AHMET ÜNAL
endulusemevileri
ENDÜLÜS EMEVİLERİ
1. FETİH
(5 Receb Pazartesi 92-95/27 Nisan 711- 715)- VALİLER DÖNEMİ (95-138/715-756)
İspanya yada İberya Yarımadası'nın fethi, ilk İslam fetihlerinin son halkasını teşkîl eder. Emevîler'in Kuzey Afrika Vâlisi Musâ b. Nusayr'ın, Halîfe Velîd b. Abdülmelik'ten aldığı izinle Tarîf b. Mâlik komutasında 500 kişilik bir birliği 710 yılının ilkbaharında keşif amacıyla İspanya'nın Güney kıyılarına yollamasıyla fetih hareketi başlamış oldu. Musa, Tarîf'e (Cezîretü Tarîf, Tarifa, Isla de la Palomas) yapılan bu küçük çıkarmadan olumlu sonuç alınınca fetih hazırlıklarını yaptı ve 5 Receb Pazartesi 92/27 Nisan 711 yılında Berberî âzâtlısı Târık b. Ziyâd komutasında 7000 asker gücüne sâhip orduyu, ardından 5000 asker takviyesiyle İspanya'yı fethe yolladı.
Bu esnada İspanya'da hâkim olan Vizigot Krallığı taht kavgaları, toplumsal-dinî çatışmalar sebebiyle nerdeyse gücünü yitirmiş durumdaydı. Emevi ordusu kolaylıkla İspanya'ya geçti. Bunda, Vizigotlar ile arası bozuk olan Sebte (Ceuta) Vâlisi Julianos'un yardımlarının da etkili olduğu bilinmektedir.
İspanya'nın Güney ucundaki Cebelü Târık veya Cebelü'l-Feth (Gilbraltar, Calpe) dağında karargâh kuran ordu, ilk hamlede el-Cezîretü'l-Hadrâ'yı (Algeciras) ele geçirdi. Kısa süre sonra Kral Rodrigo komutasındaki Vizigot ordusunu Şerîş (Xeres, Jerez) ve Şezûne (Sidonia) şehirleri arasında kalan Ferentîre (Frontera) ovasındaki Vâdî Lekkü/Lekke/Bekke (Guadalbeca, Rio Barbate) nehri kıyısında cereyân eden savaşta yendi (92/711) ve artık fethin önünde ciddi bir engel kalmamış oldu.
Zafer sonrasında farklı şehirlere doğru fetih için görevlendirilen komutanlar kısa sürede başlarındaki Vizigot idaresinden gayrı memnûn halkların da yardımıyla Mâlaga, İlbîre (Elvira) ve Kurtuba'yı (Cordova, Córdoba) ele geçirirken, Târık da İsticce (Ecija) ve peşinden Vizigotlar'ın başşehri Tuleytula'yı fethetti.
Böylece Târık, 711 yılının ilkbahar aylarında ordu komutanı olarak başlattığı bu fetih yürüyüşünü,
1. FETİH
(5 Receb Pazartesi 92-95/27 Nisan 711- 715)- VALİLER DÖNEMİ (95-138/715-756)
İspanya yada İberya Yarımadası'nın fethi, ilk İslam fetihlerinin son halkasını teşkîl eder. Emevîler'in Kuzey Afrika Vâlisi Musâ b. Nusayr'ın, Halîfe Velîd b. Abdülmelik'ten aldığı izinle Tarîf b. Mâlik komutasında 500 kişilik bir birliği 710 yılının ilkbaharında keşif amacıyla İspanya'nın Güney kıyılarına yollamasıyla fetih hareketi başlamış oldu. Musa, Tarîf'e (Cezîretü Tarîf, Tarifa, Isla de la Palomas) yapılan bu küçük çıkarmadan olumlu sonuç alınınca fetih hazırlıklarını yaptı ve 5 Receb Pazartesi 92/27 Nisan 711 yılında Berberî âzâtlısı Târık b. Ziyâd komutasında 7000 asker gücüne sâhip orduyu, ardından 5000 asker takviyesiyle İspanya'yı fethe yolladı.
Bu esnada İspanya'da hâkim olan Vizigot Krallığı taht kavgaları, toplumsal-dinî çatışmalar sebebiyle nerdeyse gücünü yitirmiş durumdaydı. Emevi ordusu kolaylıkla İspanya'ya geçti. Bunda, Vizigotlar ile arası bozuk olan Sebte (Ceuta) Vâlisi Julianos'un yardımlarının da etkili olduğu bilinmektedir.
İspanya'nın Güney ucundaki Cebelü Târık veya Cebelü'l-Feth (Gilbraltar, Calpe) dağında karargâh kuran ordu, ilk hamlede el-Cezîretü'l-Hadrâ'yı (Algeciras) ele geçirdi. Kısa süre sonra Kral Rodrigo komutasındaki Vizigot ordusunu Şerîş (Xeres, Jerez) ve Şezûne (Sidonia) şehirleri arasında kalan Ferentîre (Frontera) ovasındaki Vâdî Lekkü/Lekke/Bekke (Guadalbeca, Rio Barbate) nehri kıyısında cereyân eden savaşta yendi (92/711) ve artık fethin önünde ciddi bir engel kalmamış oldu.
Zafer sonrasında farklı şehirlere doğru fetih için görevlendirilen komutanlar kısa sürede başlarındaki Vizigot idaresinden gayrı memnûn halkların da yardımıyla Mâlaga, İlbîre (Elvira) ve Kurtuba'yı (Cordova, Córdoba) ele geçirirken, Târık da İsticce (Ecija) ve peşinden Vizigotlar'ın başşehri Tuleytula'yı fethetti.
Böylece Târık, 711 yılının ilkbahar aylarında ordu komutanı olarak başlattığı bu fetih yürüyüşünü,
yaz ayları biterken İspanya'nın yarısını alıp İslam'a açmış bir fâtih olarak neticelendirdi. 712 yılında Musâ b. Nusayr da çoğunluğu Araplardan müteşekkil 18000 mevcutlu ordusuyla İspanya'ya geçti. İşbiliye (Sevilla), Karmûne (Carmona), Leble (Niebla) ve Mâride'yi (Merida) fethettikten sonra Tuleytula'da Târık ile buluştu. Ülkenin Kuzey istikâmetine doğru yapılan harekât sonucu 713 yılında Liyûn (Leon), Cıllîkıye (Galicia) bölgesi, Lâride (Lerida), Berşelûne (Barcelona), Saragusta (Zaragoza, Saragossa) şehirleri fethedildi ve hatta Pireneler aşılarak Frank topraklarına girildi.
714 yılında Halîfe Velid'in emriyle Musâ, Endülüs'ün idâresini oğlu Abdülaziz'e bırakıp Târık'la birlikte Dımeşk'e döndü. Böylece 3 yıl kadar kısa bir sürede İberya Yarımadası'nın fethi gerçekleşmiş ve Endülüs'te vâliler dönemi (asru'l-vülât) başlamış oldu. 756 yılına kadar 21 vâlinin görev yaptığı bu dönemde fetih hareketleri Avrupa içlerine kadar götürüldü. Mürsiye (Murcia, Tüdmîr, Teodomiro), Arbûne (Narbona) bölgelerinden sonra Paris'e kadar yaklaşıldığında 732 yılında Tours veya Poitiers (Balâtüşşühedâ) savaşında Franklar'a yenilen Müslümanlar, bundan sonra daha çok iç savaş-karışıklıklarla uğraştılar. Buna karşın, aynı dönemde kuzeyde sıkışan İspanyollar ise, Pelayo liderliğinde Asturias bölgesindeki Covadonga kayalıklarında toparlanmaya ve karşı direnişe başladılar.
