AHMET ÜNAL
misiruygarligi1
MISIR UYGARLIĞI 1 Amon ise, aynı Tanrının, bir Mu kolonisi olarak kurulmuş olan, Yukarı Mısır’daki adıdır. Ra, her iki devlette de, Tanrısal gücün fiziki ifadesi olan, kendi güneşimizin sembolüdür. Aşağı Mısır’ın, Yukarı Mısır tarafından işgali sonucunda, Mısır tek bir devlet haline gelmiş, bu arada galiplerin tanrısı Amon ön plana çıkarken, mağlupların tanrısı Aton, geride kalmıştır. Bir başka ifadeyle, Amon da, Aton da, yaratıcı Tanrının isimleridir. Bu en eski yaratıcı Tanrı, bir güneş kursu ile sembolize edilir. Güneş Tanrı ‘Ra’ ile özdeşleştirilmiş ve ikili Amon-Ra adı altında, başındaki bir güneş kursu ile tahtta oturan şahin başlı firavun olarak sembolleştirilmiştir.
Aton adına kayıtlarda, Kraliçe-Firavun Haçepsut döneminde de rastlanmaktadır. Firavun 2. Tutmosis’in (İ.Ö. 1492-1479) dul karısı olan Haçepsut, firavunun ikinci dereceden bir eşinden olma küçük oğlu, 3. Tutmosis’in tahta geçmesinden sonra naiplik görevini üstlenmiş, naipliğinin 7. yılında, kendisini Kraliçe-Firavun ilan etmiştir. Kraliçe Haçepsut tarafından, Karnak tapınağına şu ifadelerin yazdırıldığı görülmektedir: “Ben, canlıyı yaratan, toprağa gücünü veren ve dünyanın yaradılışını tamamlayan Aton’um”. Kraliçe Haçepsut’un döneminde, güneşe tapan Yemen Sabalarının, Gize yaylasındaki büyük piramide hacca gittikleri bilinmektedir. Sabalara göre, inşasına yardım ettikleri piramitler, yıldızlara ve gezegenlere adanmıştır ve kendi soylarının atası ve piri olarak kabul edilen, Hermes’in oğlu olan ve kavime adını verdiğine inanılan Sab, büyük piramidin altında gömülüdür. Diğer bir deyişle, Saabilerin kökeni, Hermes’in oğlu Sab’a dayanmaktadır. İleride görüleceği gibi, Harran Saabileri Hermetik bir inanca sahiplerdir. Harran Saabilerinin bir kolu olan Yemen Sabaları da, Hermes’e inanmaktadır. Her üç halkın da en önemli tanrısı “Güneş”tir. Döneminin Saba Melikesi ile ilişkisi olduğu anlaşılan Kraliçe Haçepsut’un, Sabaların inançlarından etkilenmiş ve Aton’u öne çıkartmış olması kuvvetle muhtemeldir. Ancak bu dönemde Aton, Tek Tanrı değil, sadece Mısır Tanrılar Panteonundaki önemli tanrılardan birisidir (15). Mısır’da Maat yasası geçerlidir. Doğruluk, adalet ve hakikatin her alanda hakim olmasına dayanan Maat felsefesi, bir din değildir. Herhangi bir dini inanca dayanmayan Adalet kavramı, insanlık tarihinde kolay kolay görülmeyen bir uygulamadır. Dini bir inanca dayanmayan adalet kavramı, Mısır’ın Maat felsefesinden hareketle birçok ezoterik ve batıni ekolün düşünce tarzını oluşturmuştur. Başlangıçta düzeni ve felsefeyi temsil eden Maat, giderek bir tanrıça olarak algılanmış ve tanrılar panteonundaki yerini almıştır. Bu panteona göre, tanrıça Maat’ın erkek kardeşi, Ay tanrısı Toth’dur. Başında ay küresi, elinde bilgelik asası taşıyan bir ibis kuşu olarak sembolize edilir. İnşaat sanatı ve dinin öğreticisi, İlahi kelamın efendisi ve İlahi sırların sahibi odur ve insanlığa okumayı, yazmayı ve tıp bilimini o öğretmiştir. Mısır tanrılarının en eskilerinden bir diğeri de, Ptah’dır. Başlatıcı anlamına gelen bu tanrının diğer adları, ‘İlahi Sanatçı; İlahi İnşa Edici’dir. Sembolü, iki kenarı açık karedir. Bu tanrının Yukarı Mısır inancında, Mu dinindeki, evreni kaostan düzene geçiren dört temel elemana tekabül ettiği düşünülmektedir (16). Mısırın dini inanış biçimi, ruhun ölmezliği inancı ve yeniden doğuş felsefesi, Firavun 2. Seti döneminde, M.