AHMET ÜNAL
hzali
Hz.ALİ (R.A.)
Hz Ali, hicretten 20 yıl önce dünyaya gelmiştir. Allah Resulü'nün amcası Ebu Talib'in en küçük oğludur. Künyesi Ebu Hasan veya Ebu Türab'tır.Bazılarına göre de Mürteza ve Esedullahi'ı-Galib diye adlandırılır. Müeteza, Allah'ın razı olduğu kişi mânâsına kullanılan bir lâkaptır. Esedullahil-Galib ise Hz. Ali'nin bir şecaat ve cesaret kahramanı olarak gerek Bedir'de, gerekse Hendek'te mübarezeye çıkması ve katılmış olduğu bütün savaşlarda göstermiş olduğu performanstan dolayı verilmiştir.
Ebu Türab'a gelince; Medine döneminde Nebiler Serveri bir defasında damadı'nın evine gitmişti Kızı Hz.Fatıma, kocası ile arasında hafif bir tartışma geçtiğini ve evden ayrıldığını söyledi.Bunun üzerine Hz. Ali'yi aramaya koyulan Allah Rasülü onu mescidde uyurken buldu. Mübarek ayakları ile Hz. Ali'yi dürterek "Kum ya Ebu Türab"dedi. Mânâsı "Kalk ey toprağın babası" demekti.Allah Resulü'nün söylediği bir lâkap olması sebebiyle Hz.Ali,böyle anılmayı çok severdi. Hz. Ali cennetle müjdelenen on sahibiden dördüncüsü ve Ehl-i beytin birincisidir, Halifelerinde dördüncüsüdür. Hz. Ali'nin babası Ebu Talib'in, geliri az, ailesi kalabalıktı. O sıralarda Mekke'de bir kıtlık hüküm sürdüğünden peygamber efendimiz amcası Abbas'a "Ey amca,kardeşinin çoluk çoçuğu çok olmakla masrafı da çoktur. Buna mukabil geliri azdır. Ona yardımcı olmak lâzımdır. Aile geçimindeki yükünü hafifletelim. Her birimiz bir oğlunu alalım," teklifinde bulundu. Bu teklifin, amcası Ebû Talib tarafından kabulü ile Hz.Ali beş yaşından itibaren Resûlullah ile yaşamış, Resûl-i Ekrem'in tâlim ve terbiyesinde yetişmiştir.
İSLAM'A GİRMESİ
Hz.Ali dokuz veya on yaşında Müslüman olmuştu. Hz. Hatice'den sonra ilk Müslüman olan kişi Hz. Alidir. Rivayetlere göre Hz.Ali'nin Müslümanlığı şöyle gerçekleşiyor; Bir gün Hz. Ali, Allah resulü ile Hz. Hatice'yi namaz kılarken görür ve "Bu nedir?" diye sorar. Nebiler Serveri "Bu Allah'ın kendisi için seçtiği ve onun için peygamberler gönderdiği dinidir."der ve "Seni ortağı olmayan bir tek Allah'a iman etmeye, Lât ve Uzza putlarını reddetmeye çağırıyorum. "diyerek onu İslâm'a davet eder. Hz.Ali "Bu benim, daha önceden hiç duymadığım bir şey Babama sormadan hiç bir şeye karar veremem". Cevabını verir. Fakat Hz. peygamber o günlerde dini açıktan anlatmaya başlamadığı için bunun duyulmasını istemez ve Hz. Ali'ye "Ey Ali! Müslüman olmasan bile,bunu gizli tut. Kimseye söyleme" der. O gece Hz. Ali derin düşünceler içine dolar. Ertesi gün Allah Resulü'ne giderek Kelime-i şahadet getirir ve Müslüman olur. Müslüman olanların üçüncüsü, çocuklardan ise birincisidir. Peygamberimiz, bazen kuşluk vaktinde, Mekke vâdilerine doğru çıkıp gider, Hz. Ali de, babası Ebû Tâlib'den, bütün akrabâlarından ve halktan gizli olarak Peygamberimizle birlikte gider, namazlarını oralarda kılarlar, akşamleyin de, dönerlerdi.
Birgün, Hz. Ali'nin annesi Fâtıma hâtun, kocası Ebû Tâlib'e dedi ki:
- Ali'nin, Muhammed'in yanına devam ettiğini görüyorum. Senin başına, Muhammed tarafından, oğlun hakkında, güç yetiremiyeceğin bir iş gelmesinden korkuyorum!
- Demek, oğlumu bunun için göremiyorum?
Hemen, Peygamberimizle Hz. Ali'nin ardına düştü. Onlara, Batn-ı Nahle vâdisinde, namaz kıldıkları sırada, rastladı. Peygamberimize sordu:
- Ey kardeşimin oğlu! Edindiğini gördüğüm bu din, ne dînidir?
- Ey Amca! Bu, Allahın dînidir. Allahın meleklerinin dînidir. Allahın peygamberlerinin dînidir. Babamız İbrâhim'in dînidir ki, Allahü teâlâ, beni, Peygamber olarak bununla, bütün kullara gönderdi.
Ey Amca! Doğru yola çağıracağım kimselerden, buna, en çok sen lâyıksın! Bu yoldaki davetimi kabûl etmeye ve bana yardımcı olmaya, sen, herkesten daha lâyıksın!
Peygamberimiz, amcasını, İslâmiyete, tevhîde, Allahın birliğine inanmaya ve putlara tapmaktan vazgeçmeye davet etti. Ebû Tâlib dedi ki:
- Vallahi, yaptığınız veya söyledikleriniz şeylerde bir mahzûr yoktur. Ey kardeşimin oğlu! Ben, atalarımın dîninden ve ona bağlılıktan ayrılmaya güç yetiremiyeceğim. Fakat, sen, gönderildiğin şey üzerinde dur!
