AHMET ÜNAL
buda1
Tam Görüş
Genellikle sahip olduğumuz görüşler, bağlandığımız ideolojiler, felsefeler veya inançlar gerçek ile aramızda bir filtre gibi işleyerek gerçekliği doğru olarak algılamamızı engellerler. Yeni bir şey öğreniriz ve hemen onu eski fikir ve inançlarımızla karşılaştırırız, eğer bunlara uyuyorsa "doğru" deriz, uymuyorsa "yanlış" deriz. Fakat temel aldığımız fikir ve inançlarımızı pek sorgulamayız. Çünkü bunlar, bizim dünya görüşümüzün temelidir ve bu inançların geçersiz olma ihtimali, tüm dünya görüşümüzü geçersiz kılacağından, bu ihtimali düşünmekten bile korkarız. Fakat Budizm gerçekleri arar. Hayallere sığınmak yerine, gerçekler acı dahi olsa onlardan kaçmayı değil, gerçekleri kabullenmeyi ve bu yolla huzuru aramayı tavsiye eder. Unutmayalım ki her mantıklı düşüncenin zayıf, mantıksız kaldığı yanları vardır. Her mantıksız düşüncenin de temel aldığı bir mantık vardır. Taocuların yin-yan prensibi, mantığa dayalı teorilerde de kendisini göstermektedir. Dünyayı, yaşamı ve kendimizi anlayabilmemiz için gözlemlememiz gerekir. Gözlemlemeyi doğru olarak yapabilmemiz için de zihin; yapay kavramlardan, koşullandırmalardan, tutkulardan, fikirlerden, inançlardan ... arınmış olmalıdır. Hatta Buda'nın koşullandırmalarından da arınmalıyız. Sadece saf bir zihin, gerçekliği olduğu şekliyle görebilir. Hiçbir görüşe bağlanmamak, tam görüştür
Tam Anlayış veya Doğru Düşünme:
Öğretiye yeni giren bir kişinin, saf bir zihinle evreni gözlemlemesi güçtür. Çünkü kendisi, geçmiş yaşantısı, fikirleri ve çevresi tarafından koşullandırılmış durumdadır. Fakat yine de birtakım gözlemler yapmak durumundadır. Aksi halde,öğretiyi anlamadan, körü körüne kabul etmiş olur ki bu yararsızdır. Buna göre Buda'nın sözlerine de inanmamak gerekir. Yani herhangi bir önerme, sırf bunu Buda söylemiş diye kabul edilmez. Önce gözlemlenir (mümkün olduğu kadar tüm koşullandırmalardan uzak bir şekilde), görülür ve böylelikle anlaşılır. Nihai aşamada tam görüş gerçekleştiğinde tam anlama da gerçekleşmiş olur Tam anlayış, öğretiye uygun düşünmeyi gerektirir ki, doru düşünme de, doğru (tam) davranışlara yönelik olan düşünce olarak ifade edilebilir
Doğru Konuşma.
Yalan söylememek Budizm'in ahlak kurallarından biridir. Fakat "doğru konuşma" denildiğinden yalan söylememeden fazlası anlaşılmalı. Çarpık ve koşullandırılmış düşüncelerimizin ürünü olan konuşma tarzından sakınmak gibi. Örneğin böbürlenmemek, sürekli "ben" sözcüğünü kullanmaktan sakınmak. Bunlar benlik yanılgısının sonucudur. "Keşke" kelimesini kullanmamak, bu kelime gerçekleşmemiş arzulara duyulan bağımlılığı gösterir. Herhangi birisini aşağılamaktan sakınmak, çünkü herkes karmanın tutsağıdır. İngilizcede "E Prime" denilen bir konuşma tarzı vardır. "To Be" fiilini kullanmayı reddeden bu sistemde kesin ifadeler söylenmez. Örneğin "O aptaldır (He is fool)" cümlesi yerine "Bence o, bu olayda aptalca davrandı" gibi cümleler kurmayı gerektirir. Bu çeşit bir konuşma doğru görüşe de uygundur. Hatırlayalım; hiçbir düşünce için, %100 doğrudur denemez. Aklın yolu sanıldığı gibi daima bir değildir. Konuşmamız da bu yaklaşıma uygun olmalıdır. En önemlisi de şudur; başka insanları üzecek veya zarar verecek şekilde konuşmaktan mümkün olduğunca sakınmak bir Budist için en temel ahlak öğretilerinden de biridir.
