AGAVE (AGAUE) VE BAKKHALAR EFSANESİ
Yunanlılar arasında uygarlığı yaymaya çalışan söylencesel insanlardan biri olan Kadmos ile Harmonia’nın kızıdır. Semele’nin kız kardeşi ve Dionysos’un teyzesidir.Dragonun dişlerinden doğan adamlardan olan Ekhion ile evlidir. Thebai krallarından Pentheus’un annesidir. Ablası Semele, Baştanrı Zeus ile bir birliktelik yaşamıştır. Bu birlikteliğin ürünü olarak da Dionysos dünyaya gelir.
Semele’nin ısrarlarına boyun eğen Baştanrı Zeus, kendisini tüm tanrısal özellikleriyle gösterince
|
Semele, alevler içinde yok olur, ölür.
Yanarken karnında taşıdığı Baş tanrı Zeus’tan olma yedi aylık Dionysos’u düşürmek zorunda kalır. Baş tanrı Zeus, Semele’nin düşürdüğü yedi aylık çocuğu alıp baldırına saklayarak kurtarır. Zamanı gelince de Bakkhos ya da Dionysos adındaki Şarap ve Coşkunluk Tanrısı, Baş tanrı Zeus’un baldırından dünyaya gelir. Bundan ötürü Dionysos kimi zaman "iki kez doğan" olarak da anılır.
Bu durumdan haberdar olan Agave, ablası Semele ile Zeus arasındaki ilişkiyi uluorta konuşmaya başlar. Bu nedenle herkes bu ilişkiden haberdar olur ve hatta bir efsaneye göre Zeus’la ilişkisi açığa çıkan Semele, intihar ederek yaşamına son verir.
Agave, Zeus ile yaşadığı birliktelik sonrasında Dionysos’u doğuran Semele’ye leke sürüp iftira attığı gerekçesiyle Semele’nin oğlu Şarap ve Sarhoşluk Tanrısı Dionysos tarafından delilikle cezalandırılır. Roma’da dinsel bayram olarak kutlanan Bacchanalia Şenlikleri sırasında vahşi bir hayvan öldürdüğünü sandığı oğlu ve aynı zamanda Thebai Kralı olan Pentheus’u parçalayarak öldürür.
Bu olay şöyle gelişir: Dionysos, Asya'yı fethettikten sonra, kültünü yerleştirmek ve bir zamanlar annesi Semele'ye ettikleri iftiralardan ötürü annesinin kardeşlerini ve özellikle de Agaue'yi cezalandırmak amacıyla baba yurdu Thebai'ye geri dönmeye karar verir. Trakya üzerinden Thebai’ye gelir ve oradaki kadınları delirterek cezalandırmaya çalışır. Deliren kadınlar, Bakkhalar gibi giyinip dağa çıkarak Dionysos’un mysterlerini kutlamaya başlarlar. Bunun üzerine dedesi Kadmos'un ve Kör Kâhin Teiresias'ın uyarılarını dikkate almayan Thebai kralı Pentheus, şiddet içeren bu kültün yayılmasına karşı çıkmak ister.
Kuzeni Dionysos'a şarlatan ve sahtekâr muamelesi yapar. Bizzat gözleriyle tanıklık ettiği birçok mucizesine rağmen Dionysos'u zincire vurdurmaya kalkışır. Ama bu zincirlerden kurtulmayı başaran Dionysos’un önderliğinde başlayan ayaklanma sonunda kralın sarayı ateşe verilir. Bundan sonra, Dionysos, kuzeni Pentheus'a kadınları gözlemesi ve onların aşırılıklarına tanık olması için Thebai’deki Kithairon Dağı’na çıkmasını önerir. Bu öneriye uyan Pentheus, bir çam ağacının dalları arasına gizlenir. Çam ağacındaki Pentheus’u fark eden kadınlar, çamı kökünden söküp Pentheus'u ellerine geçirince de vücudunu paramparça ederler. En başta onu fark edip kendisine el atan kişi de annesi Agaue’dir. Agaue, oğlu Pentheus'un kafasını bir thyrsos'un acuna takar, sonra da; aslan kafası zannettiği kelleyi gururla taşıyarak Thebai'ye döner. Kente varınca babası Kadmos, onu yanılgısından uyandırınca Agaue, öldürdüğünün dağdaki yırtıcı bir hayvan değil, kendi oğlu olduğunun farkına varır.