Mekke deki müşriklerin baskı ve zulumlerine karşı müslümanlar Habeşis'tan hicretinden sonra Peygamber Efendimiz s.a.v'in emriyle akın akın Medine'ye hicret ettiler. Kureyşliler müslümanların Medine'de tutunduklarını görünce telaşa düştüler. Peygamberimizin hicretine engel olabilmek için Darü'n-Nedve adı verilen meclis binasında toplandılar. Çeşitli fikirler ve düşünceler ileri sürerek sonuçta Ebû Cehil'in düşüncesinde karar kıldılar. Ebu Cehil, her kabileden bir delikanlının seçilmesini, bunların hep birlikte Peygamberimizi öldürmelerini teklif etti. Böylece Abdi Menâçoğullarının bütün kabilelerle çarpışamayacağını, kan davasından vazgeçeceklerini bildirdi. Onlar bu tip hileler düşünürlerken Peygamberimiz Hz. Ebû Bekir'in evine vardı. Allah'ın kendilerine hicret iznini verdiğini bildirerek yol hazırlıklarına başlanıldı. Mekkelilere ait bazı emanetlerin sahiplerine teslim edilmesi ve müşrikleri yanıltmak amacıyla Hz. Ali'ye Peygamberimizin evinde kalması emredildi.
Peygamber Efendimiz Hz.Ali R.a 'ya "Bu gece yatağımda yat, uyu! Şu hırkamı da üzerine ört! Korkma, sana hiçbir zarar gelmez! buyurdu
Hz. Ali, Peygamber efendimizin emrettiği şekilde yattı. Habîbullahın s.a.v yerine, hiç korkmadan, kendi nefsini fedâ etmeye hazırdı. Hicret gecesi müşrikler, Resûlullah efendimizin saâdethânelerinin etrafını sarmışlardı. Peygamber efendimiz, evlerinden çıktılar. Yâsîn-i şerîf sûresinin başından on âyet-i kerîmeyi okudular ve bir avuç toprak alıp kâfirlerin başına saçtılar. Resûlullah efendimiz s.a.v sıhhat ve selâmetle aralarından geçip, Hz. Ebû Bekir?in evine ulaştı. Müşriklerden hiçbiri onu görememişti.
Bir müddet sonra müşriklerin yanına biri gelip sordu:
- Burada ne bekliyorsunuz?
- Evden çıkmasını bekliyoruz.
- Yemîn ederim ki, Muhammed aranızdan geçip gitti, başınıza da toprak saçtı.Müşrikler, ellerini başlarına götürdüler. Hakîkaten, başlarında toprak buldular. Derhal kapıya hücum edip içeri girdiler.
Hz. Ali'yi, Resûl aleyhisselâmın yatağında görünce, Resûl-i ekremin nerede olduğunu sordular.
Hz. Ali cevap verdi:
- Bilmem! Beni, onun muhâfazasına memur mu ettiniz?
Bunun üzerine Hz. Ali'yi tartakladılar. Kâbe'nin yanında bir müddet hapsettikten sonra bıraktılar. Hz. Ali, Resûlullah efendimizin Kâbe-i şerîfte devamlı bulundukları makâma oturdu. Resûl-i ekremde kimin nesi var ise, gelsin alsın! diye nidâ ettirdi. Herkes gelip, nişânını söyleyerek emânetini aldı. Böylece emânetler sâhiplerine teslim edildi. Mekke-i mükerremede kalan Eshâb-ı güzîn, Hz. Ali'nin kanadı altına sığındılar. Resûlullahın saâdethâneleri Mekke'de olduğu müddetçe, Hz. Ali de orada kaldı.
HİCRETİ
Resulullah s.a.v. in kendisine birakilan emanetleri hak sahiplerine verdikten bir muddet sonra Allahın arslanı Hz. Ali, Kureyş kâfirlerinin toplandıkları yere giderek dedi ki:
- İnşâallah yarın Medîne-i münevvereye gidiyorum. Bir diyeceğiniz varmı Ben burada iken söyleyin! Hepsi başlarını eğip, hiçbir şey söylemediler. Sabah olunca, Hz. Ali, Resûl-i ekrem efendimizin eşyâlarını toplayıp, Resûlullah efendimizin Ehl-i Beyti ve kendi akrabâları ile berâber yola koyuldu. Resûlullah efendimize, şişmiş olan ayaklarından kanlar akar vaziyette, Kubâ'da yetişti. Gündüzleri saklanıp, geceleri yaya olarak yürüdüğü bu yolculuğun sonunda, Peygamberimizin huzûruna gidemiyecek bir hâle gelmişti. Resûl-i ekrem efendimiz bunu haber alınca, bizzat kendisi teşrif etmiş, Hz. Ali'yi görünce hâline acımış, Onu kucaklamış, mübârek elleriyle nârin, nâzik ayaklarını okşamış, kendisine âfiyeti için duâ buyurmuştu. Bunun üzerine;
(İnsanlardan öyleleri vardır ki, Allahü teâlânın rızâsı için nefsini fedâ eder) [Bakara 207] meâlindeki âyet-i celîlesi nâzil oldu.