Tam Davranış:
Olayları akışına bırakmak ve davranışlarımızın sonuçlarından bağımsızlaşmak (Taocu wu-wei). İnsanlar genellikle bir şeyi elde etmek için çabalamak gerektiğine inanırlar. Fiziksel anlamda bu doğru olsa da manevi anlamda gerekli değildir. Dahası hedefe ulaşmayı engelleyen en ciddi ve sinsi engel hedefe ulaşma arzusudur. Bu arzunun aşılması ile kişi, hayali bir gelecekteki sonuçtan bağımsızlaşarak stres, sıkıntı gibi olumsuzlukları aşar. Böylelikle enerjisinin tamamını sürece aktararak sonuca çabasızca varır. Sonuç hedeflendiği gibi olmasa bile önemli değildir. Bu durum bir üzüntü ve acı nedeni olmaz. Böylelikle ne iyi ne de kötü karma gerçekleşir. Çünkü yapılan davranış, öncesinde kişisel bir nedeni olmayan, sonucunda kişisel bir etki yaratmayan, içten gelen, doğal bir hareket olacaktır. (bkz: wu-wei)
Doğru Yaşam Tarzı:
Zenginlik, makam, ün gibi maddi değerlere bağlanmaktan ve duyarlı varlıklara zarar vermekten sakınmak. Keşişler, dünyadan tamamen el etek çekerek kendilerini manastırlarda yola adarlar. Ne var ki bu çeşit bir yaşam tarzı Mahayana ve Vajrayana Budizmi açısından şart değildir. Gündelik yaşamımız içerisinde de aydınlanma gerçekleştirilebilir. Fakat daha önce de söylendiği gibi; bu dünyasal ve maddi değerlere bağlanmamakla mümkündür. Bizim huzurumuz, çevremizdeki insanların, toplumun huzuruna da bağlıdır. Çevremizde acı varsa biz mutlu olamayız. Bu nedenle bir kimse sadece kendi mutluluğu için değil, çevresinin mutluluğu için de çaba harcamalıdır. Yaptığımız eylemlerimizin kendimize ve diğer varlıklara zarar verip vermediğine dikkat etmemiz gerekir. Mesleğimizi seçerken de mümkün olduğunca bu görüşlere uygun meslekler seçerek, doğru yaşam tarzını yaşamaya çabalamalıyız. Mesela asker olmaktan, kasaplık yapmaktan, kumarhane işletmekten sakınmak Budistin yoludur. Eğer başka varlıklara zarar veren bir yaşam yaşamak zorunda kalsak bile mutlaka çevremize verdiğimiz zararın farkında olmalı ve mümkün olduğunda bunu durdurmalıyız.
Tam Uygulama:
Düzenli olarak meditasyon çalışmalarının yapılması, sutraların (Buda'nın sözleri) okunması, işlerimizde Budist ilkelerin uygulanması. Bizi, gerçeklikte saptıran hayali gelecek kaygılarından ve yine hayali olan geçmişin pişmanlıklarından sıyrılarak, tek gerçeklik olan şu anı ve burayı yaşamaya özen göstermek. Yani yaptığımız her eylemin "tam davranış", "tam bilinçlilik", "tam uyanıklık" gibi ilkelere uygun olması. Tam Uygulamayı doğru şekilde gerçekleştirmek için kendimizi zorlamak hatadır. Meditasyon çalışması bize acı veriyorsa, kendimizi huzursuz hissediyorsak, tam uygulama yapmıyoruz demektir. Tam uygulama içten gelir, çabalamak gerekmez. Meditasyondan zevk alarak çalıştığımızda bu doğru uygulama olur.
Tam Bilinçlilik, Tam Dikkat:
Çevremizin, yaptığımız hareketlerimizin bilincinde olma. Duyulardan gelen algıların doğrudan bilince ulaşmasını önleyen tüm kaygı, tasa ve kederlerden arınmış olan zihin, çevresini çok canlı bir şekilde algılar. Bu algı durumu bize evrenin ne kadar eksiksiz ve mükemmel olduğunu gösterir. Bu bilinç hali, normal şartlarda devamlı iken biz, aklımızı hayali ve soyut geçmiş-gelecek düşünceleri ile sürekli meşgul ettiğimizden yaşadığımız çevrenin farkında olmayız. Bu nedenle sürekli olarak dikkatimizi şimdi ve buraya çekmeyi öğrenmeliyiz.