M.Ö. 380 - M.Ö. 406 tarihleri arasında yaşayan Eski Yunan trajedi yazarı Euripides ve M.Ö. 525 – 456 tarihleri arasında yaşayan ilk büyük tragedya şairi Aiskhylos tarafından sahneye konan bu mitos, antikçağ edebiyatında ve sanatında büyük bir üne sahiptir. Ona dinsel bir anlam yükleniyordu. Pentheus, gururu nedeniyle cezalandırılan dinsiz tipini simgeliyordu.
Bakkhalar Efsanesi
Tanrı Dionysos-Bakkhos’un dinsel törenlerini kutlayan kadınlar alayının adıdır, Bakkhalar. Tıpkı tanrının kendisi gibi çıplak bedenlerini nebris denilen benekli ceylan postlarıyla örter, başlarına sarmaşık çelenkleri sarar ve ellerinde thyrsos, ucunda bir çam kozaları bulunan sarmaşık ve asma yaprakları sarılı uzun değnekleri ve Prometheus’un insanlara ateşi taşıdığı nartheks kamışıyla tanrının peşinden koşarlar, geceleri dağda, bayırda, ormanlarda kendilerinden geçerek tanrıya karışırlar.
O sırada doğa ile birlik olan Bakkhalar, üstün bir güçle önlerine gelen vahşi hayvanları parçalarlar. Dionysos dinini benimsemiş bu kadınlara; olgun ermişlik anlarında Thyas (thyo, vecd halinde olmak), çılgınca kendilerinden geçtikleri zaman da Mainas (mainomai, çıldırmak, taşkın bir coşkuya kapılmak) denir.
Her iki hallerini ve özlerindeki niteliği canlandırmak için Euripides’in “Bakkhalar” tragedyasından bir parçayı buraya almayı düşündüm. Euripides’in son eserlerinden biri olan bu oyunda koro hem Bakkhalardan meydana gelmekte, hem de bir Bakkha olan Agaue’nin korkunç dramı canlandırılmaktadır. Bakkhaları gören bir haberci
|
onları, Dionysos dinini Thebai’den sürmeye kararlı kral Pentheus’a şöyle anlatır (M. Eğ. B. Yayınları, S. Eyuboğlu çevirisi, s. 46):
“Güneş ışıklarıyla toprağı ısıtmaya başlarken, otlattığım öküz sürüsüyle yüksek dağların başında düz ve kayalık bir yere varmıştım. Üç alay kadın, üç koro gördüm; birinin başında Autone, birinin başında Agaue, senin anan, birinin başında da İno vardı. Hepsi serilmiş uyuyordu. Kimi sırtını bir çam kütüğüne dayamış, kimi başını toprağa, meşe yapraklarının üstüne koymuş; uslu, edepli yatmışlardı; hiç de, senin dediğin gibi, şarapla ve kaval sesleriyle sarhoş olmuş, ıssız ormanlarda Kypris’in peşine düşmüş değillerdi. Anan, boynuzlu öküzlerin böğürdüğünü duyar duymaz Bakkhaların ortasından ayağa kalktı; vücutlarını saran uykuyu kovmak için keskin bir çığlık kopardı.
Bakkhalar derin uykularını gözlerinden sildiler; genç, ihtiyar, bakire, hepsi birden, görülmedik bir düzenle fırlayıp kalktılar. Önce saçlarını omuzlarına döktüler; çözülmüş nebrislerini bağlayıp sıkıştırdılar; sonra yanaklarını yalayan yılanları benekli postlarına kemer gibi sardılar. Bazıları, kollarında taşıdıkları geyik, kurt yavrularına bembeyaz bir süt veriyordu; bunlar çocuklarını yeni doğurup bırakmış, memeleri süt dolu kadınlardı. Nihayet hepsi sarmaşık, meşe ve çiçekli saparna dallarından çelenklerini başlarına geçirdiler, içlerinden biri thyrsos ’unu yakalayıp bir kayaya vurdu.- Kayadan sabahın çiyi kadar duru bir su fışkırdı.