Ö. 1.320 yılında, baş katip Anana tarafından yazılan ve kendi adıyla bilinen ‘Anana Papirüsü’nde, açıkça görülmektedir: “Şahit olun bu tomarda yazılanlara. Okuyun, ey siz onu doğmamış günlerde bulacak olanlar, eğer tanrılar size okuma yeteneğini bahşetmişse. Okuyun, siz geleceğin çocukları, sizden hem çok uzakta, hem de çok yakınınızda olan geçmişin sırlarını, okuyun. İnsanlar, yalnızca tek bir kere dünyaya gelip, sonra da burayı ebediyen terk etmezler. Birçok kereler, birçok yerlerde yaşarlar. Hepsi de, mutlaka bu dünyada olması gerekmiyor da. Her bir yaşamla diğerlerinin arasında, karanlık bir perde vardır. Nihayetinde kapılar açılacak ve başlangıçtan itibaren ayaklarımızla girdiğimiz bütün odalar, gözlerimizin önüne serilecektir. Dinimiz bize, ebediyen yaşadığımızı öğretir. Şimdi, ebediyette son olmadığına göre, başlangıçta da olmaz. O bir dairedir. Dolayısıyla, eğer sonsuza kadar yaşıyorsak, sonsuzdan beri, hep yaşıyor idik. İnsanların gözünde, Tanrı birçok yüzler alır ve her birey yalnızca kendisinin gördüğünün, gerçek Tanrı olduğuna yemin eder. Oysa hepsi yanılmaktadır, çünkü hepsi de haklıdır. Ka’larımız, yani ruhsal bedenlerimiz, kendilerini bize çeşitli yollarla gösterirler. Her insanın içinde saklı, sonsuz bilgelik kuyusuyla temas etmek, gerçeğe göz atmamızı sağlar ve talimatla gelen bizlere, harika işler becerme kuvvetini verir. Ruh hakkında bedenle, ya da Tanrı hakkında eviyle, hüküm verilmemelidir. Mısırlıların Skarabe Böceği bir Tanrı değildir. O, Yaradanın sembolüdür. Çünkü o, bacaklarının arasındaki çamur topağını yuvarlayarak, oraya yumurtalarını bırakır. Tıpkı Yaradanın, yuvarlak olduğu anlaşılan dünyayı, kendi etrafında yuvarlaması ve bu suretle, orada hayatın meydana gelmesini sağlaması gibi. Tüm tanrılar yeryüzüne sevgi gönderirler ki, dünya onsuz ayakta duramaz. Benim inancım, sizinkilerden belki daha açık olarak, hayatın ölümle sona ermediğini ve bu yüzden, hayat sürdükçe onun ruhu olan sevginin de süreceğini öğretir. Görünmeyen bağların gücü iki ayrı ruhu, dünyada öldükten çok sonra da, bir araya getirecektir. Bir varoluşta, bir arada olan ruhların, bir diğerinde de buluşmaları olasıdır ve hangi nedenden olduğunu bilmeksizin, bir araya getirilebilirler. İnsan, bir çok kereler doğar. Fakat geçmiş yaşamlarını bilmez. Ara sıra, bir gündüz düşü, ya da aniden zihnine gelen bir düşünce, onu geçmiş yaşamlarındaki bir sahneye götürebilir. Bu sahne ona tanıdık gelse de, onu ne zaman ve nerede yaşadığını zihninde belirleyemez. Bununla beraber, en sonunda, tüm geçmiş yaşamları kendilerini ifşa edeceklerdir.” (17) Ölüler Kitabında, her ruhun en sonunda, gök yüzüne doğru uçacağı ve ışınmaları canlıların vücutlarına yaşam veren, yeri güneş olan, Evrensel Ruhta eriyeceği yazmaktadır (18). Evrensel Ruh, tüm ruhların kaynağı olan Ruh, bütün yaratıkların ilk menşeidir ve diğer tüm tanrıları da o yaratmıştır. Bu tanrılar, Evrensel Ruhun sadece birer tezahürüdür. Evrensel Ruhun sembolü, Horusun Gözüdür. Bir kişinin ölümü sonrası okunan duada, “Ey ölü, Osiris, rahibin açtığı gözüne, Horusun gözünü koyuyorum” denilmektedir. Kuş şeklini alan ölünün ruhu, Hurusun Gözünde eriyip, bu yaratıcı ışıkla birleşecek ve kendisi de, hayat kaynağının bir damlası olacaktır. Mayalara ait günümüze ulaşan ender el yazmalarından olan Torana el yazmasında ve Cortesianus Kodeksinde, Mu ülkesinin batışı nakledilmiştir (19). Torana el yazmasında ayrıca, Can hanedanlığı döneminde yaşayan, Prens Coh ve kızkardeşi ve eşi kraliçe Moo’dan bahsedilmekte, Coh’un erkek kardeşi Aac’ın, krallığı ele geçirmek için prens Coh’u öldürülüşü