Hz. Ali çok fedakar bir insandır. Onun Resül-i Ekrem uğrunda gösterdiği fedakarlık ve o'nu kendine tercih etmesi her türlü takdirlerin üstünüdür. Hz.Ali Medine-i Münevvere'de, Mescid-i Nebevinin inşasında çok çalışmış, bizzat sırtında taş ve toprak taşımıştır. Başta Bedir,Uhud ve Hendek harpleri olmak üzere, Resülullah bütün gazvelerinde bulunarak, fevkalâde gayret ve kahramanlıklar göstermiştir. Hz. Ali'nin "Zülfikâr" adı verilen meşhur bir kılıcı vardı. Kılıcın ağzı iki çatallı idi ve Hz. Ali'ye Resulullah tarafından hediye edilmişti. Hz. Ali şecaat ve kahramanlığı ile tanınmasına rağmen, düşmanlarıyla dövüşürken onlara acır ve haddi tecavüz etmezdi.
Hz. Ali Hendek savaşında, bir düşman askerini altedip, yere yatırdı. Kılıcını çekti. Tam vuracağı zaman, düşman askeri Hz. Ali'nin yüzüne tükürdü.
Hz. Ali kılıcını kınına koydu. Onunla savaşmaktan vazgeçti. Ölümünü bekleyen kimse, bu işten bir şey anlamadı. Hayretle kendisine sordu:
- Kılıcını çekmiştin. Beni öldürmene hiçbir engel yokken neden vazgeçtin, Öfken birden yatıştı.
Hz. Ali şöyle cevap verdi:
- Ben kılıcımı Allah için vuruyordum ki bu sırada sen yuzume tukurdun. Ben Allahın arslanıyım. Nefsin esîri değilim. Sen, benim şahsıma karşı yaptığın hareketten sonra seni öldürseydim, nefsim için öldürmüş olabilirdim. Hâlbuki her yaptığımı Allah için yapmam lâzımdır.
Hz. Ali, Hendek savaşında müşriklerin en azılıları ile savaştı. Savaşın iyice şiddetlendiği 22. gün, Amr bin Abdûd adlı müşriklerin en azılılarından biri, Hendek kenarlarına gelip meydana er istedi. Müslümanlardan kimse Amr'ın davetine cevap vermedi. Çünkü Resûlullahtan emir bekliyorlardı. Amr'ın meydan okuması yedi kere devam etti.Yedincide Resûlullah efendimiz, Hz. Ali'yi çağırıp huzûruna oturttu ve buyurdu ki:
- Yâ Ali! Benim atıma bin, kılıcımı al, Amr bin Abdûd'un önüne yiğitçe, cesâretle var! Onun heybetinden, uzun boyundan endîşe etme! Ben, Hak teâlâdan sana yardım etmesi için, senin elinle Müslümanların, bunun şerrinden kurtulmaları için duâ ediyorum. Hz. Ali kılıcını kuşandı. Atına bindi. Avını gözetliyerek giden bir arslan gibi, Amr'ın önüne varıp dedi ki:
- Yâ Amr! Duydum ki sen Kâbe'nin karşısında ahdetmişsin ki, Kureyşten bir kişi senden iki şey istese, birini yaparmışsın.
- Evet öyle söz verdim.
- Biliyorsun ben Kureyş'tenim. Senden iki şey isteyeceğim. Hiç olmazsa birini kabûl et! Birinci isteğim, Allahın birliğini ve Muhammed aleyhisselâmın O'nun Resûlü olduğunu kabûl ve tasdîk etmendir.
- Bunu kabûl etmiyorum, başka ne istiyorsun?
- İkinci isteğim, bu iki kuvveti hâllerine bırakıp, Mekke-i mükerremeye gitmendir.
- Bunu kabûl ettim, yalnız Ebû Bekir, Ömer ve Osman'ın başlarını keserim.
- Ey ahmak! Benim başımı kesmeden onların başını nasıl kesersin?
- Yâ Ali! Sen henüz gençsin, dünyanın tadını almamışsın, ben senin başını kesmek istemem.
- Ben Allahü teâlânın yardımı ve Resûlünün duâsı ile senin başını kesmek isterim.
Hz. Ali'nin bu sözü üzerine Amr, atından inip Hz. Ali'ye doğru yürüdü. Hz. Ali de atından indi. Birbirlerine hamle ettiler. Hz. Ali bir fırsatını bulup, Amr'ın uyluğunu, bir kılıç darbesiyle kopardı ve sonrasında Amr'ı öldürdü.
Resûlullah efendimiz tekbîr getirip buyurdu ki:
Hz Ali'nin Amr bin Abdûd ile bir kere karşılaşması, ümmetimin kıyâmete kadar olan ibâdetinden hayırlıdır.
Hz. Ali, Hudeybiye Antlaşmasında sulh şartlarının yazılmasında vazife aldı. Hayber Gazasında bulunup, büyük kahramanlıklar gösterdi. Hayber, Yahudilerin oturduğu bir yerleşim merkezi olup, aynı zamanda hurma ve tahıl merkezidir. M.628 (H.6) senesi Hz. Muhammed s.a.v Hayber savaşına çıkmadan önce şöyle buyurur: Müslümanların bayrağını yarın bir ere vereceğim ki, Allah fetih ve zaferi onun iki eliyle müyesser kılacaktır. Ertesi gün Hz. Ali, elinde sancakla Hayber üzerine yürüdü; savaş esnasında kale kapısını kalkan olarak kullandı. Kaleyi fethedinceye kadar da onu elinden bırakmadı. Üç kaleyi alınca dördüncü ve beşinci kalenin halkı kendilerinin affedilmesini istediler. Hz. Muhammed s.a.v de bu sözü kabul etti. Huneyn Gazasında da büyük kahramanlıklar gösteren Hz. Ali, Tebük Gazasında, Resulullah efendimiz tarafından vazifeli olarak Medine'de bırakıldığı için bulunamadı. Daha sonra Yemen Muharebesinde ordu kumandanı olarak vazifelendirildi. Mekke-i mükerreme feth edilince, Kabe'deki putları imha vazifesi ona verildi.