Eğer, iddia edildiği gibi müslüman fâtihlerin fetihteki yegâne gayeleri ganimet ele geçirmek idiyse, Endülüs onların bu gayelerine ulaşmak için fazlasıyla yeterliydi. Binaenaleyh, fetih hareketini bu ülkeyle sınırlı tutmaları, Endülüs dışına taşmamaları gerekirdi. Ne var ki, fetih hareketinin geri planında İslam'ın siyasi nüfuzunun genişletilmesi, îlây-ı kelimetullah, yeryüzünde adaleti tesis ederek zulmün önüne geçme gibi ganimet faktöründen çok daha ulvi ve önemli sebepler bulunduğu içindir ki, fâtihler daga evvel K.Afrika'nın fethiyle yetinmeyip Endülüs'ün fethine koyulmuşlardı. Yine aynı sebepledir ki, Endülüs'ün fethi sonrasında maddi bakımdan daha az kazançlı, can kaybı bakımından daha çok riskli olmasına rağmen kendilerini, neticede bütün Avrupa'nın hâkimiyet altına alınmasını hedefleyen yeni bir fetih hamlesinin içinde buldular.
Daha önce Musa b. Nusayr'ın da Pireneler'i aşarak Fransa topraklarına girdiği rivayet ediliyorsa da, Avrupa'nın fethine yönelik ilk planlı hareket, âdil Halife Ömer b. Abdülaziz'in (717-720) Endülüs'e atadığı Vali Semh b. Mâlik el-Havlânî (719-721) tarafından 718 senesinde başlatıldı. Kaynaklarda "müttakî" ve "mücâhid" bir idareci olarak nitelenen Semh, bu senede Pireneler'i aşarak Franklar'ın hâkimiyeti altındaki Galler'e (Galia / el-Ardu'l-Kebîra) girdi. Septimania bölgesinin merkezi durumundaki Narbona'yı (Arbûne) fethederek burasını İslam orduları için bir üs haline getirdi. Hemen ardından Akitania'ya (Aquitania) yürüdü. Fakat bölgenin merkezi Tuluz (Toulouse) kentinde Dük Eudes'in güçlü direnişiyle karşılaştı. Çarpışmalar esnasında hem kendisi hem de çok sayıda müslüman şehit oldu.
Semh'in yerine Endülüs'ün idaresini üstlenen Anbese b. Süheym el-Kelbî (721-726), fetih hareketine selefinin bıraktığı yerden devam etti. Fakat o, Tuluz yerine Rhon vadisisni takip ederek önce Lyon'a oradan da PARİS'E 30 km UZAKLIKTAKİ SENS KENTİNE KADAR ULAŞTI. Fakat geri dönerken Bask bölgesinde yerlilerin kurduğu bir tuzak sonucu Semh gibi o da şehit düştü.
Ne Semh'in ne de Anbese'nin ne de onlarla beraber çok sayıda askerin savaş alanlarında şehit
714 yılında Halîfe Velid'in emriyle Musâ, Endülüs'ün idâresini oğlu Abdülaziz'e bırakıp Târık'la birlikte Dımeşk'e döndü. Böylece 3 yıl kadar kısa bir sürede İberya Yarımadası'nın fethi gerçekleşmiş ve Endülüs'te vâliler dönemi (asru'l-vülât) başlamış oldu. 756 yılına kadar 21 vâlinin görev yaptığı bu dönemde fetih hareketleri Avrupa içlerine kadar götürüldü. Mürsiye (Murcia, Tüdmîr, Teodomiro), Arbûne (Narbona) bölgelerinden sonra Paris'e kadar yaklaşıldığında 732 yılında Tours veya Poitiers (Balâtüşşühedâ) savaşında Franklar'a yenilen Müslümanlar, bundan sonra daha çok iç savaş-karışıklıklarla uğraştılar. Buna karşın, aynı dönemde kuzeyde sıkışan İspanyollar ise, Pelayo liderliğinde Asturias bölgesindeki Covadonga kayalıklarında toparlanmaya ve karşı direnişe başladılar.
Eğer, iddia edildiği gibi müslüman fâtihlerin fetihteki yegâne gayeleri ganimet ele geçirmek idiyse, Endülüs onların bu gayelerine ulaşmak için fazlasıyla yeterliydi. Binaenaleyh, fetih hareketini bu ülkeyle sınırlı tutmaları, Endülüs dışına taşmamaları gerekirdi. Ne var ki, fetih hareketinin geri planında İslam'ın siyasi nüfuzunun genişletilmesi, îlây-ı kelimetullah, yeryüzünde adaleti tesis ederek zulmün önüne geçme gibi ganimet faktöründen çok daha ulvi ve önemli sebepler bulunduğu içindir ki, fâtihler daga evvel K.Afrika'nın fethiyle yetinmeyip Endülüs'ün fethine koyulmuşlardı. Yine aynı sebepledir ki, Endülüs'ün fethi sonrasında maddi bakımdan daha az kazançlı, can kaybı bakımından daha çok riskli olmasına rağmen kendilerini, neticede bütün Avrupa'nın hâkimiyet altına alınmasını hedefleyen yeni bir fetih hamlesinin içinde buldular.
Daha önce Musa b. Nusayr'ın da Pireneler'i aşarak Fransa topraklarına girdiği rivayet ediliyorsa da, Avrupa'nın fethine yönelik ilk planlı hareket, âdil Halife Ömer b. Abdülaziz'in (717-720) Endülüs'e atadığı Vali Semh b. Mâlik el-Havlânî (719-721) tarafından 718 senesinde başlatıldı. Kaynaklarda "müttakî" ve "mücâhid" bir idareci olarak nitelenen Semh, bu senede Pireneler'i aşarak Franklar'ın hâkimiyeti altındaki Galler'e (Galia / el-Ardu'l-Kebîra) girdi. Septimania bölgesinin merkezi durumundaki Narbona'yı (Arbûne) fethederek burasını İslam orduları için bir üs haline getirdi. Hemen ardından Akitania'ya (Aquitania) yürüdü. Fakat bölgenin merkezi Tuluz (Toulouse) kentinde Dük Eudes'in güçlü direnişiyle karşılaştı. Çarpışmalar esnasında hem kendisi hem de çok sayıda müslüman şehit oldu.
Semh'in yerine Endülüs'ün idaresini üstlenen Anbese b. Süheym el-Kelbî (721-726), fetih hareketine selefinin bıraktığı yerden devam etti. Fakat o, Tuluz yerine Rhon vadisisni takip ederek önce Lyon'a oradan da PARİS'E 30 km UZAKLIKTAKİ SENS KENTİNE KADAR ULAŞTI. Fakat geri dönerken Bask bölgesinde yerlilerin kurduğu bir tuzak sonucu Semh gibi o da şehit düştü.
Ne Semh'in ne de Anbese'nin ne de onlarla beraber çok sayıda askerin savaş alanlarında şehit
düşmeleri, bu tür durumlara alışık olan müslümanları fetih hareketinden vazgeçmeye itti. Bilakis, 114/732 senesinde muttakî, mücahit ve iyi bir asker olarak temayüz etmiş olan Vali Abdurrahman el-Gâfikî, sayısı 70 binden fazla olmayan büyük bir orduyla Gallar'i fethederek Fransa içlerine dalabilmek için Kurtuba'dan hareket etti. Önüne çıkan bazı mukavemet unsurlarını saf dışı bıraktıktan sonra Galler bölgesinin merkezi kenti Bordo'ya (Bordeaux) hareket etti. Kendisine engel olmak isteyen Galler dükü Eudes'i Dordonia nehri yakınlarında ağır bir yenilgiye uğrattı. Bordo kenti müslümanların eline geçti. İslam ordusu bundan sonra ülkenin ikinci mühim şehri Tur'a (Tours) yöneldi. Dük Eudes, bu durumda Frank İmparatorluğu'ndan yardım istemek zorunda kaldı. Asıl makamı hâciplik (başbakan) olmakla beraber imparatorluğun fiili hükümdarı konumundaki Şarl Martel (Charles Martel), Galler'in düşmesi halinde sıranın Frank İmparatorluğu'na geleceğini bildiği için, Eudes'in yardım talebine derhal icabet etti ve çok iyi hazırlanmış büyük bir orduyla, İslam ordusunu durdurmak üzere Tur'a harelket etti. İki ordu arasındaki karşılaşma 12/13 Ekim 732 tarihinde gerçekleşti. Savaşın başlarında insiyatif müslümanların elindeydi. Ancak, bir taraftan Franklar'ın yarma hareketlerinde başarılı olmaları, diğer taraftan ise Abdurrahman el-Gâfikî'nin çarpışmaların en yoğun olduğu bir anda şehit düşmesi, durumu tersine çevirdi. Her iki tarafın da zayiatı ağır olmakla beraber, müslümanların verdikleri şehit sayısı çok daha fazlaydı. Bundan dolayıdır ki, İslam kaynaklarında bu savaşın yapıldığı saha, Balâtü'ş-Şühedâ (şehitler düzlüğü) ismiyle anılmaktadır.