Başka biri nartheks’ini toprağa dokundurdu: Tanrı topraktan bir şarap gözesi kaynattı. Canı isteyen de süt içiyordu: Parmaklarıyla toprağı kazınca, topraktan oluk oluk süt akıyordu. Sarmaşıktı thyrsoslordan bal damlıyordu. Ah, orada olup da bu mucizeleri göreydin, inanmadığın bu tanrıya şükürler ederdin. Biz, öküz ve koyun çobanları, hep bir araya gelip gördüğümüz garip şeyler üzerinde konuştuk, îçimizden, şehre gidip gelen ve konuşmasını bilen biri dedi ki: “Ey, yüce dağ başlarında yaşayanlar, gelin, Pentheus’un anası Agaue’nin ardına düşelim; onu Bakkhalardan ayırıp kralımızın gönlünü hoş edelim”.
Bu düşünceyi doğru bulduk; çalılıkların arasına saklanıp pusu kurduk. Bakkhalar, vakit gelince, thyrsoslarını sallayarak ayinlerine başladılar; hep bir ağızdan “İakkhos, Zeus’un oğlu Bromios” diye bağırdılar. O zaman dağlar, taşlar Bakkhalarla bir olup coştu; vahşi hayvanlar bile cümbüşe katıldı; yer yerinden oynadı. Ansızın Agaue’nin sıçrayarak yanımdan geçtiğini gördüm; saklandığım çalılıktan fırlayıp onu yakalamak istedim. O zaman Agaue Bakkhalara: “Hey, benim rüzgâr kanatlı dişi tazılarım; erkekler bize pusu kurmuş.
Gelin, gelin ardımdan, thyrsoslarınızı sallayıp koşun!” diye bağırdı. Kendimizi güç kurtardık; kaçmasaydık Bakkhalar bizi parçalayacaklardı. Bizi tutamayınca, taze çayırlarda otlayan sürülere saldırdılar; ellerinde bıçak mıçak yoktu. Görmeliydin, Bakkhalardan biri, nazik elleriyle, memeleri süt dolu bir azgın ineği nasıl zapt ediyordu. Genç danaları parça parça ettiler. Kaburga kemikleri, tırnaklı ayaklar havada uçuşuyor; bazen çamlara takılıp kalıyor; dallardan kan damlıyordu. Bakkhalara öfkeyle saldıran azgın boğalar bir anda yere seriliyor; binlerce genç kadın eli boğaları boynuzlarından tutup sürüklüyordu.
Kralımın kirpikleri şöyle bir defa açılıp kapanmadan Bakkhalar hayvanların derilerini yüzüp hepsini didik didik ettiler; sonra, havalanıp giden kuş sürüleri gibi dalgalardan sarmaş dolaş indiler; Asopos ırmağının kıyılarına, Thebaililere bereketli başaklar veren ovalara rüzgâr gibi atıldılar. Kithairon kayalıklarının eteklerindeki Hysia ve Erythra şehirlerine düşman orduları gibi girdiler; her şeyin altını üstüne getirdiler. Evlerden çocukları alıp kaçtılar. Omuzlarına attıkları hiçbir şey artık kara toprağa düşmüyor; tunç ve demir bile bellerini bükmüyordu. Alev alev yanan saçları vücutlarını yakmıyordu.
Nihayet şehirlerin erkekleri Bakkhaların her şeyi alıp götürdüklerini görünce öfkeyle silahlarına sarıldılar ve işte o zaman, kralım, hiç görülmedik bir sahne gördük: Demir uçlu oklar Bakkhalardan bir damla kan akıtmadı; mutlak bir tanrıdan yardım gören bu kadınlar thyroslarıyla erkekleri yaraladılar ve önlerine katıp kovaladılar. Sonra geldikleri yere döndüler; tanrının onlar için yerden kaynattığı sulara koştular; orada kana bulanmış vücutlarını yıkadılar. Yılanlar, yanaklarından damlayan kanları yaladı; güneş de vücutlarını kurutup parlattı. Kralım, bu tanrı kim olursa olsun, bırak bu şehre girsin; büyük bir tanrı bu. Dediklerine göre, ölümlülere keder dağıtan şarabı veren oymuş. Şarap olmazsa insanlar için ne aşk kalır, ne de başka bir şey.”
|