Hz.Ali her yaptığı işi,insanlığın iyiliğini düşünerek yapardı.Ayrıca çok şevkatli ve merhametliydi. Hz. Ali, servet sahibi değildi. Buna rağmen çok cömert, çok kerimdi. Son derece mütevâzı,alçak gönüllü idi. Bu yüzden peygamber efendimiz, Hz.Ali'yi çok severdi. Sevgili kerimesi Hz. Fatima'yı, o'nunla evlendirmişti. Hz. Fatima'dan Hasan, Hüseyin, Zeynep ve Ümmü Gülsüm isimlerinde 4 evladı olmuştur. Peygamber efendimiz vefat edince, o yıkayıp kefenledi. Bu son mübarek vazife, ona ve Hz. Abbas, Üsame bin Zeyd, Fadl ve Kusem?e nasib oldu. Definden sonra halife seçilen Ebu Bekre biat edip onun devlet işlerini yürütmede istişare ettiği zatlardan oldu ve kadılık (hakimlik) görevlerinde bulundu. Hz. Ömer'in halifeliğine de biat edip, halifenin danışmanı ve hakimliğini yaptı. Hz. Osman?ın da halifeliğine biat edip, hilafet işlerinde onun vezirliğini yaptı.
HALİFELİĞİ
Hz. Osman'ın şehit edilmesinden sonra 656 Zilhicce ayında halife oldu. Hz. Osman'ı şehit edenlerin cezalandırılmaları hususunda çıkan ictihad ayrılıklarından dolayı karşı karşıya gelen iki ordu arasında tam anlaşma olmuştu ki, Abdullah bin Sebe ismindeki Yahudi, gece karanlığında grubu ile birlikte Basralıların üzerine saldırdı. Gece karanlığında kimse ne olduğunu anlayamadı. Üç gün savaş devam etti. Cemel (Deve) Vakası olarak bilinen bu hadisede Aişe-i Sıddika esir alınınca, Hz. Ali hürmet ve ikram edip kendi askerleri arasında bulunan kardeşi Muhammed bin Ebu Bekr ile Medine?ye gönderdi. Bir sene sonra Sıffin denilen yerde Hz. Muaviye'nin ordusu ile yüz günde doksan meydan muharebesi yaptı. Askerlerinden yirmi beş bin, karşı taraftan kırk beş bin kişi şehid oldu. Karşı taraftan gelen sulh teklifi ile antlaşma olunca, ordusundan yedi bin kişi ayrıldı. Bunlara harici denildi.
660 senesinde Ramazan-ı şerif ayının on yedinci Cuma günü sabah namazına giderken İbn-i Mülcem adlı bir harici tarafından başına kılıçla vurularak şehit edildi. Kabirleri Necef denilen yerdedir. Halifeliği devrinde zuhur eden fesatçılarla mücadele ettiğinden, sükun ve huzur bulamamıştır. Hükumet idaresinde Hz. Ömer'in yolunu tutmuştur. Her işin emniyet ve istikamet dairesinde yapılmasına çalışır, halka şefkat gösterirdi. Her tarafta askeri birer merkez vücude getirmişti. Hz. Ali, fevkalade beliğ ve fasih konuşurdu. Peygamber efendimizden sonra, onun derecesinde beliğ hutbe okuyacak bir başkası yok idi. Arap lisanının ilk kaidelerini koyan odur. Bu sebeple Kuran-ı kerimin lisanına herkesten çok aşina idi. Devamlı Peygamber efendimizin yanında bulunması ve onun feyizli nurlarına ilk kavuşanlardan olması sebebiyle Kuran'ın hükümlerini en iyi bilen o idi. Tefsire dair birçok rivayetler bildirmiştir. Bilhassa ayetlerin iniş sebepleri konusunda birçok rivayetleri vardı. Bu konuda buyuruyor ki:
-Sorunuz, bana ne sorarsanız, size cevabını veririm. Allahın kitabını bana sorunuz. Vallahi bir ayet yoktur ki, ben onun gecede mi, gündüzde mi, kırda mı, dağda mı nazil olduğunu bilmiyeyim. Bu sebeplerden dolayı, hakkında birçok rivayet olup, anlaşılması güç meselelerde, onun rivayeti tercih edilmiştir. Hacc-ı Ekber'in kurban bayramı olduğuna dair olan rivayeti gibi.
Hz. Ali, Ehl-i beytten olması sebebiyle, Peygamber efendimizin sünnetine herkesten daha fazla vakıftı. Bu hususta herkesin müracaat kapısıydı. Bizzat Resulullah efendimizden duyarak yazdığı bir hadis sahifesi vardı. Bu sahife, Sahifetü Ali bin Ebi Talib adıyla 1986 da yayınlanmıştır. Kendisinden 586 hadis-i şerif bildirilmiştir. Bunlardan 20 tanesi hem Buhari'de, hem de Müslim'de bulunur. Bundan başka 9 hadis-i şerif Buhari'de, 15 hadis Müslim'de, tamamı da Ahmed bin Hanbel'in Müsned adlı kitabında vardır. Hz. Ali, Eshab-ı kiramın en büyük fıkıh alimlerindendi. Halledilemeyen mevzular ona havale edilirdi. Hatta Hz. Ömer R.A. buyurur ki:
-Şayet Hz. Ali olmasaydı, Ömer helak olurdu.
Fıkha dair bildirdiği hükümler, Mevsûatü Fıkhı Ali bin Ebi Talib adıyla yayımlanmıştır.