İslam ordularının gerek K.Afrika'nın gerekse Endülüs'ün fethi esnasında bir benzerini yaşamadıkları bu mağlubiyet, Endülüs müslümanlarını derin bir kedere boğdu. Müslüman tarihçiler, gelecek nesillerin böyle acı bir hadiseden haberdar olmalarına engel olmak niyetiyle olsa gerektir ki, eserlerinde bu savaştan pek bahsetmezler. Buna karşılık, hıristiyan kaynakları anılan savaşı Avrupa medeniyetini ve Hıristiyanlığı İslam'ın istilasından kurtaran bir dönüm noktası olarak değerlendirirler. Halbuki bu değerlendirme, gerçeklerin ifadesi olmaktan ne kadar çok uzaktır.
Evet, bu savaşta müslümanların Avrupa'nın fethi uğrundaki teşebbüslerine set çekilmiştir. Ancak, Avrupa medeniyetinin kurtarılmış olması diye bir iddia söz konusu olamaz. Zira o zamanda bir Avrupa medeniyeti henüz teşekkül etmiş değildi. Tarih için "şöyle olsaydı nolurdu" şeklinde sorular sormak uygun olmamakla beraber, yine de sorsak ve bu çerçevede müslümanların Avrupa'yı fethettiğini düşünsek, herhalde bu her şeyden evvel Avrupa'nın faydasına olurdu. Nitekim, Endülüs için durum böyle olmadı mı? Ortaçağ Avrupasının en medeni ve en gelişmiş ülkesinin Endülüs, yani İspanya olduğunu ve bunun da İslam idaresi sayesinde gerçekleştiğini bugün artık kim inkar edebilmektedir?
Balâtü'ş-Şüheda mağlubiyetine rağmen, müslümanlar daha sonraki senelerde Galler'e seferler düzenlemeye devam ettiler. Ancak, bu seferlerin hiçbiri daha ileri adımlar atılmasını temin edecek boyutta değillerdi. Balâtü'ş-Şüheda ile müslümanların Avrupa'daki ilerlemeleri bir anlamda durmuş oldu. Fakat, bu duruşun asıl sebebi Balatüşşüheda değil, içine düştükleri iç çekişmeler dolayısıyla fetih yerine fitneye yönelen müslümanların bizzat kendileri oldu.
[Endülüs Müslümanları-1, TDV, Ankara 1994, s. 37-41] kaynağından alınmıştır.
2. EMEVİLER DÖNEMİ (Emîrlik Dönemi, 138-316/756-929; Hilâfet)
Emevîler'in Abbâsîler tarafından sona erdirilmesiyle Halîfe Hişam'ın torunlarından Abdurrahman b. Muâviye Afrika'ya kaçtı ve 755 yılında da Endülüs'e geçti. O sırada Endülüs'te vâli seçimi meselesi sebebiyle küskün bulunan Yemenliler, Berberîler ve Mevâlî'nin desteğiyle kısa sürede mevcut yönetime karşı başarılı oldu. Başşehir Kurtuba'ya girerek bağımsız emîrliğini ilân etti (138/756). I.Abdurrahman, vefâtından iki yıl evvel Kurtuba Ulucâmii'nin inşâsını başlattı. Kendisinden sonrakilerce bu câmi tamamlandı ve yeni ilâveler yapıldı. Arkasından hüküm sürenler sırasıyla şöyledir:
I.Hişam (172/788), I.Hakem (180/796), II.Abdurrahman (206/822), I.Muhammed (238/852), Münzir (273/886), Abdullah (275/888), III.Abdurrahman el-Halîfe (300/912), II.Hakem (350/961), II.Hişam (366-399/976-1009), yine II.Hişam (400-403/1010-1013), II.Muhammed (399/1009), Süleyman (399/1009), yine Süleyman (403-407/1013-1016), Hammûdîler (408-413/1018-1022), V.Abdurrahman (414/1024), III.Muhammed (414-416/1024-1025), yine Hammûdîler (416-418/1025-1027) ve III.Hişam (418-422/1027-1031). Kurtuba'da hâkim olan idarî karmaşa karşısında halk, hilâfeti lağvederek Endülüs Emevîleri hânedânını sürgün ettiler ve yeni yönetimi eşrâftan oluşan şûrâ heyeti üstlendi. Böylece Endülüs Emevi Devleti de ömrünü tamamlamış oldu (422/1031).
3. MÜLÛKÜT-TAVÂİF DÖNEMİ (422-483/1031-1090)
Endülüs Emevi Devleti'nin yönetiminde ortaya çıkan otorite boşluğunun doğal bir sonucu olarak her bölgede irili ufaklı 20 küsür yerel hânedân bağımsızlıklarını ilân ettiler. İçlerinden önemlileri şunlardır: İşbiliye (Sevilla) civarında Abbâdîler (1023-1091), es-Sağru'l-A'lâ bölgesinde Tücîbîler ve Hûdîler (1040-1142), Cehverîler (1031-1069), Tuleytula'da Zünnûnîler (1016-1085), Batalyevs (Badajoz) bölgesinde Eftasîler (1022-1094), Gırnata'da Zîrîler (1010-1090) ve diğerleri.
Bu dönemde Endülüs siyasî hayatının temel karakteristiği, emîrlikler arasında yaşanan kıyasıya çatışmalar ve düşmandan birbirlerine karşı toprak-haraç karşılığında yardım almalar oldu. Bu durum Müslümanların zayıf düşmesine sebep olurken, Hıristiyan İspanya devletlerinın da güçlenmesine, dolayısıyla Reconquista'nın hızlanmasına sebep oldu. Nitekim 1085 yılında Kastilya (Castile, Castilla, Kaştâle, Kaştîle) Kralı VI.Alfonso (el Bravo, 1072-1109), Endülüs'ün en önemli ikinci büyük kenti olan Tuleytula'yı işgal etti. Ancak bunun üzerine Müslümanlar Reconquista hareketinin farkına varabildiler. Kendilerini Hıristiyan işgaline karşı korusun diye Kuzey Afrika'da (el-Mağrib) bir imparatorluk kurmuş olan Murâbıtlar'ın hükümdarı Yusuf b. Taşfîn'den yardım istediler.
4. ENDÜLÜS'TE MURABITLAR DÖNEMİ (483-540/1090-1147)
Endülüs'e Kuzey Afrika'dan gelerek Hıristiyanları bozguna uğratan, ardından Endülüs'teki emîrlikleri tek tek merkezi idâre altında birleştiren ve ülkeyi Afrika merkezli devlete bir eyâlet olarak bağlayan Murâbıtlar'ın Endülüs'teki hâkimiyetleri döneminde Yusuf b. Taşfîn'den (1106) sonra şu hükümdarlar idâreye geldi:
Ali b. Yusuf (1143) ve Taşfîn b. Ali (1146/1149). Murâbıtlar'ın yıkılışıyla Endülüs'te siyasî birlik tekrar bozuldu, İkinci Mülûkü't-Tavâif Dönemi diye adlandırılan devreye girildi ve Hıristiyanlar yine Reconquista'yı gerçekleştirmek için uygun hale gelen ortamda harekete geçtiler.
5. ENDÜLÜS'TE MUVAHHİDLER DÖNEMİ (540-645/1147-1248)
Murâbıtlar'ı devirerek yerine kurulan Muvahhidler, Murâbıtlar gibi Kuzey Afrika'dan Endülüs'e gelerek kötü gidişâta bir süre daha dur diyebildiler.
