MISIR UYGARLIĞI 2
Arap filozof ve bilim adamı İbni Batuta, piramitlerin, sanatları ve bilimleri Tufandan korumak için inşa edildiklerini yazmaktadır. Bir Kıpti papirüsünde de, “piramitlerin duvarları üstüne,
![](https://img.webme.com/pic/a/ahmet-unal/misir5.jpg)
bilmin, gök bilminin, geometrinin, fiziğin gizleri ve çok yararlı bilgiler yazıldı” ifadesi yer almaktadır. Kıpti tarihçi Mesudi, Keops piramidinin tufandan 300 yıl önce, kadim bilgileri muhafaza etmek amacıyla, firavun Surid tarafından yapıldığını iddia etmektedir. Ancak, kadim bilgilerin üzerine yazıldığı kaplamalar zamanla yok olmuş ve bu bilgiler de yitirilmiştir (24). Fransız yazar Gerar De Nerval, bir Türk hikaye anlatıcısından aktardığı, “Saba Melikesi Belkız” menkıbesinde, aynı iddiayı dile getirmiştir. Hikayede, Adem’in torunu, Kain’in oğlu Tubal Kain, kendisinin tufan sırasında yaşamakta olduğunu, kadim bilgileri korumak amacıyla inşa edilmiş olan Piramitlerin içinde saklanarak, felaketten kurtulduğunu söylemektedir. Tubal Kain, kendi ırklarının, dünya varoldukça duracak çok büyük bir piramit diktiğini, bu piramidin, Menfis şehrinin yakınlarındaki Gizeh ovasında olduğunu söyler. Tubal Kain, “Bu piramidin dışarıya açılan dar bir kapısı vardı. Eski dünyanın son günü olan tufanda, bu kapıyı ben kendi ellerimle ördüm” der. Atası Enoch’tan (Hermes) gelen bu kadim bilgiler, birisi taştan, diğeri madenden, iki sütun üzerine kazınmıştır ve tufandan sonra, bilgiler bir sonraki uygarlığa emanet edilmiştir (25).
Büyük piramitler, tufan öncesi teknolojisi kullanılarak, Hermes rahipleri tarafından inşa edilmiştir ve bugün sanıldığı gibi sadece birer firavun mezarı değildirler. Firavun mezarları olmalarının yanı sıra, piramitlerin asıl işlevleri, kadim bilgilerin saklandığı ve inisiasyon törenlerinin yapıldığı birer mabet olmalarıdır. Tufan sonrasında yapılmış olan ve ilk piramitlere kıyasla çok daha küçük ve basit, adeta çocukça birer taklit niteliğinde olan diğer piramitlerin yegane işlevi ise, firavun mezarları olmalarıdır.
Yunanlı tarihçi Heredot, ilk piramitlerin ve sfenks gibi birçok gizemli eserin Tufan öncesinde yapıldığını doğruluyor (26). Mısırlı rahipler Heredot’a, bu piramitleri, tufandan önce Mısır'ı yöneten firavun Surid döneminde, Hermes rahiplerinin, "üstatlık sırlarını" daha sonraki nesillere ulaştırmak amacıyla inşa ettiklerini ve aradan 341 nesil geçtiğini söylemişlerdir. Mısırlı rahiplerin verdiği bilgiler doğrultusunda yapılan kabaca bir hesaplama, piramitlerin, günümüzden en azından 12-13 bin yıl önce yapıldıklarını ortaya koymaktadır.
Bu ilk piramitlerden, özellikle Keops piramidi ile ilgili bulgular, bu piramidin çok özel bir yapı olduğunu ve bulunduğu noktaya da özellikle yerleştirildiğini gösteriyor. Piramidin yapımında kullanılan ölçüler, binlerce yıldan bu yana matematik ve geometri bilimlerini kullanan, büyük mimarların eseri olduğunun ispatı niteliğinde.
Edouard Schure'nin, inisiasyon törenleri için özel inşa edildiğini söylediği (27) Keops piramidinin yüksekliğinin 1 milyon ile çarpımı, dünyanın, güneşten yaklaşık uzaklığı olan 149 milyon kilometreyi vermektedir. Piramidin tam uç noktasından geçen meridyen, kara ve denizleri iki eşit parçaya böler. Keops aynı zamanda 30. paralel üzerindedir ve bulunduğu nokta, dünyanın diğer gizemli noktaları ile, büyük bir uyum içinde birleşir. Piramitin tepesinden doğuya uzatılan dümdüz bir çizgi, Tibet'in başketi Lhassa'ya ulaşır. Bu noktadan 60 derecelik bir açıyla dönüldüğünde, Atlantik okyanusuna, yani batık kıta Atlantis'e varılır. Yine bir 60 derece dönüldüğünde ise ulaşılan yer, Yukatan yarımadasındaki Maya piramitleridir (28).