Hz Ali, hicretten 20 yıl önce dünyaya gelmiştir. Allah Resulü'nün amcası Ebu Talib'in en küçük oğludur. Künyesi Ebu Hasan veya Ebu Türab'tır.Bazılarına göre de Mürteza ve Esedullahi'ı-Galib diye adlandırılır. Müeteza, Allah'ın razı olduğu kişi mânâsına kullanılan bir lâkaptır. Esedullahil-Galib ise Hz. Ali'nin bir şecaat ve cesaret kahramanı olarak gerek Bedir'de, gerekse Hendek'te mübarezeye çıkması ve katılmış olduğu bütün savaşlarda göstermiş olduğu performanstan dolayı verilmiştir.
Ebu Türab'a gelince; Medine döneminde Nebiler Serveri bir defasında damadı'nın evine gitmişti Kızı Hz.Fatıma, kocası ile arasında hafif bir tartışma geçtiğini ve evden ayrıldığını söyledi.Bunun üzerine Hz. Ali'yi aramaya koyulan Allah Rasülü onu mescidde uyurken buldu. Mübarek ayakları ile Hz. Ali'yi dürterek "Kum ya Ebu Türab"dedi. Mânâsı "Kalk ey toprağın babası" demekti.Allah Resulü'nün söylediği bir lâkap olması sebebiyle Hz.Ali,böyle anılmayı çok severdi. Hz. Ali cennetle müjdelenen on sahibiden dördüncüsü ve Ehl-i beytin birincisidir, Halifelerinde dördüncüsüdür. Hz. Ali'nin babası Ebu Talib'in, geliri az, ailesi kalabalıktı. O sıralarda Mekke'de bir kıtlık hüküm sürdüğünden peygamber efendimiz amcası Abbas'a "Ey amca,kardeşinin çoluk çoçuğu çok olmakla masrafı da çoktur. Buna mukabil geliri azdır. Ona yardımcı olmak lâzımdır. Aile geçimindeki yükünü hafifletelim. Her birimiz bir oğlunu alalım," teklifinde bulundu. Bu teklifin, amcası Ebû Talib tarafından kabulü ile Hz.Ali beş yaşından itibaren Resûlullah ile yaşamış, Resûl-i Ekrem'in tâlim ve terbiyesinde yetişmiştir.
İSLAM'A GİRMESİ
Hz.Ali dokuz veya on yaşında Müslüman olmuştu. Hz. Hatice'den sonra ilk Müslüman olan kişi Hz. Alidir. Rivayetlere göre Hz.Ali'nin Müslümanlığı şöyle gerçekleşiyor; Bir gün Hz. Ali, Allah resulü ile Hz. Hatice'yi namaz kılarken görür ve "Bu nedir?" diye sorar. Nebiler Serveri "Bu Allah'ın kendisi için seçtiği ve onun için peygamberler gönderdiği dinidir."der ve "Seni ortağı olmayan bir tek Allah'a iman etmeye, Lât ve Uzza putlarını reddetmeye çağırıyorum. "diyerek onu İslâm'a davet eder. Hz.Ali "Bu benim, daha önceden hiç duymadığım bir şey Babama sormadan hiç bir şeye karar veremem". Cevabını verir. Fakat Hz. peygamber o günlerde dini açıktan anlatmaya başlamadığı için bunun duyulmasını istemez ve Hz. Ali'ye "Ey Ali! Müslüman olmasan bile,bunu gizli tut. Kimseye söyleme" der. O gece Hz. Ali derin düşünceler içine dolar. Ertesi gün Allah Resulü'ne giderek Kelime-i şahadet getirir ve Müslüman olur. Müslüman olanların üçüncüsü, çocuklardan ise birincisidir. Peygamberimiz, bazen kuşluk vaktinde, Mekke vâdilerine doğru çıkıp gider, Hz. Ali de, babası Ebû Tâlib'den, bütün akrabâlarından ve halktan gizli olarak Peygamberimizle birlikte gider, namazlarını oralarda kılarlar, akşamleyin de, dönerlerdi.
Birgün, Hz. Ali'nin annesi Fâtıma hâtun, kocası Ebû Tâlib'e dedi ki:
- Ali'nin, Muhammed'in yanına devam ettiğini görüyorum. Senin başına, Muhammed tarafından, oğlun hakkında, güç yetiremiyeceğin bir iş gelmesinden korkuyorum!
- Demek, oğlumu bunun için göremiyorum?
Hemen, Peygamberimizle Hz. Ali'nin ardına düştü. Onlara, Batn-ı Nahle vâdisinde, namaz kıldıkları sırada, rastladı. Peygamberimize sordu:
- Ey kardeşimin oğlu! Edindiğini gördüğüm bu din, ne dînidir?
- Ey Amca! Bu, Allahın dînidir. Allahın meleklerinin dînidir. Allahın peygamberlerinin dînidir. Babamız İbrâhim'in dînidir ki, Allahü teâlâ, beni, Peygamber olarak bununla, bütün kullara gönderdi.
Ey Amca! Doğru yola çağıracağım kimselerden, buna, en çok sen lâyıksın! Bu yoldaki davetimi kabûl etmeye ve bana yardımcı olmaya, sen, herkesten daha lâyıksın!
Peygamberimiz, amcasını, İslâmiyete, tevhîde, Allahın birliğine inanmaya ve putlara tapmaktan vazgeçmeye davet etti. Ebû Tâlib dedi ki:
- Vallahi, yaptığınız veya söyledikleriniz şeylerde bir mahzûr yoktur. Ey kardeşimin oğlu! Ben, atalarımın dîninden ve ona bağlılıktan ayrılmaya güç yetiremiyeceğim. Fakat, sen, gönderildiğin şey üzerinde dur!