Tam Uyanıklık, Tam Konsantrasyon:
Tam bilinçlilik durumu, bizim evrenle olan bağımızın ve birliğimizin farkına varmamızı sağlar. Benlik yanılgısının ve geçici şeylere bağlanmaktan gelen acıların ortadan kalkması uyanıştır. Bilinçlilik ve uyanıklık bir arada gerçekleşir. Uyanıklığı her an sürdürmekle, yani buraya ve şimdiye yönelik konsantrasyonla, yaşamdan her an mutluluk ve zevk almaya başlarız. Bu sayede nirvananın kapıları açılır.
3. Yüce Gerçek
NİRVANA
"İstek ve tutkuların yok olması; kin ve nefretin yok olması; yanılgı içinde yolunu şaşırmışlıktan kurtulma. İşte kardeşlerim nirvana dediğim bu." Sariputta ( Buda'nın bir öğrencisi)Nirvananın kelime anlamı "ateşin sönmesi"dir. Kastedilen ateş ise nefret ve tutku ateşidir. Buda, ateşin kendi yakıtını yakıp tüketmesi gibi tutkuların da insanı yakıp tükettiği üzerine sürekli vurgu yapmıştır. Bu nedenle, isteklerinden arınmış ve karmanın bağlarını koparmış bir kişinin yaşantısına bu ad verilmiştir. Dolayısıyla nirvanaya ulaşmış kişi mutlak mutluluk ve huzura kavuşmuş, yaşamın anlamını, nedenini ve kaynağını anlamış bir kişi olur.
Aslında Sanskritçe'de aydınlanma yaşantısına verilen tek ad nirvana değildir. Vimkha (kurtuluş), vimukti (bağımsızlaşma) gibi terimler de sık sık kullanılmaktadır. Çince'de ise wu (hiçlik, boşluk, var olmama ) Japonca'da da satori veya kenşo kelimeleri kullanılır. Aydınlanma yaşantısı, Budizm'in dinsel yönünü oluşturur. Çünkü bu öğretide, insanın acılarından kurtulma ve varoluşu kavrama "yeteneğine sahip olduğu" inancından başka herhangi bir inanç yoktur. Aydınlanmanın bu yüce yönüne duyulan güven olmasaydı Budizm bir din olmayacaktı. Buda, sadece mutlak huzuru ve mutluluğu ariyan, sıradan bir insandı fakat ulaştığı nokta ona bundan fazlasını kazandırmıştır. Daha önce de söylendiği gibi Budizm, bildiğimiz dinlere pek benzemez. Herhangi bir metafizik dogma veya inanç içermez. Bunun nedenini şöyle açıklanabiliriz:
Öncelikle Putperestlik konusunda bizlere genellikle yanlış anlatılan bir noktayı açıklığa kavuşturalım; Aklı başında olan bir insanın kendi eli ile yaptığı bir nesnenin, kendisini yaratabileceğine inanması biraz garip değil mi acaba? Kendi din adamlarımızın, diğer dinlerin saçma olduğuna bizi ikna edebilmek için çarpıttıkları konulardan biri bu. Putperestler kendi elleri ile yaptıkları putların cisimlerine değil, onların sembolize ettikleri Tanrılara tapmaktadırlar. Yani putlar Tanrılar değil, onların sembolleridirler. Bilindiği gibi İslamiyet putperestliğe şiddetle karşı çıkmaktadır. Allah'ın figürlerini yapmak veya resmini çizmek kesinlikle yasaktır. Çünkü O şeklin ötesindedir, tasvir edilemez. Oysaki gözden kaçırdığımız bir nokta var. Biz çeşitli kavramlardan yola çıkarak düşünürüz. Yani düşüncelerimiz kelimeleri kullanır. Kelimeler, dış dünyadaki nesnelerin, olayların, kişilerin vs. sembolleridirler. Allah hakkında düşündüğümüzde de yine birtakım kavramlar kullanırız. Buna mecburuz çünkü düşünce başka türlü işleyemez. Tıpkı katı,cansız,tahta bir putun O'nu sembolize etmesinin yanlış olduğu gibi zihnimizdeki katı, hayali, koşullandırılmış ve kalıplaşmış kavramların da O'nu sembolize etmesi hatalıdır. Çünkü O düşüncenin ve kavramların ötesindedir. Budizm açısından; tek tanrılı dinlere inananlar, kafalarının içinde oluşturdukları bir puta tapmaktadırlar. Bu dinlerin maddesel putlara izin vermemesi gibi Budizm de düşünsel putlara izin vermez. Çünkü yaşamın varolmasının nedeni olan yüce güç, hem somut hem de soyut şekilciliğin ötesindedir ve bu şekildeki bir putlaştırma ile kavranamaz.