Hermes mimarlarınca inşa edildiği bu denli açık olan Keops piramidinin içinde varlığı saptanan çeşitli odalar, bunların ateş ve ölüm odaları olarak törenlerde kullandıklarını ortaya koymaktadır.
Keops piramidindeki bu gizemli mabetten kimler geçmedi ki? Musa, Orfe, Pisagor, Platon ve niceleri...
Hermes ve onun devamı olan baş rahiplerin yönetimindeki Mısır, Ezoterik doktrinin barınağı ve okulu olageldi. Yönetici firavunların, aynı Mu'da ve Atlantis'de olduğu gibi inisiye edildikleri ve rahipler örgütünün sembolik lideri oldukları Mısır'da, Ezoterik sırlar, bu güçlü örgütlenme sayesinde rahatlıkla korunabildi. Ölüler Kitabında, yalnızca inisiyelerin bildiği sırların varlığından bahsedilmekte, eski Mısırlıların, Keops piramidinin yapımından çok önce, yaradılışın sırlarına inisiye edildikleri yazmaktadır. Tüm rahipler, Sırların dışarı çıkmaması ve öğretinin yozlaşmaması için, ketumiyet yemini ederlerdi. Yemine titizlikle uyulmasını sağlamak için, en küçük sırrı dahi ifşa edenlerin derhal öldürülmesi cezası konmuştu. Bu inisiasyondan geçmiş olduğu anlaşılan Heredot, Sais tapınağındaki bir töreni anlatırken, “Sırları iyi tanırım ve onları ifşa etmekten kaçınırım. Tıpkı, Ceres’teki enstitülere ilişkin olanları, aleniyete dökmekten kaçınacağım gibi. Ancak, dinimin izin verdiği kadarını anlatabilirim” demektedir (29).
Mısırlı rahip Suchis, Solon’a,Mısır’da bir rahipler kastının ve kendi başlarına zanaatlarını uygulayan bir zanaatkarlar grubunun var olduğunu, bunların, diğerleriyle asla karışmadığını anlatmıştır. Bunların dışında ayrıca, savaşçılar, avcılar ve hayvancılar da vardır (38). İlk örgütlenmelerinin Mu ve Atlantis kıtalarında başladığı sanılan zanaatkar kuruluşları ve özellikle de inşaat loncaları, piramitlerin ve diğer mabetlerin yapımında aktif rol oynadılar. Mısır'daki bu loncaların devamı niteliğinde olan Yahudi loncalarının, Süleyman Mabedi'nin inşasında oynadıkları rol, daha yakından bilinmektedir.
Amerikalı araştırmacı Augustus Le Plongeon’a göre, Mısır’da, iki din anlayışı mevcuttur. Bunlardan ilki, sırlara inisiye olan rahipler içindir ve tamamen Tek Tanrıcıdır. Bu dinde, imgeler ve çok tanrılı dinin putları yoktur. Plongeon, en eski piramitlerde bunlara rastlanmayışını, iddiasına ispat olarak göstermektedir. Plongeon’un tarif ettiği bu din, kadim Osiris dinidir. Diğer din olan Amon-Ra dini ise, yozlaşmıştır, çok tanrılıdır, şatafatlıdır ve çeşitli törenlerle, halkın gözlerini ve zihinlerini oyalamak içindir (30).
Bu yozlaşmış dine sadece bir tek firavun, gizli Osiris dini rahiplerince inisiye edilmiş olması kuvvetle muhtemel olan, 4. Amonhotep (M.Ö. 1353 - 1335) karşı çıktı. Amonhotep, çok tanrılı dini kaldırmaya ve "Aton Dini" (31) adını verdiği, Tek Tanrılı bir din oluşturmaya çalıştı. Daha önce ifade edildiği gibi, Osiris, günümüzden 22 bin yıl önce Atlantis’teki, Mu Tek Tanrılı dininin kurucusuydu. Mu’da, kıtanın adı olan Mu’ya atfen Amun (Amon) olarak tanınan Yüce Tanrının adı, Atlantis’te, kıtanın ismine uygun olanak Atun’a (Aton) dönüşmüştü. Mu kolonisi olan Yukarı Mısır’ın, Atlantis kolonisi olan Aşağı Mısır’ı işgali sonucu Amon, Aton’u yenmiş, Ra olarak kullanılan firavunların unvanları da, Amon-Ra’ya dönüşmüştü.