Muvahhidler'in Endülüs'te hâkim olan hükümdarları şunlardır: Abdülmü'min (541/1147-1163), Yusuf b. Abdülmümin b. Ali (1184), Yakub el-Mansur (1199), Muhammed en-Nâsır (1214), Yusuf el-Müstansır (1222), Abdülvahid b. Yusuf ve İbnü'l-Mansur el-Âdil (1228), İdris el-Me'mun (1232), Abdülvâhid er-Râşid (1242), Ali es-Saîd (1248) ve Mürtezâ li Emrillah (1267). Kuzey Afrika'daki devletleri iyice zayıflayan Muvahhidler, kendilerine karşı oluşan isyanlarla uğraşırken dağıldılar ve yerine Merînîler ve Hafsîler gibi yeni devletler kuruldu. Endülüs'te bunu değerlendirenler ise, her zamanki gibi Endülüslülerin zaaflarını sabırla gözetleyip değerlendiren İspanyol Hıristiyan devletleri oldu.
Endülüs'te Muvahhidler'in hâkimiyeti, 1238 yılında İbnü'l-Ahmer'in Endülüs topraklarına hâkim olmasıyla bilfiil, 1242 yılında Halîfe Abdülvâhid er-Reşîd'in ölmesiyle ise şeklen de sona ermiştir.
6. GIRNATA BENÎ AHMER EMÎRLİĞİ (NASRÎLER) DÖNEMİ (636-897/1238-2 Ocak 1492)
İberya Yarımadası'ndaki Hıristiyan devletleri İspanya ve Portekiz'in hızlı işgal hareketlerinden Muhammed b. Nasr sayesinde ancak Endülüs'ün Güney doğusundaki İlbîre'den Rûnde'ye (Ronda) kadar uzanan sâhil şeridi kurtulabildi. Çok ağır siyasî şartlara rağmen, iki buçuk asrı aşkın bir süre Endülüs'te İslam hâkimiyetini temsil eden Nasrîler, bu varlıklarını esnek bir diplomatik siyâset takip etmeleri sayesinde koruyabildiler. Ancak, son zamanlarında iç karışıklıklara sürüklenince, onlar da yok olmaktan kurtulamadılar.
1479 yılında Kastilya-Leon Kraliçesi I.Isabel (la Catolica, 14174-1504) ile Aragon (Ergûn) Kralı II.Fernando'nun (el Catolico, 1479-1516) evlenmesiyle İspanya birliği sağlandı ve Hıristiyan yayılması hızlandı. Sonuçta 2 Ocak 1492 tarihinde Gırnata'daki son Müslümanlar da teslim olmak zorunda kaldılar ve böylece Müslümanların İberya Yarımadası'nda 800 yıla yakın süren siyasi varlıkları sona ermiş oldu.
7. ENDÜLÜS'TE İSLAM HAKİMİYETİNİN SONA ERMESİ ÜZERİNE HIRİSTİYAN HAKİMİYETİNDE KALAN MÜSLÜMANLAR (Müdeccenler, Moriskolar, Moorlar/1492-1609)
1492 yılı başındaki siyasi ölümün ardından İspanya'da kalan Müslümanlar, kısa süre sonra ya zorla Hıristiyanlaştırıldılar, ya sürgüne ya da engizisyon ve katliama maruz kaldılar. Hıristiyanlığı zorla kabul edenler bile büyük sıkıntı ve işkencelere mâruz bırakıldılar. Nihayet Endülüslü Müslümanların son kalanları da 1609 yılında tamamen İspanya'dan çıkarıldılar. Endülüs'ün kaybının, o günden bugüne Müslümanlar üzerinde derin etkileri olmuş ve İslam edebiyatının çeşitli dallarında sıkça işlenen konulardan birisi hâline gelmiştir.Haçlı Seferlerinin Başlaması ve Reconquista750 Senesinde İspanya'nın kuzey batısında Asturias Krallığı'nın kuruluşundan itibaren Müslümanların Endülüs'ten kovulmaları, Hristiyan İspanya'nın bir "megalo idea"sı olmuştur. 756 senesinde Emevî Devleti'nin kuruluşu bu idealin önüne çok ciddi bir engel olarak dikilmişse de bu devletin 1031 senesinde yıkılması Hıristiyan İspanya'da özellikle de Asturias Krallığı'nın genişlemiş şekli olan Kastilya Krallığı'nda, Müslümanların Endülüs'ten kovulmaları veya kendi ifadeleriyle "reconquista" fikrini şuur altından gün yüzüne çıkarmıştır. Nitekim, Reconquista fikrine canlılık kazandıran Endülüs'teki değişimi göstermesi bakımından bu dönemde yani Mülûkü't-Tavâif döneminde Kurtuba'ya gelen bir Hıristiyan komutanın Müslümanları kastederek söylediği şu sözler dikkat çekicidir: "Biz cesaretin, dindarlığın ve hakkın hep Kurtuba halkı (Endülüslüler) ile birlikte olduğunu zannederdik. Oysa ne görelim! Ne dinleri ne cesaretleri ne de akıllı önderleri var! Onların başardıkları gelişme ve zaferler, aslında geçmiş hükümdarları sayesindeymiş. Ne zaman ki bu hükümdarlar gittiler, Endülüslüler'in gerçek yüzleri ortaya çıktı." Prof.Dr. Mehmet Özdemir
765-1031 yılları arasında Endülüs’te hakimiyet kuran Emevi Hanedanı. Ed-Dahil (Muhacir)lakabıyla bilinen Abdurrahman’dan itibaren Üçüncü Hişam’la sona eren bu devlet, 275 sene yaşadı. Üçüncü Abdurrahman’a kadar ’Kurtuba Emirliği’diye adlandırılan devlete bu hükümdar zamanında ’Endülüs Emevi Hilafeti’ namı verildi. Hükümdar, ’Emir-ül Mü’minin’ ünvanını aldı.
Endülüs Devletinin kuruluşu: Devletin kurucusu Abdurrahman bin Muaviye bin Hişam bin Abdülmelik bin Mervan bin el-Hakem, Ebü’l-Muttarif künyesiyle tanınmaktaydı. Mührüne ’Abdurrahman Allah’a güvenir ve sığınır.’ yazısını yazdırmıştı. Suriye Emevi Devletinin yıkılması üzerine Fırat Irmağını geçerek Filistin’e kaçtı. Azatlı kölesi Bedir, kız kardeşini ve servetini kaçırarak onun yanına geldi. Abdurrahman, Afrika valiliğinin merkezi olan Kayrevan’a gitti. Burada gereken iltifatı göremeyince, bir müddet de Zenateler yanında misafir kaldı. Abbasi Devletinin kurulmasıyla Şam’dan ayrılıp, Endülüs’e yerleşen Emevilerin varlığını haber alan Abdurrahman, onlara mektup yazarak, kendilerini karşılamalarını ve yardım etmelerini söyledi. Orada bulunan Yemenlilerle de işbirliği yaptı. Yanında bin kadar Berberi olduğu halde Eylül 755 tarihinde Gırnata’nın güneyinde ufak bir liman olan El-Münekkeb (Almunecar)e ayak bastı. Endülüs valisi olan Yusuf el-Fihri ile olan savaşta galip geldi. Abdurrahman bundan sonra Kurtuba’ya giderek emirliğini ilan etti (756).