Budaların söylediklerine göre aydınlanma, kelimelerle tarifi tam olarak mümkün olmayan bir yaşantıdır. Gerçek manada anlaşılabilmesi, ancak yaşanmasıyla mümkün olmaktadır. Hayatı boyunca muz yememiş bir kişiye muzun tadını anlatmak gibi bir şeydir bu. Tadına bakmadan, aydınlanma kavranamaz. Nirvana ile elde edilen sezgisel bilgi kelimelerle ifade edildiği taktirde daima eksik kalmaya mahkum bir bilgidir. Bu bilgi, bizim diğer bilgilerimiz gibi kalıplaşmış değildir ve kalıplaşmış kelimelerle de ifade edilemez. Aksi taktirde birçok yanlış anlamaya ve yanlış yorumlara neden olmaktadır. Budizm açısından bakıldığında, özellikle de tek tanrılı dinlerin içerisine düştükleri hata buradadır. Bu dinlerde tanrı sanki bir insanmışçasına tasvir edilir. O görür, duyar, istekleri ve tutkuları vardır, sever ve nefret eder, ünlü olmak, bilinmek ister. Oysaki bu tür kişilik özellikleri, "ben" yanılgısı içerisindeki egosunu aşamamış insanların (yani hepimizin) özellikleridir. İnsanların kendilerini örnek alarak Allah'ı tasvir etmeye çalışmaları bir yanılgıya neden olmaktadır.
Budist açısından "Allah yoktur" veya "Allah vardır" demek insanı yanıltır. Her iki önerme de hem doğru hem de yanlıştır. Burada bir çelişki değil bir paradoks vardır. Paradoksun dışına çıkabilmek ise düşünce ile imkansız olsa da yine de mümkündür. Nirvana, bu paradoksun dışına çıkarak gerçeği kavramaktır. Nirvanaya varmak için Buda'nın önerdiği bir yol (dharma) vardır. Buna "Sekiz Basamaklı Yüce Yol " adı verilmektedir.
4. Yüce Gerçek
SEKİZ BASAMAKLI YÜCE YOL
1- samyag-drişti: tam görüş
2- samyag-samkalpa: tam anlayış
3- samyag-vak: doğru konuşma
4- samyag-karmanta: tam davranış
5- samyag-ajiva: doğru yaşam tarzı
6- samyag-uyayama: tam uygulama
7- samyag-smriti: tam bilinçlilik
8- samyag-samadhi: tam uyanıklılık
Sekiz basamaklı yüce yol, nirvanaya giden yolu gösterir. İlk iki unsur öğretinin doğru anlaşılması ile ilgilidir. Sonraki dört tanesi davranışlarla, son iki tanesi de maneviyatla ilişkilidir. Aslında tıpkı nedensellik çemberinde olduğu gibi burada da bir çemberden bahsedilebilir ve yine burada da her bir unsur diğerleri ile iç içedir. Tam görüşün gerçekleşmesi, tam uyanıklığın gerçekleşmesi ile olur. Buda'nın öğretisi ancak aydınlanma gerçekleştiği zaman tam olarak anlaşılır.