İki ülkenin birleşmesinden binlerce yıl sonra, Firavun Amonhotep, ilk Tek Tanrılı Aton Dinine dönmeye çabaladı, ancak çok tanrılı dinin rahipler örgütünün engelleri ve halk yığınlarının bilgisizliği nedeniyle çabalarında başarılı olamadı. Amonhotep, halka kabul ettirmeye çalıştığı dini inancı doğrultusunda, adını değiştirdi ve “Aton’un Işığı” anlamında Akhenaton adını aldı (32). Kendisini, Aton’un peygamberi diye nitelendiriyordu. “Ank em Maat”, ‘Maat (hakikat, doğruluk ve adalet) içinde yaşamak’, Akhenaton’un ilkesi buydu. Akhenaton, yaşamı boyunca, Amon inancını yıkmak ve rahiplerini yok etmek için elinden geleni yaptı. Ancak, güçlü Amon dininin çok tanrılı rahiplerini yok edemedi. Halk, kendi inançlarının yok edilmeye çalışıldığı düşüncesiyle, şiddetle karşı koydu. Akhenaton’un adı, halk arasında “Kafir Krala” çıktı. Ölümünden hemen sonra yerine oğlu Smankare geçtiyse de, Amon’un yobaz rahipleri, içine cinler girdiği iddiasıyla yeni firavunu beyninden ameliyat ettiler. Beyinciği çıkarılan Smankare kısa süre sonra öldü. Akhenaton’un Firavunluğu döneminde Aton rahipleri olarak ortaya çıkan Osiris rahiplerinin büyük bölümü de, çok tanrıcılar tarafından öldürüldü. Tahta geçen Akhenaton’un ikinci oğlu Tutankhaton, henüz çok küçüktü ve Amon rahiplerinin baskısı ile, adını Tutankhamon olarak değiştirdi ve eski çok tanrılı dine dönüldü. Tutankhamon’un, çok genç yaştaki şaibeli ölümü ile, Aton inancı tarihin tozlu yaprakları arasına katıldı.
Hayatta kalan Osiris rahipleri, Aton adını kullanmaktan vaz geçerek, daha önce olduğu üzere, çok tanrılı dinin rahipleri gibi görünmeyi sürdürdüler. Onlar, görünüşte Amon rahipleri, ancak gerçekte, Tek Tanrılı kadim dinin savunucularıydı. Mısır'ın, Babil ve Pers istilalarına uğraması da, kardeşlik örgütünün faaliyetlerini, büyük bir gizlilik altında sürdürmek zorunda bıraktı. Osiris öğretileri, yüzlerce yıl boyunca, yeraltında da olsa, rahipler aracılığıyla varlığını sürdürdü ve İskenderiye Okulunun kurulmasında etken oldu. İskenderiye Okulu ile öğretinin, felsefi bir akım görüntüsü altında, farklı dinlere mensup aydınlara ulaştırılması mümkün oldu.
İSKENDERİYE OKULU
İskenderiye okulu, Mısır’ın Yunan kökenli firavunu, Potolemi Soter (Batlamyus) tarafından kurulmuştur. Bu okulda, tüm bilim dalları, astronomi, kozmogoni, matematik, doğa tarihi, coğrafya, tıp öğretiliyor ve aralarında Euclides ve Archimed’in de bulunduğu, tüm dünyanın ünlü bilginleri burada ders veriyordu. Potolemi okulu bünyesinde 700 bin eseri toplamıştı. Bunlardan 400 bini, müze adı verilen bir bölümde tutuluyor, 300 bini de, Serapis Mabedinde saklanıyordu. Julius Sezar’ın MÖ. 47‘de İskenderiye’yi fethi sırasında müze ve içindeki 400 bin eser, bir kaza sonucu yandı (33).
Hristiyanlığın bu topraklara ulaşmasından sonra, MS. 408’de İskenderiye Patriği Teophilus, putperest tanrılarına ait, halen varlığını sürdüren mabetlerin kapatılması emrini verdi. Tüm mabetler, ortadan kaldırıldı ve Mısır’ın çok tanrılı din inanırları katledildi (34). Kadim hiyoroglif yazısının kullanımı yasaklandı. MS. 416 yılında Piskopos Cyril, diğer mabetler gibi, Serapis mabedinin ve içindekilerin de yakılması emrini verdi ve kalan 300 bin kitabın büyük bir bölümü de, bu yangın sonucu ortadan kalktı. Yine de, gizli bir grup, eski öğretileri sürdürdü ve kadim yazı formunu, okuyup yazmaya devam etti. Yangından kurtarılabilen birkaç bin kitap ise, MS. 642 yılında, Müslüman istilası sırasında, Halife Ömer’in emri ile yakıldı. Bu istila ve yangın sonrasında, eski öğretilere bağlı kalan son grup da dağıldı ve kadim yazı, 19. yüzyılda, yeniden ortaya çıkarılıp deşifre edilene kadar, tarihin tozlu sayfalarına gömüldü. Kimi batıni çevreler, bu yangından da kurtarılan birkaç yüz eserin, gizli bir yerde halen saklanmakta olduğunu iddia etmektedirler. İskenderiye kütüphanesinin başına gelenler, Maya kütüphaneleri ve kitaplarının da başına gelmiştir. İspanya’nın Güney Amerika’yı istilası sırasında, MS. 1565’te Psikopos Diggo De Landa, tüm Maya yazılı eserlerinin imhası emrini vermiştir (35).