Bu haberi duyan Emevi taraftarları akın akın bu ülkeye gelmeye ve onun devlet kurmasında yardımcı olmaya başladılar. Abdurrahman’ın hükümdarlığı otuz üç yıldan fazla sürdü. Bu devrede Abdurrahman kurduğu yeni devleti sağlamlaştırmak için bölgesindeki Müslümanları etrafında topladı. Kuvvetli bir ordu kurdu. Tarım ve sanayi gelişti. Büyük bir ticaret filosu kurularak İstanbul’a kadar ticari münasebetler tesis edildi. Bu arada camiler, yollar, şehir etrafındaki surlar yaptırıldı. Abdurrahman’ın 787 senesinde vefatından sonra, yerine oğlu Hişam geçti. Hişam önce iki kardeşi Abdullah ve Süleyman’ın ortaya çıkardığı karışıklığı bastırdı. İç asayişi sağladıktan sonra, orduları ile Narbone ve Celikiye üzerlerine seferler yaptı. Ayrıca tarım ve ticaretin gelişmesi için köklü tedbirlere başvurdu. Fakat 39 yaşında öldü. Yerine oğlu Hakem geçti. Hakem zamanında iç karışıklıklar baş gösterdi. Hakem bu karışıklıkları bastırmak için çaba gösterdi. Yerine geçen İkinci Abdurrahman devri de çeşitli iç karışıklıklarla geçti. Bunun zamanında devlet zayıfladı. 852 senesinde vefat edince yerine oğlu Muhammed geçti. Babasından daha sert tedbirlere başvuran Muhammed, kara ve denizden olmak üzere Celikiye üzerine geniş bir sefer hazırladı. Oğlu Münzir kumandasındaki kara birlikleri Batalyos’u aldılar. 886 senesinde ölünce yerini oğlu Münzir aldı. İlme meraklı ve alimleri koruyan bu hükümdarın saltanatı kısa sürdü. Onun adil idaresi sayesinde halk oldukça sakin bir devir geçirdi. Ölünce yerine kardeşi Abdullah melik oldu. Abdullah zamanında iç karışıklıklar yeniden baş gösterdi. Neticede Abdullah bütün hasımlarını boyun eğmek zorunda bıraktı. Yarı bağımsız hale gelen Saragosa, Uclès, Huesca, Oscanoba, Ecija, Elvira ve Jaen (Ciyan) eyaletlerini, tekrar Kurtuba emirliğine bağladı. Abdullah 912’de öldüğü zaman, babasının vasiyeti üzerine yerine torunu Üçüncü Abdurrahman bin Muhammed’i yirmi üç yaşında iken emir yaptılar. Üçüncü Abdurrahman ve bundan sonraki devrelerde, tarihinde bir daha erişemeyeceği siyasi, iktisadi ve fikri üstünlüğün doruğuna ulaşan Endülüs, siyasi güç ve medeniyet bakımından parlak devrini yaşadı. Üçüncü Abdurrahman elli yıl süren saltanatının ilk seneleri iç huzuru sağlamakla geçti. 917’de İşbiyeli ve Camona Abdurahman’ı tanımak zorunda kaldı. 920 senesinde Asturia Kralı Ordonoa ve Hıristiyan ordusunu Semure denilen yerde hezimete uğrattı.
Bundan sonra Muez, Osma, Sam Esteban, Clunie ve Calahorro’yu ele geçirerek Pirenelere dayandı. 951’de Leon kralının ölümü üzerine çıkan taht kavgası da Abdurrahman’ın bu ülkeler üzerinde otorite kurmasına yardım etti. Saneho ve Navarra Kraliçesi Totey, yardım talebinde bulunmak üzere Kurtuba’ya kadar geldi. Bu siyasi temas Endülüs tarihinde ilk defa vuku bulan bir hareket olup, büyük bir başarıydı. Leon kralı on kadar kaleyi Abdurrahman’a bırakıyor, karşılığında ise, onun askeri ve siyasi desteğini sağlıyordu. Abdurrahman donanmasını kuvvetlendirdi. 931 senesinde Sebte’yi fethederek, Mağrib’e el attı. Fas’a yayılmış olan Şii çetelerini bu ülkeden çıkartarak Nakur ve Mağraveler’i kendine bağladı. Abdurrahman 73 yaşında ölünce, yerine 961 senesinde oğlu İkinci Hakem geçti. Bu hükümdar babasının kurduğu düzeni titizlikle sürdürdü. Fıkıh ve tarih konularında bilginler arasında yer alan İkinci Hakem, ülkenin imar edilmesi, ilim ve fikir hayatının gelişmesi için büyük çaba sarf etmiş, sanat ve mimari eserlerin yaptırılmasında büyük gayretler göstermişti.
Kurtuba Camii ve Kurtuba şehrinden beş kilometre uzaklıkta yaptırılan yazlık şehrin güzelliği, bahçeleri dillere destan olmuştur. Bu şehre ’Çiçek Şehri’ manasına ’Medinetüz-Zehra’ ismi verildi. Onun ölümünden sonra tahta vasiyeti üzerine on iki yaşındaki oğlu İkinci Hişam çıktı. Hişam yaşı küçük olduğundan idareyi Mansur bin Ebi Amir adlı naibi üzerine aldı. Mansur ve ondan sonra oğlu Abdülmelik ve Abdurrahman devlet üzerinde tam bir diktatörlük kurdular. Abdurrahman’ın Galicia’da seferde olmasından faydalanan muhalifler, İkinci Hişam’ı tahttan indirerek, Muhammed bin Hişam bin Üçüncü Abdurrahman el-Mehdi’yi sultan ilan ettiler. Bunun üzerine Kurtuba’ya dönen Abdurrahman’ı yakalayarak idam ettiler. Bu olaylarla barış devri kapanarak, memleket anarşiye sürüklendi. Neticede Kurtubalılar Mehdi’yi yakalayıp öldürerek 1010’da İkinci Hişam’ı yeniden sultan ilan ettiler. Hişam isyan eden Berberilerle iyi geçinmek için gayret gösterdiyse de müsbet bir netice alınamadı ve 1013’de tekrar tahttan indirildi. Süleyman bin Hakem tahta geçirildi. Bu da sükuneti sağlayamayınca, Sebte valisi Ali bin Hammud’u çağırdılar. 1017’de tahta çıkan Ali bin Hammud çok geçmeden öldürüldü. Bunun üzerine yeniden kargaşalık baş gösterdi. 1018’de Kasım bin Hammud tahta çıktı. Merkezdeki bu kargaşalık üzerine valiler kendi bölgelerinde bağımsızlıklarını ilan ettiler. Bunun üzerine Endülüs İslam tarihinde ’Tavaif-i müluk’ (Beylikler devri) ortaya çıktı ve iç çekişmeler devleti yıprattı. Endülüs Emevilerini bir bayrak altında toplamak için son gayreti gösteren Beşinci Abdurrahman’ın oğlu Ümeyye 1031’de tekrar Kurtuba’ya girerken yakalandı ve öldürüldü.
Parçalanan bu devlet az sonra Cevheriler tarafından tabi beylik haline getirildi. Hıristiyan devletler bu beylikleri kısa zamanda yıkmakta güçlük çekmediler. Bunlardan yalnız ’Beni Ahmer’ devleti 1492 yılına kadar yaşayabildi. Emeviler, İslam dinini, İspanya’dan Avrupa’ya soktu. Fas, Kurtuba ve Gırnata üniversitelerini kurup, batıya ilim ve fen ışıkları saldı. Hıristiyanlık alemini uyandırıp bugünkü müsbet ilerlemenin temelinin atılmasına sebeb oldu. Dünya üzerindeki ilk üniverside Fas’ın Fez şehrinde bulunan Kayrevan Üniversitesi idi. Bu üniversite 859 (H.244) yılında kurulmuştu. İlme ve alimlere çok değer verilirdi. Bunun için Endülüs’te ilim ve fen çok ilerledi. Saraylar ve devlet daireleri birer ilim kaynağı oldu. Her memleketten ilim öğrenmek için Kurtuba’ya akın akın toplandılar. Kurtuba’da büyük ve mükemmel bir tıp fakültesi kuruldu. Avrupa’da ilk defa yapılan Tıp Fakültesi budur. Avrupa kralları ve devlet adamları, tedavi için Kurtuba’ya gelir, gördükleri medeniyete, güzel ahlaka, misafirperverliğe hayran kalırlardı. Kurtuba’da altı yüz bin kitap bulunan bir kütüphane yapıldı. Ayrıca emsali pek az bulunan ince sanatlı saraylar, camiler, bahçeler meydana getirildi. Birçok ilimlerin bilhassa tıp ve astronominin temelleri atıldı. Endülüs emevileri devrinde yetişen alimlerden bazıları şunlardır:Muhyiddin-i ibni Arabi, Kadı Ebu Bekr ibni Arabi, Nureddin Batruci (Bkz. Batruci), meşhur müfessir Ebi Abdullah bin Muhammed Kurtubi. Son zamanlarda İslam ahlakını, İslamiyetin emirlerini bıraktıklarından, hatta Ehl-i sünnet itikadından ayrıldıkları için, Pirene Dağlarını aşamadılar. Parçalandılar ve yıkıldılar. Endülüs Devleti yıkılmasaydı, felsefeci İbnür Rüşd’ün ve İbn-i Hazm’ın İslamiyete uymayan fikirleri din ve iman halini alıp, dünyaya yayılacaktı. Böylece İslamiyete pek büyük zarar verilecekti.