Tam Görüş
Genellikle sahip olduğumuz görüşler, bağlandığımız ideolojiler, felsefeler veya inançlar gerçek ile aramızda bir filtre gibi işleyerek gerçekliği doğru olarak algılamamızı engellerler. Yeni bir şey öğreniriz ve hemen onu eski fikir ve inançlarımızla karşılaştırırız, eğer bunlara uyuyorsa "doğru" deriz, uymuyorsa "yanlış" deriz. Fakat temel aldığımız fikir ve inançlarımızı pek sorgulamayız. Çünkü bunlar, bizim dünya görüşümüzün temelidir ve bu inançların geçersiz olma ihtimali, tüm dünya görüşümüzü geçersiz kılacağından, bu ihtimali düşünmekten bile korkarız. Fakat Budizm gerçekleri arar. Hayallere sığınmak yerine, gerçekler acı dahi olsa onlardan kaçmayı değil, gerçekleri kabullenmeyi ve bu yolla huzuru aramayı tavsiye eder. Unutmayalım ki her mantıklı düşüncenin zayıf, mantıksız kaldığı yanları vardır. Her mantıksız düşüncenin de temel aldığı bir mantık vardır. Taocuların yin-yan prensibi, mantığa dayalı teorilerde de kendisini göstermektedir. Dünyayı, yaşamı ve kendimizi anlayabilmemiz için gözlemlememiz gerekir. Gözlemlemeyi doğru olarak yapabilmemiz için de zihin; yapay kavramlardan, koşullandırmalardan, tutkulardan, fikirlerden, inançlardan ... arınmış olmalıdır. Hatta Buda'nın koşullandırmalarından da arınmalıyız. Sadece saf bir zihin, gerçekliği olduğu şekliyle görebilir. Hiçbir görüşe bağlanmamak, tam görüştür
Tam Anlayış veya Doğru Düşünme:
Öğretiye yeni giren bir kişinin, saf bir zihinle evreni gözlemlemesi güçtür. Çünkü kendisi, geçmiş yaşantısı, fikirleri ve çevresi tarafından koşullandırılmış durumdadır. Fakat yine de birtakım gözlemler yapmak durumundadır. Aksi halde,öğretiyi anlamadan, körü körüne kabul etmiş olur ki bu yararsızdır. Buna göre Buda'nın sözlerine de inanmamak gerekir. Yani herhangi bir önerme, sırf bunu Buda söylemiş diye kabul edilmez. Önce gözlemlenir (mümkün olduğu kadar tüm koşullandırmalardan uzak bir şekilde), görülür ve böylelikle anlaşılır. Nihai aşamada tam görüş gerçekleştiğinde tam anlama da gerçekleşmiş olur Tam anlayış, öğretiye uygun düşünmeyi gerektirir ki, doru düşünme de, doğru (tam) davranışlara yönelik olan düşünce olarak ifade edilebilir
Doğru Konuşma.
Yalan söylememek Budizm'in ahlak kurallarından biridir. Fakat "doğru konuşma" denildiğinden yalan söylememeden fazlası anlaşılmalı. Çarpık ve koşullandırılmış düşüncelerimizin ürünü olan konuşma tarzından sakınmak gibi. Örneğin böbürlenmemek, sürekli "ben" sözcüğünü kullanmaktan sakınmak. Bunlar benlik yanılgısının sonucudur. "Keşke" kelimesini kullanmamak, bu kelime gerçekleşmemiş arzulara duyulan bağımlılığı gösterir. Herhangi birisini aşağılamaktan sakınmak, çünkü herkes karmanın tutsağıdır. İngilizcede "E Prime" denilen bir konuşma tarzı vardır. "To Be" fiilini kullanmayı reddeden bu sistemde kesin ifadeler söylenmez. Örneğin "O aptaldır (He is fool)" cümlesi yerine "Bence o, bu olayda aptalca davrandı" gibi cümleler kurmayı gerektirir. Bu çeşit bir konuşma doğru görüşe de uygundur. Hatırlayalım; hiçbir düşünce için, %100 doğrudur denemez. Aklın yolu sanıldığı gibi daima bir değildir. Konuşmamız da bu yaklaşıma uygun olmalıdır. En önemlisi de şudur; başka insanları üzecek veya zarar verecek şekilde konuşmaktan mümkün olduğunca sakınmak bir Budist için en temel ahlak öğretilerinden de biridir.