anlatılmaktadır. Bu efsane, Mısır terminolojisine, Osiris-İsis ve Set üçlüsü olarak geçmiş görünmektedir. Firavun Osiris, iktidarı ele geçirmek isteyen Set tarafından öldürülmüş ve cesedi parçalanarak, dünyanın dört bir yanına dağıtılmıştır. Osiris’in karısı İsis, kocasının parçalarına bir araya getirmiş, onun yeniden doğmasını sağlamış ve cinsel ilişkiye girmiştir. Bu ilişki sonrası, Osiris tekrar ölerek tanrılar alemine dönerken, İsis, oğlu Horus’u doğurmuştur. Horus, amcası Set ile savaşarak, onu yenmiş ve yer altı alemine çekilmeye zorlamıştır. Bu andan itibaren, ölen her firavun Osiris, yerine geçen de Horus olarak anılmıştır. Amerikalı araştırmacı Augustus Le Plongeon, kendi araştırmalarını yayınladığı “The Origin Of Egiptians” adlı eserinde, eşinin ölümü ve krallığın Aac’ın ele geçmesi üzerine Kraliçe Moo’nun, kendine sadık olanlarla birlikte Mısır’a geçtiğini ve burada daha önce yerleşmiş olan Mayalarla birleştiğini yazmaktadır. Moo, İsis adı ile, bu yeni ülkenin kraliçesi ilan edilmiş, zamanla tanrıçalaşmıştır. İsis’in, Mısır dilindeki diğer adı da “Mut” veya “Tmau”dur. Ruhların göçtüğü batıdaki Amenti diyarının kralı olarak, Osiris’in sembolü, ayaklarının üzerine çökmüş leopar, yani Sfenks’dir. Amenti’nin kraliçesi olarak, İsis’in sembolü de, diz çökmüş leopardır. Bu ifadelerden de anlaşılacağı gibi Sfenks, Aşağı Mısır’ın, Atlantis kolonisi olduğu dönemde yapılmıştır. Peki ya ilk piramitler? Günümüz Mısırologlarının büyük bir bölümü, Gize'deki Keops, Kefen ve Mikerinos piramitlerinin yapım tarihi olarak, M.Ö. 3.000 yıllarını verirler. Ancak, bu tarih kesin değildir ve bazı uzmanlar, bu piramitlerin, söz konusu tarihten çok daha önce yapılmış olabileceklerini kabul etmektedirler (20). Eski Mısırlıların, piramitlerdeki yer altı odalarını, bunlardaki incelikli sanat yapıtlarını gerçekleştirmek için nasıl aydınlattıkları anlaşılamamıştır. Meşale ya da yağ lambası kullanıldığına dair, duvarlarda hiçbir is izi bulunmamaktadır. Derinliklerde ayna kullanımı da mümkün değildir, çünkü, bu derinliklere ulaşana kadar ışığın yansıması, giderek azalacaktır. Mısır’daki Denderah tapınağı duvarlarında, ilginç bir çizim bulunmaktadır. Araştırmacı yazar Charles Berlitz, bu tuhaf şekli şöyle tanımlamaktadır; “İçinde uzun, yılansı bir tel bulunan ve bir transformatöre bağlı, örgülü kablolara ve yüksek gerilimli yalıtıcılara tutunan, 1.5 metre uzunluğunda ampuller...” (21) Sadece Keops piramidinin yapımında, 2 milyon 600 bin adet, dev blok taş kullanılmıştır. Bu dev bloklar, yüzlerce kilometre ötedeki taş ocaklarından çıkartılmış, yüzeyleri pürüzsüz denecek ölçüde düzeltilmiş, yapı alanına kadar taşınmış ve burada metrelerce yükseğe çıkartılarak, birbirlerinin üzerine pürüssüz bir şekilde oturtulmuştur (22). Bu imkansız inşaat, 3 bin yıl önceki teknoloji ile nasıl gerçekleştirilebilmiştir? Uzmanlar, günümüz teknolojisini kullanarak dahi, böyle bir yapının en az, bir yüzyılda bitirilebileceğini söylemektedirler. Piramitlerin yapımıyla ilgili bir Arap efsanesine göre, dev taş bloklar, bir rahibin, elindeki asayı üzerlerine vurması ile ağırlıklarını yitiriyor, tüy kadar hafif olarak havada hareket ettirilebiliyor ve tam yerlerine yerleştiriliyorlardı (23). Burada ifade edilen, günümüz teknolojisinin henüz ulaşamadığı, Sonik Enerji biliminin, inşaatlarda kullanımıdır. Babil tabletlerinde de, taşların kaldırılmasında, sesin kullanıldığına yönelik işaretler bulunmaktadır. Devamı İçin Tıklayın |
Bugün 355 ziyaretçi (483 klik) kişi buradaydı.