İslam ordularının gerek K.Afrika'nın gerekse Endülüs'ün fethi esnasında bir benzerini yaşamadıkları bu mağlubiyet, Endülüs müslümanlarını derin bir kedere boğdu. Müslüman tarihçiler, gelecek nesillerin böyle acı bir hadiseden haberdar olmalarına engel olmak niyetiyle olsa gerektir ki, eserlerinde bu savaştan pek bahsetmezler. Buna karşılık, hıristiyan kaynakları anılan savaşı Avrupa medeniyetini ve Hıristiyanlığı İslam'ın istilasından kurtaran bir dönüm noktası olarak değerlendirirler. Halbuki bu değerlendirme, gerçeklerin ifadesi olmaktan ne kadar çok uzaktır.
Evet, bu savaşta müslümanların Avrupa'nın fethi uğrundaki teşebbüslerine set çekilmiştir. Ancak, Avrupa medeniyetinin kurtarılmış olması diye bir iddia söz konusu olamaz. Zira o zamanda bir Avrupa medeniyeti henüz teşekkül etmiş değildi. Tarih için "şöyle olsaydı nolurdu" şeklinde sorular sormak uygun olmamakla beraber, yine de sorsak ve bu çerçevede müslümanların Avrupa'yı fethettiğini düşünsek, herhalde bu her şeyden evvel Avrupa'nın faydasına olurdu. Nitekim, Endülüs için durum böyle olmadı mı? Ortaçağ Avrupasının en medeni ve en gelişmiş ülkesinin Endülüs, yani İspanya olduğunu ve bunun da İslam idaresi sayesinde gerçekleştiğini bugün artık kim inkar edebilmektedir?
Balâtü'ş-Şüheda mağlubiyetine rağmen, müslümanlar daha sonraki senelerde Galler'e seferler düzenlemeye devam ettiler. Ancak, bu seferlerin hiçbiri daha ileri adımlar atılmasını temin edecek boyutta değillerdi. Balâtü'ş-Şüheda ile müslümanların Avrupa'daki ilerlemeleri bir anlamda durmuş oldu. Fakat, bu duruşun asıl sebebi Balatüşşüheda değil, içine düştükleri iç çekişmeler dolayısıyla fetih yerine fitneye yönelen müslümanların bizzat kendileri oldu.
[Endülüs Müslümanları-1, TDV, Ankara 1994, s. 37-41] kaynağından alınmıştır.
2. EMEVİLER DÖNEMİ (Emîrlik Dönemi, 138-316/756-929; Hilâfet)
Emevîler'in Abbâsîler tarafından sona erdirilmesiyle Halîfe Hişam'ın torunlarından Abdurrahman b. Muâviye Afrika'ya kaçtı ve 755 yılında da Endülüs'e geçti. O sırada Endülüs'te vâli seçimi meselesi sebebiyle küskün bulunan Yemenliler, Berberîler ve Mevâlî'nin desteğiyle kısa sürede mevcut yönetime karşı başarılı oldu. Başşehir Kurtuba'ya girerek bağımsız emîrliğini ilân etti (138/756). I.Abdurrahman, vefâtından iki yıl evvel Kurtuba Ulucâmii'nin inşâsını başlattı. Kendisinden sonrakilerce bu câmi tamamlandı ve yeni ilâveler yapıldı. Arkasından hüküm sürenler sırasıyla şöyledir:
I.Hişam (172/788), I.Hakem (180/796), II.Abdurrahman (206/822), I.Muhammed (238/852), Münzir (273/886), Abdullah (275/888), III.Abdurrahman el-Halîfe (300/912), II.Hakem (350/961), II.Hişam (366-399/976-1009), yine II.Hişam (400-403/1010-1013), II.Muhammed (399/1009), Süleyman (399/1009), yine Süleyman (403-407/1013-1016), Hammûdîler (408-413/1018-1022), V.Abdurrahman (414/1024), III.Muhammed (414-416/1024-1025), yine Hammûdîler (416-418/1025-1027) ve III.Hişam (418-422/1027-1031). Kurtuba'da hâkim olan idarî karmaşa karşısında halk, hilâfeti lağvederek Endülüs Emevîleri hânedânını sürgün ettiler ve yeni yönetimi eşrâftan oluşan şûrâ heyeti üstlendi. Böylece Endülüs Emevi Devleti de ömrünü tamamlamış oldu (422/1031).
3. MÜLÛKÜT-TAVÂİF DÖNEMİ (422-483/1031-1090)
Endülüs Emevi Devleti'nin yönetiminde ortaya çıkan otorite boşluğunun doğal bir sonucu olarak her bölgede irili ufaklı 20 küsür yerel hânedân bağımsızlıklarını ilân ettiler. İçlerinden önemlileri şunlardır: İşbiliye (Sevilla) civarında Abbâdîler (1023-1091), es-Sağru'l-A'lâ bölgesinde Tücîbîler ve Hûdîler (1040-1142), Cehverîler (1031-1069), Tuleytula'da Zünnûnîler (1016-1085), Batalyevs (Badajoz) bölgesinde Eftasîler (1022-1094), Gırnata'da Zîrîler (1010-1090) ve diğerleri.
Bu dönemde Endülüs siyasî hayatının temel karakteristiği, emîrlikler arasında yaşanan kıyasıya çatışmalar ve düşmandan birbirlerine karşı toprak-haraç karşılığında yardım almalar oldu. Bu durum Müslümanların zayıf düşmesine sebep olurken, Hıristiyan İspanya devletlerinın da güçlenmesine, dolayısıyla Reconquista'nın hızlanmasına sebep oldu. Nitekim 1085 yılında Kastilya (Castile, Castilla, Kaştâle, Kaştîle) Kralı VI.Alfonso (el Bravo, 1072-1109), Endülüs'ün en önemli ikinci büyük kenti olan Tuleytula'yı işgal etti. Ancak bunun üzerine Müslümanlar Reconquista hareketinin farkına varabildiler. Kendilerini Hıristiyan işgaline karşı korusun diye Kuzey Afrika'da (el-Mağrib) bir imparatorluk kurmuş olan Murâbıtlar'ın hükümdarı Yusuf b. Taşfîn'den yardım istediler.
4. ENDÜLÜS'TE MURABITLAR DÖNEMİ (483-540/1090-1147)
Endülüs'e Kuzey Afrika'dan gelerek Hıristiyanları bozguna uğratan, ardından Endülüs'teki emîrlikleri tek tek merkezi idâre altında birleştiren ve ülkeyi Afrika merkezli devlete bir eyâlet olarak bağlayan Murâbıtlar'ın Endülüs'teki hâkimiyetleri döneminde Yusuf b. Taşfîn'den (1106) sonra şu hükümdarlar idâreye geldi:
Ali b. Yusuf (1143) ve Taşfîn b. Ali (1146/1149). Murâbıtlar'ın yıkılışıyla Endülüs'te siyasî birlik tekrar bozuldu, İkinci Mülûkü't-Tavâif Dönemi diye adlandırılan devreye girildi ve Hıristiyanlar yine Reconquista'yı gerçekleştirmek için uygun hale gelen ortamda harekete geçtiler.
5. ENDÜLÜS'TE MUVAHHİDLER DÖNEMİ (540-645/1147-1248)
Murâbıtlar'ı devirerek yerine kurulan Muvahhidler, Murâbıtlar gibi Kuzey Afrika'dan Endülüs'e gelerek kötü gidişâta bir süre daha dur diyebildiler.
Muvahhidler'in Endülüs'te hâkim olan hükümdarları şunlardır: Abdülmü'min (541/1147-1163), Yusuf b. Abdülmümin b. Ali (1184), Yakub el-Mansur (1199), Muhammed en-Nâsır (1214), Yusuf el-Müstansır (1222), Abdülvahid b. Yusuf ve İbnü'l-Mansur el-Âdil (1228), İdris el-Me'mun (1232), Abdülvâhid er-Râşid (1242), Ali es-Saîd (1248) ve Mürtezâ li Emrillah (1267). Kuzey Afrika'daki devletleri iyice zayıflayan Muvahhidler, kendilerine karşı oluşan isyanlarla uğraşırken dağıldılar ve yerine Merînîler ve Hafsîler gibi yeni devletler kuruldu. Endülüs'te bunu değerlendirenler ise, her zamanki gibi Endülüslülerin zaaflarını sabırla gözetleyip değerlendiren İspanyol Hıristiyan devletleri oldu.