Mekke deki müşriklerin baskı ve zulumlerine karşı müslümanlar Habeşis'tan hicretinden sonra Peygamber Efendimiz s.a.v'in emriyle akın akın Medine'ye hicret ettiler. Kureyşliler müslümanların Medine'de tutunduklarını görünce telaşa düştüler. Peygamberimizin hicretine engel olabilmek için Darü'n-Nedve adı verilen meclis binasında toplandılar. Çeşitli fikirler ve düşünceler ileri sürerek sonuçta Ebû Cehil'in düşüncesinde karar kıldılar. Ebu Cehil, her kabileden bir delikanlının seçilmesini, bunların hep birlikte Peygamberimizi öldürmelerini teklif etti. Böylece Abdi Menâçoğullarının bütün kabilelerle çarpışamayacağını, kan davasından vazgeçeceklerini bildirdi. Onlar bu tip hileler düşünürlerken Peygamberimiz Hz. Ebû Bekir'in evine vardı. Allah'ın kendilerine hicret iznini verdiğini bildirerek yol hazırlıklarına başlanıldı. Mekkelilere ait bazı emanetlerin sahiplerine teslim edilmesi ve müşrikleri yanıltmak amacıyla Hz. Ali'ye Peygamberimizin evinde kalması emredildi.
Peygamber Efendimiz Hz.Ali R.a 'ya "Bu gece yatağımda yat, uyu! Şu hırkamı da üzerine ört! Korkma, sana hiçbir zarar gelmez! buyurdu
Hz. Ali, Peygamber efendimizin emrettiği şekilde yattı. Habîbullahın s.a.v yerine, hiç korkmadan, kendi nefsini fedâ etmeye hazırdı. Hicret gecesi müşrikler, Resûlullah efendimizin saâdethânelerinin etrafını sarmışlardı. Peygamber efendimiz, evlerinden çıktılar. Yâsîn-i şerîf sûresinin başından on âyet-i kerîmeyi okudular ve bir avuç toprak alıp kâfirlerin başına saçtılar. Resûlullah efendimiz s.a.v sıhhat ve selâmetle aralarından geçip, Hz. Ebû Bekir?in evine ulaştı. Müşriklerden hiçbiri onu görememişti.
Bir müddet sonra müşriklerin yanına biri gelip sordu:
- Burada ne bekliyorsunuz?
- Evden çıkmasını bekliyoruz.
- Yemîn ederim ki, Muhammed aranızdan geçip gitti, başınıza da toprak saçtı.Müşrikler, ellerini başlarına götürdüler. Hakîkaten, başlarında toprak buldular. Derhal kapıya hücum edip içeri girdiler.
Hz. Ali'yi, Resûl aleyhisselâmın yatağında görünce, Resûl-i ekremin nerede olduğunu sordular.
Hz. Ali cevap verdi:
- Bilmem! Beni, onun muhâfazasına memur mu ettiniz?
Bunun üzerine Hz. Ali'yi tartakladılar. Kâbe'nin yanında bir müddet hapsettikten sonra bıraktılar. Hz. Ali, Resûlullah efendimizin Kâbe-i şerîfte devamlı bulundukları makâma oturdu. Resûl-i ekremde kimin nesi var ise, gelsin alsın! diye nidâ ettirdi. Herkes gelip, nişânını söyleyerek emânetini aldı. Böylece emânetler sâhiplerine teslim edildi. Mekke-i mükerremede kalan Eshâb-ı güzîn, Hz. Ali'nin kanadı altına sığındılar. Resûlullahın saâdethâneleri Mekke'de olduğu müddetçe, Hz. Ali de orada kaldı.
HİCRETİ
Resulullah s.a.v. in kendisine birakilan emanetleri hak sahiplerine verdikten bir muddet sonra Allahın arslanı Hz. Ali, Kureyş kâfirlerinin toplandıkları yere giderek dedi ki:
- İnşâallah yarın Medîne-i münevvereye gidiyorum. Bir diyeceğiniz varmı Ben burada iken söyleyin! Hepsi başlarını eğip, hiçbir şey söylemediler. Sabah olunca, Hz. Ali, Resûl-i ekrem efendimizin eşyâlarını toplayıp, Resûlullah efendimizin Ehl-i Beyti ve kendi akrabâları ile berâber yola koyuldu. Resûlullah efendimize, şişmiş olan ayaklarından kanlar akar vaziyette, Kubâ'da yetişti. Gündüzleri saklanıp, geceleri yaya olarak yürüdüğü bu yolculuğun sonunda, Peygamberimizin huzûruna gidemiyecek bir hâle gelmişti. Resûl-i ekrem efendimiz bunu haber alınca, bizzat kendisi teşrif etmiş, Hz. Ali'yi görünce hâline acımış, Onu kucaklamış, mübârek elleriyle nârin, nâzik ayaklarını okşamış, kendisine âfiyeti için duâ buyurmuştu. Bunun üzerine;
(İnsanlardan öyleleri vardır ki, Allahü teâlânın rızâsı için nefsini fedâ eder) [Bakara 207] meâlindeki âyet-i celîlesi nâzil oldu.
