek san’atın her türlüsünü tehlikeli ve zararlı addetmiştir.
Mitoloji Hıristiyanlığın ve Yahudiliğin içine sızmış ve onları çürütmüştür; İslâm’a da sızmaya kalkışmış ancak İslâm dünyasının yetiştirdiği Ehli Sünnet ve’l Cemaat âlimleri ve bin yılın yenileyicisi hükmünde İmam-ı Rabbanî Hazretleri, hattâ İmam-ı Gazalî gibi tecrid noktasının sınırlarında gezen âlimler sayesinde ana kaynağa inememiş, avâm tabakasında kalmış, daha öteye gidememiştir. Burada Mitoloji’yi, toplayıcı ve terkib edici şu ifadeyle bir hükme bağlayabiliriz. O diyor; “İyi veya kötü olarak nitelemeksizin veya nitelemeden önce, ruhun tezahürü ve delili hâlinde bütün insan faaliyetlerinin oluşturduğu bir yumağı andıran MİTOLOJİ, bu görünüşü ile dişi bir ilim olan psikolojinin, adeta en genel ifâdesidir… Şeriat, zahiri akıl-ruhtur, tarikat ise bâtınî Şeriat; dolayısıyla İslâm’da YAPMA’yı gösteren RUHÎ oluş ve işler, hiçbir şekilde mitoloji verileri ile ayniyet içine girmezler. Mitoloji, DOĞRU YOL’un gösterilmesinde sadece toprak seviyeli bir vesile rolü oynar; yer yer BERZAH’ın bu âleme âit görünüşünde bile ki, TEVHİD’e zıddından işaret ederek.”(Esatir ve Mitoloji, arka kapak) |
Bugün 212 ziyaretçi (276 klik) kişi buradaydı.