Endülüs'te Muvahhidler'in hâkimiyeti, 1238 yılında İbnü'l-Ahmer'in Endülüs topraklarına hâkim olmasıyla bilfiil, 1242 yılında Halîfe Abdülvâhid er-Reşîd'in ölmesiyle ise şeklen de sona ermiştir.
6. GIRNATA BENÎ AHMER EMÎRLİĞİ (NASRÎLER) DÖNEMİ (636-897/1238-2 Ocak 1492)
İberya Yarımadası'ndaki Hıristiyan devletleri İspanya ve Portekiz'in hızlı işgal hareketlerinden Muhammed b. Nasr sayesinde ancak Endülüs'ün Güney doğusundaki İlbîre'den Rûnde'ye (Ronda) kadar uzanan sâhil şeridi kurtulabildi. Çok ağır siyasî şartlara rağmen, iki buçuk asrı aşkın bir süre Endülüs'te İslam hâkimiyetini temsil eden Nasrîler, bu varlıklarını esnek bir diplomatik siyâset takip etmeleri sayesinde koruyabildiler. Ancak, son zamanlarında iç karışıklıklara sürüklenince, onlar da yok olmaktan kurtulamadılar.
1479 yılında Kastilya-Leon Kraliçesi I.Isabel (la Catolica, 14174-1504) ile Aragon (Ergûn) Kralı II.Fernando'nun (el Catolico, 1479-1516) evlenmesiyle İspanya birliği sağlandı ve Hıristiyan yayılması hızlandı. Sonuçta 2 Ocak 1492 tarihinde Gırnata'daki son Müslümanlar da teslim olmak zorunda kaldılar ve böylece Müslümanların İberya Yarımadası'nda 800 yıla yakın süren siyasi varlıkları sona ermiş oldu.
7. ENDÜLÜS'TE İSLAM HAKİMİYETİNİN SONA ERMESİ ÜZERİNE HIRİSTİYAN HAKİMİYETİNDE KALAN MÜSLÜMANLAR (Müdeccenler, Moriskolar, Moorlar/1492-1609)
1492 yılı başındaki siyasi ölümün ardından İspanya'da kalan Müslümanlar, kısa süre sonra ya zorla Hıristiyanlaştırıldılar, ya sürgüne ya da engizisyon ve katliama maruz kaldılar. Hıristiyanlığı zorla kabul edenler bile büyük sıkıntı ve işkencelere mâruz bırakıldılar. Nihayet Endülüslü Müslümanların son kalanları da 1609 yılında tamamen İspanya'dan çıkarıldılar. Endülüs'ün kaybının, o günden bugüne Müslümanlar üzerinde derin etkileri olmuş ve İslam edebiyatının çeşitli dallarında sıkça işlenen konulardan birisi hâline gelmiştir.Haçlı Seferlerinin Başlaması ve Reconquista750 Senesinde İspanya'nın kuzey batısında Asturias Krallığı'nın kuruluşundan itibaren Müslümanların Endülüs'ten kovulmaları, Hristiyan İspanya'nın bir "megalo idea"sı olmuştur. 756 senesinde Emevî Devleti'nin kuruluşu bu idealin önüne çok ciddi bir engel olarak dikilmişse de bu devletin 1031 senesinde yıkılması Hıristiyan İspanya'da özellikle de Asturias Krallığı'nın genişlemiş şekli olan Kastilya Krallığı'nda, Müslümanların Endülüs'ten kovulmaları veya kendi ifadeleriyle "reconquista" fikrini şuur altından gün yüzüne çıkarmıştır. Nitekim, Reconquista fikrine canlılık kazandıran Endülüs'teki değişimi göstermesi bakımından bu dönemde yani Mülûkü't-Tavâif döneminde Kurtuba'ya gelen bir Hıristiyan komutanın Müslümanları kastederek söylediği şu sözler dikkat çekicidir: "Biz cesaretin, dindarlığın ve hakkın hep Kurtuba halkı (Endülüslüler) ile birlikte olduğunu zannederdik. Oysa ne görelim! Ne dinleri ne cesaretleri ne de akıllı önderleri var! Onların başardıkları gelişme ve zaferler, aslında geçmiş hükümdarları sayesindeymiş. Ne zaman ki bu hükümdarlar gittiler, Endülüslüler'in gerçek yüzleri ortaya çıktı." Prof.Dr. Mehmet Özdemir
765-1031 yılları arasında Endülüs’te hakimiyet kuran Emevi Hanedanı. Ed-Dahil (Muhacir)lakabıyla bilinen Abdurrahman’dan itibaren Üçüncü Hişam’la sona eren bu devlet, 275 sene yaşadı. Üçüncü Abdurrahman’a kadar ’Kurtuba Emirliği’diye adlandırılan devlete bu hükümdar zamanında ’Endülüs Emevi Hilafeti’ namı verildi. Hükümdar, ’Emir-ül Mü’minin’ ünvanını aldı.
Endülüs Devletinin kuruluşu: Devletin kurucusu Abdurrahman bin Muaviye bin Hişam bin Abdülmelik bin Mervan bin el-Hakem, Ebü’l-Muttarif künyesiyle tanınmaktaydı. Mührüne ’Abdurrahman Allah’a güvenir ve sığınır.’ yazısını yazdırmıştı. Suriye Emevi Devletinin yıkılması üzerine Fırat Irmağını geçerek Filistin’e kaçtı. Azatlı kölesi Bedir, kız kardeşini ve servetini kaçırarak onun yanına geldi. Abdurrahman, Afrika valiliğinin merkezi olan Kayrevan’a gitti. Burada gereken iltifatı göremeyince, bir müddet de Zenateler yanında misafir kaldı. Abbasi Devletinin kurulmasıyla Şam’dan ayrılıp, Endülüs’e yerleşen Emevilerin varlığını haber alan Abdurrahman, onlara mektup yazarak, kendilerini karşılamalarını ve yardım etmelerini söyledi. Orada bulunan Yemenlilerle de işbirliği yaptı. Yanında bin kadar Berberi olduğu halde Eylül 755 tarihinde Gırnata’nın güneyinde ufak bir liman olan El-Münekkeb (Almunecar)e ayak bastı. Endülüs valisi olan Yusuf el-Fihri ile olan savaşta galip geldi. Abdurrahman bundan sonra Kurtuba’ya giderek emirliğini ilan etti (756).