Hz. Ali çok fedakar bir insandır. Onun Resül-i Ekrem uğrunda gösterdiği fedakarlık ve o'nu kendine tercih etmesi her türlü takdirlerin üstünüdür. Hz.Ali Medine-i Münevvere'de, Mescid-i Nebevinin inşasında çok çalışmış, bizzat sırtında taş ve toprak taşımıştır. Başta Bedir,Uhud ve Hendek harpleri olmak üzere, Resülullah bütün gazvelerinde bulunarak, fevkalâde gayret ve kahramanlıklar göstermiştir. Hz. Ali'nin "Zülfikâr" adı verilen meşhur bir kılıcı vardı. Kılıcın ağzı iki çatallı idi ve Hz. Ali'ye Resulullah tarafından hediye edilmişti. Hz. Ali şecaat ve kahramanlığı ile tanınmasına rağmen, düşmanlarıyla dövüşürken onlara acır ve haddi tecavüz etmezdi.
Hz. Ali Hendek savaşında, bir düşman askerini altedip, yere yatırdı. Kılıcını çekti. Tam vuracağı zaman, düşman askeri Hz. Ali'nin yüzüne tükürdü.
Hz. Ali kılıcını kınına koydu. Onunla savaşmaktan vazgeçti. Ölümünü bekleyen kimse, bu işten bir şey anlamadı. Hayretle kendisine sordu:
- Kılıcını çekmiştin. Beni öldürmene hiçbir engel yokken neden vazgeçtin, Öfken birden yatıştı.
Hz. Ali şöyle cevap verdi:
- Ben kılıcımı Allah için vuruyordum ki bu sırada sen yuzume tukurdun. Ben Allahın arslanıyım. Nefsin esîri değilim. Sen, benim şahsıma karşı yaptığın hareketten sonra seni öldürseydim, nefsim için öldürmüş olabilirdim. Hâlbuki her yaptığımı Allah için yapmam lâzımdır.
Hz. Ali, Hendek savaşında müşriklerin en azılıları ile savaştı. Savaşın iyice şiddetlendiği 22. gün, Amr bin Abdûd adlı müşriklerin en azılılarından biri, Hendek kenarlarına gelip meydana er istedi. Müslümanlardan kimse Amr'ın davetine cevap vermedi. Çünkü Resûlullahtan emir bekliyorlardı. Amr'ın meydan okuması yedi kere devam etti.Yedincide Resûlullah efendimiz, Hz. Ali'yi çağırıp huzûruna oturttu ve buyurdu ki:
- Yâ Ali! Benim atıma bin, kılıcımı al, Amr bin Abdûd'un önüne yiğitçe, cesâretle var! Onun heybetinden, uzun boyundan endîşe etme! Ben, Hak teâlâdan sana yardım etmesi için, senin elinle Müslümanların, bunun şerrinden kurtulmaları için duâ ediyorum. Hz. Ali kılıcını kuşandı. Atına bindi. Avını gözetliyerek giden bir arslan gibi, Amr'ın önüne varıp dedi ki:
- Yâ Amr! Duydum ki sen Kâbe'nin karşısında ahdetmişsin ki, Kureyşten bir kişi senden iki şey istese, birini yaparmışsın.
- Evet öyle söz verdim.
- Biliyorsun ben Kureyş'tenim. Senden iki şey isteyeceğim. Hiç olmazsa birini kabûl et! Birinci isteğim, Allahın birliğini ve Muhammed aleyhisselâmın O'nun Resûlü olduğunu kabûl ve tasdîk etmendir.
- Bunu kabûl etmiyorum, başka ne istiyorsun?
- İkinci isteğim, bu iki kuvveti hâllerine bırakıp, Mekke-i mükerremeye gitmendir.
- Bunu kabûl ettim, yalnız Ebû Bekir, Ömer ve Osman'ın başlarını keserim.
- Ey ahmak! Benim başımı kesmeden onların başını nasıl kesersin?
- Yâ Ali! Sen henüz gençsin, dünyanın tadını almamışsın, ben senin başını kesmek istemem.
- Ben Allahü teâlânın yardımı ve Resûlünün duâsı ile senin başını kesmek isterim.
Hz. Ali'nin bu sözü üzerine Amr, atından inip Hz. Ali'ye doğru yürüdü. Hz. Ali de atından indi. Birbirlerine hamle ettiler. Hz. Ali bir fırsatını bulup, Amr'ın uyluğunu, bir kılıç darbesiyle kopardı ve sonrasında Amr'ı öldürdü.
Resûlullah efendimiz tekbîr getirip buyurdu ki:
Hz Ali'nin Amr bin Abdûd ile bir kere karşılaşması, ümmetimin kıyâmete kadar olan ibâdetinden hayırlıdır.
Hz. Ali, Hudeybiye Antlaşmasında sulh şartlarının yazılmasında vazife aldı. Hayber Gazasında bulunup, büyük kahramanlıklar gösterdi. Hayber, Yahudilerin oturduğu bir yerleşim merkezi olup, aynı zamanda hurma ve tahıl merkezidir. M.628 (H.6) senesi Hz. Muhammed s.a.v Hayber savaşına çıkmadan önce şöyle buyurur: Müslümanların bayrağını yarın bir ere vereceğim ki, Allah fetih ve zaferi onun iki eliyle müyesser kılacaktır. Ertesi gün Hz. Ali, elinde sancakla Hayber üzerine yürüdü; savaş esnasında kale kapısını kalkan olarak kullandı. Kaleyi fethedinceye kadar da onu elinden bırakmadı. Üç kaleyi alınca dördüncü ve beşinci kalenin halkı kendilerinin affedilmesini istediler. Hz. Muhammed s.a.v de bu sözü kabul etti. Huneyn Gazasında da büyük kahramanlıklar gösteren Hz. Ali, Tebük Gazasında, Resulullah efendimiz tarafından vazifeli olarak Medine'de bırakıldığı için bulunamadı. Daha sonra Yemen Muharebesinde ordu kumandanı olarak vazifelendirildi. Mekke-i mükerreme feth edilince, Kabe'deki putları imha vazifesi ona verildi.