Tam Davranış:
Olayları akışına bırakmak ve davranışlarımızın sonuçlarından bağımsızlaşmak (Taocu wu-wei). İnsanlar genellikle bir şeyi elde etmek için çabalamak gerektiğine inanırlar. Fiziksel anlamda bu doğru olsa da manevi anlamda gerekli değildir. Dahası hedefe ulaşmayı engelleyen en ciddi ve sinsi engel hedefe ulaşma arzusudur. Bu arzunun aşılması ile kişi, hayali bir gelecekteki sonuçtan bağımsızlaşarak stres, sıkıntı gibi olumsuzlukları aşar. Böylelikle enerjisinin tamamını sürece aktararak sonuca çabasızca varır. Sonuç hedeflendiği gibi olmasa bile önemli değildir. Bu durum bir üzüntü ve acı nedeni olmaz. Böylelikle ne iyi ne de kötü karma gerçekleşir. Çünkü yapılan davranış, öncesinde kişisel bir nedeni olmayan, sonucunda kişisel bir etki yaratmayan, içten gelen, doğal bir hareket olacaktır. (bkz: wu-wei)
Doğru Yaşam Tarzı:
Zenginlik, makam, ün gibi maddi değerlere bağlanmaktan ve duyarlı varlıklara zarar vermekten sakınmak. Keşişler, dünyadan tamamen el etek çekerek kendilerini manastırlarda yola adarlar. Ne var ki bu çeşit bir yaşam tarzı Mahayana ve Vajrayana Budizmi açısından şart değildir. Gündelik yaşamımız içerisinde de aydınlanma gerçekleştirilebilir. Fakat daha önce de söylendiği gibi; bu dünyasal ve maddi değerlere bağlanmamakla mümkündür. Bizim huzurumuz, çevremizdeki insanların, toplumun huzuruna da bağlıdır. Çevremizde acı varsa biz mutlu olamayız. Bu nedenle bir kimse sadece kendi mutluluğu için değil, çevresinin mutluluğu için de çaba harcamalıdır. Yaptığımız eylemlerimizin kendimize ve diğer varlıklara zarar verip vermediğine dikkat etmemiz gerekir. Mesleğimizi seçerken de mümkün olduğunca bu görüşlere uygun meslekler seçerek, doğru yaşam tarzını yaşamaya çabalamalıyız. Mesela asker olmaktan, kasaplık yapmaktan, kumarhane işletmekten sakınmak Budistin yoludur. Eğer başka varlıklara zarar veren bir yaşam yaşamak zorunda kalsak bile mutlaka çevremize verdiğimiz zararın farkında olmalı ve mümkün olduğunda bunu durdurmalıyız.
Tam Uygulama:
Düzenli olarak meditasyon çalışmalarının yapılması, sutraların (Buda'nın sözleri) okunması, işlerimizde Budist ilkelerin uygulanması. Bizi, gerçeklikte saptıran hayali gelecek kaygılarından ve yine hayali olan geçmişin pişmanlıklarından sıyrılarak, tek gerçeklik olan şu anı ve burayı yaşamaya özen göstermek. Yani yaptığımız her eylemin "tam davranış", "tam bilinçlilik", "tam uyanıklık" gibi ilkelere uygun olması. Tam Uygulamayı doğru şekilde gerçekleştirmek için kendimizi zorlamak hatadır. Meditasyon çalışması bize acı veriyorsa, kendimizi huzursuz hissediyorsak, tam uygulama yapmıyoruz demektir. Tam uygulama içten gelir, çabalamak gerekmez. Meditasyondan zevk alarak çalıştığımızda bu doğru uygulama olur.
Tam Bilinçlilik, Tam Dikkat:
Çevremizin, yaptığımız hareketlerimizin bilincinde olma. Duyulardan gelen algıların doğrudan bilince ulaşmasını önleyen tüm kaygı, tasa ve kederlerden arınmış olan zihin, çevresini çok canlı bir şekilde algılar. Bu algı durumu bize evrenin ne kadar eksiksiz ve mükemmel olduğunu gösterir. Bu bilinç hali, normal şartlarda devamlı iken biz, aklımızı hayali ve soyut geçmiş-gelecek düşünceleri ile sürekli meşgul ettiğimizden yaşadığımız çevrenin farkında olmayız. Bu nedenle sürekli olarak dikkatimizi şimdi ve buraya çekmeyi öğrenmeliyiz.
Tam Uyanıklık, Tam Konsantrasyon:
Tam bilinçlilik durumu, bizim evrenle olan bağımızın ve birliğimizin farkına varmamızı sağlar. Benlik yanılgısının ve geçici şeylere bağlanmaktan gelen acıların ortadan kalkması uyanıştır. Bilinçlilik ve uyanıklık bir arada gerçekleşir. Uyanıklığı her an sürdürmekle, yani buraya ve şimdiye yönelik konsantrasyonla, yaşamdan her an mutluluk ve zevk almaya başlarız. Bu sayede nirvananın kapıları açılır.
Bugün 276 ziyaretçi (359 klik) kişi buradaydı.