Bu haberi duyan Emevi taraftarları akın akın bu ülkeye gelmeye ve onun devlet kurmasında yardımcı olmaya başladılar. Abdurrahman’ın hükümdarlığı otuz üç yıldan fazla sürdü. Bu devrede Abdurrahman kurduğu yeni devleti sağlamlaştırmak için bölgesindeki Müslümanları etrafında topladı. Kuvvetli bir ordu kurdu. Tarım ve sanayi gelişti. Büyük bir ticaret filosu kurularak İstanbul’a kadar ticari münasebetler tesis edildi. Bu arada camiler, yollar, şehir etrafındaki surlar yaptırıldı. Abdurrahman’ın 787 senesinde vefatından sonra, yerine oğlu Hişam geçti. Hişam önce iki kardeşi Abdullah ve Süleyman’ın ortaya çıkardığı karışıklığı bastırdı. İç asayişi sağladıktan sonra, orduları ile Narbone ve Celikiye üzerlerine seferler yaptı. Ayrıca tarım ve ticaretin gelişmesi için köklü tedbirlere başvurdu. Fakat 39 yaşında öldü. Yerine oğlu Hakem geçti. Hakem zamanında iç karışıklıklar baş gösterdi. Hakem bu karışıklıkları bastırmak için çaba gösterdi. Yerine geçen İkinci Abdurrahman devri de çeşitli iç karışıklıklarla geçti. Bunun zamanında devlet zayıfladı. 852 senesinde vefat edince yerine oğlu Muhammed geçti. Babasından daha sert tedbirlere başvuran Muhammed, kara ve denizden olmak üzere Celikiye üzerine geniş bir sefer hazırladı. Oğlu Münzir kumandasındaki kara birlikleri Batalyos’u aldılar. 886 senesinde ölünce yerini oğlu Münzir aldı. İlme meraklı ve alimleri koruyan bu hükümdarın saltanatı kısa sürdü. Onun adil idaresi sayesinde halk oldukça sakin bir devir geçirdi. Ölünce yerine kardeşi Abdullah melik oldu. Abdullah zamanında iç karışıklıklar yeniden baş gösterdi. Neticede Abdullah bütün hasımlarını boyun eğmek zorunda bıraktı. Yarı bağımsız hale gelen Saragosa, Uclès, Huesca, Oscanoba, Ecija, Elvira ve Jaen (Ciyan) eyaletlerini, tekrar Kurtuba emirliğine bağladı. Abdullah 912’de öldüğü zaman, babasının vasiyeti üzerine yerine torunu Üçüncü Abdurrahman bin Muhammed’i yirmi üç yaşında iken emir yaptılar. Üçüncü Abdurrahman ve bundan sonraki devrelerde, tarihinde bir daha erişemeyeceği siyasi, iktisadi ve fikri üstünlüğün doruğuna ulaşan Endülüs, siyasi güç ve medeniyet bakımından parlak devrini yaşadı. Üçüncü Abdurrahman elli yıl süren saltanatının ilk seneleri iç huzuru sağlamakla geçti. 917’de İşbiyeli ve Camona Abdurahman’ı tanımak zorunda kaldı. 920 senesinde Asturia Kralı Ordonoa ve Hıristiyan ordusunu Semure denilen yerde hezimete uğrattı.
Bundan sonra Muez, Osma, Sam Esteban, Clunie ve Calahorro’yu ele geçirerek Pirenelere dayandı. 951’de Leon kralının ölümü üzerine çıkan taht kavgası da Abdurrahman’ın bu ülkeler üzerinde otorite kurmasına yardım etti. Saneho ve Navarra Kraliçesi Totey, yardım talebinde bulunmak üzere Kurtuba’ya kadar geldi. Bu siyasi temas Endülüs tarihinde ilk defa vuku bulan bir hareket olup, büyük bir başarıydı. Leon kralı on kadar kaleyi Abdurrahman’a bırakıyor, karşılığında ise, onun askeri ve siyasi desteğini sağlıyordu. Abdurrahman donanmasını kuvvetlendirdi. 931 senesinde Sebte’yi fethederek, Mağrib’e el attı. Fas’a yayılmış olan Şii çetelerini bu ülkeden çıkartarak Nakur ve Mağraveler’i kendine bağladı. Abdurrahman 73 yaşında ölünce, yerine 961 senesinde oğlu İkinci Hakem geçti. Bu hükümdar babasının kurduğu düzeni titizlikle sürdürdü. Fıkıh ve tarih konularında bilginler arasında yer alan İkinci Hakem, ülkenin imar edilmesi, ilim ve fikir hayatının gelişmesi için büyük çaba sarf etmiş, sanat ve mimari eserlerin yaptırılmasında büyük gayretler göstermişti.
Kurtuba Camii ve Kurtuba şehrinden beş kilometre uzaklıkta yaptırılan yazlık şehrin güzelliği, bahçeleri dillere destan olmuştur. Bu şehre ’Çiçek Şehri’ manasına ’Medinetüz-Zehra’ ismi verildi. Onun ölümünden sonra tahta vasiyeti üzerine on iki yaşındaki oğlu İkinci Hişam çıktı. Hişam yaşı küçük olduğundan idareyi Mansur bin Ebi Amir adlı naibi üzerine aldı. Mansur ve ondan sonra oğlu Abdülmelik ve Abdurrahman devlet üzerinde tam bir diktatörlük kurdular. Abdurrahman’ın Galicia’da seferde olmasından faydalanan muhalifler, İkinci Hişam’ı tahttan indirerek, Muhammed bin Hişam bin Üçüncü Abdurrahman el-Mehdi’yi sultan ilan ettiler. Bunun üzerine Kurtuba’ya dönen Abdurrahman’ı yakalayarak idam ettiler. Bu olaylarla barış devri kapanarak, memleket anarşiye sürüklendi. Neticede Kurtubalılar Mehdi’yi yakalayıp öldürerek 1010’da İkinci Hişam’ı yeniden sultan ilan ettiler. Hişam isyan eden Berberilerle iyi geçinmek için gayret gösterdiyse de müsbet bir netice alınamadı ve 1013’de tekrar tahttan indirildi. Süleyman bin Hakem tahta geçirildi. Bu da sükuneti sağlayamayınca, Sebte valisi Ali bin Hammud’u çağırdılar. 1017’de tahta çıkan Ali bin Hammud çok geçmeden öldürüldü. Bunun üzerine yeniden kargaşalık baş gösterdi. 1018’de Kasım bin Hammud tahta çıktı. Merkezdeki bu kargaşalık üzerine valiler kendi bölgelerinde bağımsızlıklarını ilan ettiler. Bunun üzerine Endülüs İslam tarihinde ’Tavaif-i müluk’ (Beylikler devri) ortaya çıktı ve iç çekişmeler devleti yıprattı. Endülüs Emevilerini bir bayrak altında toplamak için son gayreti gösteren Beşinci Abdurrahman’ın oğlu Ümeyye 1031’de tekrar Kurtuba’ya girerken yakalandı ve öldürüldü.
Parçalanan bu devlet az sonra Cevheriler tarafından tabi beylik haline getirildi. Hıristiyan devletler bu beylikleri kısa zamanda yıkmakta güçlük çekmediler. Bunlardan yalnız ’Beni Ahmer’ devleti 1492 yılına kadar yaşayabildi. Emeviler, İslam dinini, İspanya’dan Avrupa’ya soktu. Fas, Kurtuba ve Gırnata üniversitelerini kurup, batıya ilim ve fen ışıkları saldı. Hıristiyanlık alemini uyandırıp bugünkü müsbet ilerlemenin temelinin atılmasına sebeb oldu. Dünya üzerindeki ilk üniverside Fas’ın Fez şehrinde bulunan Kayrevan Üniversitesi idi. Bu üniversite 859 (H.244) yılında kurulmuştu. İlme ve alimlere çok değer verilirdi. Bunun için Endülüs’te ilim ve fen çok ilerledi. Saraylar ve devlet daireleri birer ilim kaynağı oldu. Her memleketten ilim öğrenmek için Kurtuba’ya akın akın toplandılar. Kurtuba’da büyük ve mükemmel bir tıp fakültesi kuruldu. Avrupa’da ilk defa yapılan Tıp Fakültesi budur. Avrupa kralları ve devlet adamları, tedavi için Kurtuba’ya gelir, gördükleri medeniyete, güzel ahlaka, misafirperverliğe hayran kalırlardı. Kurtuba’da altı yüz bin kitap bulunan bir kütüphane yapıldı. Ayrıca emsali pek az bulunan ince sanatlı saraylar, camiler, bahçeler meydana getirildi. Birçok ilimlerin bilhassa tıp ve astronominin temelleri atıldı. Endülüs emevileri devrinde yetişen alimlerden bazıları şunlardır:Muhyiddin-i ibni Arabi, Kadı Ebu Bekr ibni Arabi, Nureddin Batruci (Bkz. Batruci), meşhur müfessir Ebi Abdullah bin Muhammed Kurtubi. Son zamanlarda İslam ahlakını, İslamiyetin emirlerini bıraktıklarından, hatta Ehl-i sünnet itikadından ayrıldıkları için, Pirene Dağlarını aşamadılar. Parçalandılar ve yıkıldılar. Endülüs Devleti yıkılmasaydı, felsefeci İbnür Rüşd’ün ve İbn-i Hazm’ın İslamiyete uymayan fikirleri din ve iman halini alıp, dünyaya yayılacaktı. Böylece İslamiyete pek büyük zarar verilecekti.
Bugün 195 ziyaretçi (246 klik) kişi buradaydı.