Hz.Ali her yaptığı işi,insanlığın iyiliğini düşünerek yapardı.Ayrıca çok şevkatli ve merhametliydi. Hz. Ali, servet sahibi değildi. Buna rağmen çok cömert, çok kerimdi. Son derece mütevâzı,alçak gönüllü idi. Bu yüzden peygamber efendimiz, Hz.Ali'yi çok severdi. Sevgili kerimesi Hz. Fatima'yı, o'nunla evlendirmişti. Hz. Fatima'dan Hasan, Hüseyin, Zeynep ve Ümmü Gülsüm isimlerinde 4 evladı olmuştur. Peygamber efendimiz vefat edince, o yıkayıp kefenledi. Bu son mübarek vazife, ona ve Hz. Abbas, Üsame bin Zeyd, Fadl ve Kusem?e nasib oldu. Definden sonra halife seçilen Ebu Bekre biat edip onun devlet işlerini yürütmede istişare ettiği zatlardan oldu ve kadılık (hakimlik) görevlerinde bulundu. Hz. Ömer'in halifeliğine de biat edip, halifenin danışmanı ve hakimliğini yaptı. Hz. Osman?ın da halifeliğine biat edip, hilafet işlerinde onun vezirliğini yaptı.
HALİFELİĞİ
Hz. Osman'ın şehit edilmesinden sonra 656 Zilhicce ayında halife oldu. Hz. Osman'ı şehit edenlerin cezalandırılmaları hususunda çıkan ictihad ayrılıklarından dolayı karşı karşıya gelen iki ordu arasında tam anlaşma olmuştu ki, Abdullah bin Sebe ismindeki Yahudi, gece karanlığında grubu ile birlikte Basralıların üzerine saldırdı. Gece karanlığında kimse ne olduğunu anlayamadı. Üç gün savaş devam etti. Cemel (Deve) Vakası olarak bilinen bu hadisede Aişe-i Sıddika esir alınınca, Hz. Ali hürmet ve ikram edip kendi askerleri arasında bulunan kardeşi Muhammed bin Ebu Bekr ile Medine?ye gönderdi. Bir sene sonra Sıffin denilen yerde Hz. Muaviye'nin ordusu ile yüz günde doksan meydan muharebesi yaptı. Askerlerinden yirmi beş bin, karşı taraftan kırk beş bin kişi şehid oldu. Karşı taraftan gelen sulh teklifi ile antlaşma olunca, ordusundan yedi bin kişi ayrıldı. Bunlara harici denildi.
660 senesinde Ramazan-ı şerif ayının on yedinci Cuma günü sabah namazına giderken İbn-i Mülcem adlı bir harici tarafından başına kılıçla vurularak şehit edildi. Kabirleri Necef denilen yerdedir. Halifeliği devrinde zuhur eden fesatçılarla mücadele ettiğinden, sükun ve huzur bulamamıştır. Hükumet idaresinde Hz. Ömer'in yolunu tutmuştur. Her işin emniyet ve istikamet dairesinde yapılmasına çalışır, halka şefkat gösterirdi. Her tarafta askeri birer merkez vücude getirmişti. Hz. Ali, fevkalade beliğ ve fasih konuşurdu. Peygamber efendimizden sonra, onun derecesinde beliğ hutbe okuyacak bir başkası yok idi. Arap lisanının ilk kaidelerini koyan odur. Bu sebeple Kuran-ı kerimin lisanına herkesten çok aşina idi. Devamlı Peygamber efendimizin yanında bulunması ve onun feyizli nurlarına ilk kavuşanlardan olması sebebiyle Kuran'ın hükümlerini en iyi bilen o idi. Tefsire dair birçok rivayetler bildirmiştir. Bilhassa ayetlerin iniş sebepleri konusunda birçok rivayetleri vardı. Bu konuda buyuruyor ki:
-Sorunuz, bana ne sorarsanız, size cevabını veririm. Allahın kitabını bana sorunuz. Vallahi bir ayet yoktur ki, ben onun gecede mi, gündüzde mi, kırda mı, dağda mı nazil olduğunu bilmiyeyim. Bu sebeplerden dolayı, hakkında birçok rivayet olup, anlaşılması güç meselelerde, onun rivayeti tercih edilmiştir. Hacc-ı Ekber'in kurban bayramı olduğuna dair olan rivayeti gibi.
Hz. Ali, Ehl-i beytten olması sebebiyle, Peygamber efendimizin sünnetine herkesten daha fazla vakıftı. Bu hususta herkesin müracaat kapısıydı. Bizzat Resulullah efendimizden duyarak yazdığı bir hadis sahifesi vardı. Bu sahife, Sahifetü Ali bin Ebi Talib adıyla 1986 da yayınlanmıştır. Kendisinden 586 hadis-i şerif bildirilmiştir. Bunlardan 20 tanesi hem Buhari'de, hem de Müslim'de bulunur. Bundan başka 9 hadis-i şerif Buhari'de, 15 hadis Müslim'de, tamamı da Ahmed bin Hanbel'in Müsned adlı kitabında vardır. Hz. Ali, Eshab-ı kiramın en büyük fıkıh alimlerindendi. Halledilemeyen mevzular ona havale edilirdi. Hatta Hz. Ömer R.A. buyurur ki:
-Şayet Hz. Ali olmasaydı, Ömer helak olurdu.
Fıkha dair bildirdiği hükümler, Mevsûatü Fıkhı Ali bin Ebi Talib adıyla yayımlanmıştır.
Bugün 197 ziyaretçi (248 klik) kişi buradaydı.